31 Temmuz 2017 Pazartesi

Ateş Yılları

İnsanların hayatlarında ateş yılları olduğuna inanıyorum. Fitili yüksek, alevleri gür yıllar oluyor bunlar. Bir kandilin içinde yandığınızı hissediyorsunuz adeta. Bir ateş boyu yükselip düşecekmişsiniz, sonra da etrafa külleriniz savrulacakmış gibi. Bazen o kadar bulanıyor ki bu tür zamanlarda gözler, etraf tamamen karanlığa bürünüyor. 

İnsanın her zaman tek başına bir mücadele verdiğine inanırım. Yanınızda ne kadar çok seveniniz olursa olsun bir insanın iç ritmini tümden, her şeyi ile anlayabilecek başka bir insan yok ne yazık ki. Hayat tek başına çıkılan bir yolculuk, bu yolculuk süresince bize yarenlik eden insanlara rastlıyoruz. Kimi uzaktan el sallıyor, kiminin bir alacağı var kısa süreli kalıp gidiyor kimi de o kadar uzun kalıyor ki varlığının farkına bile varmaz oluyoruz. Bir müddet durup dinlenmek gerekiyor hayatın bir köşesinde. Kaybedilen onca insan, yıpranmış onca duygu. Dönüp baktığınızda geriye sizden bir şey kalmadığını görüyorsunuz. İşte bu an çok önemli, altın saniyeler. Nefes alın, yalnız yürümekten korkmayın. 

Korktuğumuz için seviyor, korktuğumuz için terk ediyor ve korktuğumuz için yaşıyoruz. Hayat korkularımızdan oluşmuş bir ritüel, bunu yadsıdığımız müddetçe üzülmeye devam edeceğiz. Oysa fizikteki gibi herhangi bir kabın şeklini almamız gerekmiyor ille de. Hayat bilimden çok ayrı bir bilmece, eğrisi doğrusu bir garip, ölçülebilir bir tarafı da yok. 

Uzunca müddet kendinizi dinleyip usanmadan kendinizle kalmaya başladığınız an her şey değişiyor. Bırakın etrafınızdaki dünya ve insanlar dönenip dursun. Siz zamanın farkına varın, duygularınızı yaşayın ve yalnızca kendinizle olduğunuzun bilincine varın. Öyle ya da böyle tekiz. Biriz. Var oluş serüveninizde bir alev beliriyorsa bırakın yakıp kavursun içinizi. Yaşamak belki de bize en büyük ceza ve sanıyorum ki bu cezayı alevler içinde çekiyor oluşumuzu kabullenebildiğimiz kadar varız. Gerisi ve ötesi kocaman bir boşluk nihayetinde. 

30 Temmuz 2017 Pazar

Yusuf Atılgan: Aylak Adam


aylak adam ile ilgili görsel sonucu
"Bir bakıma haklı. Hepimiz korkağız. Korktuğumuz için severiz; korktuğumuz için yaşarız; korku yüzünden ölürüz. En kötüsü kısa sıkıntılardan korkarız. Ama yalnız bu mu?.."

Yaz seçkimin on birinci kitabı Aylak Adam oldu. Bana bir otobüs yolculuğunda eşlik etti. Ve Yusuf Atılgan külliyatını bu eser ile tamamlamış oldum. 

Aylak Adam, bünyesinde ölüm gerçekliğini taşıyan adam. İsyankar dersiniz, kadın meraklısı dersiniz, ne idiği belirsiz dersiniz, hakkında söylenebilecek sözcüklerin fazlalığı kiminizi şaşırtabilir. Bense onu sadece "gerçek" sözcüğü ile tanımlayabiliyorum. Olduğu gibi gerçek, toplumun dayatmaları ile yaşamayan, içinden geldiği gibi yaşayan. Olabildiğince özgür, sanki hayatın dilini çözmüş. Bu yüzden bize yabancı, kendine yakın. 

Aslında pek çoğumuzun olmak istediği adam aylak adam, gailesi hepimizden fazla yalnızca belli etmiyor. Bir şeyleri erken yaşta çözmüş, bitirmiş ve kenara kaldırmış gibi. Bizde ise fazlası yok. 

Son dönemde epey popüler oldu Aylak Adam. Kürk Mantolu Madonna ile bilikte bir atılım yaptılar. İlginçtir, bazı önemli eserler yıllar sonra bir anda yükselişe geçebiliyor. Elimdeki kitap 50. baskısını yapmış. Sevindirici. Bir yandan da üzücü gibi. Aylak Adam gerçekten anlaşılıyor mu acaba? Herkes okuduğu için mi okunuyor? Eller sonra Anayurt Oteli'ne ya da Canistan'a da gidiyor mu? Muamma. 

Ufuklarda başka kitaplarla görüşmek üzere. 

29 Temmuz 2017 Cumartesi

Apollon Tapınağı, Cennet Koy, Akbük, Saplı Ada ve Denizköy II

Didim tatilinizde tüm vaktinizi Altınkum'da geçirmeyin derim ben. Biz ikinci gün Altınkum'a yaklaşık 10 dakikalık mesafede bulunan Cennet Koy'a gittik. Sabah erken saatlerde gittiğimiz için kimse yoktu, öğlene doğru da çok az kişi geldi zaten. Cennet Koy Akvaryum olarak da biliniyor. Küçük ve tertemiz bir koy. Balıklarla birlikte yüzüyorsunuz ve gerçekten çok güzel bir deneyim. Suyun altı da olduğu gibi görülüyor, tertemiz.

Akvaryum'un hemen kenarında küçük bir işletme var. Biz sabah çayımızı orada içtikten sonra şezlonglara geçip sabah serinliğinde suya girdik.Öğle vakti de güzelce güneşlendik ve akşama kadar orada kaldık. Şezlong ücretleri de Altınkum'a göre çok uygun. Burayı muhakkak ziyaret edin ve bu ıssız koyda yüzme keyfini yaşayın.

Ertesi gün Akbük'e gittik. Altınkum'dan bu bahsettiğim her yere çok sık geçen minibüslerle ulaşmanız mümkün. Akbük, Altınkum'a göre çok daha tenha bir yer. Tatilci sayısı çok az. Minik bir merkezi var. Üstelik Akbük'te ücretsiz şezlong, şemsiye ve duştan da yararlanabilirsiniz. Suyu pek temiz değildi ve oldukça dalgalıydı. Rüzgar da biraz sert esiyordu. Kısa süre yüzdükten sonra sudan çıktık. Akbük'ün güzelliği yüzerken hemen karşınızdan size selam veren Saplı Ada. Akbük kıyısından suda yürüyerek Saplı Ada'ya ulaşmak mümkün. İlk kez böyle bir şey gördüm. Coğrafi şekil olarak bir tombolo Saplı Ada. Bence gittiğinizde muhakkak görün. 

