27 Eylül 2008 Cumartesi

Saklanmış Bir Yerlere Bulmaya Çalışıyorum



Saklanmış mı bir yerlere?Bana oyun oynuyor gibi,bilir benim ne kadar inatçı olduğumu,belki de bilmez çünkü beni tanımıyor.Yüzümü ona dönmem gerekirken,sadece fotoğraflarında görüyorum kendisini.Hissiyatımın derinlerine arşınlarken düşüncelerimi,bir yol ortasında ya da otobüs durağında geliyor aklıma.Kafamdan bin bir türlü muzurluk geçerken yine terkedilmiş olmanın verdiği masumiyet ve hırçınlık.Gece ıslakken bir damla göz yaşı da benden gitsin istemem.Yol Arkadaşım izlemeye devam ettiğim tek dizi.Çünkü bir yaşanmışlığın, gerçeğin izlerini taşıyor…Belki de benim yaşam öyküme yakın anlatılanlar.Annesi ve babası ayrılmış bir çocuğun yaşamla yüzleştiği anlar.Tıpkı annemin beni büyütebilmek için 10 yıl psikoloji okuması gibi…Gerçekten zor ama insanı çok güçlü yapan bir durum.Annesi ile babası ayrı olan çocukların çoğunluğunun erken olgunlaştığına inanıyorum,bu da onları yaşama karşı daha dik tutuyor.Zorluklar karşısında dayanabilmeyi öğretiyor…Sokakta gördüğüm bir insandan daha değersiz konuma getirdi hayat onu.Sekiz yıldır görüşmüyorum ve neleri sever neler yer ve neler giyer tahmin bile edemiyorum.Hayat insanı farklı diyarlardan alıp eksantrik bunalımlara ve mekanlara sürükleyebiliyor.Zamana tutunmaya çalışıyorum şimdi.En azından halimden anlayan birkaç kişi var hayatımda başta annem ve kuşlarım boncuk ile limon olmak üzere.

Yine Atilla Hocam ile muhabbet ettim ve uyuma vaktim geldi.Yarın kuşlarımın azat günü keyiflice gezinecekler.Acaba sinemasal kuşağında hangi film var bu hafta?Hemen bakayım…

Ayrıca bana bayram hediyesi oldu.Aydilge’nin müziğini hazırladığı Her Halimle Sev Beni bayram boyunca ekranda.

Keyifli ve bol kazançlı Bayramlar:)


24 Eylül 2008 Çarşamba

Dertler Bi Dünya,Hayaller Somurtkan



Evet tekrar mimlendim ve tekrar karşınızdayım…Ders çalışmama 20 dk kala mimlediğimin farkına varıyorum ve karmaşık düşünceler arasında bir şeyler karalamaya çalışıyorum…Artık ne derece kuvvetli olursa.Sabah ayakta geçen 45 dk ın ve Almanca dersinin vermiş olduğu rehavetin ardından eve attım kendimi.Ama atmadan önce kendimi eve yapılacak bir yığın iş vardı.Annemin maaşını çektim ve hala bir umutla beklediğimiz keyin yatmadığını yatmaya da pek meyilli olmadığını,bu ülkede yaşamanın zorluklarını ve saygıdeğer devletimizin ağızları açık bırakacak fikirleri ile sistemlerini,sözel öğrencilerine yapılan haksızlıkları geçirdim aklımdan…Markete gittim,

Diş beyazlatıcısı

Tuvalet kağıdı

Vişne Suyu

Alaturka

Üzümlü el sabunu alıp eve döndüm…

Dönmeden önce internet ve telefon faturalarını yatırdım ve şuan da tarihten kapatmam gereken çok önemli konular var.Bunca işin ardından bir duş almayı hak ettim sanırım.Şimdi bir duş alıp ders çalışmak niyetindeyim.


Geleyim hayallere;Bir Türkçe öğrtmeni veya gazeteci olmak istemekteyim.İleride Hindistan'a gitmek,kitap çıkarmak,şarkı sözlerimi bestelemek,bir kısım insan tarafından tanınmak,kız arkadaşımla evlenmek,Tokyo'da bir gece kalmak,baharatlarla ilgili bir belgesele katkıda bulunmak,tonlarca vişne suyu içmek ve sinema filmi çekmek...

