30 Aralık 2011 Cuma


Kırmızı Düşünceler


Üzülüyorum ben,bu ülkede yaşadığım için.Beti benzi atmış bir yüreğin kirlenmesi,içi dışı karpuz kabuğu,nane yeşili bir cahillik bu.Ne desem,ne yakıştırsam zatımın tasvirlerine,elim ayağım dolandı.Bir insan olmak nasıl bu kadar kolay olabilir,nasıl bu kadar kolay hazmedebiliriz ölümü,ölü olmayı.

Hayret makamından kürdi hicazkar bir şarkı söylesim var,ağıt yakasım var dağlara beni de içine alsınlar diye.Koklayasım var yaylaların binbir renk iklimini,kilidi kırasım var insan kardeşim,hep birlikte uzak duralım diyesim var,bizi sevenlerin yanına göçelim,pılımızı pırtımızı toplayalım diyesim var.

Güç bela yaşıyoruz zaten,afaki durumlarda çabuk galeyana geliyoruz belki de bu yüzden şaşırıyoruz,soruyoruz kaptanımıza devamlı puslu kıtalar nerede,neresi oralar ? Güneş doğmaz mı hiç ? Oysa insandık biz,insan olmak istedik biraz daha güneşi görebilme umudu ile.

Üzgünüm ben,çok üzgünüm.
Oysa her şey normal gibiydi,hala Noel Baba vardı,kırmızı donlar vardı sokaklarda bugün,gülen insanlar vardı.Bense düşüncelerdeydim,kırmızı düşüncelerde.
İnsan mıydık biz oysa ?

27 Aralık 2011 Salı

Ot Olmuş Bok Olmuş


Bugün kendi bütçeme göre çok para harcadım örneğin günde yirmi lira harcayınca benim için çok para oluyor diğerlerini bilemem tabii.Ders çalışmaya başlamam lazım ama bir türlü başlayamadım,neyime güveniyorsam.

Eldiven aldım kendime,ben parmakları kapalı eldivenleri pek sevmiyorum.İlginç bir tarzı var,mavi ve yeşil tonlarında örme bir eldiven.Aklıma Murathan Mungan'ın "Edivenler,Hikayeler" kitabı geldi.

Bu aralar hep Ece Temelkuran okudum."İkinci Yarısı" ve "Ne Anlatayım Ben Sana" adlı kitaplarını da bitirdikten sonra tek bir kitabı kaldı okumadığım.Tatile çıkmadan da almak istediğim birkaç kitap var,onları okumaktır planım.

Bir de çeyrek bilet aldık,umarım o talihli kişi benimdir.


Ve daha neler neler,sıradan mıradan şeyler
Ayşe top atmış,Ali örgü örmüş
Kızım bacak bacak üstüne atmış
Yemen'den tazecik kahve gelmiş
Ot olmuş bok olmuş

Hayat bir roman olmuş
Al sana
Ver bana

26 Aralık 2011 Pazartesi

Bum


Sonunda şu Topluma Hizmet Uygulamaları dersinin raporunu tamamlayabildim.Bir dönemde tam on yedi tane söyleşi,konferans vs takip edip konuşmacılardan imza ve telefon aldım.Her ne kadar emekli bir milletvekilinin korumalarının ardından koşturup yarım saat taramadan geçsem de yılmadım.Bunun neresi topluma hizmet olmuş oldu onu da anlamadım,bildiğin kişisel hizmet.Zaten Eğitim Fakültelerinin dört yılı doldurmak için uydurmadığı ders yok.

Saçlarım tekrar uzamaya başladı,ne yapacağım karar veremiyorum.Ve sanırım üç seneden sonra kendime yeni bir gözlük çerçevesi alacağım.Belki devamlı takabilirim bu sayede.

Metabolizmamda bir durağanlık var,uzaklara dalıp dalıp gitme konusunda tescilli bir alık olarak yirmi yaşlarımı sürdürmekteyim şu aralar.Hayır,nasıl bu kadar sakin bir insanım anlamıyorum.Ben de bir gün patlıycam lan,ben ağladım bütün dünya da ağlasın o zaman.Bum.

24 Aralık 2011 Cumartesi

Düşün-ce


İşaret Dili kursuna başladım ben. Sınıfımızda on küsür kişiyiz,azız.Alfabeden başladık ve temel şeyleri öğrendik.Şimdilik güzel gidiyor.

Lakin havalar güzel gitmiyor.İstanbul kadar soğuk,havalar.Ve tabi benim için hiç bitmeyen okumalar.Sanırım tüm paramı kitaplara ve gazetelere veriyorum,halbuki çok param da yok.

Üzerine gitmeye korktuğum konular hakkında okuyorum,hani çekinirsiniz ya böyle hep ertelersiniz zor gelir.Korkarsınız gerçeklerle yüzleşmeye.Sanırım siyaset ve tarih okudukça şekilleniyor.

Gündemin içinde olmak iyi ama bu ülkede düşüncelerimizin bile tutuklu olması ne kadar acı.Acı,bir düşünme halidir.Elbette,biz düşün-ce.
Şimdi,bizden içre hayatlar var gündemimizde.Ben mesela,diyorum ki ; yaşasam niye,yaşamasam niye.Yoksa hayata dönüş mü yapsak bir operasyon eşliğinde.

18 Aralık 2011 Pazar

Duygu Faşizmi


Bir nesne'leşme halidir gidiyor durumum.Dinsel inancımın idaresi altındaki düşüncelerimden,evrenin maddeye taptığı ve olağandışı kuramları bir bir yuttuğu inancına doğru evriliyorum.Mor ve Ötesi Yardım Et adlı şarkılarında " Dünya yalan söylüyor " diyor.Günlerdir bu şarkıyı dinliyorum,sebebi yok.Sadece yalanın ne kadar basit bir şey olduğunu kavramaya sanırım yeni başlıyorum.

İçimizde yatan bir faşizanlık var,bunu inkar etmemiz çocukca olur.Toplumca,iklimleme cihazına sokulmuş gibiyiz.Hani şu bulmacalarda çıkan cinsten.Beş harfli,baş harfi " k ".Ama bilemediniz,doğru yanıt klima değil " katil ".Kendi kendimizin katiliyiz bu ülkede.Üzerimizdeki nem bize fazla gelirken bir anda kış mevsimi ile çarpılmış gibiyiz.Duygu faşizmi var bünyede.

Giderek herkesin normalleştiği hayatımızdan şüphe etmeye başladım artık.Başkalarının hayatının artıkları ile yaşamak,başkalarına mecbur olmak ya da gerçek anlamda sevgi tütünleri tüttürmek arasındaki uçurum beni yoruyor.Aslen uçurumlardan korkmam.Eğer hayatın ikinci yarısına gelmişsek,bu yaşla ölçülmemeli bir nevi.Ruhun erken yaşlanması denmeli bunun adına.Tensel anlamda ikinci yarıya gelmeden ruhu yaşlanan kaç insan sayabiliriz ? Bence,bir tanesi de benim bunlardan.

İnsan kardeşim der ya Ece Temelkuran,ne güzel bir kitaptır " İkinci Yarısı " öyle.Sonra bir denemesinde şöyle yazar ve beni benden alır bu hatun kişi :

"Rakı içilmeyecekse kavunla peynir niye var ? Sigara içilmeyecekse yağmurla çay ? Madem aşık olunmayacak kadınlar ve adamlar niye ? Madem büyük yanlışlar ve acayip maceralar olmayacak niye hayat ?"

Sizin ruhunuz hala yaşlanmadı mı dersiniz ? Hayat mel'un bir kavun.İçi bok rengi,dışı bok rengi.

13 Aralık 2011 Salı

Şimdi Bir Meleğim,Huzurlu ve Sakin


Blog yazarlarına çemkirdiği için Susanna Tamaro okumayı bıraktım.Aslında Jane Austen için de aynı şeyleri söylüyorlar,yani blog yazma konusunda değil de daha çok kadınların,ananelerin kitapları diye.Öyle değil bence,ben okuyorum.Lakin bu aralar insanlık tarihi okumaya karar verdim.Çünkü ikilemde kalıyorum,edebiyatı tarihten daha üstün tutunca alanımda bir eksik hissediyorum kendimi.Tıpkı yeşil zeytini kekiksiz yemek kadar absürd.

Tübitak yayınlarını seviyorum ve İstanbulu'u da.Bu bokumsu şehirde,üçüncü sayfaya düşmüş bir katil olmadan yapılabilecek en güzel şeyler pislik içinde yaşamanın tadını çıkartmak,wuffle yemek ve istediğin her kitabı bulabilmek.

Bir gün sanat yapmak istiyorum.Sanmıyorum,kendimi sanattan satmıyorum,ağırdan da satmıyorum.Kendimi nimet saymıyorum ama ortalıkta bir yerlerde,çöplük kenarlarında bir duvarda ya da eprimiş bir magazin dergisinin arasında,siyah beyaz bir gazetede bir eserim olsun isterdim.Sanat yapan insanların,doyumsuz kültür birikimlerine hayranım doğrusu.

şimdi bir meleğim,
huzurlu ve sakin.

Bu ülkede sohbet etmek istediğim iki kadın var.Biri Melis Danişmend.Benim kadın versiyonum bence.

11 Aralık 2011 Pazar

La La La


Yakın zamanda yirmi yaşına girdim.Aslında ondokuz benim için güzeldi,ben sayılara ve harflere bazı renkler yüklerim.Mesela ondokuz gri ve beyaz tonlarıdır benim için.Fakat yirmi ise kiremit rengi sanki,daha bir kahverengi tonları.

Belki de kendini gündelik hayata kaptırmak en iyisidir,o kadar derli toplu olmak yerine bacaklarımızı açıp yayılmak daha da rahatlatır belki bizleri,bilhassa beni.Dertop olmuş.Düstur edip kişiliğimi bir dağın ortasına atasım var.Biraz da ruhum olmadan yaşasaydım fena olmazdı.

Güzel bir pazar kahvaltısı yaptık birlikte.Beraberce,o demledi ben içtim.Sonra traş oldum.
İstanbul'da yaşamakta traş olmak gibi,hep bir şeyleri yüklenmek ve daha sonra onları kazımak,yok etmek gibi.

Oysa ne güzeldi bugün kitapçıda çalan şarkı.
Daha basit yaşamak için ne yapmalı ki ?
Yoksa bunu düşünmemeye çalışmakla mı başlamalı,belki de sadece Brett Anderson gibi "la la la" demeli yaşarken,tatlıca.

4 Aralık 2011 Pazar

Anima Mundi


"Artık açık seçik anlamıştım ki,mutsuzluğun büyük bölümü yanlış yol seçmekten kaynaklanıyordu.Çok dar, - ya da çok geniş - ayakkabılarla birkaç kilometre yürüdükten sonra dünyaya lanet etmeye başlanır.Benim çözemediğim insanın neden en baştan kendi ayağına uygun ayakkabıları seçemediği sorusuydu."

Susanna Tamaro / Anima Mundi ( Dünyanın Ruhu )

30 Kasım 2011 Çarşamba

Anam Hellas


Hayatın en büyük işvesi,dünyanın ruhunu taşımaktır yüreğinde.Aklına yatan ne varsa yaşamaktır içinden geldiğince,peki içinden gelmiyorsa bu işin içinden kim çıkacaktır senden başka ? Giyindiği roller uyutur insanı,boyansan da güvensen de,gücensen de bir işe yaramaz,yeniden yalnız kalırsın.Bir Rembet kadar içli bakar gözlerin,siyah dalgalı saçların gençliğinin hüznünü yansıtır.


Bir bakarsın ardına,kimse kalmamış etrafta.Yalnızlığı sekseninden sonra yaşayacaksın,eğer yirmisinde yalnızsan senin için yapabileceği başka bir şey yoktur artık hayatın ? O yönetmendir.
Bir daha bakarsın şöyle etrafına bir tek annen vardır ardında,önünde,yanında,her yanında.

yalan sözler,büyük laflar
söyledin bana ilk verdiğin sütle
ama şimdiki yılanlar uyandı
sen eski süslerini takındın
hiç mi gözün yaşar mıyor anam Hellas
evladını köle gibi satarken

( Rembetiko filminden " Mana Mou Ellas " )

28 Kasım 2011 Pazartesi

Hiç


"Bana kalırsa,hep kendi kişiliğimizin aynı,kapalı yolundan gideceksek koşmanın hiçbir anlamı yoktu.Bazı insanlar yaşamak için doğar,bazıları çalışmak için,bazıları da hayatı seyretmek için.Benim küçük ve değersiz bir seyirci rolüm vardı.O rolden çıkmam imkansızdı.O anda benim tek gerçeğim korkunç bir yürek sıkıntısıydı."

Carmen Laforet'in "Hiç" adlı muhteşem romanından aldım bu sözleri.Beni anlattığını düşünüyorum.Ben de hayatı seyretmek için doğanlardanım.

27 Kasım 2011 Pazar


Batarken Güneşim


Yarın yine İstanbul'a dönüş,evdeki rahatım sona eriyor.Kara fatmaların tiz çığlıkları ve altı kişinin ada (oda) koşullarındaki amansız mücadelesine katılmaya,kendimi heder edip pasaklı hayatıma geri dönüyorum.Bunun dışında evde hayatım iyi,kabak tatlısını yastığının yanına koyarak uyuyabilen bir insanım,kestaneli ise.Annem benim.

En sevdiğim yayınevi Metis'tir benim.Çok kaliteli ve çok ender buluyorum yapıtlarını.Hele ki imgesi,çok hoşuma gidiyor.Reklamcılıktan anlamam lakin Turkcell'in son reklamını daha doğrusu şarkısını beğeniyorum.

Şafak Vakti'ni ise sadece seriyi tamamlamak için izledim.Ergenken beğenirdim artık anlamsız geliyor.Merak ettiğim ise Dedemin İnsanları.Göçmenliğin,kalbin arada kalmasının ne demek olduğunu anlayabiliyorum.Hüznün müziği çalınınca kendimi tutamıyorum.Benim için sanatların en güzeli sinemadır diyebilirim.

Opera izledim hayatımda ilk defa.La Traviata.Lakin yorum yapmayacağım,yorum yapabilecek kadar anlamıyorum operadan.Ama diyebilirim ki,bir kırmızı ruj kadar asildi.

Topraklarım nemli bu aralar,kış geldi ve içimin buzları eridi.Ondan başka sebebi yok.

26 Kasım 2011 Cumartesi


Meczup


Tren yolculukları,hayatımın bir ray üzerinde ilerlemesi gibi güven verici.Ama öznesi olmam gerekirken sanki yüklem görevi üstleniyorum hayatımda.Benlik kayması ya da bellek yitimi değil,sadece kendine güven eksikliği bu.Farkında olmak ama değişim için çabalamamak bu bendeki.

Materyal tasarlayıp duruyorum bir dersimiz için." İletişim Bulutları " koydum adını materyalimin.Bulutlarım var benim.İleride bulutları öğreteceğim çocuklara.Onlarla konuşun diyeceğim,doğunun sıcağını ve sılanın gücünü,tiz feryatların en sadesini haykırmaktan korkmayın diyeceğim,yer açın kendinize gökyüzünde.

Birçok tiyatro izliyorum lakin " Arzunun Onda Dokuzu " bir başkaydı.Bunalım hali içimize işlemiş,gasp etmiş durumda bizi.Hayatın ritmine nasıl atabilir insan tüm bunlar yaşanırken kendini ?

Hayır yok,güvenmiyorum ben dünyaya.Bir Bedevi kadının aşkı ne kadar gerçekse,bir o kadar sahte olduğunu düşünüyorum altımızdaki toprakların.Yoksa hiç belaltı vurmadı mı hayat size ?

Güvenemiyorum yaşamaya böyle bir dünyada,benim de tarihimi yok etmelerinden korkuyorum.Ben mi,bense bir meczup,adaşım Can Bonomo diyor ki ;

En ileri durma meczup seni de üzerler
Kimileri var ki meczup derini yüzerler
Kafana da takma meczup yoluna bakarlar
Hiç oralı olma meczup seni de yakarlar


18 Kasım 2011 Cuma


Sığ


Benden habersiz ne çok şey dönüyor sanki etrafımda,dünyanın ekseni etrafında.Bir çizgi gibi hayatım,hep en doğru yere ulaşmaya çalıştığım.Çizgisel hızı gibiyim dünyanın,hayatım hep ekvatorun orta yerinde.

Küçüklüğümden beri her şeyin düzenli bir şekilde işlemesine alışmışım,hayatımdaki en ufak değişikliğe tahammül etmekte zorlanıyorum.Evet popomla koca bir şehir devirip,daha kocaman bir şehire intikal ettim.Cesaretime hayranım.Ama doğruluk mu cesaret mi deseler elbette doğruluk derim.

Bazen sınav anında dönüp arkadaşlarıma bakıyorum,hepsi harıl harıl biraz daha yazma derdinde,bir endişe içinde.Öleceğimizi bile bile bu kadar uğraşmak niye ?

Kendimi tarif etmekte zorlanıyorum bazen.Kuzenimle sabaha karşı odamda yaptığımız sohbetlerin birinde sordum.Sence ben nasıl bir insanım dedim ? Bana derinsin dedi,dünyanın içinden daha derin.

Derin olmak istemiyorum,sığ kalmak istiyorum.Kıyılarda yaşamak istiyorum.

12 Kasım 2011 Cumartesi

Hello Cold World


Bazen nefes alabildiğim için bile hayata şükür ediyorum.Göğüs çukurum çok derin,küçüklüğümden beri ağrır.Geçen gece de ağrımaya başladı ve sabah beşe kadar uyuyamadım.Sabah onda ise yine kalktım çünkü sınavlara çalışmak zorundaydım.Değişik haller bunlar.

