17 Kasım 2015 Salı

Harry Potter Serisi

Bunu itiraf ederken bir nevi utanıyorum. Üzülüyorum da için için. Harry Potter ile yaşıtım ben. İlk kitap Felsefe Taşı piyasaya çıktığı zaman Harry Potter'dan haberim yoktu. Tüm dünyada çocuklar bu seri ile yanıp kavrulurken, ben dünyadan bir haberdim. Aradan yıllar geçti ve Harry Potter serisi bir efsane haline geldi. Benimse Harry Potter ile ilk tanışmam üniversiteye başladığım sene oldu. Ne kadar acı!

Kitap okumayı seven bir çocuktum, yaşıtlarımın okuduğundan daha ağır şeylere ilgi duyardım. Bulduğumu okuma hevesi içindeydim. Ama fantastiğe hiç mi hiç ilgim yoktu. Çizgi film izlemeden büyüyen bir çocuktum. 

Şimdi yaş oldu 24, arada öğrencilerim ile ilişkilerimi koparmamak adına fantastik okuyorum. Keyif aldığım eserler de yok değil. Bu türün kıymetini geç anlayanlardanım. Uzun süredir aklımda olan bir projeydi. Yapı Kredi'nin 2015 Harry Potter baskılarını görünce de dayanamadım. Bir haftada Felsefe Taşı ve Sırlar Odası bitti. Sabah ilk işim Azkaban Tutsağı'nı almak olacak. 

Harry'i her zaman çok sevmişimdir. Kendime yakın bulduğum bir karakterdir. Babasız büyümüştür mesela. Vicdanlı bir çocuktur, paylaşmayı sever. Deli cesareti de vardır. İyi yüreklidir, dostlarına değer verir. Her şeyden öte o bir Gryffindor'dur! 

Seriye 24 yaşımın ilk zamanlarından koca bir merhaba olsun, merhaba Potter. 

13 Kasım 2015 Cuma

Panic! At The Disco: Victorious

Henüz üç hafta önce Emperor's New Clothes klibi ile beni huşu içinde bırakan Panic! At The Disco'dan bir video klip daha geldi. Victorious gercekten çok güçlü bir şarkı. Benim de mutluluk ve gurur arası duygular hissettiğim bir altyapısı var. Klibi de oldukça beğendim. 

Parantez açmamda fayda var. Öyle, insanları gözünde kahraman ilan eden ve idoller belirleyen insanlardan değilim. Kimsenin muhteşem olduğuna inanmam, benim de hiç olmadığım gibi. Ama Brendon Urie denilince sanırım benim için akan sular duruyor. Müzik yolundaki mücadelesi, neşesini ve insaniyetini kaybetmeyişi ve tabii ki çok çok çekici bir adam olması. Seviyorum seni Brendon!

8 Kasım 2015 Pazar

Nazan Bekiroğlu: Mücella

Mücella, Nazan Bekiroğlu'nun Timaş Yayınlarından çıkan son romanı. Bekiroğlu, okur kitlesi epey yüksek olan bir yazar ülkemizde. Daha önce hiçbir kitabını okumamıştım kendisinin. Mücella'nın çıkacağını duyduğumda; almak için kitabın çıkış tarihini beklemeye başladım. Tarihsel devirleri anlatan romanlar ilgimi çekiyor.

Peki Mücella nasıl bir roman? Özetle ifade etmem gerekirse; Mücella küçük bir muhitte babasız büyümüş, geçen yıllar zarfında da yalnız kalmış bir kadın. Evinin sınırlarını hayatının sınırları olarak bellemiş, aslında yaşamak istediklerini yaşayamamış mağrur bir kadın. Roman boyunca Mücella'nın, annesinin, ailesinin, abisinin, akrabalarının, komşularının yaşadıklarını okuyoruz. İçinde yaşanılan dönem ile ilgili de yer yer bilgiler veriyor yazar. Yalnız bunu yaparken; romanın geçtiği devir hakkındaki bilgiler tüm romana harmanlanmak yerine ardı ardına veriliyor ve bir çabuk bitiriliyor. Sanki arka plan önemsenmemiş, Mücella'nın kurgusuna daha fazla yer verilmiş gibi. Başarısız mı? Kesinlikle değil, zaten yazarın da dönem hakkında daha fazla bir bilgi verme kaygısı olmayabilir. 

