31 Aralık 2015 Perşembe

Taş Parçaları

Ne sanıyorsun?
Ne sanıyorsun?
Benim olan artık
Senin de kaderin:

Dağbaşı, 
Oradaki yaralı ıssızlık. 

Birhan Keskin

29 Aralık 2015 Salı

Benim Hikayem: Hiç Tanımadığım Babam, Kardeşim, Kuzenim ve Bir Sürü İnsan

Annem ile babam ben henüz 23 günlük bir bebekken boşanıyorlar. Mahkeme velayetimi anneme veriyor. Annem beni alıp memleketine dönüyor ve babam İstanbul'da hayatına devam ediyor. Bugüne kadar babamı birkaç kere gördüm. Maddi ve manevi hiçbir desteği yoktur hayatımda. Anne tarafından yakın akraba niyetine yalnızca iki teyzem var. Biri kofti zaten.

Babam ben ilkokul yıllarındayken ikinci evliliğini yapıyor. Bir erkek çocuğu oluyor. Onu da tesadüf eseri nüfus kayıt örneği almaya gittiğimizde öğreniyoruz. Bir erkek kardeşim olduğu yazıyor kağıtta. Öğreniyoruz ki evlendiği kadının da ikinci evililiğiymiş. İlk evliliğinden bir kızı varmış ve onu da yanında getirmiş. Çok geçmeden boşandıklarını da öğreniyoruz. 

Aradan yıllar geçiyor, ben mezun oluyorum ve öğretmenliğe başlıyorum. Annem çok ağır bir rahatsızlığa yakalanıyor. Beyin damarı pıhtı atıyor, felç geçiriyor. Aylarca konuşamıyor, beslenemiyor ve yürüyemiyor. Ona sil baştan tıpkı bir çocuk gibi alfabe öğretiyorum; konuşmayı yeniden öğreniyor. Ona gözüm gibi bakıyorum, hemen hemen iki senede anca toparlanmaya başlıyor. Bu safhada beş yıllık ilişkim karşı tarafın isteği ile aniden bitiyor. Annemin hastalığı ve benimle ilgili hiç ummadığım şeyler söylüyor ve gidiyor. Beni bu kadar çaresizken yapayalnız bırakıyor. Şaşkınlıkla izliyorum olup biteni.

Birkaç gün önce Belçika'dan bir mesaj alıyorum. Biri kuzenim olduğunu söylüyor. Halamın oğlu oluyormuş kendisi. 30 yaşındaymış. Halam kim onu bile bilmiyorum. Biz kuzen oluyoruz diyor, duygulanıyor. 

Bu gece de öğreniyorum ki babamın ikinci evliliğini yaptığı kadın üçüncü evliliğini de yapmış ve bir kızı daha olmuş. Bir kadının üç ayrı adamdan üç ayrı çocuğu. 

Böyle karışık bir geçmişin içinde kimi zaman düşünüyorum. Kardeşime ulaşsam mı diyorum. Annelerimiz bir değil ama ne bileyim işte, insan farklı hissediyor. Bir kardeş, neden kötü olsun ki. Annem hayatını kaybetseydi yapayalnız kalacaktım. Bazen düşünüyorum, nasıl yorulmuyorsun oğlum diyorum kendime? Nasıl bu kadar dirayetlisin? 

Bilmiyorum, yine de mücadele etmeye devam ediyorum. Mutlu olma hakkımın elimden alınmasına asla izin vermiyorum. Vermeyeceğim.

Albus Dombledore'un Ölümü

Gerçek anlamda sevgi duyduğumuz, derin duygular beslediğimiz insan sayısının her birimiz için çok ama çok az olduğu kanaatindeyim. Uzun bir insan ömrü düşlediğimizde, bir ömüre kaç gerçek sevgi sığar rakamsal olarak ifade edemem ancak az olduğuna şüphem yok. Benim için ise daha da az sanırım. 

Harry Potter serisinde son kitaba gelmişken böyle bir yazı kaleme almak istedim. Albus Dumbledore; Harry Potter, Hogwarts öğrencileri aynı zamanda iyilikten yana olan tüm büyücü halkı için vazgeçilmez bir isim. Babacan tavırları, sonsuz sevgisi, her zaman bardağın dolu tarafından bakışları, her şartta ve her durumda affedebilme erdemi, sınırsız zekası ve cesareti ile okuyucular için örnek bir karakter. 

Melez Prens'in sonunda Albus'un ölümü beni ciddi anlamda yaraladı. Bilmiyorum, belki de henüz gerçek hayatta annem kadar sevgi dolu bir insanla tanışmadığım için beni bu kadar etkiledi. Onu hayali bir karakter, bir roman kahramanı olarak düşünmek istemiyorum. Her zaman beni koruyup gözeten bir Dumbledore fikri çok cazip geliyor. 

