29 Aralık 2017 Cuma

Seneye Veda

Giderek sadeleşiyorum. Sade ne kadar güzel bir kelime değil mi? Manası farklı olsaydı bu kadar güzel olmazdı belki. Bazen yaşayıp yaşamadığımdan emin değilim. Karşıma çıkan insanlar, güzel insanlar, fena insanlar. Bir şekilde hepsinden uzak tutuyorum kendimi. Bazen kendime kızıyorum bunun için, bazen de daha zamanı değil diyorum. Hangisi doğru bilmiyorum. Ama beklemek ve kavuşmak ortaklaşa gerçekleşecek. Sanırım Arapçada beklemek ve kavuşmak, sahip olmak aynı anlama denk düşüyor. Ne güzel öyle değil mi?

Pek çok fazlalıktan arındığımı hissediyorum. Daha temiz bir hava soluyorum, insanlar azalıyor. Sükunet daha ön planda, etrafta sesler giderek netleşiyor. Kendi sesimi duyabiliyorum. 

Bu sene 26 oldum. Sanki yaşımla özdeş bazı büyük kararlar alabilmeye başladım. Kendime güvenim arttı. Maddeden uzaklaşmayı az çok becermeye başladım. Görünür dünyanın görünmeyen ritminden uzaklaştım, kendime müzik çalıyorum. İnsani olarak daha iyi bir noktaya ilerlemekteyim. Elbette nihayete ermiş, olmuş değilim. 

Eskiden doğayı bu kadar çok kutsamazdım, bakar geçerdim. Şimdi doğanın her bir parçasına tüm şaşkınlığım ile bakabiliyorum. Konuşmak yerine daha fazla dinliyorum. 

Bir şeyler değişiyor sanırım, ben sadeleşiyorum, anlam kazanıyorum. Yeni bir seneden beklentim yok, beklentileri senelere bölmenin bir manası yok. Huzurla ve okuyarak geçen bir ömrüm olsun. Daha ne isteyebilirim ki? İstemem başka şey. Elveda sene. 

24 Aralık 2017 Pazar

Mana ve Varlık

Sorguladığım iki önemli kavram var ya da kelime ya da buna benzer bir şeyler: mana ve varlık. Mananın kendisine ulaşabilmek epey zor, ya da manaya ulaşılabilir mi? Mana ulaşılabilir bir şey midir? Değil sanırım, hakikate erişilebilir belki, hakikat peşine düşülebilir. Sanki mana hakikat ortaya çıkınca aniden kavuşulan bir şey gibi. Her birinin birbiri ile bağlantısı var gibi. Günümüzde pek çok şey manasız geliyor bana. Çalışmak, zamanla yarışmak, tüketmek, üretememek, sistemin bir parçası olmak, giderek yalnızlaşmak, arayış içerisine girmek, bir türlü aradığımızı bulamamak. Hayat, aradığımızı bulamamak üzerine kurgulanmış gibi. Hal böyle olunca kendi yarattığımız kurguyu mu yaşıyoruz yoksa kurgu başından beri belli de, tüm rahatsızlığımız bundan mı mütevellit? Cevap aramaya çalışırken soru sormak elzem, bazen de sorulan soruların manasına bile hakim değiliz. 

Bu aralar çok şeyi yarım bırakıyorum. Zihnin toparlanma evreleri var sanırım. Uzun süredir kendimi tam hissedemiyorum. Güzel olan da bu olsa gerek, tama erişmek ne mümkün ki? Samimiyet epey uzağımızda kaldı, uzay hakkında hiçbir bilgim yok, teknoloji ve bilimsel gelişmeler ilgimi çekmiyor. Siyasete de bir o kadar uzak kaldım. Tek kurtarıcım edebiyat sanırım. En azından bir sanat dalında kendimi bulabiliyorum. Bulduğumu sanıyorum belki de, bu bile zor bir aşama olsa gerek. Bazen ben metinleri değil de metinler beni okuyor gibi. 

İnsan ilişkilerime gelecek olursak en alt düzeyde, çalışma yaşamına atıldığımdan beri maddi kazancım dışında hiçbir fayda görmedim. Sanki ilerleyen zamanlar da hale yola girmeyecek gibi. Düz bir yolda ilerlemek can sıkıcı, riskler ise günümüz dünyasında yaşayan insanın en büyü sorunlarından biri. Peki ya güvence? Artık kimsenin güvencesi olduğuna inanmıyorum. 

Yeni gelişmelere uzakken, eskiye olan özlemim hat safhada. Ne kadar gördün ki eskiyi? Güzel soru. Gördüğüm kadarı yetti. Geçmiş, tozlu zigon sehpalar, sepya fotoğraflar, sobalı evler ve ahşap nesneler... Şimdi her şey plastik, içim çürüyor. 

Değişim falan istemiyorum, belki bir hareket, peşime takılıp bedenimle bütünleşen bir ivme iyi gelirdi. Ya da aşk mı? Hiç sanmıyorum. Yalnızlığınızla barışın, müzikle dolun taşın. Kitaplar yardımcı, keşfedilmeyi bekleyen metinler var. 

Varlık ise benim için sıkıntılı bir sözcük. Hem bir ayma hem de peşin hükümlü bir karanlık. Güneş mi açmış, bak camdan. Ölüm mü var, yaşayacaksın mecburen. Kısır bir döngü gibi. Varlık felsefesine dair bilgim yok, okuyamıyorum sanırım felsefi metinleri. Edebiyat aracılığı ile öğrenebildiğim kadar. Camus, yer yer Sartre. 

Biraz karmaşık bir yazı oldu farkındayım. Herkes benzer şeyleri hissediyor mu? Merak ediyorum. Sanırım herkesin gailesi bir başka. Yaşayıp gitmek, düşünmemek üzere kurgulanmış birtakım şeylerin içinde ne olduğu belirsiz yaşamlar sürmek normal olan olarak adlandırılıyor. Sürgit, biteviye. Biraz kafam karışık, biraz da içim sıkışık. 

23 Aralık 2017 Cumartesi

Gitti

Bir bildiği vardır dediler bana abla. Vallahi bak. Ne dedimse inanmadı zaten. Bir çıkar yol bulup gelirim dedim. Otobüs bileti aldıydım, geceleyin çıkıp gidecektim yanına. Bu hafta mesai gündüze dönüyordu. Kimselere diyemedim. Böyle buramda bir ağrı var, geçmesin diye gam taşırım olduğum yerde. Böyle sabahları köy yerinde dönesim var abla, olduğum yerde. Geliverecek olsa şöyle, kumral sakallarının arasında parmaklarım gezinse, dur desem de dursa. 

Gelir mi abla? 

Mavi Terlik

Hiç olmazsa soğuk bir kış günü, yaprakları baştan ayağa dökülmüş bir ağacın köküne doğru uzanırım. Neon ışıklı, gökdelenli kentin toprak kokulu bir kuytusuna sığınırım. Kendime bir mesaj yollarım, kimsenin görmediği rüyalar görürüm. Biliyor musun, kocaman mavi terlikleri hala balkonda duruyor, olduğu gibi. Güneş rengini almış lakin nesnenin tümüne hükmedemiyor. Bir plastik olarak oracıkta yaşamaya devam ediyor. 

Ben kendime sığınacak bir yer bulurum elbet, zor değildir insanın alıp başını gitmesi. İlle de gerek yoktur birilerinden mesaj almaya. 

Gerekli olan tek şey, doğanın kudretine sığınmaktır. Bir ağacın köküne doğru uzanırım, tepemde şehrin neon ışıkları. Mavi terlik olduğu yerde durur. 

21 Aralık 2017 Perşembe

Biteviye

Adamın yüzü köprüye dönük. Ensesinde rus kırsallarının soğuk yanığı, yanakları içine doğru çökmüş. Kemikli yüzünde, tedirgin gözlerinde bir beklenti var. Kimseler, herkes, yeni doğanlar, şimdi ölenler, içinden çıkamayanlar, zevkten dört köşe bedenler, köşelerine sinmişler; hepsi bir ağaç kavuğundan çıkmış gibi. 

Yaşam, içinde bulunulan zaman, "hoş geldiniz" diyen insanlar, hepsi nerede? Sıkıca sarınmış uçları püsküllü atkısına. Bir gemi, boş bir liman, gece yarısından sonra gelen martı kuşları. 