Akbük'e giderken yol üzerinde ve deniz kıyısında çok güzel bir yerleşim yeri var, ismi Denizköy. Burada kahvelerimizi yudumladık. Ardından denize girdik. Az insanlı ve huzur veren bir yer Denizköy. Suyu Akbük'teki gibi temiz değildi, dalgalıydı. Lakin sessizliğini çok sevdim. 

Bir diğer ziyaret noktamız ise Apollon Tapınağı oldu. Apollon da Altınkum'a yaklaşık 10-15 dakikalık bir mesafede. Tek kelimeyle büyüleyiciydi. Özellikle Medusa heykelini görmek ve tapınağın içinde yürümek enfes bir deneyimdi. Apollon'un çevresinde de oteller var. Dileyenler burada da kalabilirler. Üstelik çok da güzel meyhaneler var. 

Kısa Didim tatilimize çok fazla şey sığdırdık ve dolu dolu bir tatil oldu. Görülebilecek bir Bafa Gölü Tabiat Parkı ve Miletos kaldı. Oraları görmek de başka zamana kısmet olur umarım. 

Kısaca özet geçecek olursam Didim pahalı bir tatil bölgesi değil. Her bütçeye uygun konaklama seçenekleri mevcut. Bana biraz fazla kalabalık geldi, kalabalık tatil bölgelerini pek sevmiyorum. Lakin Didim'de tenha yerlere kaçabileceğiniz çok fazla güzel yer mevcut. Herkese iyi tatiller dilerim efendim. 

Didim Altınkum Tatili İzlenimlerim I

Üç gece dört günlük Altınkum tatilimizden döndük. Bölüm bölüm tatilden kesitler aktarmaya çalışacağım. Gidecek olanlar için de yardımcı olabilirim belki. 

Altınkum'un gerçekten kumu çok güzel, denildiği kadar varmış. Mavi bayraklı bir plaj ve temiz. Biz hafta içi gitmemize rağmen plaj çok kalabalıktı. Duyduğumuza göre hafta sonu daha kalabalık oluyormuş. Altınkum plajında alınan şezlong ve şemsiye ücretleri bana pahalı geldi. Şemsiye için on lira, şezlong için on lira alınıyor. Eğer uzun bir tatil planlıyorsanız her gün bu paraları vermenize gerek yok. Tüm dükkanlarda satılan hasırlardan ve şemsiyelerden almanız yeterli. Ya da portatif sandalyelerden. İnsanlar genelde öyle yapıyor çünkü. 

Altınkum'un suyu ılık. Ayrıca tuzlu da değil. Öyle hemen de derinleşmiyor. Çocuklarınız için güvenli ve uygun. Dalgalı ve rüzgarlı da değil üstelik. Yüzme öğrenmek için de çok uygun bir deniz. 

Akşam üzeri ise kalabalık iyice artıyor. Sahil şeridi boyunca sıralanan pek çok kafe, otel, restaurant ve dükkan var. Biz ilk akşamımızı canlı müzik yapılan bir kafede geçirdik. Eğer alışveriş yapacaksanız kadınlar için seçenek çok. Takı, çanta ve hediyelik eşya seçenekleri bol. Fakat burada alışveriş yapmanızı tavsiye etmem. İlginç bir şekilde bir tane bile orijinal ürün satan bir dükkan görmedim. Dünyaca ünlü markaların sahteleri satılıyor her yerde. Geçen sene Kemer'de de böyleydi. Sanırım yabancı turistlerin bu giyim eşyalarına ilgisi çok fazla. Bir de dikkatimi çeken şeylerden biri Altınkum'da pek çok özel diş polikliniği olmasıydı. Sanırım fiyatlar yabancı turistlere çok uygun geliyor ve dişlerini burada yaptırıyorlar. Zaten Didim'den ev alıp yerleşmiş olan çok sayıda yabancı turist var. En çok İngilizler varmış diye duydum. 

Ben tatile çıktığım yerlerden giyim alışverişi ya da herhangi bir alışveriş yapmıyorum. Bütçemi gezmeye, eğlenmeye ve yeni tatlar denemeye ayırıyorum. Tatil esnasında alışveriş yapmak pek bana uygun bir aktivite değil. 

Altınkum'da şunu yeyin şunu için diyebileceğim bir şey yok esasen ya da ben rastlamadım. Sanırım oraya özgü bir yiyecek ya da içecek yok. 

Altınkum'a plansız ve rezervasyonsuz gelseniz bile kesinlikle açıkta kalmazsınız. Bütçenize uygun otel bulabilirsiniz. Sahil şeridi boyunca bir sürü küçük otel var. Eğer mükemmel bir konfor aramıyorsanız bu oteller size yeterli gelecektir. 

Şunu da eklemeliyim ki Altınkum sessiz sakin bir tatil isteyenler için uygun değil. Ama ille de Didim diyorsanız bir sonraki yazıda kaçabileceğiniz sessiz sakin yerlerden ve görmeniz gereken civar yerlerden bahsedeceğim. Devamı bir sonraki yazıda. 

23 Temmuz 2017 Pazar

Yusuf Atılgan: Bütün Öyküleri


yusuf atılgan bütün öyküleri ile ilgili görsel sonucu
"Ne güzel kurşun, di mi? dedi Korkut. 
Sarıbaş yan gözle bakıyordu kurşuna.
Uzan da alıver istersen, dedi.
Korkut elini uzattı, aldı. Sıcaktı. Ağzına götürdü, ısırdı. Dört dişinin izi kaldı üstünde. Bu yumuşak, zararsız nesne mi öldürecekti sarıasmayı, karamekeyi, gökçeliyi, alaca cereni, insanı?"

Yaz seçkimin onuncu kitabında yine Yusuf Atılgan eşlik etti bana. Bu sefer öyküleri ile. Kitabın sonunda iki de masalı var kendisinin. Hem küçüklere hem büyüklere masallar. Korkut'a masal ve Ceren'e masal. 

Yusuf Atılgan'ın dili öykülerinde de tıpkı romanlarındaki gibi. İşlediği konular benzer, öyküleri yük, gam ve his dolu desem yanılmam. Tasasız taşranın delişmen insanları. Samimiyeti buradan geliyor belki de, olduğu gibi içimize nüfuz etmesinden. Eğri büğrü yollarda ve zamanlarda yaşanan gerçeklik. Olduğu gibi hem de, ziyansız. Yusuf Atılgan'ın bu taşra ve gerçeklik bileşimi kokusunu bir tek Hasan Ali Toptaş'ta alabiliyorum. İç döndüren zamanlar, aynalar ve kır atlar. 

Sıradaki kitap Aylak Adam. Onu da okuduktan sonra Yusuf Atılgan külliyatını bitirmiş olacağım. Pek güzel olacak. Şimdi birkaç gün yaz tatili ve deniz molası veriyorum. Döndüğüm gibi edebiyat maceram devam edecek. 

1000. Yazı!

Blogu açıp şöyle sol tarafa bir bakayım dedim, evet 1000. yazıyı da devirmişim burada. 10. yıla girmeme de az kaldı sayılır. Bu yazıların büyük bir kısmını lise yıllarımda kaleme almıştım. O zaman sevinçler ve heyecanlar daha farklıydı tabi, çocukça. Onun da kendine has bir masumiyeti var, yadsıyamam.

Geriye dönüp baktığımda epey saçmalamışım burada. Olsun diyorum, bir hatıra defteri gibi. Geçmiş 10 yıl boyunca yaşadıklarım ve yazdıklarım beni güldürüyor çoğu zaman. Şimdi olsa asla yapmayacağım ve yaşamayacağım şeyler. Deneyim işte! 

Arada epey aklı başında yazılar da yazmışım, yalan değil. O hallerden bugüne çok zaman geçti elbet. Pek çok hayat dersi aldık, tokatlandık. Bunlar da gerekliymiş dedik, yolumuza devam ettik. Yürümeye bazen de koşmaya devam.

O zamanlar sorsanız burada 10. yıla koşacağım aklıma gelmezdi. İleride beni nelerin beklediği hakkında da en ufak bir fikrim olmazdı. Vay be çiklet, zaman ne çabuk geçiyor. 

Son üç dört yıldır daha aklı başında yazılar kaleme alıyorum. Kültür, sanat, arada kendi hayatımdan küçük notlar... Olgunlaştıkça, insanın hayatından belirsizlikler yavaş yavaş yok oluyor. Tabi bununla birlikte heyecanda da eksilme oluyor sanırım. Ama daha bir dingin, pek çok şeyi aşmış hissediyorsunuz kendinizi. Her şeyin bir yaşı varmış hakikaten, zamanı. 

Diyelim ki hayırlı uğurlu olsun, daha nice yazılar olsun birlikte. Ha bir de, okuyan, kendinde bir şeyler bulan yüreklerinize sağlık. İyi ki varsınız. 

22 Temmuz 2017 Cumartesi

Yusuf Atılgan: Anayurt Oteli


anayurt oteli kitap ile ilgili görsel sonucu
Yaz seçkimin dokuzuncu kitabı "Anayurt Oteli" oldu. Eseri yıllar önce okumuştum, Yusuf Atılgan külliyatını tamamlamak adına tekrar okudum ve elbette yine ilki kadar etkiledi. 

Zebercet. Dünyanın herhangi bir yerinde, soğuk duvarların arasında yaşayan gündelik bir adam. Belki de onu şahsi kılan içinde bulunduğu mekanın dokusu. Bir otel. Eski dönem otellerinin kendilerine has bir gizemleri var. İçinden gelip geçen hayatlar, merak edilen hayatlar, odalar ardında günü birlik yaşamlar ve birbirini tanımayan insanların doluştuğu bir yuva. Bir ev sıcaklığı bulamazsınız belki ama bir köşesinden bağlar insanı. Hem evlerin hepsi sıcak mı ki?

Zebercet bu sıcaklığın içinde soluyup soğuyanlardan. Sokakta görseydiniz dikkatinizi çekmezdi. Oysa bıyığını kesmişti yahu. Kendisine yepyeni bir ceket ile iskarpinler almıştı. Ve dahası o okumadığı gazetelerin ardından devamlı sizi gözetlemişti, muhteşem bir gözlem yeteneği vardı. Ama siz onu hiç görmediniz.

Peki ya aşk, gecikmeli trenle gelen o esrarengiz kadın? Bir silüet mi sadece, zihinde bir kurgu mu?

İnsan şimdiye geçmişiyle ulaşıyor, anda kalamadan geleceğe adım atıyor. Zebercet'in aileden getirdikleri ve yalnızlığı birleşince diyorsunuz ki, "ulan insanoğlunun yapamayacağı hiçbir şey yok, cinayet bile." Bir de sahiden cinselliğe bu kadar takık mıyız? Altında üstünde ne var bu işin? Altımda üstümde kimler var ulan? En nihayetinde nefesin bitişi, boğaza dolanan ipler. Peki ya pişmanlık? 

Yusuf Atılgan yerli edebiyatın önemli isimlerinden biri. Bir taşra var onda, bir gerçeklik ve bir de gerçek insanlar. Uzunca bir süre taşrada yaşadığını düşünürsek, iyi bir gözlemci olduğunu da ekleyebiliriz bu övgüye. 

Canistan adlı yapıtı ile tanımıştım kendisini, Anayurt Oteli ile bağımızı bir kez daha pekiştirmiş olduk. Aylak Adam ve Öyküleri ile devam edeceğim. 

Hazır Anayurt Oteli bitmişken bir de sinema uyarlamasını izleyeyim izninizle. Ömer Kavur'a da bir selam mahiyetinde olsun yazının bitimi. Sağlıcakla. 

Tomris Uyar: İpek ve Bakır


tomris uyar ipek ve bakır ile ilgili görsel sonucu
"Temmuz" adlı öyküsünden,

"Bu çocukluğun var ya, hiç yitirme onu, bazıları yitirmezler. Sen öyle bir çocuğa benziyorsun. Korun.
-Olur, söz."

1966

Yaz seçkimin sekizinci kitabında bana yeniden Tomris Uyar eşlik etti. Bir şekilde, bir düzlükte ayrı kalamıyorum ondan. Satırları arasında başka bir his var, etkilemekten de öte, öyküleri olduğu gibi sıcacık. İpek ve Bakır Tomris Uyar'ın ilk öykü kitabı. Yazar, 1965-1970 yılları arasında kaleme almış bu öyküleri. Bir ilk kitap olmasına rağmen Tomris Uyar'ın yazı dilini ve sıcaklığını hissedebiliyorsunuz. Üstelik gelecek yılların da heyecanlı bir habercisi İpek ve Bakır. 

Seçkime farklı kitaplarla devam edeceğim lakin yine arada bir soluk, sırf bir tını olsun diye Tomris Uyar'a sığınacağım muhakkak.

21 Temmuz 2017 Cuma

Instagram Anneleri

Yazıya başlamadan önce şunu belirtmek istiyorum. Kimseyi kırmak ya da üzmek niyetinde değilim. Hazır sosyal medyadan konu açılmışken instagram anneleri ile ilgili de birkaç şey söylemek istiyorum. Bir eğitimciyim ve çocuk yetiştiriyorum. Bu konuda belirli hususlarda söz sahibi olduğumu düşünüyorum en azından fikir beyan etmeye bir şekilde hakkım var kendi sayfamda. 

Hesabımı kapatmadan önce pek çok instagram annesine denk geliyordum. Siz istemeseniz de arkadaşlarınızın takip ettiği kişilere oranla ana sayfanıza düşebiliyorlar. Çocuklarının neredeyse her anını paylaşan anneler var. Mutlu bir aile tablosu paylaşıp anılar biriktirmekten ziyade çocukları yemek yerken, çocukları oyun oynarken, çocukları havuza girerken, çocukları okula gidip okuldan gelirken, çocukları yıkanırken ve daha bir sürü zaman dilimlerinde paylaşım yapıyor bu anneler.

Çok açık ve net bunu sağlıklı bulmuyorum. Küçük çocuklar henüz hür bir iradeye sahip değiller. Annelerinin kendilerini niçin bu kadar sık fotoğrafladıklarını bir şekilde sorguluyorlardır elbet. Bu annelerin vermeye çalıştıkları bazı mesajlar var: 

- ben çok iyi bir anneyim.
- ben çok güzel bir bebek dünyaya getirdim ve ona çok iyi bakıyorum. 
- ben çocuk yetiştirmek konusunda uzmanım ve beni takip edin ki iyi şeyler öğrenin.
- ben çok iyi eğitim almış bir anneyim ve benim sayemde siz de iyi bir çocuk yetiştirebilirsiniz.
- ben çocuğuma çok lüks bir hayat yaşatıyorum ve bunu siz de görün.
- beni sürekli takdir edin. 

Bu mesajlar benzer şekilde çoğaltılabilir. Çocuklarınıza bunu yapmayın, buna hakkınız da olmamalı. Çocuklarınızın en mahrem anlarını ve en mutlu anlarını onlarla birlikte yaşayın. En mükemmel anneler sizler değilsiniz. Pek çok kadın çocuk yetiştiriyor hem de zorlu koşullar altında. Hiçbirimizin annesi bizleri sosyal medyada büyütmedi. Üstelik çok istediği halde çocuk sahibi olamayan bir sürü insan var. 

Mutlu bir aile profili oluşturmak yerine instagram anneliğini bir kazanç kapısı olarak kullanmak da ne yazık ki bir realite. Bu sayfalarda bebek bezi, maması ve oyuncağı reklamlarını bolca görürsünüz. Üstelik bu firmalar sürekli geniş çaplı etkinlikler düzenler. Ve bu anneler çocukları ile birlikte bu etkinliklerde bir araya gelirler. Ne kadar iyi anneler oldukları konusunda birbirlerini takdir etmeye ve onaylanmaya ihtiyaç duyarlar çünkü. 

Çocuklarınızın hepsi masum, ileride kendi istekleri dışında fenomen olmalarının yükünü kaldıramayabilirler. Bunun için size de kızabilirler ki çok da haklılar. Yapmayın lütfen, mahrem anlarınızı paylaşmak zorunda değilsiniz. Biz günümüz dünyasında çocukları internetin zararlı hallerinden ve sosyal medyanın basit düzeyinden uzak tutmaya çalışırken siz tam da karşı çıktığımız şeyleri yapıyorsunuz. Sağlıklı değil. Ne kendinizi ne çocuğunuzu yıpratın. Eminim ki sizler de çok iyi annelersiniz lakin bu gösteriş işine bir son verin. Çocuklarınızı koruyun. Saygılarımla.

Sosyal Medya Hesaplarımı Kapattım: Samimi Bir Sohbet

Bir süre önce sosyal medya hesaplarımı kapatmıştım. Hatta bununla ilgili bir arınma yazısı da yazmıştım. Zaten bir tek instagram hesabım mevcuttu. Diğer sosyal medya kanallarında hesabım yok. Amatör olarak fotoğraf çektiğim için yalnızca çektiğim güzel fotoğrafları paylaştığım bir hesaptı. Dün itibari ile ondan da kurtuldum. Nasıl mı? Şöyle anlatayım. 

Ortada çok büyük bir samimiyetsizlik var. Rahatsız edici derecede. İnsanlar sosyal medyada kendilerinden bambaşka birine bürünüyorlar. Gerçekte tanıdığım insanların sosyal medyadaki paylaşımlarına şaşırıp kalıyorum. Bir arkadaşımın instagram'da yaklaşık 600 fotoğrafı var. Hepsinde de sadece kendi suratı hem de! Kıyafetleri değişik, mekanlar değişik ama 600 tane aynı surat. Bir başka arkadaşım maddi açıdan iyi durumda olmadığı halde sürekli epey zenginmiş gibi paylaşımlar yapıyor. Pahalı mekanlar, yeni kıyafetler, lüks eğlenceler. Peki gerçek hayatta böyleler mi? Kocaman bir boşluk. 

Sosyal medya insanları öyle bir hale getirdi ki, bağımlı olmamızı geçtim sahte kimliklere büründük. Gerçekte yaşadığımız hayatlarla sosyal medyada gösterdiğimiz hayatlar arasında dağlar kadar fark var. Arasından Çin Seddi bile geçer, o derece! 

İnsanlar beğenilme ve onaylanma ihtiyaçlarını sosyal medya üzerinden gideriyorlar. Bir nevi tatmin oluyorlar ve ben bunu sosyal medya orgazmı olarak nitelendiriyorum. Yaz geldiğinden beri paylaşılmayan yaz tatili fotoğrafı ve videosu kalmadı. Herkes bir yerlerde, sevgilisiyle, eşiyle. Yediklerini içtiklerini göstermek derdinde. Hastaneden paylaşımda bulunan arkadaşlarım var. Üstelik bir de instagram'a hikaye kısmı eklendi tam oldu. Her saatini paylaşan insanlar da türedi, büyük bir açığı kapattılar! Bir de hiç hoşlanmadığım ünlüler grubu var. Sürekli ana sayfamdalar ve herkesin ana sayfasında bu insanlar. Hiçbir vasıfları yok, iki lafı bir araya getiremezken instagram fenomeni olmuş durumdalar. Üstelik birçok aklı başında arkadaşım da bu insanları deli gibi takip ediyor. Ergenler hepsine hasta, hepsi parlak birer idol. İsimlerini burada zikretmeyeceğim. 