Genel itibari ile Mücella, ülkemizin düşük tahsilli kesiminden yüksek tahsilli kesimine kadar geniş kitlelere hitap eden, basit bir dille kaleme alınmış bir roman. Akıp gidiyor ve kolay okunuyor. 

Bir Kadının Portresi: Annemin 24 Yıl Sonra Kadıköy'e Dönüşü

Annemin ölümcül rahatsızlığını atlatalı bir yıl sekiz ay olmak üzere. Ne çok vakit geçmiş üzerinden. Canımızın yanışı, hayata tutunma çabalarımız, yoğun bakım günleri, yeni doğmuş bir bebek olan annemin yeniden yetişkinliğe geçişi ve terk edilişlerimiz...

Hastalığı epey atlattık. Annem çok daha iyi durumda, eski hayatına hemen hemen geri döndü. Elbette benim desteğim ile hayata tutunabiliyor. Ama bir süre sonra tamamen bağımsız olacak. 

Her gün işten eve gelişlerimde onu yanımda bulabilmek bana huzur veriyor. Akşamları az şekerli türk kahvesi fasıllarımız, kitap okuma saatlerimiz, balkona dizdiğimiz çiçekler ve arasında ettiğimiz sohbetler, geceleri radyodan dinlediğimiz ajans haberleri, türk sanat müziği dinletileri ve potporiler... Hepsi hayatımıza huzur ve mutluluk katıyor. 

Geçtiğimiz günlerde Kadıköy Haldun Taner sahnesindeki bir tiyatroya götürdüm annemi. Türkiye Kayası: Bir Göç Hikayesi adlı oyuna. Oyun özeldi. Annem için ise çok daha özeldi. Çünkü hayatında ikinci kez tiyatroya gidiyordu. Kadıköy'ü görmek çok mutlu etti onu. En son 21 yaşında İstanbul'a evlenip, 22 yaşında kucağında yirmi üç günlük olan ben ile babamdan ayrılıp, şehri terk ettiğinde görmüş Kadıköy'ü. Yani tam 24 yıldır görmemişti. Ona rıhtımda bir kahve ısmarladım. Sohbetler ettik yine. Gözlerindeki parıltıyı anlatmam mümkün değil. 

Kimsenin ailesine, sevdiklerine zeval gelmesin. Sağlıcakla. 

7 Kasım 2015 Cumartesi

Sabahattin Ali: Kuyucaklı Yusuf

"Yalnız, gökyüzündeki yıldızlardan çayın dibindeki çakıllara, doğu tarafından kopup gelen bulutlardan batı tarafındaki denize kadar uzanan ve yayılan bu kocaman gecenin içinde, yapayalnızdı. Düşüncelerini hangi istikamete koşturursa koştursun, karşısına kimse çıkmıyordu. Şu anda bu koskoca dünya üzerinde kendisini düşünen bir tek kişi bile mevcut olmadığına o kadar emniyeti vardı ki, acı bir kabadayılıkla kendisi de hiç kimseyi düşünülmeye layık bulmuyor; fakat bundan, sebebini anlayamadığı bir üzüntü duyuyordu. Acaba onu sahiden hiç düşünen yok muydu ve o hiç kimseyi düşünmemekte, kendini yalnız bulmakta bu kadar haklı mıydı? Bu ihtimal onun gerilmiş olan sinirlerini biraz gevşetti. Sırtını ağaçtan ayırdı; derin bir nefes aldıktan sonra, kasabaya doğru yürümeye başladı."