11 Aralık 2016 Pazar

Antabus












Leyla Taşçı, kadın. İstanbul'un kenar mahallelerinden birinde unutulmuş, hor görülmüş, daha doğrusu yalnızca ailesi değil, kadın olduğu için tümden ülke, tümden dünya unutmuş Leyla'yı. Sonra Leyla hayatı bir masala dönüşsün istemiş, Ömer'e aşık olmuş, Ömer alacağını alıp Leyla'yı ortada bırakmış, hiç de öyle televizyonlarda gördüğü gibi değilmiş aşk, bildiği her şeyi televizyondan öğrenmiş ortacı Leyla, sonra abi dediği bir adamın tecavüzüne uğramış, lal olmuş, lal olmak zorunda kalmış, kimseye bir şeyler diyememiş, bir tek o parktaki, o heykel adama anlatmış, onu öpmüş hatta, onunla uzun uzun öpüşmüş, sonra Leyla'yı evlendirmişler, zorla, kim alacak seni demişler, dul bir adama vermişler, adam alkolik, her allahın günü dövmüş Leyla'yı, Leyla direnmiş, bu kötü adamdan çocuğu olmasın diye her yolu denemiş, bari anası yanında olsun istemiş, o da kadındır demiş, anası babasının yanından ayrılmamış, Leyla'yı gerçek anlamda kimse sevmemiş, bir tek o parktaki heykel sevmiş, Leyla kimi zamanlar kadından bir heykele dönmüş, dönmüş kendi etrafında, bir yol aramış, bulur gibi olmuş bulamamış, üçüncü çocuğuna da hamile iken dünya yükü ağır gelmiş Leyla'ya ya da dünyanın yükünden daha ağırmış Leyla, çocukları, üzülmesin istemiş, hep onları düşünmüş, hani o televizyondaki mükemmel anneler var ya, sürekli doğuran, doğurdukları ile gurur duyan, çocuklarının psikolojisini düşünen, pozitif anneler, bir tek kendi evlatlarına duyarlı anneler, Leyla'yı duymayan, Leyla gibi kadınları duymayan anneler, kadınlar, erkekler, aileler, bekarlar, alt komşular, üst komşular, kenar mahalleliler, yüksek zümreler... Leyla kocasını öldürmüş, çocuklarını öldürmüş, kendini öldürmüş. Leyla dünya yükünden kurtulmuş ya da dünyanın yükünden daha ağırmış Leyla. 

Nihal Yalçın'a ve ekibine sevgilerle. Bizi muhteşem bir oyunun (gerçekliğin) içinde dört döndürdünüz. Var olsun sanatınız. 

Hiç yorum yok: