30 Kasım 2016 Çarşamba

Fantastik Okumak Üzerine

Küçükken ne doğru dürüst çizgi film izlediğimi hatırlıyorum ne de televizyondaki çocuk programlarını. Genelde radyo dinlenirdi evimizde, radyo ile büyümem büyük şans. En sevdiğim kitap serisi ise Ayşegül idi. Annem her gece, Ayşegül'ün maceralarını okurdu yatağımda. Böyle renkli, canlı, lepiska saçları vardı hatırladığım kadarı ile Ayşegül'ün. Ben büyünce tüm Ayşegül kitaplarımı bir okula bağışladık, çok iyi ettik. 

Çok okuyan bir çocuktum, ergendim, gençtim şimdi genç bir adamım. Çok ağır şeyler okuduğumu hatırlıyorum, memleketteki evimizdeki geniş kitaplığımı her düzenlemeye kalkışımda kendime şaşırıyorum. Kimini yarım yamalak anladığım ama bir satırını bile atlamadan okuduğum kült kitaplar, Rus klasikleri, Alman edebiyatı... Lakin fantastik benim için hep soru işareti olarak kaldı(?) Kendime bunun için bir sebep arıyorum lakin bulamıyorum. 

İlginçtir ki yaşım büyüdükçe fantastiğe olan ilgim arttı. Defalarca, evirip çevirip Harry Potter okumalar, Yüzüklerin Efendisi ile farklı dünyalara dalmalar, Eragon serisi ile ejderhaların dünyasını keşfetmeler, Saphira'nın sırtında türlü hayallere koşmalar, Nail Gaiman'ın dünyasına adım atmalar derken fantastik yolculuğumun az buz olmadığını keşfettim. Büyücülük okulları, minik büyücüler, iksirler, gotik bir atmosfer, karanlık güçler, iyilik ve kötülük savaşları; bunların hepsi beni acayip heyecanlandırır oldu. Belki de büyüdükçe dünyanın gerçekliğinden, dünyanın ağrısından kaçıp kendimize daha masum ve doğa üstü bir şeyler arıyoruz, yeni bir dünya yaratmak istiyoruz, içinde yalnızca biz ve hayal dünyamızın şekillendirdiği karakterler olan.  

Hala pek çok okuyorum, çiziyorum, yazıyorum. Edebiyatı baştan sona büyülü bir dünya olarak görüyorum. Şu aralar yine fantastik bir maceraya yelken açma zamanımın geldiğini düşünüyorum. Nedense hep canımın yandığı, üzgün olduğum zamanlarda fantastik okuyorum. Yepyeni bir seri beni kendime getirecektir eminim ki. 

29 Kasım 2016 Salı

Sevmek

Sevmek işi çok zor iş. Az konuşan bir insanım, tüm dünyam içimde, içimde oluyor ne oluyorsa. Dışarıdan çok belli olmuyor, zaman zaman yüzüm düşüyor onu da herkes fark etmiyor. 

Tamam diyorum, adım atmaya başladığım anda bir şeyler beni geriye itiyor. Hissedemiyorum, bir yerde, içimde istiyorum ama tümden koyvermek kendimi elimden gelmiyor çoğu zaman. Zaman mı gerekir, yoksa zaman bizi öğütüp mahvetmekten başka bir işe yaramaz mı emin olamıyorum. Hem bir deva gibi hem de acı verici zaman. Tıpkı hayattaki tüm zıt duygular gibi, her şey birbiri ile iç içe geçmiş durumda. Duygularımız safını belli edemiyor, bir türlü karar veremiyoruz. Veremiyorum. 

Sevmek işi çok zor iş. Beceremiyorum, üzülüyorum, olmuyor, oluyor derken sonunda bir başıma dönüyorum yine dünyama. 'Belki' kalıyor geriye, belki olur diyorum bir gün. Hiçbir şey gibi o da bilinemiyor, ona da ulaşılamıyor. 

28 Kasım 2016 Pazartesi

Yeşil Peri Gecesi II

"Bizde itiraf yoktur.
Bizde itiraf eden huzur bulmaz. 
Bizde itiraf demek, suçumuzun her bir ayrıntısının hücrelerimize yapışması demektir. 
Biz itiraf edersek unutamayız.
Biz oysa unutmak isteriz, olmamış gibi yapmak.
Biz mecbur kalırsak tövbe ederiz hemen ardından unutmak için, suçumuzu da öyle fazla sayıp dökmeden üstelik (Allah biliyor nasıl olsa, ayrıntılarla onu meşgul etmeye ne lüzum var?)
Bizim tarihimiz unutarak gömdüğümüz günahlarımızın tarihidir. Kurcalayıp durmayın. Eski defterleri açmanın ne faydası var canım?
Biz dolaylı insanlarız, bizde yalanlar ve gerçekler arabesk motifler gibi iç içe geçe.
Bizim milli ikilimiz Suç ve Ceza değildir.
Bizim milli ikilimiz Suç ve Nisyan'dır."

Yeşil Peri Gecesi

"Artık kırılmam Ali, korkma. Yıllar geçti, büyüdüm, yaşlandım. Arkamda ne hor görülmeler, ne arayışlar, çabalar, zavallılıklar bıraktım. Tek bir arkadaşa bağrımı açtım. Onun da kucağımda ölümünü izledim, öyle çaresizdim ki, kendine iyimser bir anne aradığı gözünün bebeğinden okunan, bu arayışa tutulduğumu çok sonra anladığım bir adamı oyaladım yıllarca. Onun hem annesi hem karısı oldum. Onu kucakladım, başını göğsüme yasladım, avuttum. Sanki bende çok varmış gibi ona umut verdim. Ona bir ninni söylemediğim kaldı. Onu bir yeniden doğurmadığım kaldı. (Bösodobeni! Hatırladın mı? Ezberden okurdun bana bunu.)

Şimdi anlat bana, beni neden terk ettiğini."

Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerede Bulunurlar?












Dün iş çıkışı doğruca sinemaya koştum. Biliyorsunuz ki biz Harry Potter sevenleri heyecanlandıran gelişmeler oldu son dönemde. Önce, Yapı Kredi Yayınlarından serinin devam kitabı olarak nitelendirebileceğimiz "Lanetli Çocuk" adlı oyun/kitap yayınladı. Onunla ilgili ayrıntılı bir yazı yazmıştım. Bu sefer aradan çok fazla vakit geçmeden "Fantastik Canavarlar" vizyona girdi. 

Filmi fazlasıyla beğendiğimi itiraf etmeliyim. Eddie Redmayne çok beğendiğim bir oyuncu. "Danimarkalı Kız" adlı filmdeki performansı da takdire şayandı, Fantastik Canavlar'da da enfes bir oyunculuk sergilemiş.

Film boyunca, Londra'dan New York'a elinde bir valiz ile gelen genç büyücü Scamander'ın maceralarına tanık oluyoruz. Bu sırada bir sürü fantastik canavar ile tanışıyoruz ve aslında onlardan korkmamamız gerektiğini, onlara nasıl yaklaşmamız gerektiğini öğreniyoruz. 

Bir başlangıç filmi olarak bu büyü dünyasına şahit olmak beni gerçekten çok mutlu etti. Sanırım tek sorun optik gözlüklerimin üzerine üç boyutlu gözlükleri takarak izlemek zorunda olmamdı. Şu üç boyutlu film olayına hiç alışamadım. 

Harry Potter sevenler zaten filmi kaçırmayacaktır, koşa koşa gidin ve izleyin, iki saatlik süre boyunca hiç ama hiç bir şey düşünmeden, fantastik canavları seyretmenin keyfine varın derim. 

