27 Aralık 2008 Cumartesi

Bana Şans Dile



Benim de bir hikayem olsun istiyorum…Zor bir yokuşu tırmanırken hayallerimin kolumdan tutup çektiği yere sürüklenmek istiyorum.Özgürlüğümün kısıtlanmasına razıyım,yeter ki mutlu olayım…

Bir savaş alanı gibi beynim,allak bullak.Yanlış yapılan sorular cabası sıkıntı bir türlü geçmiyor.Ben sınava çalışmak yerine sadece kitap okusam…Sunay Akın’ın da tasarladığı gibi bir sistem içinde okuyup meslek sahibi olsam.Hayat sınavlarla doluymuş meğer.Şu çakıl taşları ve rahatı kaçan ağaçların arasında bir koy bulsam kendime.Düşlüyorum kimi zaman,İstanbul’da okusam,adımımı atsam bu kalabalık şehre.Yok,taşı toprağı altın diye değil,ne bileyim farklı bir zaman diliminin içinde kaybolurum belki,Pan’ın Labirenti’ndeki gibi sürükler beni hayat,farklı seçenekler sunar belki.Bir hikaye yazıyordum en son yarım kaldı,”Beni Duy Eleni”.Mekan İstanbul…

Düşlediğim şeyler,Yeditepe İstanbul’dan hatıra anılarımda.Kaybolmuş mahallelerde sesten uzak o sokakların kokusunu alabilmek derdi.Yedi Numara’nın çekildiği yerlerde soluk alıp,Adviye Hulusi’nin kokusunu solumak…Belki de fazla hayalciyim bu konuda…

Bir yandan da Ege’ye gitmek var hayalimde.Öyle yurtdışı falan istemiyorum ben,kariyer meraklısı,para düşkünü bir gelecek beni benden asla alamaz.Ege’nin saklı koylarından bir tanesine bakıp,gündüzün ferahlığını izlemek,minik hayatlar yaşamak…Belki de fazla dizi izliyorumdur,görmediğim yerler hakkında bu kadar uçurum konuşmak deliliğimin bir belgesidir belki.Evet,aynen b yazı okutulsun ileride delirirsem torunlarıma…

Son olarak,yaşama bir yol çizdim ve o yolun bana açılmasını bekliyorum,hayallerimi bekliyorum.Çağan Irmak’ın da anlattığı gibi Bana Şans Dile,Bana Şans Dile hayallerim

14 Aralık 2008 Pazar

Sen Ve Ben



Sen ve ben,gökyüzü soluk,kahverengiye kesmişken

Bulutlar toparlanırken hışımla boğum boğum

Yağmur,baharı açmamış fundalığa damla damla düşerken

Aldırış etmeden fırtınaya,gök gürültüsüne dolaşacağız birlikte


Ve bakışacağız birbirimizle,sen ve ben


Sen ve ben günahkar bulutlar boşalırken inatla

Yıldırımlar uçurum yükseklerine doyasıya

Geçerken burçların üzerinden fırtına hızıyla

Cehennemi ışık saçan Cennetten düşen Nefret topları

Gülümseyeceğiz birbirimize sen ve ben


Sen ve ben nefret topları yağarken

Yararken havayı evrenin vahşi çığlıkları

Ölümün çağırdığı yerden,karanlığın içinden

Gecenin yorduğu yerden,gölgelerin içinden

Arayıp bulacağız gözlerimizdeki ışıltıyı


Sen ve ben karanlık sular

Hırpalar ve boğarken bizi

Cehennem kızının kahkahaları

Ve katliamın tam ortasında

Duyacağız birbirimizi ve Ölüm’ü göreceğiz


Sen ve ben ölen kurşuni geceyle

Şafağın ilk ışıkları uçuşurken doğuda

Baygın,yenik oracıkta

Katılaşmış kan pıhtılarının arasında

Mecalsiz uzanacak kollarımız sen ve ben

Sen ve ben soğuk, soluk ışıklar


Öylece kalmış ölü bedenlerimizi deşerken

Kurtulmuş olacağız o bitmek bilmez işkenceden

Ölü dudaklarımız sonsuza dek

Birbirini bulurken sen ve ben

Sen ve ben geçip giden yıllar


Geride bırakırken bizi ölüp gidenlerle

Gübre olacağız çürümüş kemiklerimizle

Gelecek aşklara

Son hoşça kal öpücüğünün çiği hala dudaklarımızda!


Amerikalı Anarşist Voltairine De Cleyre 1892

Çev.Hakan Çalbayram



12 Aralık 2008 Cuma

Bekliyorum



6 ay kaldı geleceğimin belirlenmesine.Kimseye duygu fırtınalarımı açmaya yada içimdeki volkanları patlatmaya çalışmak gibi bir durumum yok.Sadece burayı beklentilerimin bir meyanı,ya da gönlümün bir köşesi olarak gördüğümden tüm bunlar;

Zahmete değer bir hayat yaşıyorum,farkındayım.Kimi zaman üstüme üstüme geliyorlar,ne yapacağımı şaşırıyorum.Aslında hiçbir şey bilmiyormuşum gibi geliyor bana.İnsanlara anlatamıyorum ki,benim babamın parası yok,hoş zaten eli cebinde bir babam da yok,,,

Geleceğim ben de saklı,yani bu sınavda.Şunu da biliyorum,içinizden bu sınavın bu kadar büyütülmesine kızanlarda var belki,ama gerçek bu.Öğrenmem gereken o kadar çok şey,taşımam gereken o kadar çok yük var ki omuzlarımda…Bazen hareket bile edemiyorum.Bir yandan telaşa düşüp kitap okumayı ders çalışmaya tercih ediyorum bir yandan da kendimle dalga geçip,bu sınavı kültürlüler kazanacak diyorum.Herkes benden kazanmayı beklerken acaba ben neler yapıyorum?Evet,çaba sarf ediyorum ve çalışıyorum.Hayatım senin ellerinde üç saat on beş dakika,,,