Nacizhane hayallerimin bir kesitidir,her ne kadar uzak hayallerin peşi sıra yollara düşsem de içlerindeki en belirgin ve ümit dolu isteğim öss'yi kazanıp üniversiteli olmak:)

Mimlendim,mimleniyorum,mimliyorlar…

Tekrar böyle yoğun olmayan bir günde görüşmek üzere…Delikanlıya selamlar:)



22 Eylül 2008 Pazartesi

Bir Düş Gördüm



Dün gece her zamanki yorgunlukla ve stresle yatağa uzandım ve güzel bir güne başlamak için ilk adımı attım.Genelde pek rüya görmem ama gördüğüm zamanda hep anlamlı rüyalar görürüm ki bunların arasında gördüğüm çok gerçekçi rüyalarda vardır.Sabaha karşı olduğunu hissettiğim,gözümde bir damla yaşla uyandım.

Benim en büyük ideallerimden biri iyi yazabilme yetisine sahip olmaktır.Yani yazmakla o kadar bütünleşmişim ki sanki beni diğer insanlardan ayıran bir özelliğimin olduğuna sevinir gibiyim.Şu ana kadar yazdığım bir sürü hikaye,roman denemesi,kompozisyonlar,denemeler,şiirler,şarkı sözleri ve daha bir çok tür...

Ben rüyada kalmıştım.Rüyamda bir sinema salonundayım ve etrafımda bir sürü sinema seven insan.En ön koltuk bana ayrılmış ve ben şaşkınlıkla mutluluk arası bir hal içindeyim.Film bittiğinde salondaki insanların beni alkışlaması ve tebrik etmesi ise cabası…

Öyle bir film ki şu ana kadar denenmemiş,belki bir çok defa konusu işlenmiş ama bu tür anlatılmamış.Filmin senaryosu ve yönetimi bana aitmiş.Ve filmimin adı “Gökyüzü İle Konuşuyorum”.Sabah uyanır uyanmaz filmdeki olayları anneme anlattım ve annem hemen yazıya dökmemi istedi.Unutmadan hikayeye bir giriş yaptım.Şimdilik içerikten söz edemiyorum çünkü hikayeyi daha bitirmedim.Hani belki içinizden bir çocuğun hayal dünyası,saçma sapan beklentileri olarak geçirebilirsiniz.Ama ileride “Gökyüzü İle Konuşuyorum” adlı bir filmin çıktığını görürseniz muhakkak gidiniz:)



18 Eylül 2008 Perşembe

Müdür,Bir Gün,Ben,Kız Arkadaşım ve Pide



Çok tatlı diyemeyeceğim otorite bağımlısı bir okul müdürümüz var.İngilizce öğretmenliğinden sonra saçlarını ağartıncaya kadar çalışmış ve müdür olmuş.Yarım asrı devirmiş bir şahsiyet.Bugün öğlen arası sınıfları dolaşıp bütün erkekleri aşağıya yani okulun önüne çağırdı.Hepimiz paldır küldür soğukta ve yağmurun altında tam 45 dk sevgili müdürümüzün muhteşem pırlanta pahada ağır sözlerini dinledik ve düzeni bozduğu iddia edilen dört tane öğrenciyi pataklayıp disipline yollamasına şahit olduk.Feci bir şeydi,şu ana kadar kendisinden bir söz dahi işitmedim çünkü övünmek gibi olmasın okul kurallarına her zaman uyan bir öğrenciyim(inekten hallice)…

Tam biz sıradayız almanca hocamız da azar işitti müdürden,zaten üç kuruşa sözleşmeli öğretmenlik yaptırıyorlar insanlara bir de azar işitiyorlar:)Haa bir de okulda kampanya başlattık kampanyanın da başlarından bir tanesi benim.Müdürle yaptığımız iki saat yorucu konuşmanın ardından çalışmayan öğrencileri etrafımıza çekmeye karar verdik(Çok da açık sözlü olamıyorum müdürümüz facebooka bile üye bulurda girer bloguma okuldan atılırım sonra Allah korusun)

