25 Ağustos 2020 Salı

Sıradan Birkaç Gün

Bugün TRT Belgesel'in Youtube kanalında çok güzel bir yapım izledim, "Sıradan Birkaç Gün". Yönetmenliğini ve yapımcılığını Pınar Nadide Okan üstlenmiş. Anadolu'nun farklı bölgelerinden ve şehirlerinden, ortaokul çağlarındaki dört farklı çocuğun yaşamlarından birer kesit sunulmuş. Taşrada yaşayan çocukların günlük telaşı, hayalleri, endişeleri ve istekleri yer alıyor belgeselde. Ülkemizde yapılan takdire şayan işler var, kendi adıma emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum, özellikle belgeselde yer alan çocuklara. 

Üniversiteden mezun olduğumda atanacağımı düşünmüştüm, taşrada bir yere gitmek istiyordum. Çocuklarım, annem ve doğa ile birlikte gül gibi geçinir gideriz diyordum. Öğrenci olduğum dönemlerde çeşitli projelerle Anadolu'nun farklı coğrafyalarında bulundum. Hakkari, Şırnak ve Van civarında çalışmalar yaptım, roman mahallerindeki okul onarım projelerine katıldım, bazı köyleri gezip çocuklar ile etkinlikler yaptım. Derken hayalime kavuşamadım, İstanbul'da kalıp özel sektörde çalışmaya başladım ve yedi seneyi bu şekilde devirdim. 

Bazen İstanbul'da fazlasıyla kirlendiğimizi düşünüyorum. Çalıştığım okulda ülkenin sayılı zenginlerinin çocukları okuyor. İşin içinde çocuk oldu mu, nerede olduğumuzun bir önemi yok bence. Fakat çoğu zaman bu durumu sorguluyorum, bir taşrada olsaydım daha mı faydalı olurdum diye düşünüyorum. Eğitim verdiğimiz küçük azınlığın gelecek ile ilgili kaygıları yok, çünkü maddi açıdan oldukça rahat durumdalar. İstediklerini hemen elde ediyorlar, şoförleri var, hizmetlerini gören personelleri var, dünyanın çeşitli yerlerinde malları mülkleri var ve aslında 'gerçek' hayatın farkında değiller. Bazen derslerimi yarıda kesip onları farklı coğrafyalara, kültürlere ve insanların yaşamlarına götürüyorum. Elimden ancak bu kadarı geliyor sanırım. 

Taşrada zamanı içselleştiren çocuklar ile zamanı tüketen ve isteklerine gem vuramayan şehirli çocukları zihnimde yan yana getirdiğimde bir şeyler eksik kalıyor. Bir yanda deniz görmemiş Muşlu bir çocuk ile diğer yanda bir haftalık ara tatilinde ailesi ile birlikte dünya seyahatine çıkan çocuklar. 

Bir gün her şey değişir mi bilemiyorum, bir gün canıma tak edip atanır da gider miyim onu da bilmiyorum. Şehir, insanı bilinmeze doğru öyle bir sürüklüyor ki; taşranın kaygısı ile şehrin kaygısının bile ortak bir paydada bütünleşemediğini hissediyorum. Taşradaki zaman algısı ve şehirdeki kaos birbirine bir türlü denk düşemiyor. 

Yine de belki bir gün diyorum kendime; bana epey ağır gelen bu şehirden alıp başımı gidebilirim. Yine de belki bir gün diyorum kendime; zorlandığım, giyinip kuşandığım, yaşıyormuş gibi yaptığım bu modern yaşamdan sıyrılabilir, soyunabilirim. 

3 yorum:

Dr.eamer dedi ki...

Son paragraf için ben de tüm temennilerimi sunuyorum. Umarım bir gün başarırız..

Mahzûn Âdem dedi ki...

Serdettiğiniz fikirler, "laf" ola beri gele nevîinden.
Yaşınız, umum beşerin kemâl yaşını beklemeye (ki kırktır), tecrûbeniz ve dahi fikriyâtınız ile içinize konmuş o, herkese verilmeyen hassâ bu "laf"ları hâlâ ediyor oluşunuzu bir kusur eyliyor.
Sizin başlayacağınız ve biteceğiniz yer; anneannenizin size ısrarla işâret buyurduğu yerdir: "Ya orada, ya burada." Ki bunun bir evvelini de size demiş idi. Ve dahi, el fakîr size bununla ilgili bir mâlûmatı yazmak için epey ter dökmüş idik.
Büyük, çok büyük bir yanılgının hayâlinden bulanık ve dibine değin yanlış bir görüştesiniz. Ki bu şikâyet değerlendirmeleri hemen her zaman devâm ediyor idi fakat ses etmiyorduk.
Bir kitabı kaç def'â okuyorsunuz? Gençlik, orta yaş ve ihtiyarlık klasiği sizi aşar ve bilirim daha bu günden bir kaç kez okyup ince tedkîk ettiğiniz eserler var. Kendinize, ehlinize ve insanlığa lutfediniz ve hem kendi yazılarınızı dâim zihinde tutmaya hem size söylenenleri de öyle yapmaya götürecek okumalarınız ola.
Hangi paragrafı alalım ki buraya tenkîd için? Doğru satır yok. Haa, elbet tespitlerin ekserîi el hak, isâbetli. Fakat tahliller, yargılar, hükümler külliyen yanlış, ümitler, tahminler ve dahi beklentiler zanlarınızdan ya da içi, altı, üstü boş kuruntulardan ibâret.
Edebiyat böyle bir şey işte; bir laf edersiniz, içinde onca mefhum bulunur:Tespit, tahlil, yargı, hüküm, beklenti, zan, kuruntu ve sâire. Yazmak kolaydır, düşünmek de öyle. Hele sizin gibi, "tabi'ati tefekkûr" edilmiş biri için her ân tefekkür, tahlîl vb. Kendimden bilirim. Ki bilmezsiniz, bu aslî mes'ûliyetinizdir, ve bundan sorulacaksınız. Lâkin iş bunlar değil, doğru düşünebilmeyi bilmektir.
Eğer edebiyâtın "edeb" kökünden nasıl ve nîçin türediğini, "gâvur"ların "literature"undan ne farkı bulunduğunu bilseniz (fark demeyelim çünkü biri elma diğeri armut. Gâvurunki "mış" gibi yapmak. Edebiyat olaydı geçen geceki filmde önümüze serilen çürümüşlük olmazdı. Ki bizde vâr idi, fehhem, biz dahi çürüdük. ÇÜRÜDÜK: Sâdece çöpe atarsınız çürüyeni.)...
Parantez, parantez. Cümle için cümleler... Yüzünüze denecek şeyler bunlar. O da aslında ancak görerek olur. Kendinize "göreceğiniz bir rehber, yol gösteren, mürşid, dost her neyse birini bulun ve seyredin. İsterse aramızda olmasın. Gerçi nefes almayan mürşid olmaz ya. Gerçi bu işin adı irşâd ya. Neden irşâd? Kökü ne bu kelimenin? Niye tedrîsât, eğitim, şu, bu hattâ sonrası için irfan, maârif falan değil de irşad?
Edebiyâtı anlasaydınız, siz "olmadan", kimseyi olduramayacağınızı ve meslek sandığınız şeyin koca bir yanılgı olduğunu bilseydiniz, aslolanın o, dersi kesip o çocukları götürdüğünüz iklimlerde iken yaptıklarınız, onların her dâim sizde gördüğü kişilik olduğunu ârif bulunsaydınız, ve dahi "zanlarınızın" aksine muhtâc olan kesimin deniz görmeyenler değil, o ara tatillerde dûnyâ dolaşanlar, işte o tam karşınızdakiler bulunduğunu bileydiniz... Ne yâni, Hak Teâlâ'nın deniz göstermediği, aç yaşayan, ilkel tanımladığımız şu bu kesimler sizce gerçekten muhtâç mı? Onların size, sizin "eğitiminize" muhtâciyetini nereden "uydurdunuz"?
*
Blogun 4096 karakter sınırlaması yazıya dönüşen yorumu kabul etmiyor.
İsimsiz olarak www.mahzunadem.blogspot.com adresinde tamamı bulunur.

Sadece C. dedi ki...

Öncelikle TRT Belgesel kanalı önerisi için çok teşekkürler, ülkeden uzakta olunca haberim olmuyor. Al Jazeera ve BBC’nin de sosyal yaşam belgeselleri çok güzel oluyor.
Diğer konuya gelince. Bence olduğunuz yerde çok değerli bir iş yapıyorsunuz, nedeni şu. Nasıl düşük sed çocukları risk altındaysa, yüksek sed’in de kendi sorunları var. Tüketim çılgınlığı, arkadaş baskısı, aile sadece zengin değil aynı zamanda ileri düzeyde eğitimliyse performans kaygısı ve overachievement syndrome (türkçesini bilemedim) aklıma ilk gelenler. Sonra madde ve alkol sorunları.. Yani aslında sadece “bu çocuklar ülke gerçeklerinden kopuk” değil aslında onların da kendine özel sorunları var. Yani hangi grupla çalışırsak, onların sorunlarına odaklanabildiğimiz sürece bence fark yaratırız. Nasıl eksikleri kapatmaya çalışıyorsak, fazlalıkları törpülemek, en azından farkındalık yaratmak, çok büyük bir şey.. Şu an farkı göremezseniz bile ileride bu çocuklardan üçü beşi bile sosyal farklara duyarlı bilim adamları, yöneticiler, zengin ve güçlü kişiler olursa kendinizi sorumlu saymalı ve gurur duymalısınız...
Ha şehirden kaçma konusuna da haydi inşallah demeden geçmiyorum tabii ;) o da kendimiz için temennimiz..