27 Eylül 2011 Salı

Oysa Hayat,Bir Gecede Binbir Bilmece


Bir dilek tutsam,kendim için hiçbir şey istemezdim.Bir başkasının hatrına muhtaç,sohbeti baldan,gönlü tabiatın en yeşiline layık insanlar için dilerdim.Hayatta kaybedeceğimiz ya da kazanabileceğimiz hiçbir şey yok bence.Hayat,hoyrat bir dağın tepesinden filizlenip,dağın eteklerine güneşin izinde kendini bırakan bir pınar gibi gelip geçiyor.Hem de gözlerimiz kapalı iken.Bu kadar dinginse ve gerçekten beyaz yerine renksiz bir şeyse hayat,ben böyle yaşamak istiyorum.


Okul vaktine kadar,Üsküdar sahilinin hemen yanındaki bir kütüphanede kitap okuyorum ve saatlerce kendimi dinliyorum orada.Bugün de oraya gidicem ve uzak diyarlardaki bir arkadaşıma mektup yazıcam.Belki de buraların kalabalığından kaçmanın en güzel yolu,bir kütüphaneye saklanıp kendi başıma Jane Austen okumak.Ve yazmak elbette.

İstanbul'a geldiğimden beri görmek istediğim bir yer var.Yedi Numara'nın çekildiği tarihi ev elbette.Sanırım Kandilli'de imiş.Can atıyorum orayı görmek için.Geçen gün uzun bir mail attım Engin Alkan'a.Acaba cevap verir mi ümidiyle merakta kalsam da hemen ertesi gün cevap attı bana ve bir kez daha saygı duydum kendisine.Çok mutlu etti beni.

Oysa hayat içinde yürümeyi bilene.
Oysa hayat,bir gecede binbir bilmece.

21 Eylül 2011 Çarşamba


Yeditepe'de Hayat


Yeditepe İstanbul'da yeni hayatıma başladım.Henüz tam bir başlangıç sayılmasa da artık buradayım.Ve Haydarpaşa garını her gördüğümde,eve gitme özlemim artıyor,duygulanıyorum.Bundan sonra daha ne kadar uzun yaşarım bilmiyorum ama mutlu olmak için sebepler bulmaya çalışsam yerinde bir davranış olacak benim için.Ya da mutlu olmak için bahaneler üretsem de güzel olabilir.


Okulda kimseyi tanımadığımdan ötürü canım çok sıkılıyor,iki gün gittim ders kayıt işlemlerini hallettim ve geri döndüm.Ders işlenmediği için yeni sınıfımdaki insanları tanıyamadım henüz.

Bir de ben kalabalık şehirlere hiç alışkınım değilim.Hep bahçeli evlerde ve sakin,küçük yerlerde büyüdüm.İnsan bir anda böyle kocaman bir dünyaya açılınca kendini kötü hissediyor.

Tek dilediğim bu alışma evresini çabuk atlatayım ve hemen kış gelsin.Paltonun altına gizlenmek ve kışın kendimi dinlemek hep hoşuma giderdi.Bakalım İstanbul beni dinleyecek mi ?

14 Eylül 2011 Çarşamba

İnsan'lık Halleri


Bir Yeditepe hikayesidir bizimkisi,etrafı dağlarla çevirili ve gücü bedeninden akan.Zorlu zamanların en hain atışlarıyla hayatın kurşunlarını yemiş,gam yüklenmiş bir belin fıtığıdır yaşamamızdan arta kalan.Ne mümkündür ki insanların zorluk içindeyken kendilerini mutlu hissetmesi.Çerçeveye sürülen bir yağlı boya kadar akıcıdır hayat,ömrü kısadır etrafa damlatırsınız boyarken ve o lekeler çıkmaz bir daha.

Dedemle ananemi özlerim hep.Hiç tanımadığı insanları özlemek ayrı bir kederdir,bir gün öleceğini bile bile yaşama yürümek gibi.Arka mahallelerin birinde pek çok hayat yaşar insanlar.Kuytu sokakların fakir insanları.Benim insanlarım,günlük yaşamın gailesine düşmüş üzüntüsünü şalvarına gizleyen teyzeler,paçasına kadar akan kumaş pantolonu ve afilli gömleği ile elinde tütün tüttürüp dolaşan amcalar,abiler.

Oysa biz eskiden yoksulduk,birbirimizin derdini dinlerdik hoş tutardık sevdiklerimizin kalbini.Biz eskiden iyinin yanındaydık,sırtımıza çuval yükler hamallık yapar,gücü yetmezlerin derdine koşar sonra yüzümüzdeki gülümseyişi hiç yalnız bırakmazdık.
İslendik zamanla,sabaha kadar yağmurlarla yıkandık ve küflendik.

Facebook kullanıyorum,bakıyorum insanların fotoğraflarına gezdikleri yerlere,giydikleri kıyafetlere ve kullandıkları kaliteli eşyalara.Bu kadar mutlu musunuz gerçekten,bu kadar mı çabuk eskidi eski sizin için ? Kalbiniz kırık,kaleminiz bitik mührünüzü artık açan yok.Tek yol ise,hafiften bir gülümseyişin ardında insanlara gösteriş yapmak.


Oysa arka mahallelerde yaşayan insanlar kibirlerini azad etmişler,mutlulukla uçmaktalar.Ben de bir arka mahalle çocuğuyum ve bizim buralardakiler gibi benim de kanatlarım var,her gece semaya uçuyorum.