Gerçi serinin altıncı kitabı olan Melez Prens'te, Dumbledore'un ölümü karşısında Harry'nin hislerini biraz zayıf buldum. Sanki daha fazla yıkılmasını istedim, daha güçlü duygular hissetmesini. Lakin kitapta Albus'un ölümü dolayısıyla yapılan tören oldukça güzel dile getirilmiş. Kurgu oldukça derin işlenmiş. 

Böyle bir yazı kaleme almak istedim diyordum. Çünkü Melez Prens'i bitirmişken, Dumbledore'u bir de ben son yolculuğuna uğurlamak istedim. Yarım kalmış bir methiye, duygusal kısa bir betimleme belki de bu.

Işıklar içinde uyu Dumbledore. 

Fantastiktir Bahtı Yarimin













Gaye Su Akyol'u artık yakinen tanıyoruz. Bir garip uzaylı, bir güzel sanat insanı. Zihni derya deniz, hem caz hem hicaz hem de içimizden biri. Daha başka nasıl tarif etmeli bilmem. Yaptığı güzel resimlerden tutun da ilmek ilmek işlediği müziğine kadar her bir şeyi enfes tonlarda. Çok severim kendisini, öyle böyle değil. Hatta bir arkadaş grubum var ki, sürekli dilimizdedir GSA Partisi. 

Gaye Su'dan yeni bir şarkı geldi. Sözleri ve sesleri öyle güzel bir şarkı ki, kaç gündür dinlemelere doyamıyorum. Söz ve müzik Gaye Su Akyol'a ait. 

Fantastiktir bahtı yarimin
Yol yordam bilmez
Bilmez lagaluga
Eski kafalı 
Bir rüya aleminde
Fantastiktir bahtı yarimin

Dramatiktir şekli yaremin
Ah o cazlar ve hicazlar
Yok mu benzeri 
Koskoca kainatta
Dramatiktir şekli yaremin

Agnostiktir fikri zihnimin
Narin bir su gibi, ince bir sır gibi
Kayboldum neredeyim
Demirden bir perdeyim
Fantastiktir bahtı yarimin

27 Aralık 2015 Pazar

Panic! At The Disco: Death Of A Bachelor

Her yazımda ısrarla söylerim en ama en sevdiğim oluşumlardan biridir Panic! At The Disco. Kurulduğu yıllardan günümüze her hareketlerini takip ederim. Daha önceki yazılarımdan birinde de söylemiştim bu yıl Panic! yılı diye. Son albümleri ve ardı ardına gelen single ve klip çalışmaları ile oldukça başarılı bir yıl geçiriyorlar. Panic! oluşumundan yalnızca Brendon Urie kalsa da onun tek başına bir kale olduğunu düşünüyorum. Sevgim hiç bitmeyecek sana karşı Brendon. 

Death Of A Bachelor adlı şarkıyı zaten çok severek dinliyordum. Klip gelmesine de çok sevindim. Gayet sade, siyah beyaz çekilmiş bu klipte Brendon Urie tüm güzelliği ve sadeliği ile karşımızda. Var ol Brendon!

21 Aralık 2015 Pazartesi

Üç Tutku: Kitap, Kahve ve Çikolata Festivali













Çalıştığım okul 10 günlük bir kış tatili yapıyor. Elbette bu tatil tüm öğrencilerimizin ve bizlerin işine geldi. Herkes bir tatil planı yapıp İstanbul'dan uzaklaştı. Bense buralardayım. Benim için tatil demek hele ki kış vakti ise; yün çoraplarımı ve pijamalarımı giyip okuyamadığım kitapları bir obur gibi okumak, film izlemek, kaçırdığım dergilerin sayılarını toplamak ve bir kavanoz taze çekilmiş kahve alıp köşeme çekilmek demek. 

Tüm bunların dışında neler yapabilirim derken Üç Tutku: Kahve, kitap ve çikolata festivaline giden arkadaşlarımın fotoğraflarını gördüm sosyal medyada. Hemen birkaç bilet kapıp uzun süredir görüşemediğim arkadaşlarımı organize ettim. Biraz Coffee Fest tadında lakin kitap, kahve çikolatanın bir arada olduğu yerleri sevmemek mizacımızda yok. 27 Aralık'a kadar vakit var. Geç olmadan ziyaret edin derim. 

19 Aralık 2015 Cumartesi

Melis Danişmend: Bugünler Parlak?

Melis Danişmend'in yeni albümü Ve Ev'in tanıtım konseri dün Salon İKSV'de gerçekleştirildi. Uzun zamandır beklediğim bir albümdü. Melis Danişmend sevgim öyle böyle değil! Tarifi mümkünsüz, anlatsam ya da birine ondan bahsetsem sanki tüm sırça objeler kırılacak, naifliği yok olacak. 


Melis'in yeni albümünün ilk single çalışması Bugünler Parlak? yayında. Bugünler sahiden parlak mı hepimiz için? Sonuna kocaman bir soru işareti kokuyor Melis Danişmend. Var ol!

bugün eski defterleri kapattım ve attım
bugün bardağıma birazcık damlalar kattım
bugün yapraklardan süzülen yaş değil yağmur
bugün benim günüm...