Tüm bunlar ne yazık ki gerçek yaşamdaki sosyal ilişkilerimizi de etkiliyor. İnsanı bir sosyal medya depresyonuna sürüklüyor. Bir paylaşımdan sonra kaç beğeni aldığınızı görmek için sürekli sayfa yenilemiyor musunuz? Üstelik saatlerce? Bunu hepimiz yapıyoruz yalan söylemeyiniz! 

Bir son veriyorum artık bu duruma. Çünkü gerçekten sıkıldım ve kendimi kötü hissediyorum. İnsanlara bir şeyler göstermeden ve kanıtlamadan da yaşayabiliriz öyle değil mi? Üstelik daha fazla kendimiz kalarak daha temiz kalarak. Sağlıcakla.

20 Temmuz 2017 Perşembe

Vüs'at O. Bener: Dost Yaşamasız


bener dost yaşamasız ile ilgili görsel sonucu
"Doğru. Büyük dert. Ben? Gerçek gerçekse. Dönüp dolaşıp kendimle karşılaşmaktan korkuyorum galiba. Boğuş. Tepin. Kendini tam dorukta, tam amansız duyduğun zaman. Lanet. Yok olmaz. Buna inanamam. Kıskıvrak. Ötesiz. Dipte. Olduğun yerde. Kurşunlanmış. Mıhlanmış. Ne artık ne bir eksik. Öyle mi? Olmaz böyle şey. Fırla ayağa. Miskin. Haydi oradan."

Yaz seçkimin yedinci kitabı olan "Dost Yaşamasız" ile Vüsa'at O. Bener'e veda ediyorum. 1950 kuşağı öykücülüğüne yeni bir soluk getiren Bener'in, Dost Yaşamasız adlı eserinde pek çok öyküsü yer alıyor. Eser tam olarak yazarın 1986 yılına kadar yazdığı öyküleri kapsıyor. Bener yazınına başlayacaklar için de tavsiye edebileceğim bir kitap. 

Diğer yazılarımda sık sık belirttiğim gibi, Vüs'at O. Bener'in farklı bir üslubu var. Kimi öykülerinde kapalı lakin duygu yüklü bir anlatım benimsiyor, kimi öyküleri ise daha açık, karakterler ve olaylar net. Bener kendisini bu konuda eleştirenlere öykülerinde de yer veriyor zaman zaman. 

Benim için derin ve sarhoş edici, güzel bir yolculuktu. Yaz seçkim bittikten sonra yazarın oyunlarını da alıp okuyacağım muhakkak. 

19 Temmuz 2017 Çarşamba

Gezmek Zamanı: Didim Altınkum'a Yolculuk

Bugün annemle apar topar bir tatil planı yaptık. Katılacağım bir eğitim vardı lakin iptal oldu. Hal böyle olunca şöyle annemi yazlık bir yerlere götüreyim de birkaç gün denize girelim istedim. 

Bugün birkaç yer baktım, pek tatlı bir yer beğendim. Hadi dedim anneme, hazırlıkları yapalım da gidelim. Otobüs bileti falan derken her şey bir çırpıda halloldu. Aynı zamanda Didim Antik Kenti'ni görecek olmak da beni şimdiden heyecanlandırıyor. Yine bol bol tarih soluyacağız mis gibi. 

Altınkum dönüşü muhakkak detaylı bir yazı kaleme alırım. Belki gitmek ve fikir edinmek isteyenler olabilir. Dönüşümde de öğretmen arkadaşlarımın yanına Trakya'ya gideceğim. Bu yaz benim için epey dolu ve hoş geçiyor. Okullar açılana kadar son bir ayımız kaldı. Değerlendirmek, gezmek vakti. 

Hastane Günlükleri, Belirsiz Zamanın Anıları

Üç yıldır arada sırada bahsediyorum, annemden ve hastalığından. Çok detay vermek niyetinde değilim. Ölümden döndü. Epey ağır bir rahatsızlıktı, yoğun bakımdan çıkamayacak dendi. Beyin rahatsızlığı, vücudu ve yaşam fonksiyonlarını tümden etkileyen cinsten. O zamanlar yirmi iki yaşındayım. Çalışıyorum bir yandan yüksek lisans. 

İki yıl boyunca hastanelerde yattık. Ben başka şehirde annem başka şehirde. Her hafta sonu yanındaydım. Egzersizler, fizik tedavi, yıpranmış refakatçi koltukları. 

Şimdi geriye dönüp baktığımda hüzün dolu o günleri tebessümle ansıyorum. Hastane maceramızda çok güzel insanlar tanıdık. Misal tombul Fatma teyze vardı, parıltılı yeşil gözlü. Çaycı dediğimiz bir teyze daha vardı, keyfine pek düşkün. Hastaneye su ısıtıcısı, çaydanlık ve tepsi gibi bir sürü malzeme getirmişler. Her gün çayımızı demleyip hastanenin bahçesinde vakit geçiriyorduk. Ben çarşıya çıkıp tüm hastaların ihtiyaçlarını alıyordum. Akşamları yemekten sonra kahveler, çikolatalar, meyveler gırla. 

Bir sürü insan tanıdım bu iki yılda dedim ya. Yoruldum mu? Çok. Hayat mücadelesi dedik, yola devam ettik. 

Ben bu satırları yazarken annem balkonda oturuyor. Üstelik sapasağlam. Nereden nereye diyorum bazen. Akıl tutulması mı yoksa bu? O dönem bir profesör gibi sürekli beyin üzerine makale okuyordum. Bir artı da buradan yak. Neticede yaşam döngüsel, dönenip duruyor kendi kuyruğunu yakalamaya çalışırcasına. 

Her şey normale döndü ya, insanın içi rahat. Bir baykuş uykusundan uyanmış gibi, bir işçi sabah yolunu tutmuş gibi. Aydınlık zamanlar olsun her bir hane, her bir insan evladı için. 

17 Temmuz 2017 Pazartesi

Vüs'at O. Bener: Bay Muannit Sahtegi'nin Notları


bay muannit sahtegi'nin notları ile ilgili görsel sonucu
"Sevgili Feride,
Hangi anlamlı boşluğa kefen biçmeye kalkışılıyor söyler misin bana? Kuşkum kalmadı. Tüm doluluk uğraşları apaydın, göz kamaştırıcı hiçliğin yüce pırıltısını, aydınlığını görmezden gelmeye yönelik. 
Saçmalık saydığımız davranışlarımızı bilgelikle eşdeğer tutup durmuyor muyuz? Özgürlüğün tutsaklık, tutsaklığın özgürlükle kesiştiğini kavrayabilmek, acıların ulaşılmaz sınır taşı olmalı."