İşte öyle bir gün geçirdik.Yeni İngilizce öğretmeni geldi ve tam beş ortalı kaplı bir defter istiyor.Çıldıracağım…Ayrıca kız arkadaşımla kavga ettim ve onun şuan beni aramasını bekliyorum…Birazdan fırına gidip pide alacağım.Annem bugün mesaide ve ben yalnız başıma orucumu açacağım:(

İşte bir gün daha böyle biter…Pek bir edebiyat tadında ortaya karışık bir yazı çıkmadı ama ne yapalım bugün de böyleydim işte:)


Mimimi yerine getiriyorum gay_yor acaba benimde diğer arkadaşları mimlemem gerekiyor mu acaba çikletin kafası karıştı:)

16 Eylül 2008 Salı

Panayır Başlıyoo Anne Hadi!



Eskiden beri az nüfuslu ve küçük yapılı yerlerin panayır adeti ve tatlı bir telaşı vardır.Bilmem hiç gittiniz mi?Bütün kasaba halkı üç gün süren akşam eğlenceleri boyunca kendini sokaklara atarak bütün stresini atmaya çalışır.Özellikle iftardan sonra ailecek yapılan bir panayır gezisi ve müthiş dondurma faslı en sevdiğim özellikleri arasındadır.Bizim panayırda bu akşam başlıyor.Balerinden gondola,uçan sandalyeden çarpışan arabalara(ki benim en sevdiğim balerindir) mevcut karmaşıklığa inat eğlencenin doruğa ulaştığı her şeyi bulmak mümkün.(Yok çok abarttım galiba…)Bu akşam çıkmayacağım çünkü ilk akşam pek eğlenceli olmaz ama ikinci akşam her yer cıvıl cıvıldır.

Panayır programımdan kısaca söz etmem gerekirse;

Önce bütün çarşı dolaşılacak ki yanımda annemin olma ihtimalini gözler önüne seren bir eziyet…

Çeşmeden akan dondurmalardan muhakkak iki kere yenecek

Elma şekerine hayır demem ama evde yerim

Döner ekmek faslı var birde…

Balerin ve gondol maceraları

Korsan kitapçıdan annemin aldığı bir roman(Korsan okumaktan başka bir çare yok çünkü kitaplar ateş pahası üzülerek söylüyorum ama gerçek bu)

Ve ardından yorgunluk…

Aslında her eğlencenin sonunda bir yorgunluk yaşanır ama bu tatlı bir yorgunluktur bakalım nasıl geçecek panayırımız?



13 Eylül 2008 Cumartesi

Otobüs Maceralarım ve İnsanlar



Her gün 45 dk gidip 45 dk gelmek zorundayım.Yani bir buçuk saatim yollarda geçiyor.Geçen gün “sln’in” yazısında da bahsetmiştim kimi zaman kitap okuyorum kimi zaman müzik dinliyorum,kimi zamanda uyuyorum çünkü beşik gibi araba sallanırken uyumamak elde değil.Haa bir de bir seksen yedi grafiğinde bir boyum olunca bacaklarım otobüslerin koltuk yerine tam olarak sığmıyor…Neyse bununla ilgili çok sıkıntım var müsait bir zamanımda anlatırım…Sabah yola çıktım…Çıkmaz olaydım…Dershaneye yetişmem gerekiyor ve zaten kargalar rutin işlerini gerçekleştirmeden yola çıkmışım ve üstüne üstlük oruçluyum…Araba kalkacak fakat biz yaşlı bir amcanın otobüse gelmesini bekliyoruz.Adam çorba içmeye gitmiş, otobüsün içindekilere de araba kalkarsa beklesin biraz diye tembih etmiş.Bekle babam bekle…Sonunda şoför de usanmış olacak ki çorbacının önüne doğru yol almaya başlıyor.Biz içerde,şoförün eli kornada benim yaşlı amcam ise çorbasını bitirmekle meşgul.Sonunda çorbayı bitiren amca koşa koşa geldi ve bir hışımla kapıyı çarparak içeri girdi.Bizim amcanın suratında bir gaflet ve bir delalet sormayın gitsin.Neymiş efendim burada çorba fiyatları çok pahalıymış ,insan kazıklayacak yer arıyorlarmış vay utanmazlarmış…Benim sinirler oldu altüst araba neredeyse yarım saat gecikmeli kalktı ve ben zar zor dershaneye yetiştim…Daha bir çok yol maceram var bu türlü…O yolu kim bilir kaç defa ayakta gitmişimdir hiç hatırlamıyorum bile.Ama bildiğim bir şey var;bir kişi eğer duraktan otobüse binmeyip yoldan veya durak olmayan bir yerden biniyorsa o kişiye sakın yer vermeyin.Felsefe hocamız sağ olsun…Artık yolculuklar konusunda kıdemli hale geldim…Tıpkı Sema Çelebi’nin kadroya geçtiği gibi…(Jüri üyeliği konusunda)

