1 Ekim 2018 Pazartesi

İzler ve Yolcular

Bugün ilk derse girip okuldan izin aldım. Askerlik şubesine gitmem gerekiyordu, yakında askere gideceğim sanırım. Şube epey uzak olduğu için bir otobüse bindim. Annem yaşlarında bir teyzenin yanı boştu, oturdum. Teyze telefonda bir yakını ile konuşuyordu, anladığım kadarıyla yakınından alacağı bir miktar para varmış. Oğlu da işsizmiş, Almanca öğrenmeye çalışıyormuş iyi bir iş bulabilmek için. Sınavlara da hazırlık yapıyormuş, epey konuştular kendi aralarında. Belli ki alacağı paraya ihtiyacı vardı, buna rağmen karşı tarafa öyle nezaketle konuştu ki, yüzümde hafif bir tebessüm oluşuverdi. "Aç değiliz ya" diyordu. "Başımızı sokacak bir evimiz var, ocağımızda demlenen bir çayımız var. Elbet bulur bizim oğlan bir iş. Siz de sıkıştırmayın kendinizi, eliniz rahata erdi mi verirsiniz." 

Bir süre sonra indi teyze, o vakit seçebildim gözlerindeki parıltıyı, insansı parıltıyı. Sonra cam kenarından uzun uzun seyrettim İstanbul'u. Tabelalar, alışveriş merkezleri, sanayi siteleri, yarı bodrum dairelerin sımsıkı perdeleri, yüksek girişlerin başında yemenili kadınlar, her yer dopdolu. Karmakarışık dükkanlar, yan yana et lokantaları ve duraklar dolusu insan. Yarım bir şeyler var bu şehirde, silik yüzler, geldiler ve geçtiler hayattan. Biraz yanık kokusu biraz da ucuz kumaşlardaki ter kokusu.

Bir yarım burada kalmaktan yana bir yarım da artık çekip gitmelisin diyor. Madde yok oluyor benim için giderek, istifam geliyor aklıma. Bu kadar iyi kazanırken istifa edişim, insanlardan kopuşum. Şimdi daha mütevazı lakin yine de yorgun. Kaçmak da çözüm değil ya, benimki kaçmak gibi de değil. Bu şehirde soluyacağım temiz hava kalmadı artık, bir tren boyu uzanacağım elbet. Karar vermek zor, gitmek ve kalmak arasındaki o ince çizgide yürümek daha da zor. Bir yol yordam, bir tuhaf hece dilimde, üç sözcük, ardı arkası kesilmeyen konuşmalar ve kopuş. En nihayetinde biliyorum, valizimiz ve koltuk takımlarımız ile kitaplarımızı alıp gitmek yaraşacak bize. Bir de eski radyomuz. 

5 yorum:

Kim Bilir dedi ki...

Şehir ile ilgisi yok ki nereye gitsen yüreğindeki fırtına refakat edecek sana. Hem yalnızlık istemiyor muydun? En yalnız olduğumuz yer en kalabalık olan yer aslında. Bence sen bu şehirde kal. Sana ait olmayan, sahipsiz dertlerini başka yerlere göndermenin yollarını ara.

Geçmiş Bahar Mimozası dedi ki...

Detaylarda muazzam yaşanmışlıklar aktarıyorsunuz..

Beyaz Çiklet dedi ki...

Kim Bilir,

Belki de haklısın. Belki de kalabalık içinde olmam, zamanında bu şehre okumaya gelmem ve yıllardır burada olmam bilinçaltımdaki izleklerin eseridir. Lakin kendimi tanıyorum, kalabalıkların arasında iyi hissetmiyorum. Soluk alabileceğim küçük şehirlerin düşündeyim. "Sana ait olmayan, sahipsiz dertler" epey güzel bir tanımlama olmuş. Bunun üzerine düşüneceğim.

Geçmiş Bahar Mimozası,

Teşekkür ederim, yaşanmışlıklar kelimelere dökülünce bir filme dönüşebiliyor sanırım. Kurgusuz, gerçek.

Bu saatte nerden geldiyse dedi ki...

o şehir içindeyken boğar da dışındayken de cazibeli bir orospu gibi çeker kendine.
o çekiciliği ter kokulu parfümünden ileri gelir iğrenirsin ama içine çekmeden de duramazsın.

Beyaz Çiklet dedi ki...

Evet, İstanbul tuhaf bir şehir. İkircikli. Gitmek ile kalmak arasında bir yer. Araf bir nevi. Bekleyip göreceğim bu sene, bakalım seneye nerede ve nasıl olacağım. Belki de bambaşka bir şehirde, güneş ve toprak ile iç içe.