Yaz seçkimin altıncı kitabında bana yine Vüs'at O. Bener yarenlik etti. Verimli bir gündü, iki Bener kitabı duygularıma gömüldü. Bay Muannit Sahtegi'nin Notları bir roman. Orhan Koçak eser hakkında şunları söylüyor: "Kendi yaşamını otobiyografi biçimine sahip bir kurmaca olarak mı sunuyordur Bener, yoksa otobiyografiyi andıran bir kurmaca mı yazıyordur? Muannit'te belli değildir bu."

Muannit, Fatoş ve aralarındaki ince bağ. Biraz eskimişlik biraz da tepelerden esen bir yel sanki ikisinin de başında. Biri diğerinden uzakta biri diğerine oldukça yakın, soğuk memleketlerden telefonlaşmalar, sigaralar, devrilen içkiler, yazmak uğraşı, bir yerlerden tutunmak elden düşmeyen otobiyografik notlara. Hepsi Muannit Beyi anlatıyor, her bir sözcük onun çehresinde barınıyor. 

Teşekkürler Bener, edebiyatın ve varlığın için. 

Vüs'at O. Bener: Siyah-Beyaz


vüsat o bener siyah beyaz ile ilgili görsel sonucu
"Koş vatandaş koş! Aldık Tapu Tahsis Belgesi nasıl olsa. Çıkarız iki oda üstümüze. Düşünmesin pek. Sen al gel benim dükkana. Tutarsa gözüm, çağırırız eve. Yapar ona anan orospu mantısı. İçkisinden belli olur erkeğin hası. Uçuralım bir papaz beraber, anlarız. İşportacılık yapıyor diyemedin tabii. Felçli anası, beş kardeşi eline bakıyor. Temizlerim altını. Lüks tuvalet sabunuyla yıkarım. Bebe pudrası ekerim kabalarına. Kırarım kulunçlarını bir güzel. İnanmıyorsun değil mi? Aşkolsun. Tüyün lan! Geliyorlar." 

Güneydoğu yolculuğumda Vüs'at O. Bener'in "Siyah Beyaz" isimli öykü kitabını yanıma almıştım lakin uyumaya bile zor vakit bulduğum için eseri okumayı tamamlayamadım. Döner dönmez ilk işim okuyup bitirmek oldu kitabı. 

Yaz seçkimin beşinci eseri oldu Siyah-Beyaz. Türk edebiyatında en sevdiğim isimlerden biridir Bener. Daha evvel Mızıkalı Yürüyüş-Kara Tren ve Kapan adlı eserlerini okumuştum. 

Bener'in üslubu etkileyici, kelimeleri cümlelerin içine yerleştirme biçiminde bile bir ahenk var. Üstelik dönem gündemi konusunda oldukça sıkı bir gözlemci kendisi. 

Bilhassa, "Cezaevi Günleri" ve "Reji Yangını" adlı öyküleri beni derinden etkiledi. Yaz seçkim Vüs'at O. Bener ile devam edecek. Sessiz sakin çekildiğim odamın bir köşesinde, henüz yeni bir yolculuktan dönmüş olmanın verdiği yorgunluk ve hüzün birikimin içinde, tekrar ve tekrar Bener öyküleri okunacak. 

Güneydoğu Anadolu Yolculuğumdan Notlar
















Güneydoğu Anadolu yolculuğumu tamamladım. Bu yazıyı epey hüzün yüklü kaleme alıyorum. Kendimi hiç İstanbul'a ait hissetmedim hala hissetmiyorum. Burada okudum, çalışmaya başladım derken bu şehrin beni ne kadar yıprattığını yeni yeni görüyorum. Samimiyetsiz insanlar, sürekli bir koşturmaca, kendini dinlemeye vakit bulamama gibi pek çok sorun beni yıpratıyor. Güneydoğu'da kendime geldim. Samimiyet, insan sevgisi, sohbet, misafirperverlik sanki bu güzel değerlerin hepsi oraya ait. 

İlk gün Antep üzerinden Halfeti'ye geçtim. Halfeti'de Fırat üzerinde bir tekne turu yapıp ardından yemek yedim. Fırat'ın masmavi ve sakin suyu üzerinde masalsı anlar yaşadım. Ertesi gün ise Adıyaman'da idim. Nemrut Dağı'nın üzerinde güneşin batışını seyrettim. Ardından Mardin ve Midyat'i ziyaret ettim. Mardin'e dair beni en çok etkileyen yapı Mor Gabriel oldu. Tarihi doku ile buluşmam ve kadim Süryani halkını yakından tanımam inanın gözlerimi doldurdu. Süzülen bir iki damla yaş ile gezinip durdum Mor Gabriel'de. Midyat'ta kültürel çeşitlilik bol, tarih boyunca süregelen bu çeşitliliğe bizzat şahit oldum ve ne kadar büyük bir zenginlik barındırdığımızın farkına bir kez daha vardım. Mor Gabriel'den çok zor ayrıldım. Bir gün mutlaka bir kez daha ziyaret edeceğim. 

Mardin'de Kasımiye Medresesini de ziyaret ettikten sonra Batman Hasankeyf'e yol aldım. Büyülü bir güzellik, bir kez daha kahrettim onu sular altında bırakacak olmalarına. Her gittiğim yerde gözlerim hep nemli gezdim, sanki bu topraklarda insanı kendine çeken, insanı özü ile tanıştıran tarif edemediğim bir şeyler vardı. 

Bir sonraki gün Antep gezimin ardından Hatay ve Adana ziyaretlerimden sonra İstanbul'a geri döndüm. Bir gün bu şehirden temelli gideceğim. Bu şehrin ve insanlarının beni daha fazla yok etmesine izin vermeden bir gün temelli gideceğim. Bir süre birbirimize katlanmak zorundayız İstanbul, ardından yollarımız ayrılacak. Bir gün, muhakkak. 

11 Temmuz 2017 Salı

Gezmek Zamanı: Güneydoğu Anadolu Turu

Yoğun bir yıl geçirdim. Hem okuldaki işler hem de tez yazmak beni yordu açıkçası. Neyse ki yüksek lisans eğitimim bitti geçtiğimiz günlerde. Kendime hemen bir tatil planı yaptım. 