Valizimi hazırladım,numarasız kompartmanda üç saat İnsan Hakları ve Demokrasi sınavı için notlarımı aklımdan geçirirken,ayakta durmaktan dolayı ayaklarımın ağrısını es geçip Amelie Poulain gibi acaba şu an dünyada kaç kişi orgazm çığlıkları atıyordur diye düşüneceğim.

Dedemin İnsanları'nı bekliyorum merakla,Gelecek Uzun Sürer'e ise gidemeyeceğim zira sınavlarım var.

Aslında evde rahatım,keşke hiç gitmesem.

Son olarak ise tüm olumsuzlukları lokum gibi yutabileceğim tek sevinçli hadise Paramore'un yakında çıkacak olan dördüncü stüdyo albümüdür." Hello Cold World " ise yeni şarkılarından.

Diyorlar ki ;


Don't need my eyes open
Oh I,I just want to feel something

11 Kasım 2011 Cuma

Balık


Pazar günü dönüyorum İstanbul'a.Tat
ilde de hep evdeydim,ders çalışmak için bir yere çıkmadım.Onun dışında evde balık yiyebilmek keyif verici,okula gidince en çok balık yemeyi özlüyorum.

In Treatment'ı kaldığım yerden izlemeye başladım.Birinci sınıfta Sosyal Psikoloji almıştım,hocamız Michael A.Hogg ve Graham M.Vaughan'ın kitabını okutmuştu bize ki ilk sene aldığım en güzel dersti.Kitabımı hala saklarım ve açar okurum.İnsanın kendi kimliğini,hissettiklerini akıl yolu ile değil de sayfalar dolusu bir kitaptan keşfetmesi de bir o kadar ilginç.

Sanırım hayatım boyunca konuşabileceğim bir psikoterapistimin olmasını isterdim.
Balık yemek kadar güzel olabilirdi.

9 Kasım 2011 Çarşamba

Sorma

Sorma,uzun yıllar geçti üzerinden.Nöbetteydim sanki bir dehlizin içinde.Karanlığın kuşatması altında dertlerimi sineme çekmiştim.Günbatımına dokunmuştum ellerimle,dilimde iki çift kelamın gönlümü avutmaktaydım.Uzak diyarların sessizlik bellediği ahlakımdan,çılgınlığa vakit kalmadı hayatım boyunca.Çok zor güldüm,tebessüm eyledim çok az kimseye sen gittiğinden beri.Ne kadar zor dedim dünya,hayat.Enkaz altında kalmak de
mekti benim için yaşam,terk edilmişlik korkusuyla başımın dumanına sarılmak biraz daha içime kapanmak demekti.

Sorma,tek başıma tutundum hayata,güç bela ilerledim yollarında ahi evrenin.Sırtımı dönesim geldi,dedim ki en iyisi kendi köşeme çekilmek.Ya diğerleri de senin gibi giderlerse ne yapardım,çok zordu benim için tekrar uzaklara dalmak.Hayat,yanık bir kağıda resmini çizmek,kelamlarını lütuf eyleyip hayalini tasvir etmekti.Bu günün mutluluğunu yarına nasıl devşirseydim ya ? Pençik pençik olurdu sevdan içimde.

Sorma,yaralanmadım sanıyorsan yanılıyorsun.Güneşin mutluluğuna gözlerimi kısarken yandığımı bilemedin.Bozkırın soğuğunda bir başıma kaldım.Gafletinden aman dedim dünya kahrının,onca çileyi nasıl çekeyim bir başıma dedim,bülbülüm çilemedi,tohumun kurudu gitti.

Sorma
Hayat o kadar zormuş ki buralarda,hep bir alıp başını gitme isteği bendeki.
Sezen Aksu diyor ya bir şarkısında ;

Sorma ne haldeyim
Sorma kederdeyim
Sorma yangınlardayım zaman zaman

Sen de sorma emi hayat,beni bozkırına kapat
Bu kadar kötü hale getirdiğin için insanlığı
Utanıyorum senden
Sorma beni hayat,beni bozkırına kapat.

( Fotoğraf Özcan Alper'in güzel filmi " Sonbahar'dan " )

3 Kasım 2011 Perşembe


Sevda Dediğin

Soğuk gecelerde tren garlarında uzun bekleyişler,eve geri dönüşler.Sizi uğurlayan bir sevdiğinizin olması hayatınızda.Diğer insanlardan farklı davranan,kızıp söylendiğinizde susan ve beş dakika sonra tekrardan size sokulan.Yürürken kolunuza giren,yemek yerken karşınızda oturan,sevdiğiniz bir diziyi izlerken birlikte yorganın altına girdiğiniz,size sıcaklık veren birisi.

Bir yıldan fazladır bana gülüyorsun ya,her seferinde susuyor ve " ama seviyorum ne yapayım işte " diyorsun ya.Bir hafta bile zor geliyor bana,bakışlarından uzak kalmaya.

Uzun zamandır gülüyorum ya,senin sayende.

Hayat
Yalnızca sen olduğun için dört mevsim.

28 Ekim 2011 Cuma


Ömür Dediğin

Sözüm ona şu saniye gark edesim var dünyayı.Çıplak bir gecenin ertesinde,ayazda kalmış bir baharın hemen gündönümünde,geriye bakmayı zorlaştıran,yutkunamadıklarımı dilimin altında sakladığım bir sabah uyandığım bir kabustu hayat.

İki yıl önce gitmiştim Hakkari'ye.Gönüllü çalışmalarımızı tamamladıktan sonra Ferit Melen'den dönüşün hemen bir iki saat öncesinde bir zaman diliminde.İşte o sıralar tanıştım Van ile.Kahvaltısı meşhurmuş dediler,kahvaltı edelim dedik.Otlu peynirinden yedik,mekanın sahibi ile sohbetler ettik,gönüllüyüz biz dedik.Hayata gönüllüyüz,uzak yaşamlara da uzanır elimiz erdiğince gönlümüz dedik,dergah eyledik sofralarında.

Van benim için bir film misali idi," Hayat Öğretmen " demekti,güneşi başına tac eden bir kentin içine sokulmak demekti.Çok kısa sürdü arkadaşlığımız,kardeşliğimiz Van ile.Yurdun her bir diyarını sineme çektikten sonra,heybemin içine biraz daha hayat koyup yoluma devam etme vaktiydi.

İnsan olmak içi neden bu kadar acıtır,gönüle nasıl bir yara açar bilemedim ben.Üstü kapalı konuşmakla nasıl anlatırım derdimi,nasıl anlaşılırım diye düşünmeyen bir insanım ben.İnsan kelimesinin altında ihsan yattığına inanan,gönül kelimesinin altında ise ömür yattığını bilen bir insanım ben.Gönlümüzü koyduğumuz hayatların ömrümüzü uzattığını düşünürüm ben.

Bir şehir ile vedalaşmak,bir şehre merhaba demek kadar kolay değil elbet.Tıpkı bir sevgiliye merhaba demenin kolay olduğu,hoşçakal demenin zor olduğu gibi.Şimdi insanlık ve iyilik diliyorum ben tekrar,diyorum ki ;

Bir zamanlar " Anadolu " vardı,
İnsanlar ne hoş yaşardı,
Şimdi sadece anılar kaldı
Doldu gönlümüzdeki sevdalar
Çok gelir oldu kendimiziden gayrısını düşünmek
Ömür dediğin nedir ki
Bir dünyaya merhaba,bir de hoşçakal demek.

25 Ekim 2011 Salı

Kahve Falları


Kahve fallarına inanırım,kuzenim de güzel kahve yapar ve iyi fal bakar.İstanbul'a gelmişken diyorum bir falcı bulayım,yirmi liradan aşağı değil onu da biliyorum ama bunun için fon ayırmış bulunmaktayım.
Yakın bir arkadaşım zamanında fal baktırmıştı sıkı bir kadına ve falda bana dair şeyler anlatmış.İleride çok mutlu olacağımı söylemiş,bende bir de burada baktırmak istiyorum ki mutlu olacak mıyım ileride teyit ettirmek istiyorum.Bu sayede bir süre hayat hakkında iyi düşünüp,mutlu olabileceğimi tasavvur ediyorum.
Bu akşam da o arkadaşım hatta dostum olur kendisi ( ki hayatta çok az insana dost derim ben ) arkadaşına benim niyetime fal baktıracak,meraktayım.

Aslında hayattan beklediğim mutluluğu kahve fallarında bulabileceğimi sanacak kadar,telve kıvamındayım.

20 Ekim 2011 Perşembe


Hayat Bir Ney Misali Üfleyen " Can " Üflenen Canan


Yaşamın renkleri nerede ?