11 Eylül 2011 Pazar

Üzerimde Beyaz Pike İle Bu Yaz Bembeyaz

Sabahın bilmem kaçı,horozlar ötüyor.Bunlar beni yaşama bağlayan şeyler.Geceyi evimde geçirebildiğim için bile şanslı hissediyorum.

Sanki dünyada bir müzik varmış,onun peşinden koşup dünyayı dolaşıyormuşum gibi hissediyorum bazen.Ölüme içki karıştırmak,sarhoşken oryantal yapmak gibi bir şey bu.

Aslında kalabalık içinde yalnız hisseden insanlar,onların hikayelerini anlatmak isterdim.

Gözü yaş dolu iken,kalbinin düğümlerini ayakkabılarına bağlayıp gezen,dağınık ama güzel birinin hikayesini anlatmak isterdim.Dünyaya değil kendi dünyama.

Şimdi sen bana bir içki söylesen ben içmesem mesela.Ölünün üzerine bir şişe sütü boşaltsak,kahverengi ve beyazın uyumuna dalsak.Uyanmasak.

Bir de bu yaz ilk defa pike kullandım.Üzerimde beyaz pike ile bu yaz bembeyaz.

9 Eylül 2011 Cuma

Öncelikle,Yaşamın Tadı


Kendimi sarhoş gibi hissediyorum.Akşama kadar uyuyor sabaha kadar film izliyorum.Bir yanım keşke hep evde kalsam diyor ama elbette ergenlik çağından kalma bunalımlara girmeyip aynı zamanda olgun bir insan gibi davranıp eğitim hayatına devam etmek lazım gelmekte ve bununla birlikte keşke şu sağ yanağımda çıkan azgın sivilceler kaybolsalar acilen.

Bayramda akrabamızın düğünü vardı,benim lisedeki okul müdürüm aynı zamanda çok yakın bir akrabamızdı.Kendisini uzun süredir görmemiştim ve merhaba deyip bayramını kutlayayım dedim.Bana espri yaptı."Hala ergenlikten çıkamamışsın galiba,ne o öyle yanağındaki sivilceler" diye.Ben ki ergenlikte hiç sivilce dökmemiş bir insanım,neticede insanlar espritüel.

Sabahın beşinde damla sakızlı tavukgöğsü yedim,ardından da mercimek çorbası içtim bir bardak dolusu.Ben her zaman tatlıyı ana yemekten önce yerim.

Sanırım disiplinli hayatımda yaptığım en büyük kaçamaklardan biri tatlıyı önce yemek.Halbuki ne saçma gelirdi bana,annelerimizle gittiğimiz kadınlar gününde,tabağa konulan keki en son yiyen çocuklar.

Bir de bir haftadır aynı tişörtü giyiyorum.

5 Eylül 2011 Pazartesi

Gerçek

Tatlı ve acı,hayatın en kısa anlamı.Sonuna nokta konulmamış hali,bol keseden ünlem işaretli.Meksika sosu gibi,mide bozucu türden.Yazmayalı beri başımdan bir düğün ve sekiz tane Pedro Almodovar filmi geçti.Evet zekasına hayran olduğum sayın Almodovar'ın sekiz filmini ardı ardına izleme cesaretinde bulundum ve Meksika sosu gibi hissediyorum kendimi şuan.İspanyol şarabı,cinsinden.Mümkün değil anlatamam,miadımın dolması lazım.Yaş alınca falan tekar etmeliyim zihnimdeki Pedro arşivini.Sadece şunu diyebilirim ki hep demişimdir.


Gerçek yaşam sokaklarda,sizin üstten bakan burunlarınızın,giydiğiniz pahalı kazakların altında.Tıpkı sakladığınız çirkin memeleriniz gibi.

Sinema da bu değil midir ? İçinize dokunmalıdır,baharatlı sıcak bir şarap tadında,burnunuza kokusunu bıraktıktan sonra içinizi titretip midenizi ekşittikten de öte rengarenk ve sımsıcak bir tuvalet macerası bırakmak anınızın en orta yerinde,terbiyesizce.

Gerçekten yaşamak mı istiyorsun ? O zaman acı çekmelisin.Esmer,ateşli bi delikanlının eşsiz flamenko gösterisinde topuğunu sahnenin en tozlu yerine ve en dibine vurması gibi.

"Umarım çıkış neşelidir ve umarım bir daha geri dönmem."

Frida

4 Eylül 2011 Pazar


Farzedin ki,bir dostunuz size şöyle diyor : "Solcular (ya da sağcılar) toplumsal sorunlarımızın temel nedenidir."Siz hemen kendi görüşünüzü (hangisiyse) savunmak yerine,bu görüşten öğrenebileceğiniz yeni bir şey var mı diye bakın.Arkadaşınıza "Neden böyle düşündüğünü söyler misin ?" diye sorun.Ama bunu hemen ardından kendi iddianızı ispatlayacakmış gibi değil,gerçekten de farklı bir görüşü öğrenmek için sorun.Arkadaşınızı düzeltmeye ve onun nerede yanlış düşündüğünü kanıtlamaya kalkışmayın.Bırakın o haklı çıkmanın tadını yaşasın.Siz önce iyi bir dinleyici olmaya çalışın.

Hiç esneklik göstermediğiniz bir iddiayı devamlı kanıtlamak insanı çok yorar.Oysa,haklı olmayı başkasına bırakmak hiç bir çaba gerektirmez.Hatta size doğrudan enerji verir.

Dr.Richard Carlson