25 Nisan 2020 Cumartesi

Sessiz Dil

Harfleri rastgele ve yan yana dizdiğinizde, anlamsızlığın içinden kendine has bir anlam çıkabiliyor. İnsanları rastgele ve yan yana dizdiğinizde, anlamsızlığın içinden kendine has yeni bir karmaşa çıkıyor. 

Dışarıdan iyi görünse de insanlarla olan ilişkilerim hayatımın hiçbir döneminde iyi olmadı. Hep kendine dönen, kendi ile yaşayan bir benliğim olduğu için; yanılsamaların toplamı beni hep kendimle baş başa bıraktı. İnsanlarla yakından iletişim kurmak, onlarla uzun süre konuşmak bana pek iyi gelmiyor. Çok fazla ses, çok fazla sözcük ve çok fazla hikaye var içlerinde. Hakikat ile hikaye arasında bir fark vardır; hakikat insanı yok eder hikaye ise var eder. İnsan kendi yazdığı hikayeler ile yaşamayı seviyor, sürekli hikaye anlatıyor. Hatta bazı insanlar bu hikaye yazma işini çok ciddiye alıyorlar, bir zaman sonra kendi yazdıkları hikayelere dönüşüyorlar. 

Hep insan sevgisinden, insan olmaktan, insanın toplumsal bir varlık olduğundan bahsedildi. Herkesin her konuda bir fikri var, herkes eninde sonunda kendi hikayesinde soluk alıyor, hırsla hayatını yazmaya devam ediyor. İkili, üçlü, beşli ve çoklu ilişkilerde; insanlar sizinle konuşurken, aslında kendileri ile konuşuyor. Herkes kendini anlatmayı o kadar çok seviyor ki, herkesin en az bir konuda verebileceği bir tavsiye var. İnsan olmanın yükü altında ezilen ve bu yükün farkında olan insan sayısı çok az. Her zaman için yorumsuz, sessiz bir dinleyici olmayı tercih ediyorum. Bunun bir sıkıntısı da; siz dinledikçe insanların daha fazla anlatması. Diyalog sevmiyorum, diyalog kurmak zul geliyor bana. Bir şeylere cevap vermek, satır satır, uzun uzun nutuk atan insanları dinlemek; çok ama çok yorucu. 

Dilin kendimizi ifade etmek için yeterli olduğunu düşünmüyorum; dil tek başına yeterli olsaydı dünya, tarihinde bu kadar çok vahşete tanık olmazdı. Dile anlam da yüklemiyorum, ifade biçimlerimize, kullandığımız sözcüklere, sözcüklerin anlamlarına; özünde hiçbir şeyin hiçbir nesnenin bir anlam taşımadığını düşünüyorum. Her cümleye "ben" ile başlarken, benliğimizin birer yanılsamadan ibaret olduğunun bile farkında değiliz. Herkes kendi ekseni etrafında dönüyor ve herkes kendi kabını dolduruyor. Az biraz tarih bilmek yeterli sanırım, insanlar tarihin hiçbir döneminde birlik olmayı başaramadı, başaramayacaklar da. Tıpkı birey olmayı başaramadığımız gibi. Sırf dil ile yaşayan insanlarız, dilde duygular arıyoruz, hata ediyoruz, kırılıyoruz, sonra tekrar o dil ile çareler arıyor ve konuştuğumuz dile sığınıyoruz. Kimi dili ile binbir ayıp örtüyor, kimi dilini teneşirle paklıyor. Kiminin diline pelesenk, kimi ise bir dirhem bir çekirdek. Kimi de hep sessiz hep kendi köşesinde, cebinde bir güneş ile. 

6 Nisan 2020 Pazartesi

Bir Başka Gecede

Elinde bir liste; kitaplar ve filmler. Bir de dizi üstelik. Sabah kalkıyor, kendine bir rutin de tutturdu. Hayatında ilk kez egzersiz yapıyor, o minik ayva göbek erisin diye. Bir de evin içinde hareketsiz ya, bacakları ağrıyor gece uykuya dalmadan önce. Alıştırmışlar sisteme, alışmış koşmaya, bacaklar belli ki hareket istiyor. Artık sabah erken kalkmıyor, odasının perdesini de hiç açmıyor, teknoloji ile aralarında soğuk rüzgarlar esse de, işini evinden yapıyor. Böyle de mümkün müymüş efendim? Tabii ki. 

Uzun süren sessizlikler, hayatı birkaç parçaya ayırırlar, sessiz kaldıkça zaman sanılanın aksine çok daha hızlı akar. Yıllarca hayal kurun dediler, düşleyin, daha fazlasını isteyin, bu sizsiniz, kendiniz olun, kendinize en güzelinden bir hayat bahşedin ve daha fazlasını  isteyin elbette. 

Şimdi gökyüzünde şimşekler dans ediyor, Schubert 20 nolu eserini kim için bestelemiş ola ki? Balthazar'a sadece bir eşek gözüyle baktılar oysa, bir insan olabileceği akıllarına bile gelmedi. Sonra aynı kefeye insanı da koydular, modern insanın modern sonatı. 

Herkesin bir yüzü yarımdır, o yarım yüzler de darda kalınca meydana çıkar. Bu hiç şaşmaz, siz 1966'dan kalma siyah beyaz bir film seyrettiğinizi sanırsınız, çünkü kolaydır öyle oturduğunuz yerden izlemek, peki ya yaşamak? Yaşamak da bu kadar kolay mıdır? Evvelinden öncesini bilemediğimize göre, tuhaf soruları da yanıtlayacak mecalimiz kalmasa gerek? Biri de çıkıp demiyor ki, "bak, kar yağıyor". 

Karanlık gecelerin sabaha varan uhrevi saatlerinde, insan kendini ne de güzel hissediyor. Uzun zaman olmuş insanın kendisini hissetmeyeli. Yeryüzü perdesini açmış, güneşin etrafında dört dönüyor. Herkes, aynı ekmeği yiyor. Bir takım felaketler ve ritüeller, acizliği çağrıştırıyor. Hep bunu düşünürdüm zaten, acizliğimizi. 

Balthazar filmin sonunda bir koyun sürüsünün ortasında öylece ölür kalır, Marie ise ortadan kaybolmayı tercih eder. İkisi de bir tür ölümdür. Balthazar'ın sırtındaki ceket bir kefen midir? O kefeni bir insan mı giymiştir? Ölüm anında bile terziye ihtiyaç duyulur. Kumaşa, dokuya, dikime, yeniden yaratmaya. İhtiyaç duyulmayan tek şey geçmiştir, ölüm anında geçmişe asla ihtiyaç duyulmaz. Gelecek ise an ve anın arasında beliren ince bir çizgide kaybolur. Gerisine akıl ermez ya, dönsün yine gün geceye ve yine sabah olsun. Ay, güneş ile dünyanın arasından usulca çekilsin. Hep böyle olmadı mı? Biri başladı ve biri bitti. Biri bitti ve biri başladı.