Bir bahçe dolusu çiçeği soluyabilmek için damaklarıma kadar,biraz daha hayat canlısı bir insan olabilsem neler değişirdi hayatımda ?
Eskiden yani lise yıllarıma kadar çok daha mutlu olduğumu söyler annem,ne gördümde birkaç sene içinde hayatta,kendi içime sokulmaya başladım.Sadece kendimle konuşmaya başladım.Kendimle öyle sık konuşuyorum ki,günler süren baş ağrıları çekiyorum.Her zaman yalnızmışım gibi hissetmeme ne sebep oldu ? Büyüdükçe bunlar olağan şeyler midir hiç birinden emin değilim.Sanki biri beni zorluyor böyle yaşamalısın diye,bir kez daha dünyaya gelmek istesem bu türlü bir hayatı seçmezdim kendime.

Sabahları kalktığımda düşüncelerim de benimle birlikte uyanıyor.İçimden bir şarkı ile günümü geçirmeye çalışıyorum.Evet,toplum içine karışmak için bir çaba harcamıyorum ama kimseye anlatamadığım bir şeyler korkutuyor beni hayattan.

İnsan mutluluğunu kendi mi yaratır,yoksa yaşam koşulları insanı tümden mutsuz edebilir mi ? Bu iki sorunun ikinci kısmı beni oldukça mutsuz ediyor.
Bi köşeye çekilip hüzünlenmekten gerçekten çok sıkıldım.

Bir arkadaşım sen güçlüsün demişti,güçlü olmak istemiyorum.Ben de biraz omzumu dayamak istiyorum birilerine.

Bir şey değişti mi sence buralarda ? Sanırım,hayır.

17 Ekim 2011 Pazartesi


Yurt

Yurdun en sevdiğim yeri sadece etüd odası.Çünkü odadaki beş kişiden kaçıp orada tek başıma saatlerce kitap okuyup ders çalışabiliyorum.Çok çalışkan biri olmamdan mütevellit değil bu durum,odadaki diğer beş kişiden kaçmam.Biriyle de anlaşabilsem kafamı kırardım zaten.

Kyk'lar,resmen ömrümü yediniz.

8 Ekim 2011 Cumartesi

Değiştiremeyeceğin Şeyler İçin Ağlama


Düstur edip hayatımı,suskun bir şehirde nice yaşlara devam etmek istesem de,içine girdiğimiz kalabalığın peşinden koşturmak en güzeli belki de.Kendimizi avutmak adına,kırdığımız şişelerin dibine daha yakından bakmak adına.Boş yere yaptığım ne çok şey var hayatta.

Hayrına meyletmez kimse,kendimize düşman kendimize yenik olma durumunu nasıl aşmalı,bilmem.Gidip gayr-ı ihtiyari bir yaşam mı edinsem kendime ya da eski bir sergiden yitip giden bir hayatı seçip kendime örnek mi çıkarsam,bizim sehpanın üzerindeki dantel örneği gibi,bir ilmek daha mı atmak demek hayat üzerine.

Chris Abanı'nin Graceland isimli kitabını okuyorum,bir yerde diyor ki

" Değiştiremeyeceğin şeyler için ağlama "

Peki ağladığımız şeyler değiştiremeyeceğimiz şeyler mi ? Bu sorunun cevabı ne yazık ki evet.
Boşuna mı ağladım bunca sene ?

Boş yere.

3 Ekim 2011 Pazartesi

Kandilli ve Yedi Numara

Sonunda ziyaretimi gerçekleştirdim.Bunun için öylesine umut doluydum ki küçüklüğümden beri,bir gün İstanbul'a gelip o evi ziyaret edecektim.Geçtiğimiz Cuma günü Kandilli'ye gittik.Kandilli İskelesinden yukarıya doğru emin adımlarla çıkarken,bir yandan da o şirin sessizliği,yeşilin ve denizin verdiği inanılmaz dinginliği bedenimde hissetmekten dolayı müthiş bir keyif duyuyordum.Aynı zamanda yağmurlu günlerde gezmek gibisi yoktur.

Yokuştan çıkarken,sağa sola bakınırken karşıma çıkıverdi aniden.Bina satılıkmış.Giriş katındaki kırık camdan "koçların" kaldıkları yeşil badanalı oda rahatlıkla görülmekte.Meryem'in onlara köfte yoğurup getirdiği sonra da mangal yapıp yedikleri ve mutfaktan bir kapı ile açılan bahçeye ise hemen sol yandan ulaşabiliyorsunuz.Bahçeden bakınca Cansu ile Ayten'in odası
görülüyor,pembe badanalı,perdeler ise yerli yerinde.

Evin içini gezmeyi de öyle çok isterdim ki.Lakin o eve dokunmak ailem olarak kabul ettiğim dizi oyuncularının ahşaba sinmiş kokularını duyumsamak bile yetti bana.Evin önünde oturup kahvaltı yaptık.Vahit Emminin bakkal dükkanının içine iyice seyirttik.İmkanım olsa bu güzel evi satın almak isterdim.Her gün dizi oyuncularının hayali ile o evde uyanmak,bana ömür boyu mutluluk verebilirdi.


Zeliha Yenge bana kışın yünden bir yelek örer,Vahit Emmi ise beni korur,gözetirdi.Cansu ile ev halkına şakalar yapar,Rüya ile çok sevdiğim eski Türk filmlerini izlerdim.Armağan ile hayata dair güzel sohbetler eder,Ayten ile bol bol alışverişe giderdim.Kim bilir belki de Adviye Hulusi ile bile tanışabilirdim.

Gitmek isteyenler için tam adresi de verebilirim.Kandilli iskelesinden yukarıya uzanan yokuştan hiç sapmadan çıktığınızda ev karşınızda,Derman Sokak'ta.

Uzun süredir böyle mutlu olmamıştım,teşekkürler güzel Kandilli,teşekkürler Yedi Numara.

27 Eylül 2011 Salı

Oysa Hayat,Bir Gecede Binbir Bilmece


Bir dilek tutsam,kendim için hiçbir şey istemezdim.Bir başkasının hatrına muhtaç,sohbeti baldan,gönlü tabiatın en yeşiline layık insanlar için dilerdim.Hayatta kaybedeceğimiz ya da kazanabileceğimiz hiçbir şey yok bence.Hayat,hoyrat bir dağın tepesinden filizlenip,dağın eteklerine güneşin izinde kendini bırakan bir pınar gibi gelip geçiyor.Hem de gözlerimiz kapalı iken.Bu kadar dinginse ve gerçekten beyaz yerine renksiz bir şeyse hayat,ben böyle yaşamak istiyorum.


Okul vaktine kadar,Üsküdar sahilinin hemen yanındaki bir kütüphanede kitap okuyorum ve saatlerce kendimi dinliyorum orada.Bugün de oraya gidicem ve uzak diyarlardaki bir arkadaşıma mektup yazıcam.Belki de buraların kalabalığından kaçmanın en güzel yolu,bir kütüphaneye saklanıp kendi başıma Jane Austen okumak.Ve yazmak elbette.

İstanbul'a geldiğimden beri görmek istediğim bir yer var.Yedi Numara'nın çekildiği tarihi ev elbette.Sanırım Kandilli'de imiş.Can atıyorum orayı görmek için.Geçen gün uzun bir mail attım Engin Alkan'a.Acaba cevap verir mi ümidiyle merakta kalsam da hemen ertesi gün cevap attı bana ve bir kez daha saygı duydum kendisine.Çok mutlu etti beni.

Oysa hayat içinde yürümeyi bilene.
Oysa hayat,bir gecede binbir bilmece.

21 Eylül 2011 Çarşamba


Yeditepe'de Hayat


Yeditepe İstanbul'da yeni hayatıma başladım.Henüz tam bir başlangıç sayılmasa da artık buradayım.Ve Haydarpaşa garını her gördüğümde,eve gitme özlemim artıyor,duygulanıyorum.Bundan sonra daha ne kadar uzun yaşarım bilmiyorum ama mutlu olmak için sebepler bulmaya çalışsam yerinde bir davranış olacak benim için.Ya da mutlu olmak için bahaneler üretsem de güzel olabilir.


Okulda kimseyi tanımadığımdan ötürü canım çok sıkılıyor,iki gün gittim ders kayıt işlemlerini hallettim ve geri döndüm.Ders işlenmediği için yeni sınıfımdaki insanları tanıyamadım henüz.

Bir de ben kalabalık şehirlere hiç alışkınım değilim.Hep bahçeli evlerde ve sakin,küçük yerlerde büyüdüm.İnsan bir anda böyle kocaman bir dünyaya açılınca kendini kötü hissediyor.

Tek dilediğim bu alışma evresini çabuk atlatayım ve hemen kış gelsin.Paltonun altına gizlenmek ve kışın kendimi dinlemek hep hoşuma giderdi.Bakalım İstanbul beni dinleyecek mi ?

14 Eylül 2011 Çarşamba

İnsan'lık Halleri


Bir Yeditepe hikayesidir bizimkisi,etrafı dağlarla çevirili ve gücü bedeninden akan.Zorlu zamanların en hain atışlarıyla hayatın kurşunlarını yemiş,gam yüklenmiş bir belin fıtığıdır yaşamamızdan arta kalan.Ne mümkündür ki insanların zorluk içindeyken kendilerini mutlu hissetmesi.Çerçeveye sürülen bir yağlı boya kadar akıcıdır hayat,ömrü kısadır etrafa damlatırsınız boyarken ve o lekeler çıkmaz bir daha.