19 Kasım 2016 Cumartesi

İstanbul'da Yaşamak Üzerine

Bazen dışarıdaki hayata adapte olmakta zorlanıyorum. İstanbul, zamanı feci derecede hızlı tüketen bir şehir. Yorgun, yoğun ve ruhsuz. Yaşadığım yer İstanbul olsa da, nispeten şehrin gürültüsünden uzak. İnsan kalabalığı da yok. Buna rağmen bu şehirde yaşamanın vermiş olduğu yorgunluğu genç yaşıma rağmen iliklerime kadar hissediyorum.

Bir kere sizi sürekli bir tüketim isteğiyle dolduruyor. Kendinize ne kadar ket vurmaya çabalasanız da, ihtiyacınız olmayan bir sürü şeyi tüketmeye başladığınızı görüyorsunuz. Çünkü nüfusun büyük çoğunluğu bu vakıaya kapılmış durumda, tepkiniz hal böyle olunca yersiz ve virane kalıyor. Aşırı tüketim ile birlikte üreten insan sayısı ise oldukça az. Kendime sürekli soruyorum, sen neler üretiyorsun? Öğrenci yetiştiriyorum, bilgimi onlarla paylaşıyorum, öğretiyorum, okuyorum, sanatın peşinde koşuyorum, porselen desenleme sanatı ile uğraşıyorum, özgün eserler çıkarıyorum, öykü yazıyorum, bir internet sitesi için yazılar yazıyorum, yıllardır bu blogu yazıyorum... Bunların hiçbiri yeterli değil ne yazık ki. İnsanoğlu kesinlikle üretmek için programlanmış. Günümüzde ise ürettiğimizden çok tüketiyoruz, sanırım mutsuzluğumuzun altında yatan en büyük sebep bu. Üretememek, bolca tüketip tükenmek. 

Bunun dışında maddi anlamda da İstanbul'da yaşamak çok zor. Ev sahibi olmak çoğu insan için bir hayal, kiralar artık zengin fakir muhiti ayırmaksızın her yerde çok pahalı, kışın ısınmak zor, bir sitede oturuyor iseniz aidat ücretleri çok fazla, ulaşım pahalı. 

Doğa dergilerinde gördüğümüz, filanca kişi her şeyini bırakıp dağa taşındı, ormanda tek göz ev yaptı, doğduğu köye yerleşti gibi haberlerin baş kahramanlarına gıpta ediyorum. İmkanlarım daha geniş olsaydı hiç düşünmez, bu yaşımda küçük bir köy evi alıp, içinde bir sürü kedi besler, edebiyata dalar, öyküler yazardım. Lakin bunun için kararlıyım, birkaç sene daha çalışıp iyi bir birikimin ardından tüm işimi gücümü bırakıp minik bir köy evine yerleşeceğim. Yoksa bu şehir gerçekten bitip tüketecek beni.  

17 Kasım 2016 Perşembe

Şule Gürbüz: Zamanın Farkında

"Bir yandan sevinmek gerekir ki insan dışarıdan bakınca görülmüyor. İçindeki sürekli kramp, yüze bir nevroz ifadesi verse de ne olduğu anlaşılmıyor. Kaldı ki o nevrotik ifadeyi bile neyse ki anlayan pek az. "İnsanlar bir şey görmüyor, anlamıyor," diye şikayet edene şaşarım, kim görülmek anlaşılmak ister ki, gördüğünü kucaklayabilecek kim var ki, bir de görülmekten söz edilebiliyor. Böyle bir hayalet gibi, hiç olmadığın şekillerde algılanıp geçip gitmek, içinde gizli, sonsuz bir ağrı ile yaşamak. .. başka çaresi var mı? Güneşin parlaması ya da hafif bir rüzgar acı verir, merdivenler ve gülüşen gençler, bir müzik sesi, bir ilaç şişesi, bir yiyecek kokusu, durmadan bu kalabalığa katılanlar ve ayrılanlar, katılanın çiğ şaşkınlığı ile ayrılanın bitmemiş şaşkınlığı, olgunluk denilenin de incindiğini, kırıklık duyduğunu, haksızlığa uğradığını belli etmemek, insanın erişeceği olgunluğun saklanabilmek olduğu yerde, kim görülmek ister ki, ben mi?"