Ağzımla tuttuğum sımsıkı ip,sanırım kopma noktasında,düşlerim arasından kaymaya başlıyor gibi,her şey bir oldu bittiye gelse ne kadar güzel olacak.Hayattan tek istediğim bir öğretmen olmak yada çok iyi bir iletişimci olmak,sadece bunu istiyorum.Ve sonuç belgemi,birilerinin gözlerinin içine sokup,ayaklarımı yere basmak istiyorum,varı yoğu beni okutmak olan annemi mükafatlandırmak istiyorum.Uğraşıyorum…


Şimdi düşünüyorum,burada yazmaya bile zor zamanım kalıyor.Aslında öyle çok hayalim var ki,bunların hepsi geleceğimin elinde,o sınavda gizli.Yapmam gereken bu,ilk defa bir çılgınlık yapıyorum ve benden beklenilen doğrultusunda hareket ediyorum.Yaptırım gücü elektrikli duygular içerisindeyim.Tek istediğim kazanmak,,,Ve bu doğrultuda bekliyorum.Avuçla beni gelecek.,,,



Mimim Geldi Hoş Geldi



Bu yoğun sınav döneminde Sevgili Pandora’yı kıramadığım için geç de olsa mim etkinliğine katılmak istedim;Sorulara cevap mahiyetinde;


Son dönemde Türk bloglarındaki durgunluk fark edilir düzeyde.Aslında genç bir blogcu olmakla beraber elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum bu dünyayı.Henüz pek çok şeyi öğrenme aşamasındayım ama takip edebildiğim kadarıyla böyle bir durgunluk söz konusu.Özellikle yaz dönemi verimliliğinden uzak bir performans seyri var sanırım.


Bu durumun nedenlerine gelince,ben de ahım şahım bir blogcu değilim açıkçası sık sık takip de edemiyorum.Bunun tek sebebi geleceğimi belirleyecek olan bir sınavdan geçmem ve gerçekten çok yoğun olmam.


Bu konuda yapabileceklerimize gelince,Pandora’nın görüşünü destekliyorum,bizler için önemli olan yapılan yorumların sayısı değil de samimiyet olmalı.Buradaki ortamın samimiyetine güvenerek söylüyorum,amaç bloglara giren sayısını arttırmak değil de belirli bir kültür düzeyine sahip insanlar arasında bir şeyler paylaşmak olmalı.Özellikle benden yaşça büyük ve yazdıklarına hayran kaldığım blogcularla birlikte vakit geçirmek bana tecrübe ve bilgi kazandırıyor,bu da beni şahsen tatmin ediyor.


Son olarak,bence her ne olursa olsun yazıların ve dostluğun sıcaklığını yüreğimizde eritip,paylaşmalıyız;)



5 Aralık 2008 Cuma

Anlamazdın



Bir telaştır son iki gündür gidiyor…Herkes evine dönme çabası içinde otogarda oradan oraya koşuşturuyor.Rockçı kız,asi gençler,tikiler,geçen gün sevgilisinin içine düşen yılışığımsı,garip kız,ve yaşlı teyzeler bile.Bir kısa filmde izlemiştim,Harem’in iç yüzünü,hüzünlerini,gidişlerini ve geri dönmeyişlerini.İnsan büyüdükçe daha bir özlem duyuyor geçmişe.Her ne kadar geçmişi ona sahip çıkmasa da o geçmişine sahip çıkıyor.Bu arada üçüncü tekil şahıs niteliğindeki karakterler ben oluyorum,Türkçe Hocamızın da çok sık bahsettiği gibi(Cümlenin öğeleri konusunda) pek bir mühim öğe “o”.İşte bugün de öyle telaşlı bir gündü,fırından simit alıp ev salçasıyla birlikte keyif yaptık yine.Sonra gümüşçüye gidip Sevgi’nin annesine doğum günü için yüzük aldık.Benim seçtiğim bir yüzüktü…Karanlık bir yolun durgunluğunun arasında kendimi evde buldum,ne güzel şarkıymış Ayla Dikmen’in “Anlamazdın”…Filmlerden duymasak hiç de anlayacağımız ve araştıracağımız yok aslında bu şarkıları.Gerçi suç ben de ve benim kaderimi paylaşanlarda değil.Her gün belediye otobüsünde ismi lazım değil bir şahsiyetin


Sokak kadını

Vicdansız sürtük

Seninle ne günler bilmem neler gördük timsali şarkısını 40 dk boyunca dinlemek zorunda olunca böyle oluyor ne yazık ki!


Şöyle diyor son olarak Ayla Dikmen;


Dilerim ki,mutlu ol sevgilim

Ben olmasam bile hayat gülsün sana

Günahın boynumda

Ağlayan bir çift göz bıraktın arkanda…



4 Aralık 2008 Perşembe

Sana Kalbimi...



Yazılılarımın bu hafta bitmesi itibariyle yeni bir kitaba başladım.Aslında birkaç gündür elimde ama yine de elimde bir kitap olması çok güzel…Kitabımın adı “İsveç Kibritleri”.Sanırım filmi de varmış ama daha araştırma fırsatım olmadı.Yazar da Robert Sabatier…Aslında Oliver Twist’te de benziyor ama kendi içinde kimsesiz bir çocuğun hikayesini anlatıyor bize…Bir de film aldım bayram için.”Oğul Odası”.O da Cannes ödüllü eski bir film.Biran önce tatile girip izlemek istiyorum…


Okuduğum kitapta çok güzel bir şiir dikkatimi çekti ve gerçekten okurken duygulandım:


Sana kalbimi

Bir çeyrek tereyağı

Ve bir karnıbahar verdim…


Kimseler bakmadı yüzüme Tanrım

Açım,yerim yurdum yok diye

Tanımadı beni insan kardeşlerim

Yüzüm solgun,gözlerim yaşlı diye


Ama sevgim eksilmedi onlara benim

Hayatın acı olduğunu onlardan öğrendim

Bana eşlik etmek isteyen bir kadın

Çığlıklarımı işiten bir yürek olmadığı için…


Kimi zaman düşünüyorum.Bu daha çok Yol Arkadaşım’ı izlediğim zaman oluyor diyebilirim.Düşünüyorum,garip bir yolda adımı hükmettirmeye inat koşmak geliyor içimden.Etraftaki kimse sanki umursamıyor bir şeyleri.Küçücük bir çocuk dikiliyor deniz kenarında,bir daha asla yanında olamayacak olan babasına haber uçurmak için denizi aracı seçiyor kendine.Minik bir yürek atıyor martıların sıcak kanatları arasında.Belki de fazla acizim ya da çok duygusal züppe bir şair modunda.Tutunacak dal aramak belki de…Bazen söyleyecek cevap bulamıyorum hayata.Üstüme vazife olmayan bir işte saçma sapan insanlar yüzünden dışlanıyorum sınırlardan.Bir, gün ışığına çıkabilsem,bir daha asla bırakmayacağım güneşin izini.Asla dönmeyeceğim yara aldığım yerlere.Aşüfte suratların kaymaklı dolgun serzenişlerine…Bir Birgitta Stenberg’in Çılgın yıllarındaki gibi yaşasam.Ya da Can Dündar ile Uzaklar’ı…


Oh,seek,my love,your never way

I will not be left in sorrow

So long as I have yesterday

Go take your damned tomorrow


Dorothy Parker…



21 Kasım 2008 Cuma

Soğuk Günler ve Börek Kızartması



Soğuk bir günden soğuk bir anı daha...Okulda bir haftadır devam eden doğalgaz çalışmaları var.Malum,ülkemizde doğalgaz yatakları kaynadığından dolayı köyüne kadar her yer doğalgaza geçirildi.Olanda kömür kullananlara yani bize oldu.Kömür fiyatları iki katına fırladı…Neyse işin ekonomik durumundan öte bizim okulun durumu.Aslında okul abartıldığı gibi soğuk değil ama neticede kış soğuklarına doğru yaklaşıyoruz.Okul birkaç gündür ısınmayınca yerel gazeteler bizim okulun bahçesine gelip çekim mi ne yapmışlar.Ben de yeni öğreniyorum.Bir de numaradan ateş yakıp çocuklar üşüyor haberi yapmışlar.Sözde haber,vallahi işlerini biliyor bu basın mensupları.


İlk defa hafta içi,bu saatlerde bir yazı yazıyorum.Çünkü soğuklar sebebiyle ve okulumuzun kutlayacağı 24 Kasım Öğretmenler Günü çalışmaları münasebetiyle eğitim yurdumuz tatil ilan etti.Bugün de bizim kasabanın pazarı.Tam denk geldi yani.Pazara gidip,


İki kilo elma

Bir kilo sevdiğim bisküvilerden ve birkaç gofret

Annemin sebzeleri;maydanoz ve roka.


Alınacaklar az olduğundan fazla bir ağırlık yapmadı bana.Eve giderken bir de yufka aldım.Canım öyle bir börek çekti ki annemi bekleyemeden hayatımdaki ilk börek denemesini gerçekleştirmek üzere bir bilim adamı edasıyla mutfağa girdim.Evdeki zeytin ezmelerini yufkaların arasına sürüp bir güzel sardım sarmaladım ve yağda kızarttım.Benimki biraz börek kızartması oldu ve kuru oldu ama yinede ben yaptığım için yemesi güzeldi.Ah ne kadar da marifetliyim;)


Sabırla beklediğim Twilight’ın şarkısını yapan Paramore’un klibi Decode geçtiğimiz haftalarda Mtv’de yayınlanmaya başladı.Bir izleyin derim ben;)


İzlemek için başlığa tıklamanız yeterli;)





18 Kasım 2008 Salı

Yeditepe'den Notlar



Cuma gecesinin dönümünde saat 03:00 gibi çıktım yola tek başıma.Tren garı bize yirmi dk yarım saat kadar falan uzaklıkta.Yolda birkaç sarhoşla karşılaşmama rağmen herhangi bir sorun yaşamadım.Yalnız olacağımı sanırken birkaç insanın daha tren beklediğini görünce buruşuk bir sevinçle beklemeye başladım.Trenin tehir yaptığı haberi geldi ve bir saat kadar daha bekledim.Sayın müdürüm beni trende karşıladı.Diğer ekip benden önce bindikleri için benim binmemle herkes tamamdı.Çok sevdiğim matematik hocamda bizleydi.İstanbul’a adım attığımızda Haydarpaşa’da otobüs bekledik biraz.Yeditepe’nin otobüsleri bizi almaya geldi ve üniversiteye doğru yola çıktık.Üniversite’ye geldiğimizde rahat gezmemiz için bavulları verdik,sonra rektörlük binasına rektörün ve görevli üyelerin konuşmasını dinlemek üzere gittik.En sonunda bize Bedrettin Dalan’ın “Milli Kimlik” adlı konuşmasını dinledik ve yürekten katılıp alkışlar tuttuk,tarihin yalanlarına şahitlik yaptık.Salondan çıktıktan sonra bölümlerimize göre öğrenciler eşliğinde fakültelere gittik.Sözel öğrencileri az olduğu için çok rahat gezme imkanı buldum.Bir kısım arkadaşla birlikte önce gümbürtüye radyo sinema ve televizyon bölümü tanıtımına gittik.Stüdyoları gördük ve bolca bilgi aldık.Dersliklere göz attık.En sevdiğim anlardan bir tanesiydi.Radyo sinema ve televizyon öğrencilerinin hazırlamış oldukları kısa filmleri cep sinemasında izledik ve tam anlamıyla rüya gibiydi.Benden başka gazetecilikle ilgilenen birisi yoktu.Gazetecilik standında duran ablaya rica ettim bana tüm binayı gösterdi.Çok şeker bir ablaydı ve sayesinde bireysel olarak bilgi aldım ve çok mutlu oldum.Bir ara yolum kaybettim ve resim odası ile heykel odasına girdim ve gezdim.Sonra çıkışı buldum tabi:)