Dedemle ananemi özlerim hep.Hiç tanımadığı insanları özlemek ayrı bir kederdir,bir gün öleceğini bile bile yaşama yürümek gibi.Arka mahallelerin birinde pek çok hayat yaşar insanlar.Kuytu sokakların fakir insanları.Benim insanlarım,günlük yaşamın gailesine düşmüş üzüntüsünü şalvarına gizleyen teyzeler,paçasına kadar akan kumaş pantolonu ve afilli gömleği ile elinde tütün tüttürüp dolaşan amcalar,abiler.

Oysa biz eskiden yoksulduk,birbirimizin derdini dinlerdik hoş tutardık sevdiklerimizin kalbini.Biz eskiden iyinin yanındaydık,sırtımıza çuval yükler hamallık yapar,gücü yetmezlerin derdine koşar sonra yüzümüzdeki gülümseyişi hiç yalnız bırakmazdık.
İslendik zamanla,sabaha kadar yağmurlarla yıkandık ve küflendik.

Facebook kullanıyorum,bakıyorum insanların fotoğraflarına gezdikleri yerlere,giydikleri kıyafetlere ve kullandıkları kaliteli eşyalara.Bu kadar mutlu musunuz gerçekten,bu kadar mı çabuk eskidi eski sizin için ? Kalbiniz kırık,kaleminiz bitik mührünüzü artık açan yok.Tek yol ise,hafiften bir gülümseyişin ardında insanlara gösteriş yapmak.


Oysa arka mahallelerde yaşayan insanlar kibirlerini azad etmişler,mutlulukla uçmaktalar.Ben de bir arka mahalle çocuğuyum ve bizim buralardakiler gibi benim de kanatlarım var,her gece semaya uçuyorum.


11 Eylül 2011 Pazar

Üzerimde Beyaz Pike İle Bu Yaz Bembeyaz

Sabahın bilmem kaçı,horozlar ötüyor.Bunlar beni yaşama bağlayan şeyler.Geceyi evimde geçirebildiğim için bile şanslı hissediyorum.

Sanki dünyada bir müzik varmış,onun peşinden koşup dünyayı dolaşıyormuşum gibi hissediyorum bazen.Ölüme içki karıştırmak,sarhoşken oryantal yapmak gibi bir şey bu.

Aslında kalabalık içinde yalnız hisseden insanlar,onların hikayelerini anlatmak isterdim.

Gözü yaş dolu iken,kalbinin düğümlerini ayakkabılarına bağlayıp gezen,dağınık ama güzel birinin hikayesini anlatmak isterdim.Dünyaya değil kendi dünyama.

Şimdi sen bana bir içki söylesen ben içmesem mesela.Ölünün üzerine bir şişe sütü boşaltsak,kahverengi ve beyazın uyumuna dalsak.Uyanmasak.

Bir de bu yaz ilk defa pike kullandım.Üzerimde beyaz pike ile bu yaz bembeyaz.

9 Eylül 2011 Cuma

Öncelikle,Yaşamın Tadı


Kendimi sarhoş gibi hissediyorum.Akşama kadar uyuyor sabaha kadar film izliyorum.Bir yanım keşke hep evde kalsam diyor ama elbette ergenlik çağından kalma bunalımlara girmeyip aynı zamanda olgun bir insan gibi davranıp eğitim hayatına devam etmek lazım gelmekte ve bununla birlikte keşke şu sağ yanağımda çıkan azgın sivilceler kaybolsalar acilen.

Bayramda akrabamızın düğünü vardı,benim lisedeki okul müdürüm aynı zamanda çok yakın bir akrabamızdı.Kendisini uzun süredir görmemiştim ve merhaba deyip bayramını kutlayayım dedim.Bana espri yaptı."Hala ergenlikten çıkamamışsın galiba,ne o öyle yanağındaki sivilceler" diye.Ben ki ergenlikte hiç sivilce dökmemiş bir insanım,neticede insanlar espritüel.

Sabahın beşinde damla sakızlı tavukgöğsü yedim,ardından da mercimek çorbası içtim bir bardak dolusu.Ben her zaman tatlıyı ana yemekten önce yerim.

Sanırım disiplinli hayatımda yaptığım en büyük kaçamaklardan biri tatlıyı önce yemek.Halbuki ne saçma gelirdi bana,annelerimizle gittiğimiz kadınlar gününde,tabağa konulan keki en son yiyen çocuklar.

Bir de bir haftadır aynı tişörtü giyiyorum.

5 Eylül 2011 Pazartesi

Gerçek

Tatlı ve acı,hayatın en kısa anlamı.Sonuna nokta konulmamış hali,bol keseden ünlem işaretli.Meksika sosu gibi,mide bozucu türden.Yazmayalı beri başımdan bir düğün ve sekiz tane Pedro Almodovar filmi geçti.Evet zekasına hayran olduğum sayın Almodovar'ın sekiz filmini ardı ardına izleme cesaretinde bulundum ve Meksika sosu gibi hissediyorum kendimi şuan.İspanyol şarabı,cinsinden.Mümkün değil anlatamam,miadımın dolması lazım.Yaş alınca falan tekar etmeliyim zihnimdeki Pedro arşivini.Sadece şunu diyebilirim ki hep demişimdir.


Gerçek yaşam sokaklarda,sizin üstten bakan burunlarınızın,giydiğiniz pahalı kazakların altında.Tıpkı sakladığınız çirkin memeleriniz gibi.

Sinema da bu değil midir ? İçinize dokunmalıdır,baharatlı sıcak bir şarap tadında,burnunuza kokusunu bıraktıktan sonra içinizi titretip midenizi ekşittikten de öte rengarenk ve sımsıcak bir tuvalet macerası bırakmak anınızın en orta yerinde,terbiyesizce.

Gerçekten yaşamak mı istiyorsun ? O zaman acı çekmelisin.Esmer,ateşli bi delikanlının eşsiz flamenko gösterisinde topuğunu sahnenin en tozlu yerine ve en dibine vurması gibi.

"Umarım çıkış neşelidir ve umarım bir daha geri dönmem."

Frida

4 Eylül 2011 Pazar


Farzedin ki,bir dostunuz size şöyle diyor : "Solcular (ya da sağcılar) toplumsal sorunlarımızın temel nedenidir."Siz hemen kendi görüşünüzü (hangisiyse) savunmak yerine,bu görüşten öğrenebileceğiniz yeni bir şey var mı diye bakın.Arkadaşınıza "Neden böyle düşündüğünü söyler misin ?" diye sorun.Ama bunu hemen ardından kendi iddianızı ispatlayacakmış gibi değil,gerçekten de farklı bir görüşü öğrenmek için sorun.Arkadaşınızı düzeltmeye ve onun nerede yanlış düşündüğünü kanıtlamaya kalkışmayın.Bırakın o haklı çıkmanın tadını yaşasın.Siz önce iyi bir dinleyici olmaya çalışın.

Hiç esneklik göstermediğiniz bir iddiayı devamlı kanıtlamak insanı çok yorar.Oysa,haklı olmayı başkasına bırakmak hiç bir çaba gerektirmez.Hatta size doğrudan enerji verir.

Dr.Richard Carlson

28 Ağustos 2011 Pazar

Kendimi Bulmaya Başlamak Adına


Bahçemizden yazıyorum bu sefer,boyumu aşan sarı ve kırmızı renkli mısır çiçeklerinin arasından bi yerlerden.Adet edindim kendime,gündüzleri birkaç film seçiyorum ve saat on iki gibi yiyecek bi şeyler alıyorum ve bahçeye çıkıyorum,bazen sesli izliyorum bazen de kulaklıklarımı takıyorum dışarıya gürültü vermemek adına.

Kişisel gelişim kitapları şu hayatta en nefret ettiğim kitap türleri arasında yer alırdı şimdiye kadar.Aslında Sosyal Psikoloji gördükten sonra bu istemli huyumdan vazgeçmeye başladım diyebilirim,son bir ki haftadır kişisel gelişim kitapları okuyorum.Bunu da şuna bağlıyorum,büyüyorum ve bazen üstesinden gelemeyeceğim problemlerle karşılaşıyorum.

Okuduğum ve aşmak istediğim konu sanırım hayatımda sürekli olarak karşılaştırmalar yapmak ve sosyal medya araçlarını ' gereksiz ve fazla ' kullanmak.Ben bi bireyim ve diğerlerinden farklı olmalıyım,yani nasıl hissediyorsam öyle olmalıyım.Sürekli olarak diğer insanların uğraşlarının ya da yaşantılarının içine girip kıyaslama yapmak ve her seferinde kendimi haksız çıkarıp mutsuzluğa giden en ücra yolu seçmek sanırım bana umutsuzluktan başka bi şey getirmiyor.