***

Neyse yahu,zaten yarın da dershaneye gideceğim ve çözmem gereken bir sürü test var…Ayrıca dil ve anlatım hocamızda araştırma ödevi verdi.Tarihi bir masal bulacağım…

Bir de son sene işin garibi sözel bölüme fizik,kimya ve biyoloji koymuşlar.Ne diyeyim hayırlısı artık.:)

***

Ah bir de vaktim olsa ve Yedi Numara’yı izleyebilsem,çiklet gene çok konuştu neyse artık ben gider…:)



10 Eylül 2008 Çarşamba

Beyaz Çiklet Kimdir Yahu?



Çok uzaktı düşleri,sapsarıydı dişleri

Ağzına yapışmış çikletini temizlerken buldu kendini

Asfaltın ortasında,kımıl zararlısı suratların yanında

Geçerken vurmaya başladı,insanlar,iğneli fıçılar

Daha küçüktüm,parkta sakız çiğnemekten başka yapabildiğim bir meziyetim yoktu

Bir de annemin getirdiği çizgi film suratlı dondurmaları yemekten…

Biran büyümeye başladığımı fark ettim

Kocaman ayaklar,minicik kapkara gözler

Sokaktaki insanlar bana bakmaya başladı

Kimilerine dil çıkarırdım,çok severdim

Ama yaşım büyüdükçe ters kaçmaya başladı…

Derken boyum uzadı,kimi çevrelerce sırık olmak mertebesine eriştim

Boy boy arkadaşlarım oldu hiç biri asla dostum olamadı

Deneme sınavında benden beş puan fazla alıp hava atanlar

Kazanmamam için elinden geleni yapanlar

Ve babası tarafından terk edilmiş bir evlat;)

Bu altüst psikolojinin içinde Anadolu lisesine düştü yolum

Kırıldım döküldüm ama asla vazgeçmedim

Zorlukların başıydı daha,pek çok insana malzeme oldum

Suratlarındaki lahmacun tadındaki azimsizlikleriyle

Beynimin içinde moral bozma çalışmalarında bulundular

Duyarlı olduğumun farkına vardım,yani her şeye karşı

Bekledim,durdum…

Bu arada bir sürü insanın şovlarına tanık oldum

Hayatı tanıdım

Yer edinmek için kıçını sallayanlardan,suratlarını kırıştıranlardan

Burunlarını karıştıranlardan,

Yeliz Yeşilmen kıvamı kapak pıtırcıklarından

Şimdi düşlüyorum hayatı,geleceği

Suratsız insanlara insanlık namına gülmeye çalışıyorum

Arkamdan kuyumu kazanlarla aynı sınıfta muhabbet ediyorum

Tek başıma yol almayı öğreniyorum,bir de çikletim var tabi

Ama Avril Lavigne’siz de yapamam tabi…

Bildiğim bir şey var,insanların ne yaptıkları beni hiç alakadar etmiyor

Alıyorum beyaz çikletimi,sokaklarda sırıta sırıta yürüyorum

Sokakta beyaz çikletli birini görürseniz,işte o ben olabilirim;)

Aha,life's like this
Aha Aha that's the way it's...

