6 Nisan 2020 Pazartesi

Bir Başka Gecede

Elinde bir liste; kitaplar ve filmler. Bir de dizi üstelik. Sabah kalkıyor, kendine bir rutin de tutturdu. Hayatında ilk kez egzersiz yapıyor, o minik ayva göbek erisin diye. Bir de evin içinde hareketsiz ya, bacakları ağrıyor gece uykuya dalmadan önce. Alıştırmışlar sisteme, alışmış koşmaya, bacaklar belli ki hareket istiyor. Artık sabah erken kalkmıyor, odasının perdesini de hiç açmıyor, teknoloji ile aralarında soğuk rüzgarlar esse de, işini evinden yapıyor. Böyle de mümkün müymüş efendim? Tabii ki. 

Uzun süren sessizlikler, hayatı birkaç parçaya ayırırlar, sessiz kaldıkça zaman sanılanın aksine çok daha hızlı akar. Yıllarca hayal kurun dediler, düşleyin, daha fazlasını isteyin, bu sizsiniz, kendiniz olun, kendinize en güzelinden bir hayat bahşedin ve daha fazlasını  isteyin elbette. 

Şimdi gökyüzünde şimşekler dans ediyor, Schubert 20 nolu eserini kim için bestelemiş ola ki? Balthazar'a sadece bir eşek gözüyle baktılar oysa, bir insan olabileceği akıllarına bile gelmedi. Sonra aynı kefeye insanı da koydular, modern insanın modern sonatı. 

Herkesin bir yüzü yarımdır, o yarım yüzler de darda kalınca meydana çıkar. Bu hiç şaşmaz, siz 1966'dan kalma siyah beyaz bir film seyrettiğinizi sanırsınız, çünkü kolaydır öyle oturduğunuz yerden izlemek, peki ya yaşamak? Yaşamak da bu kadar kolay mıdır? Evvelinden öncesini bilemediğimize göre, tuhaf soruları da yanıtlayacak mecalimiz kalmasa gerek? Biri de çıkıp demiyor ki, "bak, kar yağıyor". 

Karanlık gecelerin sabaha varan uhrevi saatlerinde, insan kendini ne de güzel hissediyor. Uzun zaman olmuş insanın kendisini hissetmeyeli. Yeryüzü perdesini açmış, güneşin etrafında dört dönüyor. Herkes, aynı ekmeği yiyor. Bir takım felaketler ve ritüeller, acizliği çağrıştırıyor. Hep bunu düşünürdüm zaten, acizliğimizi. 

Balthazar filmin sonunda bir koyun sürüsünün ortasında öylece ölür kalır, Marie ise ortadan kaybolmayı tercih eder. İkisi de bir tür ölümdür. Balthazar'ın sırtındaki ceket bir kefen midir? O kefeni bir insan mı giymiştir? Ölüm anında bile terziye ihtiyaç duyulur. Kumaşa, dokuya, dikime, yeniden yaratmaya. İhtiyaç duyulmayan tek şey geçmiştir, ölüm anında geçmişe asla ihtiyaç duyulmaz. Gelecek ise an ve anın arasında beliren ince bir çizgide kaybolur. Gerisine akıl ermez ya, dönsün yine gün geceye ve yine sabah olsun. Ay, güneş ile dünyanın arasından usulca çekilsin. Hep böyle olmadı mı? Biri başladı ve biri bitti. Biri bitti ve biri başladı. 

2 yorum:

Mahzûn Âdem dedi ki...

:)

Teknoloji yetseydi keşke. Yetseydi de tebessümümü buraya koyabilseydim sen de tebessüm ederdin.

Toparlayıp ve toparlanıp hoş bir şeyler yazmak için günler geçiyor.
Ama tebessüm ettiren o "ayva göbek" hedefin için şunu diyelim:
Eğer her şeyi bilmiyorsan, ufak da olsa orada kalacak.
Çünkü o, seni seviyor. Tıpkı masa gibi, elma gibi, parmağın ve Güneş gibi göbeğin de seni seviyor.
Hem yakışmasaydı yaratılır mıydı hiç? Tabii, büyüklüğü de kusurdur elbet.

Her şey bir yana, olumlu, hoş, ümitli gelişmeler var demek ve bu sevindiriyor.

Muhabbet olsun diye... :)
Herkese selâm azîzim.

(Haberin olduğu kanaatini taşıyorum ya, belki tekrar tetkîk etmek istersin. Şu çok iyi olabilir:

https://www.youtube.com/watch?v=_m-aLMOXfpk

Ele alınan kavram ve tespitlerin başkaca yaklaşımlarla ispâtı zaten var. İleride konuşuruz.
Web'de kusurlu-eksik tam bilemediğim çevirileri bulunsa da ve videodaki sesin ve tabii metnin de eksiksiz, kendisinin ve tam doğru altyazı olduğundan emin değilim. Kısmet olursa ve varsa metni muhtevî İngilizce bir kitabı(nı) alacağım. Bir de Eckhart Tolle'yi ihmal etmediysen onun da başılmış çevirilerinde dile çok dikkat.)

Adsız dedi ki...

Selamlar blogunuzu takipteyim sizde blogumu takip edip son yazıma yorum yazarsanız çok ama çok mutlu olurum :)