Artık sanmayacağım.Çünkü yazılarımda bile ne kadar çok kullanıyorum " sanırım " lafını.En iyisi ve en boylusu enine boyuna kendim olmak.Sanmak - kendi içimde yaptığım bi çıkarıma göre - kendine güvensizliği getiriyor beraberinde.Sanmak ve güven kelimeleri bence bi ilişkiye başlasalar geçinemez hemen ayrılırlardı.Her neyse,diyor ki yazar " Savaşlarınızı iyi seçin " ya da buna benzer bi şeydi.
Birine " Seni Anlıyorum " Demek Uydurduğunuz En Büyük Yalanlardan Biridir,Çünkü Anlayamazsınız

" Gerçek kayıp nedir,bilmiyorsun.
Çünkü hiçbir şeyi kendinden daha fazla sevmedin
Yetimsin değil mi ?
Sırf Oliver Twist'i okudum diye hayatının ilk dönemlerinde neler hissettiğini anlayabilir miyim ?
Bu seni anlatır mı ? "

Good Will Hunting / 1997

25 Ağustos 2011 Perşembe

Öyle Günler Var Ki Baştan Sonu Gelmiş,Böyle İstenmiş Sen Yaşamalısın

Kütahya / Yoncalı'da yemyeşil bir park alanı vardı,upuzun bir yürüyüş yolu,her yerde hayratlar,kafamı yıkadım hepsinde.Tıpkı çocukluğumda olduğu gibi,her tarafım sırılsıklam ama serin.Ardından iki saat kadar yürüdüm güneşte,Oya Bora çiftinden " Sevmek Zamanını " dinleyerek.Ama böyle doğal bir ortama sokmadım elbette elektronik aletleri.Zihnimde söyledim şarkıyı.

Bir bank vardı,üzerimde ise kocaman bi ağaç.Banka boylu boyunca uzandım ve dallarının arasından sızan güneşi izledim.Kollarımı açtım ve sanırım hafifçe de gülümsedim.O sırada istem dışı ağzımdan bi cümle çıktı.

" İyki yaşıyorum "


Krishnamurti'nin kitabında bahsettiği gibi,doğanın güzelliklerini keşfetmek sanırım insanın kendini keşfetmesine yardımcı oluyor.Mutluluğu uzakta aramak yersiz demek ki.

Yaşayabilmek

Tren yolculuğunda karşılaştığımız on altı yaşındaki kız,sanki konuşmaya ihtiyacı vardı.Biz sustuk o anlattı.Annesi babası sekiz yaşında iken ayrılmışlar,babası reddetmiş kızını.Annesi ikinciye evlenmiş.On altı yaşında ve altı ay depresyon tedavisi görmüş.Mutlu olmaya çalışsa,ne kadar mutlu olabilir ? On altı.Acılar için çok erken değil midir ?

Ben gerçekten bazen yaşamaktan utanıyorum,çok kolay değil hayatlarımız.Belki hiç birimizin.Ama neden bazılarının daha zor ? Allah sevdiği kuluna acı çektirirmiş derler,çektirmesin lütfen.

İnsan hayata ne için tutunur ? Bilmiyorum.Hayattan fazlasını istememeye karar verdim.Elde ettiklerimle mutlu olmaya.Üzdüm annemi,kızdım kendime.

Tek dileğim,mutluluk herkes için olsun.

23 Ağustos 2011 Salı

Marmara

Gittim geldim,saatler süren yolculuklar,benim telaşlı kişiliğim,olacak mı olmayacak mı derken ve ne yaptığımı bildiğimin pekte farkında olduğumu düşünmeden sonunda Marmara Üniversitesi'ne yatay geçiş yaptım.Yurt işlemlerimi de hallettim.Altunizade diye bi yurt var,Anadolu Yakasındaki tek erkek devlet öğrenci yurdu imiş.Hemen giriş katına verdiler beni.İyi midir bilmem.

Hem bedenen hem de beynen,beynelmilel yoruldum.

Yeni arkadaşlıklar,yeni insanlar,gelecek planları,ne olacağım nasıl yapacağım bunun gibi absürt ve aynı zamandan gerekli soruların cevaplarını sanırım okul başladığında sene içerisinde değerlendireceğim sakin bir zihinle.

Lakin bizde yolculuklar bitmiyor,bu akşam itibari ile Eskişehir ardından yarın Kütahya yolcusuyuz.Annemin hastane işlemleri için gidiyoruz.

Aydilge'nin yeni şarkısı,dinlemek lazım gelir : " Akıllı Bir Deli ." Tıpkı Aydilge gibi.Klibi de pek bi hoş hani.

16 Ağustos 2011 Salı


Into The Wild


Tracy'ye : " Ve sakın unutma,hayatta bi şey istersen,elini uzat ve yakala."

" Çok fazla şey yaşadım,galiba artık mutluluk için neyin gerekli olduğunu buldum.Şehirden ve gözlerden uzak sessiz bi yer.İyilik yapabilecek insanlara faydalı bi şeyler yapabilme ihtimali ve kendisine iyilik yapılmaya alışmamış insanlar.

Kişinin birilerine bi fayda sağlayabileceği umudu.

Sonra dinlenme,doğa,kitaplar,müzik,komşuna duyduğun sevgi.

Bunlar benim için mutluluk demek."

Sense & Sensibility


Jane Austen klasiği ve yine bir BBC uyarlaması daha.Araştırdığıma göre İngiliz aksanı ile İngilizce öğrenmek isteyenler için bire bir olduğunu söylüyorlar BCC'nin mini dizilerinin.Ben dil açısından bakmıyorumda atmosfer olarak derinden etkiliyor beni.Dizinin çekildiği mekanlar,sıkmayan senaryosu;kendimi bir kış günü,dışarıda kar yağarken şöminenin başına elinde sıcak çay ile uzanmış bir şövalye olarak görüyorum.Şövalyelerin zamanında çay var mıydı bilmiyorum.

Emma ve Jane Eyre'den daha çok etkiledi beni bu dizi.Jane Eyre'in duygusal yoğunluğu fazla olduğu için biraz daha cansız ilerlediğini söyleyebilirim.Ama bu dizi için aynı şeyi söyleyemem.

Dizi boyunca hep,o küçük evin bulunduğu ıssız kıyıda yaşasam ne çok mutlu olurdum diye geçirdim içimden.

Sırada ise altı bölümlük olan " Pride & Prejudice " var.

14 Ağustos 2011 Pazar

Bir Bakarsın Ben De Uçmuşum


Uçmak ne güzel şey,kanatlarının altına almak tüm dünyayı.Bazen ben de düşünüyorum,uçmanın nasıl bi duygu olduğunu merak ediyorum.Üzerime çöken dünyayı birde havadan görmek,kanatlarımın altına alıp dünyanın benden çaldıklarını birer birer tespit etmek istiyorum.

Mavidir çünkü duygular,gökyüzü gibi çok derindedir uçsuz bucaksız.Kıt kanaat yaşayan insanlarız,ne alsak,ne istesek,ne yapsak çoktur ya bize bu düzende.Sahip çıkanımız yok,paramız yok,üç kuruşun hesabını yapmaca her ay başına denk gelen sürede.

Fakir bi mahallenin çatısına konsam kuş olup,seyre dalsam sefaleti.Tıpkı içinde yaşadığımız gibi.
Umut fakirin ekmeği deyip yine sürsek düşlerimizi,kurumuş ekmek misali kalplerimizin üstüne.

İnsanın çok yakını bile acımazken haline,hangi alemden bi insan gelecekte deva olacak derdine.Böyle insanların daha fazla inanması öte aleme,imana,dine.Gerçekten garip kılar mı onları bu alemdeki düzene ?

Demek istediğim zenginin kaygısı yok,nasıl namus fakirin düşündüğü en temel şey ise iman da fakirin düşündüğü en temel şeydir.Parası olmayan insan imanı ve inancı ile yaşar,onda hayat bulur.Daha güzel bi hayatı bu dünyada elde etmesi pek mümkün değildir,cenneti düşler.Çok doğaldır,takdir edilesidir bu.

Bir bakarsın kuş olmuşum genç yaşımda,ben de uçmuşum.Hem de maviye,masmaviye.

Evren

Bugün kuzenimi yolcu ettim.Eniştemlerin buradaki evlerinin lağımında mı ne bi sorun varmış sanırım,hem onu yapmaya hem de kuzenimi götürmeye gelmiş.Kuzenim tüm kuantum kitaplarını bende bıraktı,belki ben de okurum belli olmaz.Ama "Kuantum Olumlama" diye bir kitap var onu çok merak ediyorum.Özetle,aslında tüm dertlerimizi,sorunlarımızı ve hastalıklarımızı evrene kötü enerji göndererek ve sürekli bi şeyleri olumsuzlaştırarak kendimize çektiğimizi söylüyorlar.Halbuki evrenden güzel olan ne istersek,evrenin zaten bize onu sunacağını söylüyorlar gibi bi şey,en azından ben öyle anladım.Biraz daha okuyayım denemeye koyulucam.Kitapların bir tanesi ise Jiddu Krishnamurti'ye ait.