He was a boy,she was a girl
He was the punk,she did ballet...:)

6 Eylül 2008 Cumartesi

Cemal Nadir Güler "Nadir Güler"



Test çözerken karşıma çıktı ve gerçekten çok hoşuma gitti.Hemen iletiyorum;

Cemal Nadir Güler,dünya şekeri bir insandı,insana insan gibi bakan bir sanatçı…Çelimsiz,gözlüklü,gözleri pırıl pırıl,alçakgönüllü…Üzüntülü bir gününde üstada sorarlar:”Bu ne somurtkanlık üstad!..Halbuki sen gülersin!”Cemal Nadir Güler’in yanıtı hazırdır:Yanılıyorsunuz,ben nadir gülerim!”

Çok hoş öyle değil mi?Merak etmiş olabilirsiniz.Bu soru karşıma söz sanatlarında çıktı.Bu parçada aşağıdaki söz sanatlarından hangisi vardır diye…

Sanırım Tevriye var;)




4 Eylül 2008 Perşembe

Geleceğin Önsözü



İlerlemeye çalışıyorum…Ağır bir yolun ortasında son dönemece girmek üzereyim.Belki daha zamanım var belki de gideceğim yerin haritası tam olarak elimde değil.Düşündüğüm sadece geleceğim.Hep bir kaygı var içimde,ya olmazsa ya yarı yolda tıkanıp kalırsa ümitlerim…Boş bir çerçeveye sığdırmak istemiyorum hayatımı…Olduğu yerden bırakmaya da niyetim yok zaten…Ama durulmayan bir şey var dibimde,yanı başımda,her yerde.Yeni tanımaya başlıyorum yaşamı.Aslında küçüklüğümden beri anlayamamışımdır insanları.Derdim bu varlıklarla sanırım…Her yerdeler ve aralarında beni düşünenlerin sayısı iki parmağı geçmez,belki de daha az.Gerçeğin ve sadakatin yok oluşunu fark etmem çok erken oldu.Çok yazık…Aramaya çalışırken bulamıyorum istediğimi.Geleceğim benim elimde mi yoksa başkaları tarafından mı şekilleniyor henüz emin değilim.Tutunmaya çalışıyorum sadece yaşama.Eksiltmeden bir şeyleri.Düşünemiyorum insanların düşündüğü gibi,basit,uzuvsuzca.Koyuluyor düşüncelerim…Biliyorum,geçmişimden intikam almak zorundayım.Ben geçmişi yaşarken sessiz,nemli ortamlarda yanımda olması gerekenler hiçbir zaman olmadı.Ve de olmayacak.En zor anlarımda kimse yoktu yanımda.Şimdi de ben olmalarını istemiyorum.Zaman yeteri kadar zayıflığını gösterdi,çırıl çıplak soyundu karşımda.Ama benim bir hedefim var,hayallerim var.Geçmişime inat,geleceğe gidiyorum.Ayakta olmaya çalışacağım.Bu zor yolda bana yardımcı ol Allah’ım

3 Eylül 2008 Çarşamba

Ne Olur Gitmeyin Atilla Hocam!



Bir direniş belki de,belki de durumu zora sokmaktan bir parça umut kırıntısı bırakmaktan başka bir şey değil.Duygu sömürüsüdür belki de sizce ya da boşluk doldurmaya çalışan bir acizin küçük izlenimleri.Kim ne derse desin,konulan sıfatlar önemli değil benim için,bizim için,önemli olan tek bir şey var.O da Atilla Hoca…