Öğle yemeğinden sonra bizi Şile’deki otellerine götürdüler kalmak üzere.İşleler yapıldı ve koskocaman bir Yeditepe çantasıyla küçük villalarımıza uğurlandık.Odlara yedi kişilikti ama süit şeklindeydi ve içi mükemmeldi.Hemen gittim giyindim ve akşam yemeğine indim.(Bu arada poşetlerin içinden;polar,diş fırçası ve macunu,gündüz kremi,tıraş sonrası kremi gibi şeylerde çıktı)Yemek canlı müzik eşliğinde açık büfe rüyada gibiydim adeta. Hayatında kırk yılda bir beş yıldızlı otelde açık büfe yiyen bir şahsiyet olarak bu durumu mazur görmenizi dilerim:)Yedik içtik,koptuk,(ben kopmadım yani oynamadım ama çok eğlendim.

2.gün panayırın ardından boğaz turuna çıktık.Tam yedi saat gibi bir sürede İstanbul turu yaptık ve yemeklerimizi boğazda yani vapurda yedik.Akşam geç geldiğimizden hemen uyku bastırdı ve yattım.3.gün ise sabah kahvaltısından sonra Şile’den ayrılıp Miniatürk turuna çıktık.Bol bol çekilen fotoğraftan sonra çıkışta birde go-cart yaptık ve müthiş eğlendik.Ardından gezi bitti.Bizim grup benimde isteğimle kitapevine doğru yol aldık.Ve bir sürü ucuz kitap buldum tam sekiz tane kitap aldım:)

Sonra gece kendimi Kadıköy’de büyük bir alışveriş merkezine atıp dolaştık.Lezzetli Akdeniz Pizzanın ardından kendime ucuz birkaç bir şey aldım.(Gerçi pazarda daha ucuz ama)

Sonrası yolculuk ve dönüş.Rüya gibi bir gündü.Müdürüm,arkadaşlarım ve hocamızla birlikte çok güzel ağırlandık.Her şey için teşekkürler Yeditepe,kaderde seni yine görmek varmış İstanbul…



9 Kasım 2008 Pazar

Atatürk Ve Çağdaşlaşmak



Umut bir güneş misali gökyüzündeki puslu havayı aydınlatırken,sımsıcak bir gülüşün izleri dalgalanmaya başladı vatan topraklarında.Barış elçisi bir medeniyetin aziz milletini oluşturan bir yürek,alnıyla ve gururuyla selamlıyordu halkı.Zamanın yenik düşüren gücüne inat,kahraman bir ulusun büyük sevinç çığlıkları yankılanıyordu göklerde.Zafer duygusunun getirdiği samimiyetle,bir vatan toprağı daha kurtulmuştu halkın yüreğinde ve gözlerinde.Bir güneş daha doğuyordu göklerde.Ebediyete ilerliyordu Türk Halkı,ebediyete koşuyordu Mustafa Kemal ve Mustafa Kemal’in çocukları.

Uzak diyarların altın koylarında yatan,derin bir neşeye sükut eden bir ses yükselmekteydi vatan topraklarından.Ilıman bir sevincin yüksek çığlıkları ve heyecanıydı atan.Kemal’indi o atan,geleceğe aydınlığın izinde bakan kalp.Minik bir gülümseyişin ileride zafer coşkusuyla halkına çağdaşlaşma müjdesini tattıran.Mavi gözlerindeki deniz parıltısı,uçan bir rüzgarın denizden aldığı duygular kadar taze,hayat verici ve sokulgandı.Küçüklüğünden beri ne yapacağı aklındaydı Kemal’in.Aziz bir hürriyetin beşiğini sallamak,masum parıltılarla ışıldayan bir toplumun gönlünü ve göğsünü kabartmak,çağdaş medeniyetler seviyesine yükseltmekti amacı.Yurdu ve bir zümrüdün keskin umudu kadar değerli olan Türk insanını.

İstediklerini yapmakta ve uygulamaya koymakta kararlıydı Mustafa Kemal.Ülkenin durumunu göz önünden bulundurup,uzun toplantılar ve fikir mübadelelerinin ardından yapılacakları zihninin en mühim köşesine koymuştu.Kasvetli bir riyakarlıktan uzak,sağlam adımlarla ilerleyen,yenilikçi bir toplumun temelleri atılmalıydı.Her zaman için Batı’daki gelişmelerin takip edilip,bunun Türk kültürü,folkloru ve sanat anlayışıyla birleştirilip,uygarlık düzeyine ulaşmanın çabaları içindeydi.Biliyordu ki,bu genç ve dinç ülkenin içindeki iki başlılık giderilmeli ve yenilik kapıları ardına kadar açılmalıydı.Güneşe açılan her kapı,feraha erişilen bir mekan içermekteydi.Bu nedenle mühim olan Cumhuriyet’i ilan etmekti.

29 Ekim 1923 Pazartesi şöyle diyordu Atatürk:”Muhterem Arkadaşlar,acizleri mahzar olduğum bu emniyet ve itimada layık olabilmek için pek mühim gördüğüm bir noktadaki ihtiyacımı arz etmek mecburiyetindeyim.O ihtiyaç,yüce heyetinizin şahsım hakkındaki teveccüh ve itimadının,yardımının devamıdır.Ancak bu sayede şahsıma buyurduğunuz ve buyuracağınız vazifeleri yapmaya muvaffak olabileceğimi ümit ederim.Türkiye Cumhuriyet’i mesut,muvaffak ve muzaffer olacaktır.”İşte bu sözlerle arz ediyordu kendini,muhterem vatanın insanlarını en üst düzeye taşıyacağının sinyallerini veriyordu.

Atatürk’ün ilke ve inkılapları doğrultusunda su yüzüne çıkması mühim olan bir ilke vardı:Laiklik.Temelinde çağdaşlaşma ve uygar medeniyetler düzeyinde giden yolda başarılı çalışmalar yapabilmek yatıyordu.Türk Halkı’nın incilerle süslü kalbinin en aziz noktalarına giden yolun ise eşit bir toplumun temellerinin atılmasıyla olacağını düşünüyordu.Kadın ve erkeğin her konuda eşit olması derhal sağlanmalıydı.Medeni Kanun ile yasallaşan bu güvence ve haklar Türk kadınına yenilikçi ve çağdaş bir yapı kazandırırken,evrensel niteliği ile de dünya devletlerine örnek teşkil ediyordu.

Eğitim,öğretim ve bu sitemin yapı taşı olan öğretmenleri çok önemsiyordu.Bir sürü fakülte,bölüm ve mesleki eğitim alanları açıp,ülke gençlerinin bilgi ve sanat dolu yetişmesi için elinden gelen gayreti gösteriyordu.İlhamını halktan alan nadide beyninin en gizli bahçelerinde ki meyveyi yani çağdaşlaşmayı arttırıyor ve olgunlaşan bilgi meyvelerini evrensellik boyutuna ulaştırıp yine Türk halkına sunuyordu.Evet,Türk çağdaşlaşıyordu!Umut ve azim şimdi uygar bir medeniyet sahnesinde efsanevi niteliklerle gerçeği ve ihtişamı halka sunuyordu!

Uzak durma yoldaş,herkes bu vatan toprağında eş,arkadaş.Korkma,ümitsizliğe kapılma kaynaş.Şimdi bak bu aydınlık havaya,başını dik tut.Uçurtmalar uçuran,kırmızı beyaz bir kalp yaratıp,içindeki sevgiyi göklere salan,güneşe azat eden şu topluma bir bak.Ne kadar hoş,ne kadar çağdaş!Sensin toprağı toprak yapan,sensiz azmin yolunda gücünü uygarlık adına,ilim ve fen adına göndere çeken,umuda altın izler bırakan,sensin arkadaş!Vatan şimdi hoş,vatan şimdi çağdaş!


Sufi'ye sevgilerimle;)



8 Kasım 2008 Cumartesi

Çikletten Patlaklar



Reklam da yaptım ama neyse:)

Cuma günleri valiz hazırlamak gibi Cuma günleri seninle ilkbahar gibi…Cumadan geçtik Cumartesiyi yaşadığımız şu dakikalarda yine ben…Bugün ilk kez düşünmeden şöyle aklımda ne varsa yazayım dedim ve yepyeni haberlerle geldim.

Sınıfımızda adet oldu.Herkes bir şeyler yapıp evinden getiriyor.Bizim sınıf sağ olsun hiç aç bırakmıyor midemizi.Efendim patatesli kekinden,yoğurtlu havuçlara,makarnalardan,kısırlara…Daha bir çok yeyip de saymayı unuttuğum şey.Eski sınıf öğretmenimiz ve yeni sınıf öğretmenimizle bir aksilik çıkmazsa pazartesi günü öğlen arası sınıfta buluşuyoruz ve yemekleri yeyip muhabbet ediyoruz.Dokuzuncu sınıfın başlarında asla hatırlamam dediğim lise hayatını sanırım unutamayacağım.


Liseli modundaki havamdan ışınlanıp Show TV ana haber bültenine pardon;) yazıma geri dönüyorum.Sanırım şanslı günlerimden bir tanesini daha yaşıyorum.Biraz sıkıcı geçen bir dershane programının ardından çarşılarda dolaşmaya başladım Nazi(arki diyenlere inat arkadaşım) ile birlikte.Önce milyoncuya gittik,başlıca uğrak yerimiz.Sonra bana hırka bakmak için beş on tane dükkan dolaşmak zorunda kaldık.Sonunda istediğim gibi bir şey buldum.Malum Yeditepe’ye gezi var,her zamanki gibi eşofman ve tişörtle gitmek olmaz sanırım.Beni seven böyle sevsin diyeceğim ama millet bir yerden sonra haklı doğal olarak.Bu arada gene kendimi övüyorum ama ne yapayım bir insanın yazmaktan başka bir meziyeti olmayınca bunlarla avutuyor,döndürüyor kendini yaşam çarklarında,joker gelene kadar:)Efem,il çapında düzenlenen Atatürk ve Çağdaşlaşma konulu kompozisyon yarışmasında birinci olmuşum maşallah:)Ehh hediye verdikleri kalemde olsa mükafatlandırılmak güzel bir şey tabi:)


Artık duş alıp Almanca sınavına çalışmam lazım yoksa kötü geçeceğine eminim.Çiklet gene Beyazlar içinde gider;)



1 Kasım 2008 Cumartesi

İktidarsız,Suratsız Zaman



Güç gösterisinde bulunmak sandığımdan da zormuş.Bana yakışan gözlemekmiş bunu anladım.Kırılan bir kalbi tamir etmek,tekrardan hayata döndürmek zormuş.Ama üstesinden umutla gelmekte varmış.

Ayıp bir haksızlığa kurban gittik bu hafta sınıfça.Sözel sınıf olmanın yücelere verdiği iktidar gücüyle ezilmeye alıştık artık.Nasıl olsa bilişsel bir zekaya sahip değiliz.Çirkin ve üzücü bir olay yaşadık ve hala etkisindeyim.Kısaca temizlik haftasında en pis sınıf seçildik ve bütün okulun önünde rezillikten rezillik beğendik.Nasıl olsa sözeliz ya.Neyse bu hafta sınıfımızı pırıl pırıl ettik ve sonunda birinci seçilme hakkına eriştik.İsteğimiz Pazartesi günü okulun önünde adımız duyulsun.


Bir de Cuma günü okulumuzda bilgi yarışması yapıldı.Soru bu sene hikaye dalında ödül alan ünlü ve başarılı yazarımızdı:Yaşar Kemal.Bu yanıtı bizim sınıf ve bir sayısal sınıf en fazla bilen sınıflar olmuş.Neymiş efendim kopya çekmiş olabilirmişiz.Biz sözel sınıfız,nasıl bilmeyelim ki…Sonra bir eleme sorusu daha soruldu.Cannes film festivalinde 2007 yılında en iyi senaryo dalında ödül alan filmimiz:Yaşamın Kıyısında.Bunu eleme sonucu bizden üç kişi ve en fazla kişi bildi.Yine Pazartesi günü okulun önündeyiz.Sözel grubu birinci oldu diye.


Zannediyorum anlaşılamayan bir kanı var.Biz sözeliz ve bundan gurur duyuyoruz.Bu ülkenin sosyal beyinlere oldukça fazla ihtiyacı var.Amaç matematikse,merak etmesinler onu da yapıyoruz.Sadece istiyoruz ki bu ülkenin tarihi,bu ülkenin coğrafyası ve bu ülkenin edebiyatı,Türkçe’si ile büyüyelim.

İşin ayrıntısı zamanda ve olayda gizli ama ancak bu kadarını anlatıp açılabildim.İçimi de dökmüş oldum böylece:)



31 Ekim 2008 Cuma

Du'Silbena Datia'



Deniz özlemiyle yanıp tutuşan Acallamh ve Nuada adındaki sevgilinin acıklı ayrılık hikayesi;(


Mavi gökyüzünün altında berrak,fettan bir kadın
Yaldızlı genişliğin bei çağırıyor,çağırıyor
Her zaman üstünde yelken açardın
Beni çağıran,çağıran Elf kızı olmasa
Beni çağırıyor,çağırıyor
Yüreğimi zambak beyazı bir iple bağlıyor
Hiç kopmayan,denizin koruduğu
Ağaçların ve dalgaların arasında hiç yırtılmayan.

Eragon;)

28 Ekim 2008 Salı

Sevindirik Bir Gün



Cumhuriyetin doğuşu ile yeni bir güne açılmak ne kadar güzel!Bilinçli ellerde güzel bir tarih dersi işlediğim için çok şanlı sayıyorum kendimi.İyi ki varsın Ata’m…

Düşünce platformumuzun açılması ile birlikte daha da bir sevindirik oldum ben.Yorucu ve üzgün bir hafta geçirdim.Burada edindiğim güzel dostlukları ve düşünce arkadaşlığını hepten kaybettim sandım.Şimdi kendimi çok ferah hissediyorum.Yeniden kavuştum Çikletime ve sizlere…

Dediğim gibi;bir sürü ıvız zıvır yazılı ve deneme sınavları.Millet harıl harıl ders çalışıyor, pasaklı ben ise kitap okumayı tercih ediyorum.Bugün beş buçuğa kadar ders vardı.Arkadaşlarım merkezde oturdukları için evlerine gittiler.Öğlen on iki gibi tatil olunca bize ve ders dört buçukta olunca bize ben birazcık açıkta kaldım.Millet tünedi evlerine ben ise kendi başıma kaldım.Aslında çok sık yaparım bunu,kendimle kalıp insanları gözlemekten çok hoşlanırım.Bir anda bir plan yaptım kendime.Okuldan çıktım ve yüksek kesim havalı insanların alışveriş için tercih ettiği bir alışveriş merkezine gidip bisküvi ile su aldım.Bir güzel tur atıp,bitki çayı fiyatlarını inceledim.Çıkışta bu sene sosyal bilgiler öğretmenliğini kazanan arkadaşımın ablası ile yarım saate yakın sohbet ettim.Alışveriş çıkışı fiyakalı insanları süzdüm.Çantam sırtımda doğru filmciye gittim.”İyi Seneler Londra” adlı filmi aldım.Az önce izledim.Gerçekten ilginç ve sıradan bir film…Sonra derse girdim arkadaşlarımla,otobüste bir paket dolusu çitos keyfi yaptıktan sonra eve adımımı attım.Aslında niyetim kütüphaneye gidip,müthiş dergileri karıştırmaktı ama kütüphane kapalıydı.Ben de oturdum etütte test çözdüm.

Okul başkanlığı seçimlerinin sonucu da belli oldu.Bizim sınıftaki kaknem Ferhunde cadısının kopyası bir arkadaşın sevgilisine oyumu vermeyip hiç tanımadığım bir çocuğa oyumu verdim.Zaten o çocuk birinci oldu sınıfça sevindik ve alkış tuttuk.

İşte bir gün daha sona erer.Latife Hanım’ın kuponlarının bitmesine de az kaldı zati:)

Bir de Aydilge Trt-1’de şarkı söyleyecekmiş yarın.Çok mutluyum ya…Yeah..