Geçtiğimiz sömestr tatilinde Batı Karadeniz turu yapmıştım. Yeni insanlarla tanıştığım ve güzel fotoğraflar çektiğim bir gezi olmuştu. Ülke gezilerine bir yenisini daha eklemek istedim. Aslında mevsim şartları dahilinde Doğu Karadeniz turuna çıkmak niyetindeydim. Lakin bir on gün kadar sonra Gürcistan Batum'a bir proje için gitme durumum söz konusu oldu. Bu yüzden şimdilik Doğu Karadeniz turunu erteleyip güzel fotoğraflar çekebileceğim Güneydoğu Anadolu turundan yana karar kıldım. Yarın sabah bir aksilik çıkmazsa gidiyorum. 

Geçen sene yaz tatilimizi annemle birlikte Antalya Kemer'de yaptık. Esasen otel tatilinin bize uygun olmadığını düşünüyoruz. Bir daha otel tatili yapacağımı zannetmiyorum. Bütün gün otelden kumsala kumsaldan otele geçen bir tatildi. Ben gece eğlence mekanlarına giden biri değilim. Hal böyle olunca kendimi Phaselis Antik Kentine atıp hiç kimsenin olmadığı koylarda yüzerek bu sıkıcı tatili eğlenceye çevirmiştim. Üstelik düşlerde Hadrian. 

Güneydoğu hem coğrafyası ile hem de kadim kültürü ile merakımı cezbeden bölgelerimizden biri. Daha önce bazı projeler ile birlikte Hakkari, Şırnak ve Van'da bulunmuştum. Şimdi pek çok ili ve tarihi yerleri göreceğim. Çok sıcak olacağını biliyorum üstelik hiç sıcak sevmeyen bir insanım. Ama elimde fotoğraf makinem dağ bayır gezecek olmak beni şimdiden heyecanlandırıyor, bu durumda sıcak mümkün mertebe görmezden gelinebilir. 

Sanırım yolda bana Tigran Hamasyan şarkıları eşlik edecek. Bu turun üstüne bir de baştan sona Doğu Anadolu yapabilirsem benden mutlusu olmaz. Hep derim denizler yerine dağları sevdim diye, bu da öyle bir durumun özeti benim için. Şimdi çantayı hazırlama ve masalsı bir maceraya yelken açma vakti. Bir süreliğine hoşçakal İstanbul. 

Tomris Uyar: Otuzların Kadını


tomris uyar otuzların kadını ile ilgili görsel sonucu
"Acaba bizler, yara-almadığımıza, güçlü olduğumuza bu kadar inanan çocuklarımızın bir gün biz yok olduğumuzda duyacakları boşluğu nasıl hafifletebiliriz? Şimdiden başlamalı, ama nerden?"

Yaz seçkimin dördüncü kitabında bana yine Tomris Uyar eşlik etti. Bu sefer "Otuzların Kadını" adlı öykü kitabı ile. Başından itibaren okuru içine çeken bir yapısı bu eserin. Bilhassa otuzların kadını derken söylemek istedikleri, kadın olmak meselesinin içine bunca eğilmişlik, bu denli gözlem gücü takdire şayan. Bir yerlerden bir şeyler eksilmiş, geriye kalan tüm kadınlar onu tamamlamak derdinde gibi. Hafif bir esinti, yüze çarpan birkaç saç teli ve ardına bakmadan yürüyen kadınlar, kimi vakitler tökezleyip. 

Belki de hem erkekler hem kadınlar topluca, bir arada oturup oturup bu eseri okumalılar. Kadınlar, otuzların kadınına atıfta bulunurken; erkekler otuzların adamı hakkında ütopya ve gerçeklik arası bir mukavemet bulmalılar. 

Tomris Uyar'a şimdilik veda ediyorum. Sırada Vüs'at O. Bener var. Kısa süreli bir ayrılıktan sonra yeniden buluşacağız Tomris Uyar ile. Esen kalınız sevgili okurlar. 

9 Temmuz 2017 Pazar

Tomris Uyar: Yaz Düşleri Düş Kışları


tomris uyar yaz düşleri düş kışları ile ilgili görsel sonucu
"Demin düşünüyordum da, bizim ülkemizde geçmişler ne kadar kısa, ne kadar da kısa süreli. Bizler, tarihimizi hep on ya da on beş yıllarla düşünürüz.
Yanlış anlamayın, dış dünyadan yenilikler çarçabuk erişir bize, ne var ki parıltıları çabuk biter, çabuk aşınırlar. Dün yepyeni olan bir kavram, bir akım, umut veren bir ad, bir yüz, bakarsınız bugün daha süresi dolmadan yıpranmış. Eşelenmemiş, karanlık tarih dilimlerinin arasında bir yerde kayıvermiş. 
O yüzden diyorum ki, bizim ülkede tarih arayacaksanız Lin bey oğlum, kitaplara bakmayacaksınız. Ama bir insan yüzünde, eski bir yapıda, bir sokakta ya da şu önünüzdeki fotoğraf gibi bir kartpostalda, yüzyılı bir anda kavramanıza yetecek onar yıllık ayrıltılar bulabilirsiniz."

Nisan 1980

Yaz seçkimin üçüncü kitabı Tomris Uyar'ın öykülerinden oluşan "Yaz Düşleri Düş Kışları" isimli eser oldu. Edebiyatın hem iç sızlatan hem de coşku aşılayan bir yanı var. Tıpkı hayat gibi. Tıpkı Tomris Uyar gibi.

Uyar, sevdiğim öykücülerden biri. Daha evvel "Sekizinci Günah" ve "Aramızdaki Şey" adlı eserlerini okumuştum. Yaz seçkimde bir öykü kitabı daha var, sırada. 

Yukarıda alıntı yaptığım ve bana en çok dokunan öyküsü "Metal Yorgunluğu" oldu. Kağıda dökmüş olduğu sözcükler dönem gerçekliğini yansıtmakla birlikte günümüze de ayna tutuyor. Değişimin kıyısında değişemeyen bir ülkeyiz. 

Bir de kitabı bitiren "Kuşluk Rakısı" adlı öyküden kısa bir bölüm paylaşmak istiyorum. Böyle tam da Tomris Uyar netliğinde ve duygusunda bir bölüm: 

"Yaa, dedi Osman olağan bir sesle.
Yine sustuk.
Şuramda bir şey sancıyor dedi.
Yalnızlık, dedim."

Bilge Karasu: Troya'da Ölüm Vardı


troya'da ölüm vardı ile ilgili görsel sonucu
"Suat daha güzel olamazdı, olmamalıydı zaten. Gülüyor, dudağı sarkıyor, kıvrılıyor, gevşiyordu. Sandalı her zamanki yerine çektiğimizde ikimiz de susmuştuk. Kumlu yoldan tırmandık, yolu geçerek buğday tarlasının kıyısından yürümeğe başladık. İçimin katılığı, yeşile, güzelliğine, gömük yeşillerin gömük güzelliğine sağırdı. 'Müşfik,' dedi. Yeşillerin içine baktım. 'Geleceksin gelecek ay, geleceksin değil mi?' Gözümü yumdum, başımı 'evet' dercesine salladım. Sustu. Koluma girdi. Ağırlığını ömrümün sonuna değin kolumda duyacağımı sandım. Katılık çözülür gibi oldu."