Okula ilk başladığım sene tarihle başım dertteydi.Matematik yönümün daha kötü olmasına rağmen hep tarihten düşük notlar alırdım.Atilla Hoca sağ olsun,kırk dörtte kalan notumu yükselterek beni çok mutlu etti.Onuncu sınıfa geldik,ben sözel bölümü setçim ve karşımda Atilla Hoca…Konumuz Osmanlı Tarihi.Müthiş esprileri ve üniversite düzeyi bir konu anlatışı.Ve hala çalıştığım güzel notları.Hep yanıma gelip,bir sorunum olup olmadığını sorar ve sessiz hallerimi derinlemesine gözlemlerdi.Alışmaya başlamıştım Atilla Hoca’ya.(Laf aramızda okulun en yakışıklı öğretmenidir kendileri)Aradan yıllar geçti ve biz 11.sınıfa geldik.Benim tarihim ikiden beşe kadar yükseldi.Atilla Hoca bize temelimizin ve seviyemizin çok yüksek olduğunu söylerdi hep.Bunu da sınavlarda büyük ölçüde kanıtlardık biz de.Onu kızdırdığımız da olurdu ama bize hiç küsmezdi.Okulda bir sürü fen odası varken tarih odası açtı bizim için,slaytlar hazırladı.En güzel yanlarında bir tanesi de bize tarihteki ilginç hikayeleri ilginç biçimde anlatmasıydı.Doyamazdık onlara…Bizim sınıf öğretmenimizdi…Bizi hep korurdu okul idaresine karşı.Sınıfta hiç gülmeleri eksik olmazdı.Umut dolu bakışlarını eksiltmezdi yüreğimizdeki heyecanlardan hiç.Bizim için çok şeylerin iyi olmasını istedi,umut etti,çabaladı.

Bir msn konuşmamız vardı Atilla Hoca ile.Hayatımın hiç unutamadığım ve unutmayacağım anlarından biriydi.Saatlerce konuştuk ve o bana nasıl biri olduğumu bende Atilla Hoca’yı ne kadar çok sevdiğimizi anlattım.Okulda görmek istediğimiz tek ve daimi öğretmendi.Diğer öğretmenlere hiç söz vermezdik laf Atilla Hoca’ya geldi mi.Çünkü o bir taneydi…

Şimdi Fen Lisesine öğretmen olarak gönderiyorlar…Kaç sene düşledik,güldük,ağladık,bir sıraya koyduk umutlarımızı,beraber ilerledik tarihin köklü sayalarında,tarihi filmler,belgeseller izledik,yol aldık…Neden anlamazlar büyükler,neden sormazlar öğrencilere öğretmenleri kafalarına göre atarlarken.Ne olur gitmeyin hocam…

Bana başkalarından görmem gereken sevgiyi gösteren,bana karşı hep sevgi dolu olan,mükemmel olan,tarihin babası hocamızı bizden almayın…

Seni seviyoruz Atilla Hocam,merak etmeyin tarihin öcünü hep birlikte alıp sözellerin gücünü herkese göstereceğiz.Tarihin gücü adına…

Seni Çok Seviyoruz Atilla Hocam…

(Bu yazıyı okurken siz,biz hep sizi düşünüyor olacağız)



İlham Perim Çiçsi



Şuan Avril Lavigne’den Complicated adlı şarkıyı dinlerken ilham Perim Sevgili Çiçsi kulağıma fısıldadı ve bir şeyler yazmam gerektiğini söyledi.Ben de onun sözüne uyuyorum ve senin için yazıyorum Peri Çiçsi…Muzur bir günün ardından sınav stresinin vermiş olduğu yorgunlukla ve yığınla test çözdükten sonra biraz hava almaya çıktım.İlk defa, dışarı çıkarken okuldan uzak olmanın getirdiği rahatlıkla uzamış olan saçlarımı dikmeye karar verdim.Tokio Hotel’in solisti Bill kadar olmasa da yine de benzedi saçlarım onunkilere.İnsanların dehşet verici bakışlarının ardından eve geldim ve hemen ayaklarımı uzatıp oturduğum yerde kala kalma dakikalarından birini daha yaşadım.Hayatı monotonluktan uzaklaştırmak için kendimde şekil değişikliği yapmanın ne kadar etkileyici olduğunu yeni anladım.Zaten bütün gün salça yapan komşularımızdan bir tanesi de salça getirmedi,sinirlerim çok bozuldu:(

Yine test çöz,yine kitapların karışık sayfaları arasından bakışların gezinişi.Saçma telefon mesajları ve kuşum Limon ile Boncuk’un bağrışmaları.İşte bir gün böyle geçti.Sanki her gün geriye gider gibi.Maksat hayat olunca sanırım sınırları biraz daha zorlamak gerekiyor.Yokuş aşağı inerken frene basmak istemiyorum.Bizim bakkal amcanın dediği gibi “Oku,adam ol evladım”.İnşallah bakkal amca…

