31 Ekim 2016 Pazartesi

Christopher Isherwood: Prater'in Menekşesi

"Ama eğer bu benimse, gerçekten içimdeyse... O zaman... İşte o zaman... Ve bu anda, ama çok silik, çok uzak, bulutların arasındaki dağlarda zar zor seçilen bir keçi yolu gibi, bir şey daha görüyorum: Güvene giden bir yol. Korkunun, yalnızlığın olmadığı, J.'ye, K.'ye, L.'ye, M.'ye ihtiyaç duymadığım bir yere gidiyor. Bir saniyeliğine görüyorum. Hatta bir anlığına çok net görünüyor. Sonra bulutlar kapanıyor, zirvenin acımasız soğuğu yüzünden donmuş buzulun soluğunu yanağımda hissediyorum. "Yok," diyorum kendi kendime, "bunu asla yapamam. Tanıdığım korkuyu, bildiğim yalnızlığı tercih ederim... Diğer yolu seçmek, kendimi kaybetmek demek. Artık bir kişi olmayacağım demek. Artık Isherwood olmayacağım. Yok hayır. Bu, bombalardan bile korkunç. Sevgilim olmamasından bile korkunç, bununla asla yüzleşemem."

Christopher Isherwood, en sevdiğim yazar. Sevdiğim pek çok yazar olmasına rağmen, en sevdiğim yazar olarak direkt aklıma onun isminin gelmesinin bazı sebepleri var. Genelde insanlar sohbetleriniz sırasında en sevdiğiniz yazarın ismini sormazlar, lakin bir gün biri soracak diye kendi içimde hep onun ismini cevap olarak tekrarlıyorum. Okuyan birinin, en sevdiği yazar olarak tek bir ismi belirlemesi durumunu da çok doğru bulmuyorum fakat kalbim yine renkli kokulu rayihalar arasından onun ismini sesleniyor. 

Kendisi ile tanışmam epey zaman oluyor. Lise yıllarımda gittiğim büyük şehirlerin birinden "Hoşçakal Berlin" isimli kitabını alıp okumamışım. Yıllar sonra üniversite dönemimde rafından çıkarıp okuduğumda çok etkilendim. Ardından "Tek Başına Bir Adam Geldi", defalarca okuduğum nadir kitaplardan biri olarak yazın dünyamda yer etti. "Mr. Norris Aktarma Yapıyor" adlı eserini de geçen yıl çok sevdiğim aynı zamanda edebiyat öğretmeni olan bir dostum ile birlikte okuyup analiz ettik. Geçtiğimiz Cuma kitapçıda yeni kitabını görünce çok sevindim, hemen aldım ve okudum. 

Isherwood'un çok ritmik olmayan lakin beni etkilemeyi başaran bir dili var. Sade değil ağır bir dil ama etkileyici. Bunun dışında romanlarında, gerçek hayatının büyük bir kısmını resmediyor oluşu benim hoşuma giden durumlardan biri. Sahici, yalanı olmayan, eşcinselliğini dahi apaçık bir biçimde ortaya dökmek yerine, okuyucunun bir eşcinsel olduğunu anlamasına olanak verecek manalı aralıklar bırakabilen bir yazar. Bu tutumu da onu naif ve şahsiyetli kılıyor bence. Kendisi hakkında daha fazla kelam etmek isterim lakin şimdilik tadında kalsın. Ben de yaşadığım sevinci ve yayınlanmış olan son romanını okuyup, içimde güzelleyeyim. Ayrıca, Isherwood romanlarını basan Yapı Kredi Yayınlarına da teşekkürü bir borç bilirim. Mutlu ettiniz efendim. 

Hiç yorum yok: