25 Ekim 2015 Pazar

Henry James: Daisy Miller

Soylu Winterbourne ve yaşam dolu bir genç kız olan Daisy Miller'ın güzel ve acıklı hikayesi. Bir de ortada bol soslu İtalyan pizzası kıvamlı bir karakterimiz var ki, ismi Giovanelli. 

Esasen Henry James; roman boyunca karakterler üzerinden toplumsal yapıları ve yargıları kurcalar, tartışır. Avrupa'nın toplumsal yapısı ile Amerika'nın toplumsal yapısı arasındaki fark göze çarpar. Farklı kültürlerin birbirlerini tanıma evrelerinde yaşamış oldukları vakıalar, olay örgüsüne Daisy ve Winterbourne de karışınca daha da ilgi çekici hale gelir. 

Ben, Winterbourne karakterini Downton Abbey dizisindeki Mary karakterine benzettim. Evet Mary bir kadın lakin ikisinde de cinsiyet ayrımı gözetmeksizin pek çok ortak özellik olduğunu söyleyebilirim. Kendilerine has bir asaletleri, vakur tavırlarından ödün vermez edaları ve başları dik popoları hafiften kalkık halleri aynıdır. Daisy ise oldukça neşeli, gezip tozmayı seven ve bir türlü kıçının üzerinde oturamadığı için hastalanıp ölen, güzelliği aşikar genç bir kızdır. 

Her ikisinin kavuşamamasında suçlu bir taraf aranacaksa şayet, bence suçlu Daisy'dir. Pek olgun bir kız değildir kendisi. Winterbourne gibi vakur bir adamın, her hareketini hoş görmesine ve kendisini sevmesine rağmen onu Giovanelli ile kıskandırmaya çalışır. Elbette davranışları dönem için dikkat çekicidir. Tam bir dedikodu malzemesidir çünkü o Amerikalı bir kızdır. Kitabın içerisinde yer yer yer alan Amerikan övgülerinden de anlaşılmaktadır ki Amerika başkadır, çok başkadır. Hatta daha da üstündür. Tabii bu biraz da sizin değerlendirmenize bağlı. 

Netice itibari ile Daisy son sayfalarda ölür. Bence bu Winterbourne için çok daha hayırlıdır. Ne bileyim, olaylara biraz sert mi bakıyorum bilmiyorum lakin Daisy karakterinden pek hoşlanmadığımı gayet iyi biliyorum. 

İstanbul Coffee Festival 2015

Bu sene İstanbul Coffee Festival'e katıldım. Cuma günü gerçekleşen 15:00-19:00 seansında idim. Festival alanında iki arkadaşım ile karşılaştık, günü birlikte geçirdik çok daha eğlenceli oldu. Haydarpaşa Garında gerçekleşen etkinlik beklediğimden daha kalabalıktı. Güzel bir kitle vardı. Gün boyu pek çok kahve tattık. Özellikle tebrik etmek istediğim bir kahve markası oldu: Caffe Nero! Öncelikle gün boyu sundukları kahve hizmetleri oldukça güzeldi. Bundan daha güzel olanı ise; mis gibi zeytinyağlı ekmekler üzerinde domatesler ve parmesan peynirleri ile süsledikleri atıştırmalıklardı. Bundan daha da güzeli ise ücretsiz verdikleri bez çantaları idi. Bez çantaları çok seviyorum, ufaktan biriktirmeye başladım. Bu jestleri beni çok mutlu etti. Walter's Coffee Roastery'den de bir bez çanta edindim. 

Netice itibari ile benim için oldukça güzel bir etkinlik oldu. Bu deneyimi yaşadığım için gerçekten çok mutluyum. 

22 Ekim 2015 Perşembe

Panic! At the Disco: Emperor's New Clothes












Panic! At the Disco oldukça verimli bir yıl geçiriyor. 2016 da şüphesiz öyle geçecek. 15 Ocak'ta çıkacak yeni albümün adı: "Death of Bachelor." Fueled By Ramen etkiketi ile çıkıyor yine. Albümden önce iki güzel single ile Panic! özlemimiz epey dinmişti. Önce Hallelujah'a klip geldi. Ardından Victorious ile tempomuz ve enerjimiz arttı. Ve bugün itibari ile Emperor's New Clothes isimli şarkı da kliplendirildi. Doğrusunu söylemek gerekirse sabahtan beri defalarca izledim. 

Klip bir önceki albümden This İs Gospel'ın görüntüleri ile başlıyor. Bir nevi devam klibi çekilmiş. Şarkının ise biraz sert geçişleri var. Ne yalan söyleyeyim özlediğim Panic! havası var şarkıda. Brendon'ı da klipte çok farklı bir formda izliyoruz. Gotik, efsanevi bir karaktere bürünmüş. Daha ne olsun diyorum. Albüme de, albümün tadını çıkarmaya da çok az kaldı. 

18 Ekim 2015 Pazar

İşaret Dili / Güzel Bir Anı

Geçtiğimiz gün Pendik Yüksek Hızlı Tren Garından hareketle Eskişehir'e gittim. Günübirlik bir gidişti. Annemin iki aylık son tedavisi bitmişti. Onu aldım ve akşam treni ile İstanbul'a döndük. Annem merdiven kullanırken zorlanıyor. Bu yüzden bu tarz yerlerde asansör kullanmak zorunda kalıyoruz. 

Kalabalık arasında asansöre yetişelim derken; asansör kapısının kapanmak üzere olduğunu görüp telaşlandık. Asansörün içindeki iki genç, kapıyı bizim için durdurdu ve böylece asansöre binebildik. Kendilerine teşekkür etmek için hazırlandığımda işitme yetersizlikleri olduğunu anladım. Daha önce işaret dili eğitimi almıştım. Kendilerine işaret dili ile teşekkür ettim ve onları çok sevdiğimi söyledim. Duygulandılar. Sarıldık. Bana işaret dilini öğrendiğim için teşekkür ettiler, herkesin işaret dilini öğrenmek konusunda duyarlı davranması gerektiğinden bahsettiler. 

Çevremize daha derin gözlerle bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Siz de işaret dili öğrenebilirsiniz örneğin. Gayet kolay, kısa sürede çok rahat öğrenebileceğiniz bir dil. Bunun dışında farklı şeyler de yapabilirsiniz. Mutluluğu mum ile aramaya gerek yok, biraz daha duyarlı davranmakta her zaman için yarar var. 

17 Ekim 2015 Cumartesi

Ransom Riggs: Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları

Benim ağır edebiyat diye nitelendirdiğim, kendime ait bir yazınsal türüm var. Literatürde belki klasik olarak tabir ediliyor olabilir. Klasiği ve moderni birbirine bağlayan, aynı zamanda bir şeyler anlatma derdi olan kitapları seviyorum. Arada ise fantastik okuyorum. Ne zaman mı? Hayat beni yorduğunda, tez ve makale yazmaktan sıkıldığımda ve çalışmaktan bitkin düştüğümde. Bu ruh hali içerisinde; Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları'nı aldım. 

Öncelikle belirtmek isterim ki; kitap oldukça kaliteli basılmış, cildi de harika. İlk görüşte kendini sevdiriyor. Kitabın içerisinde; Peregrine'in Yetimhanesinde yaşayan çocuklara ait fotoğraflar var. Hepsi birbirinden ilginç ve ürkütücü. Fotoğraflar kitabın içerisine güzel harmanlanmış. 
Elimizdeki fantastik kitap; Bayan Peregrine isimli bir müdirenin yönetimindeki bir yatılı okulu anlatıyor. Bu yatılı okulda zaman farklı bir döngü içerisinde. Kısaca belirtmem gerekirse kimse yaşlanmıyor ve aslında her gün aynı zaman dilimi ve aynı rutin yaşanıyor. Biraz kapana kısılmış gibi herkes. Yetimhanede yaşayan çocukların hepsinin farklı farklı olağanüstü yetenekleri var. Onları normal insanlardan ayıran özellik de bu zaten. Tıpkı Harry Potter'daki büyücüleri muggle'lardan ayıran özellikler gibi. Kitabı okurken yer yer; bu yeteneklerden birine sahip olmayı hayal etmeniz olası. 

Kitabın akıcı bir dili var; fantastik hayranı gençlerin kitabı seveceklerini düşünüyorum. Aynı zamanda yetişkinler için de okunabilirliği olan bir kitap. Ama kitabı okumadan önce zihninizde abartmayın derim. Bazı sözlüklerde ve sitelerde okuduğum kadarı ile kitap Harry Potter serisi ile kıyaslanmış. Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları kesinlikle bir Harry Potter olamaz. Bunu kabul etmemiz gerekir. Bakalım ikinci kitapta Jacob ve bizi neler bekliyor olacak. Merakta kalın. 

14 Ekim 2015 Çarşamba

Çiğdem Odabaşı: Eğitimciler ve Kütüphaneciler İçin Yaratıcı Okuma Atölyesi

Bir önceki yazıda, İçimizdeki Şeytan'dan bir bölüm paylaşınca değinmeden geçmek istemedim. Çiğdem Odabaşı uzun süredir kaliteli atölyeler yürütüyor. Bu sene Caddebostan Kültür Merkezinde gerçekleştirilen atölyelerden birine ben de katıldım. Sabahattin Ali'nin İçimizdeki Şeytan adlı romanını, bir buçuk saatlik bir zaman diliminde, Çiğdem Odabaşı yönetiminde farklı bir şekilde okuduk. Toplamda on kişi kadardık ve güzel bir atmosfer vardı. Ben romanı okumadan katıldım lakin romanı okuyup gelenlerin sayısı da epey fazlaydı. Yaratıcı bir bakış açısı ile nasıl kitap okunur? İşte tam da bu sorunun cevabını alıyorsunuz.

Çiğdem Odabaşı bu konuda oldukça yetenekli. Tanımadığım bir sürü insan ile iletişim kurdum ve aynı zamanda Sabahattin Ali'nin izini sürdüm. Kütüphaneciler ve eğitimciler için düzenlenen bu atölyeye katılmanızı tavsiye ederim. 

Atölyeler, Caddebostan Kültür Merkezi Sanat Kütüphanesinde yapılıyor. Eğitimci ise; bahsettiğim üzere Çiğdem Odabaşı. 

24 Ekim'de ise Cemal Süreya'nın Sevda Sözleri ele alınacak. Saat 13:30-15:00 arası gerçekleşecek etkinliği kaçırmamanızı diliyorum. Ayrıntılı programa Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık'ın sitesinden ulaşmanız mümkün. İyi okumalar. 

13 Ekim 2015 Salı

İçimizdeki Şeytan










"Görüyorsun ki hepsi hayata birer miktar kin borçlu. Hepsi çocukluklarından beri mahrum oldukları kuvvete hasret çekerek ve kendilerini yiyerek bu hale gelmişler. Hakikaten kuvvet sahibi olanlara haset ve imkansızlıkla baka baka nihayet kuvveti en büyük, en tapılmaya layık bir mevcudiyet olarak kabul etmişler... Şimdi öyle bir nazariye yapıyorlar ki, anası aciz ve mahrumiyet... Bu gibi fikirleri doğuranlar, daima, ezilmeye, yok olmaya mahkum olduklarını hisseden zümrelerdir. Bağırırlar, çağırırlar, ellerine fırsat geçerse suni olarak sahip oldukları bu iktidarı en vahşi bir şekilde kullanmaya kalkarkar; fakat nihayet hayatın ebedi kanunlarının pençesi altında çiğnenir ve mahvolurlar..."

12 Ekim 2015 Pazartesi

Tedirginim!

Nasıl yaşayabiliyoruz bu ülkede? Nasıl dayanabiliyoruz bunca kana, ölüme ve katliama? Nasıl devam ediyorsunuz mesela siz hayatınıza? Yemek yerken, tebessüm ederken aklınıza gelmiyor mu hiç yaşananlar? Ne yapıyorsunuz bu ülke için ya da ne yaptınız bu yaşınıza kadar barış için? Gündelik yaşamınıza kaldığınız yerden, arkası yarın basit bir televizyon dizisi gibi nasıl devam edebiliyorsunuz? Onca ölümün ardından nasıl çıkıyor gamzeleriniz yanaklarınızda? Nasıl paylaşabiliyorsunuz hala dolup taşan yemek masalarınızın fotoğraflarını sosyal medya hesaplarınızda? 

Bu sorulara cevap aradıkça, insanın özünde gerçekten kötü ve vahşi olduğunu düşünüyor, tahayyül ediyorum sürekli. Katliamları da meşru zemine kaydırdık, ceplerimizi yine her seferinde olduğu gibi, barış isteyen insanların kanları ile doldurduk. Bir kez daha başımızı toprağın altına soktuk, perdelerimizi çektik ve reality show programlarını izlemeye devam ediyoruz değil mi? Mesela oje aldınız dün kendinize öyle değil mi? Büyük bir alışveriş merkezine gidip fast food tükettiniz arkadaşlarınızla dün? İskarpinlerinizi yenilemek için saatlerce gezdiniz, ayaklarınıza kara sular indi? Takipçi sayınızın artması için yeni insanlar eklediniz hesaplarınıza değil mi bugün?

Ben gerçekten nefes alamıyorum artık bu ülkede, gerçekten bu olayların benim için de normalleşmesinden korkuyorum. Herkes için normalleştiği gibi. Gerçekten gücümü kaybediyorum, kaybediyoruz. Duyarlılığımın tükenmesinden, vahşileşmekten korkuyorum. Çok üzgünüm, minik yaşında katledilen Veysel Atılgan'ın yemyeşil gözlerine bakmaya dayanamıyorum. Öğretmeninin yazdığı mektubu okumaya dayanamıyorum. Ben de bir öğretmen olarak ne verebilirim çocuklarıma? Veysel olmadan nasıl anlatabilirim barışı? Nasıl inanır çocuklar temiz kalpleri ile bu topraklarda barış olduğuna? Hangi güç Veysel'i ve barış için yürüyen onlarca insanımızı geri getirecek şimdi? Onlar olmadan hayatıma nasıl devam edeceğim peki? 

8 Ekim 2015 Perşembe

How to Get Away With Murder












II. Abdülhamid Dönemine karşı ilginç bir ilgim var. Sebebini ben de bilmiyorum. Farklı bir kişiliği, yapısı ve tarzı olduğu kesin. En çok ilgimi çeken özelliklerinden biri de polisiye merakı. Benim polisiyeye merakım olduğu söylenemez. Lakin güzel bir polisiye yapıma rastladım bugün. Bunun II. Abdülhamid ile olan bağlantısı elbette saçmalık gibi gözükebilir sizler için. Ama ben öyle düşünmüyorum, çünkü polisiye deyince aklıma direkt II. Abdülhamid geliyor. 

How To Get Away Murder dopdolu bir dizi. Hukuk fakültesinde okuyan dört öğrencinin, profesörleri eşliğinde yaşadıkları maceralar anlatılıyor. Alt metinleri sağlam bir dizi. Güzel senaryo ve tam bir polisiye, gizem. Seyre başladım, tavsiye ederim efendim. 

7 Ekim 2015 Çarşamba

Şair Eşref'in Esprili Dörtlüğü

Yavuz Selim Karakışla'nın "Eski Zamanlar Eski İnsanlar: Osmanlı Toplumsal Tarihi Üzerine Yazılar (1876-1926)" adlı eserini gayet ciddiyet ile okurken karşıma esprili bir dörtlük çıktı. Bir tarih kitabını okurken nasıl kahkaha ile gülünürün kanıtı olarak kayda geçilmeli bence Karakışlalı'nın bu kitabı. Eserinin, "1908 Devrimi: Osmanlı İmparatorluğu'nda Özgürlükler Ortamı" başlıklı yazısında 89. sayfada, Şair Eşref'in bir dörtlüğüne yer vermiş yazar:

İstibdadda söz söylemek memnu'idi,
Ağlatırlardı söz söylesen, ananı.
Devr-i Hürriyet'teyiz, şimdi, değişti kaide,
Söyletirler evvela, sonra s*kerler ananı.

Yorumu sizlere bırakıyorum efendim ve yazımı burada noktalıyorum. Sağlıcakla. 

4 Ekim 2015 Pazar

Sezgin Kaymaz: Kısas, Sevinç Kuşları-2

Evet.
Nasıl diyelimdi?..
Eee...
Hava yapalım'dı hadi biraz. Eselim, üfürelim'di. "Aşk..." diyelim'di, "... kalbin derinlikölçeri, ruhun altimetresidir, kesindir bu, şaşmaz bilgidir, ama gene de sırdır o meret, gene de bilinmezdir." 

Güzel gidiyorduk. "Aşkın aşk olması için bir aşık gerek, bir de maşuk... Öyle kendi kendine olmaz!" diyelim'di.

Diyelim'di ki; "Aşıkla maşuğun tozaklandığı toprak birdir, ama çiçekleri ayrı ağaçlarda açar. Bir arı, ne bileyim bir kelebek, bir rüzgar gerek ki kavuşsunlar. Bir sebep!"

3 Ekim 2015 Cumartesi

Nickless


















Bazen işten gelip dinlenmeye başladığım zaman, Youtube üzerinden sevdiğim müziklerin video-kliplerini izliyorum. İzlediğim video-kliplerin altında ise başka klipler çıkabiliyor. Genelde, onlara göz attığım söylenemez. Bu sefer iyi ki göz atmışım, karşıma Nickless çıktı. "Looking For You Love" isimli çalışmaları oldukça eğlenceli. Özellikle klibi çok başarılı, insanın içini ısıtıyor. Önceki çalışmaları "Waiting" de ayrı hoş. Genç sevimli biri Nickless. 

Müzikten bahsederken aklıma Melis Danişmend'in bir sözü gelir hep. "İyi müzikler dinliyorum, hayat da öyle olsun istiyorum." Umarım hayatlarımız da istediğimiz güzelliği ulaşır bir gün. 

2 Ekim 2015 Cuma

Eski Zamanlar Eski İnsanlar: Osmanlı Toplumsal Tarihi Üzerine Yazılar (1876-1926)



















Osmanlı Devleti dönemine ait ilgimi çeken alan toplumsal tarih. Siyasi tarihten çok daha cezbedici ve keyifli geliyor bana. Özellikle, Osmanlı Devleti döneminde gündelik yaşamdan kesitler, farklı kültürlere dair anektodlar çok hoşuma gidiyor. Bu alanda ise en sevdiğim kitaplardan bir tanesi François Georgeon ve Paul Dumont'un kaleme almış olduğu, İletişim Yayınları tarafından basılan "Osmanlı İmparatorluğu'nda Yaşamak" adlı kitap. Oldukça güzel ve mühim bir eser. Bu alana ilgi duyanlar için tavsiye ederim.

Bugün girdiğim kitapçıda Yavuz Selim Karakışla çıktı karşıma. İlk baskısını taze taze Eylül ayında yapan kitap, "Eski Zamanlar Eski İnsanlar: Osmanlı Toplumsal Tarihi Üzerine Yazılar" (1876-1926)" adını taşıyor. Doğan Kitap tarafından basılan eser, içerik olarak oldukça dolu. Örneğin o meşhur Eylül adlı eserin yazarı Mehmet Rauf'un müstehcen bir eseri olduğunu biliyor muydunuz? Peki ya bu eseri kaleme almış olmasından dolayı başına gelenler? İrfan Orga'nın annesi Şevkiye Hanım'ın hikayesi hakkında bir bilginiz var mı? Osmanlı'daki kadın fotoğrafçıları tanıyor musunuz? 

Yavuz Selim Karakışla çok güzel bir toplumsal tarih seçkisi hazırlamış. Kendinizi bu bilgilerden mahrum bırakmayın der tavsiye ederim, sağlıcakla kalın.