Sağ ol Perim Çiçsi,seni çok seviyorum



2 Eylül 2008 Salı

Yolun Başı



Fırtınalı bir günün ardından sular durulmaya başlamışken ruhumda,hayatın lehçesini hala kavrayamadım.Garip bir yaşam biçimini üzerime manto diye örtmeye kalkmazken,insanların kimliklerini bulamayışları ve kocaman mantolarla gezmeleri beni çelişkiye düşürüyor.Sizi kendinden üstün gören insanların beyaz peynir tadındaki baharatı fazla kaçmış hareketleri…İnsanların,kulp bulmaktan ve kendilerinden başkalarına sıfatlar takmaktan gayrı yapacak işleri yokmuş gibi…Daha dün söylemişti Ayla,evli insanlara neden evliyken evli denmezde boşanınca dul denir.Sözde belirtme sıfatı yaratmaya çalışanların niteleme sıfatlarından haberleri var mıdır acaba?Önüme çıkan tüm engelleri tüm cesaretimi toplamış dağıtmaya çalışırken,ayağıma taş parçası koymak isteyenlerin haleti ruhiyelerine vakıf olabilmiş değilim.Durmuyorum hayat,daha yolun başındayım…Cesaretimin sınırlarını zorlarken bu gencecik yaşımda,gizli koyların ıssız sığınakları olmaya hiç niyetim yok.Ben anlaşma yaptım zamanla,senin haberin yok…Ben azimle sabır edicem ve o da bana istediklerimi verecek.Yeni bir güne başlıyorum hayat,usul usul seğirtirken sen hırçın bakışlarını üzerime; ben yol almaya devam edicem…Daha yolun başındayım hayat…



1 Eylül 2008 Pazartesi

İnsancıklar



İlerliyorum dar sokaklar boyunca…Kırmızı insanların buruk dokunuşları geçiyor tenimden,gözlerimin içinden.Uzaklar sırıtıyor suratıma karşı,dudaklarım ifadesiz,soğuktan donmuş.Pembe donlu bir teyze geçiyor yanımdan.Yüzündeki ahengi uçmuş çizgiler hırçınca bakıyor bana,soğuyup gidiyor o da yanımdan.Uçsuz bucaksız bir serinliğe kucak açıyorum o aralar.Geceleri balkondaki ıssızlığı düşünüyorum taş sokaklar boyunca.Gecenin koyuluğu arasında ıslanan zihnimde,insanların,dünya üzerindeki insancıkların makus talihini düşlüyorum.Hüzün akıp gidiyor yanaklarımın kenarından.Bakıyorum sokaklara,boş suratlara,onları bu hale getiren kalleş hayatlara…Uzayıp gidiyor geceler,devam ediyorum yolculuğuma,serzenişte bekliyor mülteciler.Azmin,sabrın otobüsünü bekliyorlarmış,sonradan öğreniyorum,ıssızlaşıyorum.Tek istediklerinin insanlar tarafından kabul görmek olduğunu söylüyorlar.Sızlıyor bedenim,her birinin yanaklarından öpüp yoluma devam etmeye çalışıyorum.Ellerim buz kesmişken soğuktan bir kez daha anlıyorum kabul görmemenin ne demek olduğunu.Kaçarak kayboluyor yanımdan yaşlı bir teyze,arkasından bağırıyor bir amca gerisini işitemiyorum,uzak geliyor seslerinin tonu bana.Mavimsi bir aydınlığa düşüyor tenim,üç kuruş paraya hayatlarını kazanmaya çalışan insanların fotoğraflarını çekmek istiyorum.Sonra da bencilliğime kızıp makineyi kırıyorum oracıkta.Ruhlarıyla asilleşen bu insanların ruhlarını çalmak istemiyorum.Uçmak istiyorum,hayatın dramından aldığım rolle yaşamaktan kaçıp,mutluluğun başrolünde oynamak istiyorum.Ben de karışıyorum bu insanların içine,onlardan biriyim bende.İnsancık olmaktan,insancıklarla aynı havayı koklamaktan gurur duyuyorum…Uçuyorum…


Dipnot:Deneme Denemelerim:)