Bi de kuzenim belgesel hastası çıktı,hiç abartmıyorum ben sahurdan sonra uyudum sabah on bir gibi uyandım hala bilgisayar başında evren ile ilgili belgeseller izliyordu.Neyse arada daha sanatsal bi aktivite olan sinema filmi izlemeye ikna ettim kendisini. Bilim okumaya başlayınca aslında dini öğretilerimiz ile bilimin ters olan hiç bi yanının olmadığını sezinliyorum sanki.Ama bilim okumuyorum pek.

12 Ağustos 2011 Cuma


İnsan

Bazen ölsem ne iyi olurdu diye düşünüyorum.Ayrıca Little Eye Paramore'un Monster şarkısını ne de güzel yorumlamış.

Ben sadece bi insanım,iskeletten ibaret olan.

Dünya bi gün adaletli olmayacak,zenginler hep zengin olacak.

Kuzenim dün şey dedi " namus fakirin biliyorsun zenginin değil ."

11 Ağustos 2011 Perşembe

Rüya Bilmecesi

Bu aralar dizi / film / belgesel trafiği hayatımın dönüm noktalarını oluşturuyor.Kuzenimle birlikte garip bi hatme başladık diyebilirim.Yeşilçam gecelerine " Bülbül Yuvasını " izledikten sonra ara verdik.Ardından Sinan Çetin imzalı pek iyi bulmadığım " Kağıt " adlı filmi izledik.O bitti Didem Erayda'nın " Lodos " isimli filmini izledik.Ardından güzel bi akışı olan,duru,taze bi film " Bizim Büyük Çaresizliğimizi " izledik.Ntv Hayat belgesellerinin ise hemen hemen hepsi bitti sandımca.Bi de facebook üzerinde " Bilim ve Felsefe Kulübü " varmış.Çok güzel videolar yüklü içinde.


Dün ise " Rüya Bilmecesi " adlı filmi izledik.Başrollerinde Gael Garcia Bernal oynuyor.Öyle en beğendiğim oyuncu kategorim yoktur ama ben Gael Garcia'yı çok çok severim.2005 yapımı masalsı bi film.Yönetmeni ise Michel Gondri imiş.

İşte böyle.


8 Ağustos 2011 Pazartesi

Sevgi / Aşk / Yazmak / Unutmak Üzerine

Sevmek kolay şey değildir.Aynı zaman diliminde,bi kaç ay arayla bi çok insan sevilmez.Sevmek,ya da en azından seviyorum demek sadakat ister,önüne gelen doğru insan olmayabilir,fırsatlar her zaman değerlendirilmez,değerlendirilse bile sonuçları olumlu olmaz olsa bile bu güçsüz bi kişilik özelliğidir,sevgi öyle kolay bulunmaz aynı zamanda aranmaz.Ya da sevgi yerine aşkı koy.

Kanunlara aykırı bi hayat,kendini gerçekleştirmiş ve hayatı yolunda giden mutlu insanların hayatı,başımı döndürüyorlar,düşüncelerimi suluyorlar ki daha yeni temizlediğim güllerin altındaki otlar yeniden bitsin,neticede boktan bi ot,bi gül kadar asil olamaz.Komünist otlar.

Kuzenim bizde.Bu aralar okuyup,izleme derdindeyim.

Ellerimi alnımdan aşağı doğru kaydırıp şuh hareketlerle yanaklarımı süzerek tenime değdirdiğimde kendimi hissediyorum.Ama olmaz ilişkilerde insan deneme yanılma yöntemini kullanamaz.İlk gördüğünde yüreğinde bi ışık çakıyorsa,yıldızlar savaşıyor ve cinsel atakta bulunma gereğinde bulunuyorsan ki bu vücut atraksiyonunun paralel hızı ile ilgili bi hadisedir,o zaman aşıksın.Değil mi,artık deneme ve kendini kandırma.Yazılardan da bi anlam çıkarma.

Sadece yazılırlar ve unutulurlar.

2 Ağustos 2011 Salı

Yeşilçam Günleri

Evet,öyle üst düzey bi aile değiliz.Ortalama bi aileyiz.Yani anne ve oğuluz.Bizim de kendimize göre kültürel bi o kadar da sine / sanatsal aktivitelerimiz var.Misal : Yeşilçam Günleri.
"

Susuz Yaz " filmi ile başladık.Necati Cumalı'nın eseri.1964 yapımı.Başrollerinde Hülya Koçyiğit,Erol Taş ve Ulvi Doğan oynuyor.İlk " Goldener Bar" alan filmimizmiş.Sonralarda ise bu ödülle dönen filmimiz " Bal " olmuş.


İzlediğimiz ikinci film ise " Boş Çerçeve ." Başrollerde ise Hülya Koçyiğit ve Kartal Tibet.1969 yapımı.Zeki Müren'in de evinde hep bi boş çerçeve asılıymış.Annem öyle derdi bana.Belki de bu onun bi aileye özleminden kaynaklanıyor derdi bi de.

Dün gece izlediğimiz film ise " Ah Güzel İstanbul .
" 1966 yapımı.Sanırım en çok bunu beğendim ben.Başrollerde Sadri Alışık ve Ayla Algan oynuyor.Ki ben Ayla Algan'ın gençliğini ilk defa görüyorum bu klasik sayesinde.Muazzam bi film diyebilirim.Ayşe adında İzmir'den İstanbul'a artist olmak için gelmiş bir kız ile ona abilik yapayım derken aşık olan Haşmet'in hikayesini anlatıyor.Tabi,eski İstanbul'u görmekte ayrı bi güzel oluyor filmi izlerken.

Şimdilik bu kadar ama sine / sanatsal aktivitelerimize devam edeceğiz.


1 Ağustos 2011 Pazartesi

Emma


Sanırım bundan sonra Jane Austen okumaya başlayabilirim.Eskilerin Barbara Cartland'ı gibi bi tarzı mı var bilmem ama ben çok beğendim.Zarif,şık ve etkileyici.Kesinlikle.

Emma'dan bahsediyorum.BBC'nin uyarlaması,mini dizi.Romola Garai,o kadar güzel bi kadın ki,bi insan gülmeye bu kadar layık olabilir kanımca.Dişlerini bi kenara bırakırsak tabi.

Şimdi BBC'nin diğer uyarlamalarını bulmaya çalışacağım.Ve okul dönemi başladığında da Jane Austen kitapları bulup okumakta ilk işim olacak.Bundan sonra tren yolculuğu yapacağım bol bol.Bir kışı günü kar yağarken ve ben okuldan eve dönerken,Jane Austen okumak mutluluk verici olsa gerek.

31 Temmuz 2011 Pazar

Belgesel

Sabahtan akşama kadar Trt Türk kanalını izliyorum.Her biri eşsiz belgeseller adeta.Tarihten,günümüzden,hamurumuzdan,farklı kültürlerden.Maziye yolculuk etmek çok iyi geliyor bana.

Aynı zamanda kuponlarla biriktirdiğim belgesel setimi aldım ve ilkini izledim.Küresel ısınma ve deltanın gücü ile ilgili idi.Çok beğendim,görüntü kalitesi de çok iyi.

Jane Austen okumuşluğum yok.Zaten bu sıcak yaz günlerinde de hiç okuyamıyorum ben.Sanırsam ölmeden yazılan bi romanını dizi / film yapmışlar.İsmi Emma,dört bölüm sadece.Onu izlemeye başladım bi de.

Ramazan da geliyor.Sahura kadar uyumayız gene,bahçede falan otururuz,film izlenir vakit geçer bi şekilde.

30 Temmuz 2011 Cumartesi

Kaybolsam


Son zamanlarda kendimi iyi hissetmiyorum,kararsız kalıyorum,bi anda her şeyi değiştirmek beni çok korkutuyor.Kaybolsam diyorum bazen,başka hayatlara girmek,bi anda ben geldim demek istemiyorum.Kendi kabuğumda yaşıyorum,kendi kabuğumdan dışarı çıkmayı pek sevmiyorum.

Aslında yalnızlığı seven ve yalnızlığa alışkın bi insanım,kalabalık beni çok korkutuyor.Lüzumsuz,gerek yok bence kalabalığa.Hele çılgın olanına asla.
Yorgun hissediyorum,böyle tek başıma bi tekne ile açılsam fena olmazdı.Bu bi hayal tabi,teknem de param da yok.

Gerçek hayatın filmlerdeki gibi olmasını isterdim.Reha Erdem'in " Hayat Var"ında yaşasam,sanırım en çok düşlediğim hayat tarzı bu,sessiz,kendi içimde.