Herkese iyi bayramlar,onurlu günler:)


23 Ekim 2008 Perşembe

İstanbul Yeditepe



Yeditepe’ye geziye gidiyoreGeçen gün sevgili müdürümüz beni odasına çağırdı,tabi ben de hemen toparlandım ve kravatımı düzelttim.Bir form gibi bir şey doldurdum ve müdür beni geri gönderdi.Bugün yine dört arkadaşla birlikte müdürün yanına gittik.Üniversite gezisi için beş kontenjan istenmiş ve müdür bey de bizi seçmiş.Koşul neydi bilmiyorum ama içlerinden adı lazım değil baş harfi “P” şahsiyetin nasıl seçildiğini hala anlayamadım.Neyse kısacası hayatımda birkaç kere görme fırsatı bulduğum İstanbul’a gitme fikri bile heyecan verici.Müdür Bey şimdiden trenden yerlerimizi ayırttı.Üç gün sürecek bu macerada hem Yeditepe’yi göreceğim hem de inşallah gezeceğim.Gerçi Yeditepe paralı bir üniversite ve benim gibi cebi delik insanların anca hayalinde girebileceği bir yerLakin burslu bölümleri de var.Örneğin İletişim Fakültesi GazetecilikHer neyse en azından üç günlük bir tatil yapmış olacağım.Bir de ucuz kitapçı bulup bol bol kitap aldım mı değmeğin keyfime:)Geziye var daha yanılmıyorsam Kasım 14 gibi…Bekle beni İstanbul.(Ah bir de Yedi Numara’nın çekildiği yerleri görebilsem gitmişken…)

Şimdiden düşünmeye başladığım bir nokta var:Annemi çok özleyeceğim!


Bu arada kuzucuk bana ödül yollamış.Teşekkür ediyorum:)Konu buysa çiklette buradan hemen bir bağlama noktası ayarlar efendim.Bu gezi de bana ödül oldu:)Saygılarımı sunuyorum.

21 Ekim 2008 Salı

Uzak Evren Masalı



Büyüyor çığlık derinlerde

Ateşe atmak istiyorum hayatı bir çırpıda

Benim olan tüm şeylere veda etmek

Suratıma kapıyı çarpan “o” kadar acımasız olmak

Hınç almak istiyorum benden aldıklarından

Bir aşkın gizeminden uzak

Minik bir kulübede yaşamak istiyorum

Hayvansal dürtülerden uzak

Kalıpsız bir varoluşun çelimsiz suratlarından ırak

Benim olan bir evren

Son bir çığlığın altın serzenişini,altın vuruşunu yaşamak istiyorum

Davullar çalınmasın,yasım tutulmasın boş olsun

Hayatın derin tongasından bir haber

Ağdalı bir yardım istemiyorum

Sadece hissetmek

Parmağıma basılan bir dünyada,dikensiz olmak

Zor olmak,hep çelişmek

Bir Eragon misali ejderham Saphira’nın üzerinden uçmak

Bence ben biliyorum

Zamanı değil

Hiçbir şeyin,bunların hiç birinin


(Paramore'a ve çok sevdiğim Eragon ile Saphira'ya...



18 Ekim 2008 Cumartesi

Şifreyi Çözmek



Hayatımın en zor dönemlerinden birini yaşıyor gibiyim.Yok Allah’a şükür öyle kötü bir şey yok…Sadece korkular ve stresler baş göstermeye başladı beynimin avlusunda.Hiç bitmeyen uzun koridorlar gibi devamlı koşuyorum sanki.Hani şifreyi çözmek derler ya,sanırım benim derdimin şifresi “çalışmak”.Artık yazı yazmaya bile çok zor vakit bulmam canımı sıkmaya başladı.Bir yandan test çözmemiz ve soru şekillerini görmemiz gerekirken bir yandan da okul yazılılarımız başladı ve gerçekten büyük bir hengamenin içinde didinip duruyoruz.Sözel olmanın verdiği ayrıcalık mı diyeyim zorluk mu bilmem ama;sürekli not çıkarmak zorundayız.Sayfalar dolusu notlar elimizde…Zaten bütün sosyal aktivitelerden de eksik kalıyorum bir de bu canımı çok sıkıyor…İnşallah bu zorlu dönem bir an önce biter ve sonu güzellikler getirir…Amin..


Yakınlarda yeni bir film girecek vizyona.Ona kesinlikle gitmeyi istiyorum.Adı Twilight,filmin güzelliği bir yana müziğini Paramore yaptı “Decode” adlı şarkıları ile.Mutlaka dinlemenizi tavsiye ederim.Pek fazla blog bilgim olmadığı için şarkıyı buraya koyamıyorum ama dinlemek mümkün:)


Son olarak kendi çapımda bir şeyler yazmak istedim,şarkı dinlerken içimde uyanan hisler doğrultusunda bir şeyler yazmak ruhumu daha bir etkiliyor.Biliyorum,hissediyorum ve yazıyorum demeyi istemek gibi bir şey…Sana gelsin bu şarkı,Decode;