"Bu sabah tren her zamanki gibi Sarıkum'la Demirli'nin arasındaki uçsuz kırın üst başından geçti. İncir ağacı, uzakta denizi lekeliyordu. Sarıkum'a bu gece, yarın sabah, ertesi gün, ertesi gece dönmeyeceğiz. Biliyordum. Biliyordu."

1954-1955 

Kendime hazırladığım yaz seçkisinin ikinci kitabı Bilge Karasu'dan "Troya'da Ölüm Vardı" isimli eser oldu. Karasu, benim için Türk edebiyatının en önemli yazarlarından biri. "Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı" ve "Kılavuz" isimli eserlerini okumuştum. Yaz seçkime birkaç kitabın ardından Bilge Karasu ile devam edeceğim. 

Bu satırları eserin yoğun etkisinde yazıyorum.

Müşfik ve Suat.
Müşfik ve Sadun.
Müşfik ve Talha. 

Yukarıda alıntı yaptığım kısım Suat ve Müşfik sohbetinden. Birbirine aşık adamlar, her bir ilişkide aktör Müşfik. Duyguları ile dış dünya arasında gidip gelen derin bir adam Müşfik. Akışına bıraktığı görece şeylerin toplamı kadar belirsiz, bazen de olduğu gibi net, iki dirhem bir çekirdek, güçlü ile güçsüz arasındaki dengede sallanan bir adam. Son kısımlara doğru içimi tarif edemediğim bir duygu kapladı, dostluğu aşan bir sınır çizgisi belirdi. Sonra kayboldu. Sevginin hüküm sürdüğü topraklarda ve ruhlarda sınırdan söz etmek yersiz. Müşfik de böyle, Talha da en nihayetinde. 

Okuyun efendim, Türkçeyi bu kadar iyi kullanan, yaratıcılığın ve hislerin doruk noktasından bizlere kalemini sunan değerli Bilge Karasu'yu hiç durmadan okuyun. 

8 Temmuz 2017 Cumartesi

Bercuhi Berberyan: Ermenistan'da Bir Türkiyeli


ermenistan'da bir türkiyeli ile ilgili görsel sonucu
Yaz için kendime güzel bir okuma listesi yaptım ve bir sürü kitap satın aldım. İlk olarak Bercuhi Berberyan ile başladım. Kitabın ilk basımı 2009 yılında Metis Yayınları tarafından yapılmış. Yazarın kim olduğuna ve hayat hikayesine aşina değildim. Birkaç araştırma yaptıktan sonra oldukça tatlı ve epey de çılgın bir kadın olduğuna kanaat getirdim. Ne kadar tatlı bir insan olduğu kaleme almış olduğu anlatı kitabından da belli oluyor zaten. 

Uzun süredir bir anlatı okumamıştım üstelik Ermenistan'a dair. Kendimi tamamen Yerevan'da hissettim, Berberyan'ın dolaşmış olduğu tüm topraklarda dolaşıp anıları ile hemhal oldum. Çok da iyi geldi okumak, "biz" olabilmeyi amaç edinmek sureti ile meydana getirilen, yaratılan her türlü faaliyeti çok seviyorum. Sevgiye inanıyorum. Berberyan da tekrarlıyor sürekli, bu işi sınırlar değil sevgi çözecek diye. Çok haklı.

Ermenistan bir gün benim de ziyaret etmek istediğim ülkelerden biri. Kitabı okurken içimde büyük bir istek oluştu. Son dönemde sürekli yüksek lisans tezimle uğraştığım için bir türlü masamın başından kalkamadım. Neyse ki son düzeltmeler de bitti. Bundan sonrası yeni yerler görme, keşfetme dönemi. 

Berberyan'ın Agos yazılarını hiç okumamıştım. Bundan sonra kendisini oradan da takip edeceğim. Ve sanıyorum artık daha fazla anlatı okuyacağım. Paylaştığın her bir hatıra ve kalbindeki sevgi için sonsuz teşekkürler Bercuhi Berberyan. 

5 Temmuz 2017 Çarşamba

Yüksek Lisanstan Mezun Oldum

Bir süredir yazamıyorum. Dün tez savunmam vardı. Okullar kapandığından beri yoğun bir şekilde tez savunmama hazırlandım. İnsan her şey mükemmel olsun, bir kusur olmasın istiyor. Malum iki yıllık bir maceranın emeği, bir yıl da ders aşamasını eklersek tezli yüksek lisans yapmak dışarıdan görüldüğü kadar kolay değilmiş bunu anladım. Üstelik bir de çalışıyorsanız derslere odaklanmak ve zaman ayırıp güzel bir konu çalışabilmek zor iş vesselam. 

Tez savunmam güzel geçti, jüri üyelerinin hepsi tezimi onayladı. Yüksek lisanstan sınıf arkadaşlarım da yanımdaydı, onların desteği bana güç verdi. Jürinin bitiminde adet olduğu üzere hocam cübbe giydirdi, fotoğraf çekildik ve yeni anılar biriktirdik. 

Ardından okul kafesinde tez danışmanıma yemek ısmarladım ve vedalaştık. Sonrasında çok sevdiğim sınıf arkadaşlarımı yemeğe çıkardım. Bir güzel yemek yedik, ardından kahve eşliğinde sohbet ettik.

Kısa bir sürede birtakım düzeltmeler yapmam gerekiyor. Hiç durmadan hemen düzeltmeleri yapmaya koyuldum. Onları tamamladıktan ve enstitüye son halini teslim ettikten sonra mezuniyet işlemlerim başlayacak. Lisanstan sonra bir üç yılı daha devirip yüksek lisansı da tamamladık. Bir de üstüne 25 yaşında kocaman bir adam olduk. 

Tezimin çıktısına baktıkça mutlu oluyorum. Emeğim var orada, yazdığım, araştırdığım her bir satır, her bir tablo ve analiz benim için çok kıymetli. İnsanın bir şeyler üretmesi ne kadar da güzel. 

Şu işler bir bitsin hemen yaz tatili planlarımı uygulamaya başlayacağım. Eh hak ettik kocaman güzel bir tatili.

Başarı ve mutluluğunuz daim olsun efendim, güzel günleriniz olsun.