15 Kasım 2016 Salı

Acının İlacı

"kaderime, kederime razıyım ederime
 gönlünü duy, söyle dileğini
 bahçemiz olsun, dilimizi yutsun
 bilen çözer elbet bir gün düğümleri

 ne kralın tacı
 ne kısa günün kazancı
 garibin harcı
 acının ilacı..."

 Adamlar

Sanırım albümle ilgili bir şeyler karalamadan devam edemeyeceğim hayatıma, bu nasıl müziktir yahu? Uzun zamandır böyle sağlam bir albüm dinlememiştim. Her sözden mi duygu fışkırır içerimize içerimize, hep çalın hep söyleyim abiler, adamlar. Başımda kurbağalar gönlümde binbeşyüz metrelik duygular. 

Adamlar: Rüyalarda Buruşmuşuz


Yazı üzerine yazı oldu lakin bunu da şuraya not etmeden gitmeye içim el vermedi. Adamların yeni albümü "Rüyalarda Buruşmuşuz" çıktı efendim.

Şarkıların hepsi Adamlardan bizlere bir füze edası ile fırlatılmış durumda. Albümden en sevdiğim şarkı muhabbetine hiç girmeyecektim ama "Ah Benim Hayatım" adlı şarkıları bir başka dokundu kalbime, günlerdir yamacımda, saçlarımda, kulaklarımda, dilimin üzerinde dilim dilim. 

"nasıl güzel üzülüyorum bazen gece bir vitrine bakar gibi,
 nasıl güzel üzülüyorum bazen süs çiçeği koklar gibi..."

Dinleyiniz, dinlettiriniz. Saygılarımla. 

Nahid Sırrı Örik: Kozmopolitler

"Kozmopolitler", yeni okumaya başladığım Nahid Sırrı külliyatının eserlerinden bir tanesi. Kıskanmak'tan sonra tercihim kendisinin bu romanından yana oldu. Aşağı yukarı "Kıskanmak" ile benzer nüanslara sahip olan, zaman olarak hemen Cumhuriyet sonrasını işleyen kısa bir roman. 

Romanda söz konusu olan önemli şahsiyetler bir hayli fazla. Enise Hanım, kendisini aldatan eşini Avrupa'da bırakarak, annesi Madam Blanş ve kızı Suzan ile birlikte İstanbul'a gelerek, Osmanbey'de bir apartmana yerleşmiştir. Dönemin cemiyet hayatına hızlı bir giriş yapmış, geçmişi pek aydınlık olmayan lakin epey varlıklı bir kadın olan Prenses Müzeyyen ve oğlu Prens Cevat ile bu cemiyet ortamında tanışmıştır. 

Hikayenin seyrine, sonunda nasıl bir vaziyet ile nihayet bulacağına önceden kanaat getirmek mümkün oldu benim için. Nahid Sırrı, tıpkı Kıskanmak adlı eserinde olduğu gibi güzellik ve çirkinlik kavramlarını aleni ve keskin bir biçimde ele almış. Bunun dışında yine oğlunun gönül maceralarına göz yuman hatta onu teşvik eden bir anne olarak burada karşımıza Prenses Müzeyyen çıkmaktadır. Kıskanmak adlı romanında ise bu karakter Nüzhet'in annesidir. 

Henüz iki romanını okuyarak vakıf olduğum üzere Nahid Sırrı, eserlerinde benzer kavramları işleyen, esasen dışarıdan bakıldığında sıradan gibi görünen lakin sıradan ve bilindik hikayeleri kendine has üslubu ile işleyebilen bir yazar. Onun yazım tekniğini çok şık ve duru buluyorum. Kozmopolitler de epey etkiledi beni, hatta romanı baştan sona bir kahve molası eşliğinde anneme dahi anlattım. O da epey şaşırdı. 

