10 Ekim 2018 Çarşamba

Ortadan İkiye Dünya

Annem ile akşam çaylarında minik mutfak masamızda oturuyoruz. Maziyi çok sevdiğimiz için konuştuğumuz mevzular genellikle mazi üzerine oluyor. Benim pek bir mazim yok ama onun çok var. Geçmiş yıllarda hayatın herkes için daha kolay olduğunu anlatıyor. Fabrikada çalıştığı yıllardan bahsediyor, herkesin yalnızca gününü düşündüğü ve gelecek kaygısının bu kadar yüksek olmadığı zamanları. Sohbetimiz bitince radyo tiyatrosu dinliyoruz genelde. Benim avokado sevgimden dolayı masamızın ortasında hep birkaç tane avokado oluyor. Yeşil yeşil, bir fon rengi gibi sanki. Beyaz duvarların arasında sırıtan bir naturmort. 

Ben ince belli bardakta çay içiyorum o cam kupada. Bizi ayıran tek nokta bu sanırım. Mizacımız, düşüncelerimiz, hayata baktığımız ve bakakaldığımız yönler hep aynı. O gençliğinden bahsederken çok mutlu oluyorum. Bilhassa memleketteki evimizde geçen anılarını anlatırken, gözlerimiz ister istemez parlıyor. Annem geçen yıl gitti ama ben yıllardır gidemiyorum evimize. Memleket hasreti yok içimde lakin büyüdüğüm ev öylece eşyaları ile bomboş, içim burkuluyor. 

Mutfağımızdan bir kapı açılıyor bahçemize. Orada türlü bitkiler yetiştirdik annemle. Ben toprakla uğraşmayı çok seviyorum. Yeşilliklerden tutun da güllere kadar mis gibi bir bahçeydi. Köşesinde bir ekmek fırını vardı. Kilerde de bir ocak. Annem bazen komşumuzu çağırır, fırında köy ekmeği ve bazlama yapardı. Yaz gecelerinde ise masamızı ve sandalyelerimizi çıkarır siyah beyaz yeşilçam filmlerini izlerdik. Benim odam evin üst katındaydı. Sadece bana ait gizli bir sığınak. Yürürken ahşap tahtalar gıcırdardı. Merdivenin başlığını elime alır mikrofon niyetine şarkı söylerdim. Yukarı kattan da kayarak aşağı kata inerdim. O zamanlar daha fazla hayalim vardı hayata dair, çocuk hayallerim. Büyüyünce hepsinin yok olacağını bilmeden tutunurdum hayata, yine böyle durgundum ama bir neşe payı bulurdum muhakkak kendime. 

Geçmişi çok özlüyor muyum? Hayır. Şimdiye dair de bir hissiyatım yok, geleceğe dair ise hiçbir hissiyatım yok. Duvarlar, insanlar, büyüyen bir beden, habire uzayan yarısı beyaz saçlar ve simsiyah sakallar ile bir yerlerinden tutunmaya çalışıyorum hayata. Kimi zaman boğuk kimi zaman da bir Kafka grisi renginde. Bazen Cesare Pavese yalnızlığında ve açmazında. İtalya kırsallarında ya da Puşkin'in soğuk kış gecesi öykülerinin birinde. 

Şehirler gelip geçiyor, türlü evlerde konaklıyor insanoğlu. Hiç varamayacakmış gibi, uzanan yollar ardında elinde ahşap bir valiz ile. Kimi geçmiş kimi gelecek, arasında ortada bir yerlerde. 

3 yorum:

Kim Bilir dedi ki...

Ben de çocukken oturduğumuz evi çok özlüyorum. Hatta rüyamda kendimi evde gördüğüm zaman hep o evde oluyorum. Sonrasında belki dört ya da beş ev değiştirdik ama ben hep rüyamda kendimi o evde gördüm. Çocukluk anılarım, sokaklarda gece yarılarına kadar oynadığımız oyunlar, babamın arabasını kaçırdığımız geceler, eylülde okula başlama heyecanlarım, haziranda okulun bittiği gün hissettiğim ferahlık, tam aslında çocukken cennette olduğumu düşünecekken bir anda okulda, sokakta eşcinsel olduğumu ima eden çocuklar gelir gözümün önüne. "Kız gibi" "Top" kelimeleri çınlar kulaklarımda. Soğurum hemen çocukluk anılarımdan. Şimdiki zaman çaresizce, mecburi bir liman olur benim için. Gelecek ise evlenemeyeceğim için biraz yalnız kalma kaygısı benim gözümde. Bazen tatlı bir heyecan. Çocukça hayallerin kapısı bazen. Ama çoğunlukla "Titrerim mücrim gibi, baktıkça istikbalime"...

Dr.eamer dedi ki...

türlü evlerde konaklıyor insanoğlu..ben bu gece senin memleketteki evinde konakladım mesela,çok iyi geldi;huzur verdi..bazen binlerce metrekarede bulamıyoruz o huzuru yine de sığınacak anılarımız var bence mutlu olabilmek için bunlar da birer sebep olmalı insanoğluna. Misafirperverliğin için teşekkür ederim sevgili Beyaz kal sağlıcakla!

Beyaz Çiklet dedi ki...

Kim Bilir,

Ev her zaman bir sığınak oluyor içe dönük, duygusal insanlar için. Farklı bir huzur veriyor, dışarıdan uzakta bir an evvel sığınmak istediğimiz bir mabet. Yalnız olmaktan, yalnız kalmaktan korkma, bunun için kaygı duyma. Yalnızlığı ile mücadele eden ve bunu bir huzur biçimine bürüyen insanların gücüne inanıyorum. Thomas Bernhard da böyle söyler, çok güzel söyler hatta. İnsan hep yalnız kalmalı der. Büyük düşüncelerin, sanat fikirlerinin ve yeni üretimlerin yalnızlık ile güçlü bir ilişkisi olduğuna inananlardanım. Yaşam tuhaf ve biz bir şekilde bu tuhaflığın içinde kendimize sığınmak zorundayız.

Dr. eamer,

Hoş geldin, çok özlemişim. Umarım iyisindir, güzelsindir. Evler anıları biriktiriyor, anılar da insanoğlunun en büyük mirası sanırım. Acı ya da tatlı, yol alıyoruz ve bu yolculuk sırasında kendimizi buluyoruz, bulabildiğimiz kadar tabii. Daha konaklayacak evlerimiz, biriktirecek anılarımız var. Zamanın seyrinden bir selam da ben göndereyim sana, sağlıcakla.