27 Ocak 2020 Pazartesi

Karanlık Armoniler

Bela Tarr'ın Karanlık Armoniler adlı filminin başında bir güneş tutulması sahnesi vardır. Bir taşra barının içindeki adamlar ile canlandırılan sahne, daha filmin en başında sizi kendine çeker. Janos Valuşka'nın anlatımı ile şekillenen bu dokunaklı sahne, hayata dair detaylar barındırır. Varlık ve yokluk arasındaki ince çizgide ilerleyen Valuşka; günün ve geleceğin insanın üzerinde bıraktığı tüm sirayeti ekrana taşır. Bir bölümünü aşağıda paylaşmak istedim: 

"Her şeyin içinde hala yaşam var. Tepeler çökecek mi? Cennet üzerimize mi düşecek? Dünya altımızdan açılacak mı? Bilmiyoruz. Bilmiyoruz, bize hücum eden tam tutulmayı. Ama yersizdir korkmak. Bitmedi. Güneş’in yanan kütlesinde Ay yavaşça süzülüp geçer. Ve Güneş tekrardan, Dünya’ya doğru patlar ve parıltı tekrar ulaşır. Sellere karşı Dünya’yı ısıtarak kurtarır. Derin duygu herkesin içine işler. Karanlığın ağırlığından kaçarlar."

26 Ocak 2020 Pazar

Tatil, Dağ Evi, Sinema ve Sükunet

Epey olmuş yazmayalı, bu süre zarfında biraz tatil yaptım. Okula ara vermemiz ile birlikte Sapanca'da bir dağ evine gittim. Yeşilliklerin arasında, şömine ateşi başında ve kırmızı şarap eşliğinde güzel bir tatil geçirdim. Dinlendim, kendimi dinledim, bol bol film izledim. 

Artık anlatacak çok şey bulamıyorum sanırım, o eski çocuksu, heyecanlı halim yok pek. Bunda büyümenin de etkisi olsa gerek.

Tatilin bir haftası bitti. Benim için sinema tatili gibi oldu. Bela Tarr'ın birkaç filmini izledim ve sinema anlayışını, tarzını çok beğendim. Özellikle Karanlık Armoniler filmi beni etkiledi. Janos Valuşka karakterini kendime çok benzettim. Bu yazıyı yazarken de filmin müziklerini yapan Mihayl Vig'in Valuşka adlı bestesini dinliyorum. 

Var oluşun ve hiçliğin harmanlandığı sanat eserleri çok ilgimi çekiyor. Sürekli bu eserler etrafında dönenip duruyorum. 

Son bir aydır Kadıköy Sinemasına çok sık gidiyorum. Başka Sinema'dan filmler izliyorum. 

Şimdilik tatilim ve günlerim böyle sinema dolu, sessiz sedasız geçiyor. Sükunetim bozulmasın.

11 Ocak 2020 Cumartesi

Bir Konuşma

Çünkü bayım, herkes hayatını bir şeylerin peşinde koşturarak geçiriyor. Görüyorsunuz üstelik, kimsenin vakti yok. Sabahın aydınlığından gecenin karanlığına kadar insan seli ortalık. Her yerdeler, çekirge sürüleri gibi. Yüzlerinde, gün içinde değişen binbir ifade, duygu durumlarını anlamak ise imkansız. Mananın peşi sıra, her türlü iklimde, üstelik diz boyu papatyaların arasında gezinen, o eski plaktan müzikler dinleyen, her bir tebessümünü acı ile devşiren pek kimseler kalmadı. Bir şeyi bitirip başka bir şeye başlıyorlar, sürekli yeninin peşinde. Zamanlarını dolduracak türlü aktiviteler, yalnızlıklarını bastıracak türlü kimseler peşindeler. İçlerine hapsoldukları ekranlardan hayata gerçekmiş gibi bakmaya çalışıyorlar. Buncası böyle yaşamadı oysa, Pavese dertlerinin aynasında can buldu. Bernhard ise sayfalar dolusu kan kustu, bitip tükenmek bilmeyen konuşmalar uzadı günler boyunca. İnsan kime kızdı, neyi dert edindi? 

Edindiğin yük kadar kaybediyorsun, kimi hislere daha aşina. Bu dünya hep kazananları alkışladı, güçlünün yanında saf tuttu. Vazgeçenlere, pes edenlere iğrenerek baktı. Son meczuplar ulusal kongresi ile dalga geçildi, dünyanın her bir yerinden gelip toplanan meczuplar, tutunamayanlar, kaybedenler, gecikenler, bırakanlar, istemeyenler, yapmamayı tercih edenler; Melville'in kutsal metnindeki Katip Bartleby'nin sözcüklerini fısıldadı. Oysa bir mikrofon bile yoktu önlerinde, sahneye doğru yavaşça ilerleyen Bartleby, haykırarak konuştu, "Yapmamayı tercih ediyorum efendiler, yapmamayı tercih ediyoruz. Şu kutsal günün gökyüzüne bakın, yıldızlar ne kadar parlak, bir dirhem çekirdeğin içinden binbir emek çıkarıyoruz, kimimiz aydınlığa küs, kimimiz ışıksız sureti ile hemhal, bakınız baylar, bakınız eşsiz kimseler, dünyamız şimdi hiç olmadığı kadar tehlikede, biz burada yer alan bir grup amansız meczup, insanlığın haline bakıyoruz, üstelik şu kafamızın üzerinde çalan senfoni, bir yarımızı eksik bırakıyor, hüzne koşuyoruz, biliyoruz, maruzatımız diğer insanlardan mütevellit, hakikati bulmaya ant içmişiz, oysa onlar, çok konuşuyorlar, o kadar çok konuşuyorlar ki, gözlerinin önünde delişmen bir heyecan, bitip tükenmek bilmeyen enerjileri ile oradan oraya koşturuyorlar, biz hakikat diyoruz onlar hayal diyorlar, biz boş vermişiz onlar bire iki vermiş, biz kaybetmekten gururlu, onlar kazanmaktan mağrur, soruyorum baylar, işte bugün burada, niçin bunca hırs, niçin bunca mücadele, buna değer mi baylar, biz ki bir hilkat garibesinden hallice, üzerimizde yoksul bir hırka, bir mağara resmine boyanmış hezeyan dolu bir yüz, gurur duyunuz kendinizle baylar, biz meczuplar, biz kaybetmişler, her yerde adım adım ölmeye can atıyoruz, onlarsa ısrarla yaşamaya. Kaybedecek şeyi olmayan insan özgürdür, kaybedecek o kadar çok şeyleri var ki, nesnelere muhtaç, nesnelerine mahkum yaşıyorlar. Şimdi bir özgürlük mücadelesinin içinde, şimdi afaki birkaç sözcüğün bitiminde. Yaşasın diye haykırıyoruz, yaşasın var oluşumuz, yaşasın içimizde barınmayan tutku ve yaşasın meczup yüreklerimiz, her yerde ve ölümün kucağında bile!"