20 Aralık 2017 Çarşamba

Bir Vapur

"Zevk demişti, en uçucu şeydir. En hurdebini delikten kaçan bir gazdır. Onun için değil midir ki, zevki mütemadiyen değiştirmek lazımdır. Fakat her değiştirişin sonundaki bu melale, hüzne, ıstıraba tahammül edilir mi?"

Sait Faik Abasıyanık
Semaver 

Robenson

"Anlaşıldı, ben bayrakları değil insanları seviyorum. Öyleyse yuvarlak dünyanın üstünden akıp geçen yıldızlara bakarak vapurlarda ömrüm geçecek."

Sait Faik Abasıyanık
Semaver 

18 Aralık 2017 Pazartesi

Tezek

Diyorsun ki, sen git buralardan, nasıl gideyim? Toprağım olmuş buralar benim, ha şu yeşil ağacın dalı, şu karşımızdaki parkın bankı, Gülhane'nin ağaçları, Sirkeci'den kalkan tramvay? Kolay mı sanırsın buradan çekip gitmeyi, kendini bağladığın yerden düğümleri çözmeyi? 

Çocukken evimiz ayva ağaçlarına bitişikti, damın üstü tezek doluydu. Yazlar sıcak geçince anamla babam çatıya çıkarırdı tezekleri. Bütün gün öğle güneşinin altında oturur, arada koyunlara göz kulak olurdum. Karşı köyün çerçisinden bir kitap aldıydım biriktirdiğim paralarla. Şalvarımın içinde saklardım anam babam görmesin diye. Böyle renkli renkli resimler vardı içinde. Bir çocuğun hayatını anlatırdı kitap, pek akıllı bir çocuğun. Böyle şehir yeri, anası babası var yanında. Yemek yapıyorlar, sinemaya gidiyorlar, tatile çıkıyorlar. Benim tatilim otlaktı, dağdı, bayırdı. Bir gün derdim, ulan bir gün sen de böyle tatillere çıkacaksın, o zaman hiçbir yerin tezek kokmayacak. Banyo yapacaksın sıcak suyun altında. Hayallere dalardım yani, oğlan çocukları kendi aralarında hep bunları konuşurdu. Anlatan oldu muydu bir şehir yeri hikayesi, ağzımız ay çöreği gibi açık dinlerdik. Sonra büyüdük de geldik işte buralara. Gidemem, gidemem dedim ya demin, gelmek de gitmek de ne kadar kolay diye düşündüm bir yandan. Gelen insan niye gidemesin, ölen insan niye dirilmesin. Her şey geçti de şu tezek kokusu burnumdan silinmedi bir türlü. 

Ben şehir yeri tezek kokmaz sanırdım. 
Sizin oralar da tezek kokuyor mu kardeş?

Kaşıkadası'nda

"Bu iyi, sıhhatli, temiz ve küçük insanların uykusu bambaşka bir şey, şimdi hatırlıyorum da... Uyuyanın iyi, güzel, dinlendirici dünyasına, seyreden agah gibidir."

Sait Faik Abasıyanık
Şahmerdan

16 Aralık 2017 Cumartesi

Doğan nedir?

Bambaşka biri haline büründü. Oysa daha anlayışlı olmasını beklerdim, öyleydi, anlayışlıydı. Karşısındaki insanları kırmazdı, nazikti. Sonra onda bir şeyler kırıldı, kırdı pek çok. Belki farkına varmadı belki de bile isteye yaptı. İnsan neden değişir, neden dirilir durduk yere, üzerimizde ölü toprağı. Sonra yaşam tekrar eski haline döndü, bir mücadeleye dönüştü her şey. 

İnsan aşıyor, duruyor, düşünüyor, çoğu zaman düşünmüyor. İçinden çıkmak istediği neydi, bilemiyorum. Ben dahil pek çok şeyin içinden çıkmak istediği belliydi. İç gizlese de yolunda gitmeyen şeyler kendini belli ediyor bir çabuk. O farklı bir nehrin su döngüsüne katıldı, ben gökten yağmayı tercih ettim suya karışmak için. Biri toprak, biri gök oldu. Kimi olaylar olağan geldi, kimini ise hiç beceremedik. Bir o baki kaldı, o hali. Bir ben baki kaldım, kendi halim. 

15 Aralık 2017 Cuma

George A. Bournoutian: Ermeni Tarihi


ermeni tarihi aras yayıncılık ile ilgili görsel sonucu
Roma İmparatorluğu döneminde "Ermeni eriği" olarak nam salan kayısı ve narı her gördüğümde bir garip hissediyorum. Lezzetli meyveler lakin içlerinde bir acı barındırıyor gibiler. Bir meyve yerken tarihi düşünmek, tarihin izinde ilerlemek oldukça anlamlı bir o kadar da duygusal geliyor bana. 

Bazı tarihlerin, bazı vakaların üzerini kapatıyoruz bile isteye. İsimlendirmeler, şekiller ve yaşanan acılar üzerinden oluşturulmaya çalışılan birtakım vaziyetler... Hepsi yorucu, hepsi tüketici. Ece Temelkuran'ın "Ağrı'nın Derinliği" adlı yapıtında bahsettiği gibi, tüm mesele hikayeleri sandıklarından çıkarmak ile hallolacak gibi. Şahsi olarak buna inanıyorum. 

Küçüklüğümden beri Ermeni kültürüne karşı bir merakım var. Eurovision'a olan ilgim ile birlikte pekişti bu durum. Ermenistan'ın Eurovision şarkılarını çok beğenirim. Ben büyüdükçe merakım da büyüdü. Önce Sayat Nova ile tanıştım. Ardından Tigran Hamasyan ile kendi duygularımı keşfettim. Aya İrini Kilisesinde verdiği konserde büyülendim, Aras ve Kura nehirleri arasında renkli bir masala yerleştim. 

Sosyal Bilgiler Öğretmenliği lisans ve Tarih Öğretmenliği yüksek lisans programlarını tamamlamam ile birlikte bu durum boyut değiştirdi ve daha da derinleşti. Yalnızca Ermenistan'a değil Anadolu'nun kadim milletlerine karşı da ilgi duymaya başladım. 

Aras Yayıncılık tarafından özenle basılan, George A. Bournoutian'ın kaleme almış olduğu "Ermeni Tarihi" adlı kitabı okumaya başladım bugün. Epey de ilerledim. Ermeni tarihini merak eden herkes için derli toplu bir kaynak mahiyetinde. Çevirisi muazzam. Kronolojik bir sıra izleyen kitap, tarih yazımı için de yeni bir bakış açısı geliştiriyor. Ermeni tarihi ile ilgili Türkçe kaynak bulmak oldukça zor. Bu alana ilgi duyan okuyucular için tavsiyede bulunmak üzere bu yazıyı kaleme almak istedim. Kitabın bitiminde yer alan zaman çizelgeleri ve haritalar da özenle oluşturulmuş. 

Gelecek planlarım arasında Ani Harabelerine gitmek var. Böylece kişisel yolculuğumu doruk noktasına çıkartmış olacağım. Dilerim en kısa zamanda bu planım gerçekleşir. 

14 Aralık 2017 Perşembe

Pazar

Annem cuma günleri pazara çıkar, bizim semtte kurulan pazara. Turşusundan pekmezine kadar her şey var bizim pazarımızda. Küçüklüğümden beri haftalık alışverişlerimizi pazardan yaparız. Zeytin, peynir, çökelek, tereyağı, ekmek. Aklınıza gelebilecek her şeyin en güzelleri pazardadır. Bazen yeni otlar, yeni sebzeler getirirler. Annem satıcılardan en ince ayrıntısına kadar öğrenir yemek tariflerini. Zeytinyağını da oradan alırız biz. Sabah kahvaltısında üzerine kekik döküp ekmek banarız. 

Sıcak bir havası vardır sonra pazarların. Marketlerin soğukluğu yoktur orada, "süper" gibi sıfatları da yoktur pazarların. Sizden, bizden insanlar vardır. Onlar dediklerimiz yoktur. Kimse "onlar" değildir orada. 

Mesela hiç taze fasulye turşusu aldınız mı pazardan? Sabah yumurta ile tavada kavurup yediniz mi? Annem çok güzel yapar, parmaklarımızı yeriz. 

Pazarın olduğu günler hep bir telaş vardır iki kişilik evimizde. Annem elinde pazar arabası yorgun argın gelir. Ama sevinçlidir, sebzelerin meyvelerin en güzellerini almıştır. Hurma da almıştır, bereket getirsin diye cüzdanına koyar hurma çekirdeğinin birini. Sonra ben bir türk kahvesi yaparım, annemin bütün yorgunluğu gider. İkinci fincana hiç köpük kalmaz, köpüklüsünü anneme veririm kahvenin. 