Biliyorum,dünya duracak sen gitmeden

Issız ışık terk edecek bedenini

Uçacak sen bilmeden

Doğa karşı koymaya çalışacak bu duruma

Gitmeni istemeyecek

Gece karanlıkta bir ay ışığı

Gözlerimden damlayan son hüzün

Gitme diyor içim sana

Dön geri,yol sarsıntılı

Olmayacak biliyorum

Öğütlerden hoşlanmazsın

Sade bir isteğin pençesinde

Bana geri dönmeni istiyorum

Siyah gözlerimle yüreğine bakmak istiyorum

Dualarım havada asılı

Gözlerim yaşlı,puslu ve dumanlı

Diretiyorum

Biliyorum,sen gelmeyeceksin

Ruh çıkıyor bedenden gidiyor

Biliyorum,sen gittin

Şifre yarım kaldı,

İçimdeki ruh asılı…



13 Ekim 2008 Pazartesi

Bugün Benim Doğum Günüm



Bugün benim doğum günüm...Çiklet daha on yedi on yedi on yedi oldu...Daha önce hiç bir doğum günüm sınıfta kutlanmamıştı.Aslında hayatım boyunca da pek sevmemişimdir böyle kutlamaları.Sağolsunlar sınıf arkadaşlarım pasta yapmışlar bir de yetmezmiş gibi aralarında para toplayıp hediye almışlar.Siyah sevdiğimden siyah bir penye almışlar bana(Laf aramızda bayağı iyi bir marka)İlk ders sınıf öğretmenimiz Pınar Hocanın dersiydi hep birlikte kutladık.İnsan hatırlanınca daha bir güzel ve mühim hissediyor kendini.Bu arada bana çaktırmayacaklar ya benim muzip arkadaşım Anıl:"Ya Can haberin var mı bugün Kütahya'nın kurtuluşuymuş pasta kesiyoruz gibisinden bir şeyler deyince...İşte öyle,inşallah yeni yaşım hayır ve mutluluk getirir.Ebru'nun dileği çok hoştu benim için:"İnşallah Öss'de ilk beş tercihinden biri olur" dedi.Amin:)

11 Ekim 2008 Cumartesi

I Can Feel You All Around Me



Hepimiz kendimize çok halkalı bir hayat kurmuş gibi geliyor bazen bana.Bir yerlerde bizden habersiz yaşayan ve zorluklar çeken insanları görmezden geliyor gibiyiz.Zaten onları bilmiyoruz ve tanımıyoruz ama bu beni yine de yaralıyor.Bir şarkı var,içimden geldi ve paylaşmak istedim.Yabancı müzikten pek anladığım söylenemez.Bana yetecek ve bir anlam çıkaracak kadar anlayabiliyorum ama yanlış İngilizce eğitimi ve öğretimi yüzünden sekiz yıldır İngilizce görmeme rağmen bir arpa boyu yol kat edemedim.Her neyse;yabancı grupları veya şarkılarını dinlerken önce vokalin ya da grup elemanlarının hayat hikayelerine bakarım.Bu açıdan Flyleaf en sevdiğim grupların başını çeker.Özellikle vokali Lacey MosleyI can feel you all around me adlı şarkıları ise beni benden alır uzaklara götürür.

***

Uyuşturucu bağımlısı bir kızın ailesinden uzak hayata tutunma mücadelesi ve kendini ispatlama çabası.Sonunda uyuşturucuyu bırakışı ve kendi sözlerini yazıp şarkılar yapması.Hayat mücadelesi diye buna derim ben.Ailesinin desteğini almadan buralara kadar gelen cesaret dolu bir kız.Bunun hikayesini yazmayı düşünüyorum kendimce işte.Zaten daha ilerideki filmimin senaryosu için hikayemi bile tamamlayamadım.Malum önümdeki şu büyük sınav.Yazılılar başlıyor bide…Ama ben kendime söz verdim,asla sınava gireceğim diye test kitaplarına bağlı olarak geçirmeyeceğim zamanımı.

***

Hayatı Lacey gibi her yerimde hissedebiliyorum.Ve seni

Şuan Sisler Evi’ni okuyorum.Filmi de varmış sanırım ama her zaman kitabını okumayı tercih ediyorum.Öneride de bulundum.Biraz mola versem hem benim hem de düşüncelerim açısından iyi olacak galiba.Belki de bir daha Lacey Mosley’in ve Flyleaf’in resimlerine bakarım.Hüzün ve mutluluk bir arada



7 Ekim 2008 Salı

Büyüyorum...



“Kendimin ötesinde bir yerlerde gelişimi bekliyorum”

Octovia Paz


Karmaşık bir dünyanın durağanlaştığını,suların durulmaya başladığını hissediyorum.Minik bedenimden eser kalmazken vücudumda,ayaklarım ve ellerimle birlikte yüreğimin de büyüdüğünü fark ediyorum.Her ne kadar kabullenmek istemesem de bu durumu,ben büyüyorum,altı gün sonra on yedi yaşıma gireceğim.Adımlarımı sağlam atmaya çalışırken,arkamdakilerin adımlarını kollamaya gayret ediyorum.Durgun sularda mavi bir seyahate çıkmış gibiyim.Hislerimden akarken güneş,penceremde koklamayı biliyor sabah serinliğini,martı seslerini.Hayale dalarken ben,gerçekten kopmamaya çalışıyorum.Çok iteledim kimi zaman düşlerimi,gereğinden fazla hırslandım,bir ton yalan attım,bir ton yalan duydum.Şimdi bakıyorum da etrafıma,yalnızca güneş ve ayı görüyorum.Onlar simgesel varlıklar benim için.Güneşle çok sık konuşurum,gece ay ile birlikte kaç tane şarkı bestelemişimdir…Her sabah otobüsle giderken mutlu ağacım var tarlanın birinde.Yok edilmiş otların arasında yaşama mücadelesi veren ve yaşama tutunmaya çalışan yalnız bir ağaç.Geçen sene onu da yapraklarından,dallarından etmeye kalkıştılar,ama asla pes etmedi o,direndi hep.Yolumun üzeri hala konuşuyorum bizim mutlu ağaç ile.Göz kırpmam bile onun uzun süre mutlu olmasına yetiyor.Ben de mutlu oluyorum onunla birlikte.

Umut neşretsin istiyorum yüreğime.Yalnız bir gemiye binerken içindeki insanları fark etmemek gibi,biri diğerinden büyük dilim sucuklu tost yaptığımda,büyüklüğünün farkına varmayıp ikisini birden yemek gibi…Rotam umut olsun bundan sonra.Sen şahit ol buna,”Sisler Evi”...

Güneş hiç batma penceremizden,sürekli bak içimizden içeri,hep gülsün dalgalı,zeytin sarısı yüzün:)