-Gökçe Pehlivanoğlu fotoğrafımı çeksin isterdim çok.-

Bilmem,alışamadım gitti şu hayatta yaşamaya.Diğerleri nasıl beceriyor hiç anlamıyorum.Öleceğini bile bile,üzüleceğini bile bile nasıl yaşıyorlar,bi kahine sorup danışmak istiyorum,bana anlatsınlar. Başından sonu belli olsun istemiyorum.

29 Temmuz 2011 Cuma

Şahmaran'a Dönsem

İki ucu boklu değnek dedikleri bu olsa gerek.

Hayattan zevk almayı bilmiyor olsam gerek.
Bella'nın yüzü gibi yüzüm desem,acı çekeninden.

Bi lavantalı Haci Şakiri sevdim bi de seni sevdim vişne suyu.İnsanlar olmasa da olur.Hayat sosyal ortamlara konulan sırıtkan fotoğraflardan ibaret değildir sonuçta değil mi ? Gerçeği bulamadılar,hayallerde yaşadılar.

Çok boktan bi durum.Kimin eli,kimin beli.
Zanneder Misin Ki Sen Kocaman Bi Şehirsin,Çok Heybetlisin ?


Zor bi karar dönemindeydim.Arkadaşlarım,alıştığım bi şehir.Oradaki yaşamım.Küçük şehirlerin küçük insanları,benim gibi küçük insanlar.Rahat bi yurt hayatı.Pek fazla imkanı olmasa da yaşadığı yerde mutlu öğrenciler,uzak olmasına rağmen.İki senemi geçirdikten sonra radikal bir karar ile yatay geçişe başvurmak sonuçların açıklanması ve yatay geçişle Marmara Üniversitesi'ne kayıt yaptırmak ve trenle eve geri dönmek,düşünmek,uyuyamamak,yeni bi hayata başlamak,arkadaş edinmek konusunda bayat bi ekmekten ve donmuş bi çeşme suyundan farksız olan ben'e inat böylesi bi konuda cesaretli davranıp,garantici kişilik özelliğimi hiçe saymak.


Şehr-i İstanbul derler ya,nelere şahittir İstanbul,ne sırlar saklar kendinde,omurgasında ne yükler taşır,kimleri paralar bilmem.Biz de filmlerde izlerdik.Doğduğum şehirdir,ama yaşayamadığımdır aynı zamanda.Kötülükleri barındırır,terk edilmişlik demektir benim için.'Anlat İstanbul' vardır,yıllar önce izlediğim,ne güzel filmdir.

İki senemi emanet ediyorum şimdi İstanbul'a.İnsanların bana merhametsiz davranmasına alışkınım,öyle bi hayranlık uyandırmaz ben de İstanbul.Hem daha yurt işlemleri ve dilekçeydi falan uğraşmam gerekecek.Şuan sakin kafayla geleceği düşünmek ve aslında düşlemek istiyorum.Korkmuyor değilim.

Büyük ihtimal Ece Temelkuran gibi ' Dışarıdan ' bakıcam.Baktığım yer sen olmayacaksın İstanbul.İçindeki insanlar olacak.Ve yaşamım.

İyilik ve işlerimde yolundalık getir bana,başka bi şey istemiyorum.


O zaman "Rita Abaci"den gelsin sana "Ferte Preza Na Prezaro"

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Hayatı yaşarken mutsuzluklar dertler
Gelirler peşinden,bırakmaz elinden

23 Temmuz 2011 Cumartesi

Set Apart This Dream / For Me


Gerçekten önemi yok mu ? Yanınızdaki insanların statüleri,gelirleri,kültürel düzeyleri,giyimi,tarzı,yaşama biçimi,dış görünümü,aile yapısı,anne ve babası,abi,abla ve kardeşleri,akrabaları ? Gerçekten insaların sizinle iletişim kurmaları için cüzdanlarının dolu,evlerinin klimalı,yüzlerinin makyajlı olması önemli değil mi ?


Tıpkı sokakta yaşayan insanlara yüzümüzle birlikte vücudumuzun başka uzuvlarını da aynı anda dönebildiğimiz gibi,hayatın da bize karşı dönen uzuvları var.İnsanı insan olduğu için sevebilmek ne de zor oysa.Sosyal veya cinsel mesaj vermek değil.Nikaragua devrimini anlatmak ya da sanal sosyalizim de değil yapılan,siyasetin tadı bok gibi zaten.


Sadece güzel müzikler çalsın bu dünyada.


Başlık bi "Flyleaf" şarkısı.

Aydilge'de dikkati çeker,aynaya baktığımızda neden kendimizi çirkin görelim ki diye."Kalbim Hep Seninle" diye bi şarkısı vardır ve orada der ki ;


Dur ağlama,dön bir bak aynaya
Çok güzelsin aslında,dur ağlama

Siyaset Bilimi hocamız da söylerdi,aynaya baktığınız her an ne kadar güzel olduğunuzu söyleyin kendinize,durmadan tekrarlayın diye.

Tekrar yapmayı sevmezdik hiç okullarda oysa,böyle büyüdük.Öğretilmedi.

21 Temmuz 2011 Perşembe

Littlething


Çok güzel bi sezon finali idi.Bakkala gittim ve sezon finali için kendime bi tane Redbull aldım.Tadı güzeldi.İkinci kez içiyorum bunu da.Sanırım bu alkolik olduğum anlamına gelmiyor ? Erkek olmak ne demek hep merak etmişimdir.Ama hiç bilmem,evde bi erkekle büyümedim.

Döndürüp döndürüp izliyorum.Hele ki yapım,finali "Cake" ve "Jimmy Eat World" parçaları ile süslemiş ya daha da bi şey demem ben.Fiona'yı koltuğumdan kalkıp alkışladım hatta ekranıma yapışıp yanaklarından öpesim geldi.Keşke bi kardeşim olsaydı,Fiona gibi bi ablam olsun isterdim.

Hayal ettim de,donuk ve damarsız bi yüzden uzak kar yağarken ıssız bi caddede elimi tutsun.Gülsün hafifçe ve burnumun ucuna dokunsun.Elimden tutup koşsun ve ben de onun ayaklarının ve botlarının ritmine uygun peşinden gideyim.Bunun için her şeyimi verirdim.Aşktır bu.Hayalden ibaret olmasa keşke.O gelse.

Bu ayın yirmi altısı hayatımın dönüm noktası olabilir.Çok çabaladım.Emeklerimin karşılığını almayı hak etmişimdir umarım.Sadece yalvarabilirim.Hayalde kalmasın lütfen.


Hayat,bu sefer karşıma içine soğan doğranmış bi çoban salatası olarak çıkma olur mu ? Çeki düzen ver kendine.Mesela İstanbul salatası olabilirsin.

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Alkol


İlk kez içtim ben,o da yalnızca bir teneke kutunun yarısı oluyor.Ya da o teneke kutuya verilen özel bi isim var mı bilmiyorum.Bi kaç hafta önce.İnsan sevdiği ile birlikte içebiliyormuş meğer,hafif bi müzik eşliğinde.Hafif olması şart ama.


Sanırım en iyi Kings Of Leon dinlerken içilir.Bi daha ne zaman içerim bilmem.Belki de hiç içmem.Ama anılarımdan da o geceyi hiç çıkarmam.

Şarkılar da içki gibi bence.İçtikçe derinleşiyor,anlamlaşıyor.Dilimizi dar kalıplara sokup çekmiş kıyafetler giydirmek yerine içtikçe büyüyor bedenler,duygulardan taşıyor.Müzik gibi işte.Matematik gibi bi de.Duygusal bi şeyler.

Ya da her ne haltsa.
Shameless


Günlerimin yalnızlığını ben de dizi izleyerek dolduruyorum zira bu sıcaklarda başka bi halt yaptığım yok.Hali hazırda sezonları bitmiş üç dizim var ve ben halt edip dördüncüye başladım bitmek üzere o da.Avrupa'nın ya da Amerika'nın her ne haltsa içi sex ve uçarılık dolu dizileri dikkatimi çekiyor,belki de bizim ülkemiz öyle sanıldığı gibi serbest ve apolitik olamadığı için ilginç geliyor.Bilmiyorum.

Ama dokuzuncu bölümde Fiona'nın evi terk edip,karlı Chicago sokaklarında yürüdüğü o kısacık sahne ve müzik beni benden aldı. Neticede Frank hakkında bi şey demiycem.Ha,bi şey söyleyeyim.Kendi hayatımla kıyasaladığımda Frank aslında o kadar kötü bi baba değil.Evet,bu doğru.

Bunu da araya sıkıştırmalıyım.Popüler kültürün en popüler durumlarından olan yabancı dizi izleme merakına kendimi kaptırmış olmaktan dolayı bi garabet duyuyorum evet,ben de bi dizi çeksem ismi Postmodern Family olabilirdi.Ama taş gibi Yedi Numara varken bütün diziler halt etmiş bunun yanında.Ne kadar halt'lı bi yazı oldu.Oysa amacım sadece bu dizi hakkında biraz karalama yapmaktı.Neyse.

Artık bu da bitsin başka dizi yok,biraz okusam iyi olacak.