Cuma günleri böyle devrilir, akşam da oturup çay demlenir. İlle yanına un kurabiyesi gerekmez, sohbet edilir. Eskilerden bahseder annem, eskilerin geleneklerinden. Sofralarından, kış hazırlıklarından, tarhanalardan, kuru nanelerden. 

Uyku bastırır, tatlı bir yorgunluk uykusudur. Güzel meyvelerin arasında uykuya dalarız, sebzelerin yeşilleri arasında rüyalar görürüz. 

13 Aralık 2017 Çarşamba

Oğlan

Bitişikteki odada yatıyor. Dün gece elinde eskimiş, ahşap bir valizle geldi. Üstü başı perişan, halinde bir bityeniği var. Saçları ensesinde kıvırcıklaşmış, üç beş günlük sakal çenesinin altında. Gözleri şiş şiş, üç beş gün uyumamış belli. Ama bir ışıltısı da var, boyu posu yerinde. Gözleri kahverengi olmalı, teni solgun, esmer neredeyse. Kazan dairesinden yukarı seslendim de duymadı, sabah kahvaltıya gelir sandım gelmedi. Kapısını da açmadı gün boyu, tedirgin oldum. Çarşafların değişmesi gerek, Nuriye'yi de yolladım yukarı, çıt yok. Bu oğlan kendine bir şey yapmış olmasın! 

9 Aralık 2017 Cumartesi

Kara Şövalye

Kara şövalye resmi geçitte. Başında zincirden bir halka, ellerinde deri eldivenler dirseğine kadar uzanan. Yüzüne gölge düşmüş, kalkık kaşları bir isyanın habercisi. Kim şövalye olmak ister? Üzerinde bilmem kaç kilo zırhı ile atının üstünde, nalların seslerine karışmış cesareti. Yeşil adam köşesine çekilmiş, kerpiç evinin soğuk duvarlarını ısıtmaya çalışıyor. Elinde metal bir tas, çorba taşmak üzere. Buğunun sarınacağı bir cam yok, gözyaşları tedavülden kalkmış. Ağarmış sakallarının, yırtık kazağının altında buruşmuş et. Dilsizin gözü masada duran şeker kavanozunda, rengarenk. İpler salınmış damın üzerinden, kendini asacak birilerini beklemede. 

6 Aralık 2017 Çarşamba

Varsıl, Yoksul Adım

Sanki yaşaman gereken her şeyi yaşamışsın, bunca genç yaşında üstelik. Baştan ayağa her yanın dolup taşmış hayatın nimetleri ile, tanışmadığın insan, gezmediğin yer kalmamış. Kalmış olsa da neye yarar, kalmışla kalmamışın arasındaki fark nedir? Tüm ömrünü bulunduğu şehirde, yaşadığı çatının altında geçirenle her yeri gezip görmüş olan arasındaki fark ölünce de devam eder mi? Dirlik, düzen, ölünce de alıştığımız gibi mi? Mesela varsıl ölünce de varsıl, yoksul ölünce de yoksul mu? 

Aradaki adamın da adı Hulusi, kadının da Mülkiye. Çocukları var, Naci ile Zülfiye. Hangisi varsıl, hangisi yoksul? Derhal ayırt edilip, biline. 

5 Aralık 2017 Salı

İnsan, Başından Beri

Bir ses var içimde, gün içerisinde onunla konuşuyorum. Okul koridorları boyunca gidip geliyorum, volta atmaktan farksız, tavandan üzerime çarpan beyaz ışıklar rahatsız edici geliyor. Nedense yaşadığım her şey tüm bu vakitlerde zihnimde deviniyor, bir gece yarısını geçince. Yeşil perdesini sonuna kadar sımsıkı kapadığım odamın küçüklüğü hoşuma gidiyor. 

Pek değerli hayatlarınız var, üstünüz başınız çok önemli, sakal moda olmadan evvel asla birkaç günlük sakalla dolaşamazdınız. İri fitilli bol paça kadife pantolon giymeyi bıraktığınız yıl oldu, şapka takma adabından dedeniz bile vazgeçmişti. Bayramlarda, doğum günü kutlamalarında babanıza deri ceket, annenize çiçek satan internet sitelerinden güller aldınız. Mutlu ettiniz, mutluluk dediğiniz şeyi bir nesneye devşirdiniz. Nesneler mutlu olmaya başladı. Siz?  

Geçen yaz tatile gittiniz, güneş kremlerini boca ettiniz hafiften bronzlaşmaya başlayan teninize. Biraz içki yudumladınız, bazı geceler diskolarda sabahladınız, stresli bir işiniz vardı, heyulası bitmeyen dakikaları süpürmekte idiniz. Yıllık izninizde çocuklarınızla ıssız bir ormana pikniğe gittiniz. Yiyeceklerinizi plastik kapların içine koydunuz, sigara böreğine batırdığınız plastik çatalın ucu kırıldı. 

Ne tuhaf insan zihni, ininde barındırdığı şeylerden bir haber, haberi bile olmayan yollara birer yolcu imişsiniz. Gün geceye çalınmadan araya sıkıştıracak işler, okunacak mektepler bulup buluşturdunuz. Sertifikalarınızı şeffaf dosyalara doldurdunuz, şimdilik doydunuz. 

Aksayan ayağınıza dolanan kalın bir urgan, başınızı sokacak bir dam bulduğunuz an olduğunuz yerde kaldınız. Nadasa bıraktılar sizi, nekahet dönemleri geçirdiniz. Hafif salgın hastalıklardan muzdarip yataklara düştünüz, pamuk yorganlar çeyiz sandıklarında çürüdü, silikonlara sarındınız. 

Bir tuhaf oldum, pencereyi açtım, sanki tüm kötülükler hevenk hevenk gökyüzüne karışıp yok oldu. 

3 Aralık 2017 Pazar

Gitmek Üzerine Kelamlar

Seneye askere gitmem gerekecek. Yüksek lisansın da bitmesinin ardından son bir senem kaldı. O da hızlı bir şekilde geçiyor zaten. Öğretmenlikte beşinci yılım da akıp gidiyor. Zamanın bunca hızlı geçmesi şaşırtıcı belki de olağan, bilemiyorum. 

Aklımda uzun süredir bazı düşünceler var. Hayata, hayatıma ve geleceğe dair. Çok değil bundan bir iki yıl öncesine kadar işsiz kalmak, içerisinde bulunduğum konforu, imkanları, İstanbul'u, kariyeri ve bunun gibi aldatıcı pek çok şeyi bırakıp gitmek düşüncesi beni epey korkuturdu. Bu bir gelişim aşaması mı yoksa vazgeçiş mi bilemiyorum ama gitgide bunların hepsini bırakmaktan korkmaz hale geliyorum. 

Sanırım sene sonunda işi bırakacağım. Sonrasında ne mi yapacağım? Hiçbir fikrim yok. Şimdilik. İstanbul'dan gideceğiz sanırım. Memlekete değil de, kimseyi tanımadığımız daha küçük, denizi olan, havası berrak bir yerlere. Ne iş mi yapacağım? Hiçbir fikrim yok. Şimdilik. Belki bir yerlerde mesleğime devam ederim. Belki de başka şeyler yaparım. Sağlığım yerinde olduğu sürece hiçbir şeyden korkmuyorum. 

Etrafımdaki insanların sözlerini de artık hiç umursamıyorum. 2014 baharında hayattaki tek yoldaşım annemi kaybediyordum. O zamanlar içimde bir şeyler devindi, ters döndü diyebilirim. Yaşama dair birtakım hırslarım vardı, bir kariyer hedefim vardı ve hep en fazlası vardı. Geçtiğimiz üç yıl boyunca yavaş yavaş bunlardan sıyrıldım, arındım. Hala endişelerim var, hayat bu neticede. Lakin eskisi kadar değil, her şey daha dingin, ben de daha cesurum. Öğreniyorum. 

Hal böyle, planlar kafalarımızda uçuşuyor. Her şeyi bir anda bırakabilecek kadar zengin de değilim bunu da belirtmek isterim. Sanki bir yerlerde kırılmaya, güvene ihtiyaç var, sonsuz. Kendimize, sevdiklerimize. Kaçalım, kendimizi bulalım. Bekleyelim ve cesaret edelim.