Nahid Sırrı'dan devam edecektim lakin çok sevdiğim bir dostumun doğum günüm için hediye ettiği Şule Gürbüz'ün "Zamanın Farkında" isimli eserine başladım. Bu eser bitince Nahid Sırrı'nın "Eski Zaman Kadınları Arasında" ya da "Abdülhamid Düşerken" adlı eserlerinden birini okumaya başlayacağım. Umarım külliyatı kısa sürede bitirir, kendisi üzerine yapılan akademik çalışmaları okumaya geçebilirim. 

12 Kasım 2016 Cumartesi

Yalçın Tosun: Kendini Tutan Su


ama kalsınlar sonra
sokağın ayazına birlikte karışalım

ilk kez sarhoş olsunlar
biri aşktan söylerken
en delişmen olanı eflatun oğlanların
sigaramı yaksın

şu karşı kaldırımda çıplak ayak koşalım

Yalçın Tosun

11 Kasım 2016 Cuma

J.K. Rowling: Harry Potter ve Lanetli Çocuk


Tüm dünyada Harry Potter severler tarafından büyük bir heyecan ile beklenen "Harry Potter ve Lanetli Çocuk" isimli devam kitabı 3 Kasım itibari ile ülkemizde raflardaki yerini aldı. Kitabı 3 Kasım tarihinde çevremde bulamadığım için internet üzerinden sipariş verdim bu yüzden birkaç gün kadar kargonun elime ulaşmasını bekledim. Elbette ki bu süreyi de Harry Potter hakkındaki bilgilerimi tazeleyerek, film müziklerini dinleyerek geçirdim. 

Öncelikle şundan bahsetmek istiyorum; bana yıllar sonra gelen bu tarz devam kitapları çok doğru gelmiyor. Ardı ardına okuduğumuz ve tüm dünyanın belki de en çok sevdiği seri olan Harry Potter hikayesini uzun yıllar önce bitirdik. Zorlu Hogwart savaşları ile heyecanımız doruğa çıktı ve yine iyilik kazandı, pek çok iyi yürekli ve önemli kahramanının ölmesine rağmen, serinin sonunda Harry Potter ve arkadaşlarının savaşı kazanması içimizde tatlı bir umut bıraktı.

Elbette kitabı alıp büyük bir heyecanla okudum, tıpkı yıllar öncesinde bir çocukken olduğu gibi gece gözüme uyku girmedi, köşeme çekilip kitabın tadını çıkardım. Sahne metni okumak okur olarak alışık olduğumuz bir durum değil, bu yüzden okuması beni biraz zorladı.

Gelelim Harry Potter ve sonrasına. Öncelikle, hikayenin Albus etrafında döndüğünü söylemem gerekir. Albus ve Scorpius, içerisinde Voldemort'u ve meşhur kehanetini barındıran bir maceraya atılırlar. Maceralarının özünde ise yıllar önce Üç Büyücü Turnuvasında ölen Cedric'i kurtarma hayali vardır. Bu iki yakın arkadaş, ellerine geçirdikleri zaman döndürücü ile bir sürü macera yaşayacaklardır. Malfoy'un oğlu ile Harry'in oğlunun en yakın arkadaş olmaları da pek güzel değil mi?

Eserin en heyecan verici olan taraflarından biri de bence Harry Potter ve arkadaşlarının orta yaşlı hallerine tanık olmaktı. Aralarındaki diyaloglar, bir arada oluşları ve özellikle Malfoy ile olan yakın ilişkileri beni epey duygulandırdı. 

Hikayenin başında Harry ve oğlu Albus arasındaki çatışma beni fazlasıyla kederlendirdi fakat hikayenin sonuna doğru toparlandılar. Harry'nin ilk oğlu James hakkında ise neredeyse hiç bilgi verilmemiş olması beni biraz şaşırttı. 

Kitabı hemen rafımdaki serinin sonuna ekledim. Baktıkça mutlu oluyorum, içimi bir sevinç kaplıyor. 25 yaşına geldim ama hala Harry Potter benim için en yakın dost, sırdaş. 

Çeviriler yine Sevin Okyay ve Kutlukhan Kutlu'ya ait. Zaten başka birilerinin çevirdiğini düşünemiyorum. Onlara da ayrıca teşekkür ederim ve tüm Harry Potter severlere keyifli okumalar dilerim. 

6 Kasım 2016 Pazar

Nahid Sırrı Örik: Kıskanmak

"Kıskanmak... Seniha'nın yüreğinde ilk beliren, kendisini ilk duyuran ve hemen her gün daha fazla gelişip büyüyen his bu olmuştu. Halit'le aralarında sekiz yaş vardı ve onu kıskanmadığı zamanı hiç bilmiyordu. Hayatının en eski, en bulanık ve silik hatıraları arasında bile bu kıskançlık her şeye hükmeden bir yer tutuyordu..."

***

"Adeta ağır bir hastalıktan kurtulmuşların nekahet devrinde kendi nefislerine aşık oldukları gibi bir haleti ruhiye içinde yalnız kendini düşünüyor, kendini seviyordu." 


Nahid Sırrı'nın "Kıskanmak" isimli romanı, hatırlarsınız ki Zeki Demirkubuz tarafından filme çekilmişti. Filmi izlemeden önce ne yazık ki Nahid Sırrı'yı tanımıyor idim. Artık vaktinin geldiğini düşünerek yoğun tempomun içerisinde Nahid Sırrı külliyatını okumaya karar verdim. Seçtiğim ilk eseri ise külliyatının en meşhur romanı "Kıskanmak" oldu pek tabii.

Kitaba başlamadan evvel, Enis Batur'un kaleme almış olduğu "Tutkunun Negatif Çehresi Üzerine Kanlı Bir Divertimento" isimli yazıyı okumanızı tavsiye ederim. Batur, romanı çok geniş bir perspektiften ele alıyor, hatta yer yer Freud'un psikanalizinden yola çıkarak roman kahramanları hakkında küçük analizler de yapıyor. Hakikaten çok kıymetli bir yazı olmuş. 

Romanın içeriğini uzun uzun anlatmayacağım. Seniha karakteri beni fazlası ile etkiledi hatta biraz mübalağa ederek ve arabesk bir söyleme dalarak ifade etmeliyim ki parçaladı, ezdi geçti. Yıllardır içinde büyüttüğü kıskançlık, yok sayılma, çirkinlik, önemsenmeme ve adeta kendisini dış dünyaya kapama durumu, Seniha'nın haleti ruhiyesi üzerinde nasıl zuhur etmiş, roman boyunca hayretler içinde kaldım. Tüm bu negatif duyguları bünyesinde aynı anda barındırabilen Seniha'nın Mükerrem ve Halit karşısında benimsemiş olduğu tutum fevkalade çarpıcı. Ki belirtmeliyim, film de bende roman kadar güçlü bir etki bırakmıştı. 

Nahid Sırrı Örik edebiyatımızın keşfedilmemiş kalemlerinden biri. Eşcinselliği, eserlerindeki güzellik ve çirkinlik kavramlarını bu kadar net, keskin ve sonsuz bir biçimde ele alışı, hem Osmanlı Devletini hem de Cumhuriyet'i görmüş, her iki sistemin içinde yaşamış bir biri olarak hayata ve ülkeye bakış açısı, bence onu edebiyatımız nazarında çok mühim kılıyor. 

Külliyatından ikinci seçimim ise "Kozmopolitler" adlı kitabı oldu. Geç de olsa kendisi ile tanıştığım için pek mutlu ve şanslı sayıyorum kendimi. 

Kendisinin eserleri Oğlak Yayınları tarafından basılıyor. Aynı zamanda filmde Seniha karakterini canlandıran Nergiz Öztürk, Antalya Altın Portakal Film Festivalinde en iyi kadın oyuncu ödülünün sahibi olmuştu. Filmi izlemeden önce eseri okumuş olsaydım, kesinlikle Nergiz Öztürk'ün canlandırdığı gibi bir Seniha tasavvur ederdim zihnimde. Sözün özü, dev bir eser ve başarılı bir film.