4 Aralık 2015 Cuma

Radyo Tiyatroları














Eskiden, ben daha ilkokul çağlarındayken evimizde televizyon pek izlenmezdi. Annemin TRT amblemi olan bir radyosu vardı. Bir sürü kanalı çekerdi ve ben küçük bir radyonun içinden nasıl bir sürü sesin çıkabildiğine şaşar kalırdım. Haberleri oradan dinler, arkası yarın ve müzik programlarını oradan takip ederdik. En sevdiğim kısmı ise radyo tiyatroları idi. 

Annem özellikle elektriklerin kesik olduğu bazı akşamlarda mutfak masamızda bir mum yakardı. Kendine kocaman bir demlik çay koyar bana da bir bardak süt ısıtırdı. Geçerdik masanın başına, annem el örgüsünü eline alır ben de iki elimi yanaklarıma koyar radyo tiyatrosunun başlamasını beklerdim. Öyle çok heyecan duyardım ki bu durumdan, ağzım açık dinler kimi zaman sütümü bile içmeyi unuturdum. 

Bakıyorum da şimdi de evdeki hayat seyrimizde pek bir değişiklik yok. Yine televizyon açılmıyor ve yine biz günün önemli bir kısmında radyo dinliyoruz. Dünyayı, radyo ile kucaklamaya devam ediyoruz. 

Dün eskiyi yad etmek adına nostalji gecesi tertip ettik. Ben bir radyo tiyatrosu buldum geçmişten. Bir Ankara Radyosu oyunu: Saatli Maarif Takvimi. Hemen ışıkları kapadık ve evdeki mumları yaktık. Çay demlendi, içine çubuk tarçın atıldı. Annem örgü şişlerini eline aldı ve koltuğuna kuruldu. Ben de masanın başına geçip yine ellerimi yanaklarıma yasladım. 

Ruhumuz o kadar güzel dinlendi ki; bundan sonra haftanın belirli günlerinde radyo tiyatrosu geceleri yapmaya karar verdik. Tavsiyemdir, bir radyo tiyatrosu eşliğinde gecelerinize huzur ve sanat katın. 

17 Kasım 2015 Salı

Harry Potter Serisi

Bunu itiraf ederken bir nevi utanıyorum. Üzülüyorum da için için. Harry Potter ile yaşıtım ben. İlk kitap Felsefe Taşı piyasaya çıktığı zaman Harry Potter'dan haberim yoktu. Tüm dünyada çocuklar bu seri ile yanıp kavrulurken, ben dünyadan bir haberdim. Aradan yıllar geçti ve Harry Potter serisi bir efsane haline geldi. Benimse Harry Potter ile ilk tanışmam üniversiteye başladığım sene oldu. Ne kadar acı!

Kitap okumayı seven bir çocuktum, yaşıtlarımın okuduğundan daha ağır şeylere ilgi duyardım. Bulduğumu okuma hevesi içindeydim. Ama fantastiğe hiç mi hiç ilgim yoktu. Çizgi film izlemeden büyüyen bir çocuktum. 

Şimdi yaş oldu 24, arada öğrencilerim ile ilişkilerimi koparmamak adına fantastik okuyorum. Keyif aldığım eserler de yok değil. Bu türün kıymetini geç anlayanlardanım. Uzun süredir aklımda olan bir projeydi. Yapı Kredi'nin 2015 Harry Potter baskılarını görünce de dayanamadım. Bir haftada Felsefe Taşı ve Sırlar Odası bitti. Sabah ilk işim Azkaban Tutsağı'nı almak olacak. 

Harry'i her zaman çok sevmişimdir. Kendime yakın bulduğum bir karakterdir. Babasız büyümüştür mesela. Vicdanlı bir çocuktur, paylaşmayı sever. Deli cesareti de vardır. İyi yüreklidir, dostlarına değer verir. Her şeyden öte o bir Gryffindor'dur! 

Seriye 24 yaşımın ilk zamanlarından koca bir merhaba olsun, merhaba Potter. 

13 Kasım 2015 Cuma

Panic! At The Disco: Victorious

Henüz üç hafta önce Emperor's New Clothes klibi ile beni huşu içinde bırakan Panic! At The Disco'dan bir video klip daha geldi. Victorious gercekten çok güçlü bir şarkı. Benim de mutluluk ve gurur arası duygular hissettiğim bir altyapısı var. Klibi de oldukça beğendim. 

Parantez açmamda fayda var. Öyle, insanları gözünde kahraman ilan eden ve idoller belirleyen insanlardan değilim. Kimsenin muhteşem olduğuna inanmam, benim de hiç olmadığım gibi. Ama Brendon Urie denilince sanırım benim için akan sular duruyor. Müzik yolundaki mücadelesi, neşesini ve insaniyetini kaybetmeyişi ve tabii ki çok çok çekici bir adam olması. Seviyorum seni Brendon!

8 Kasım 2015 Pazar

Nazan Bekiroğlu: Mücella

Mücella, Nazan Bekiroğlu'nun Timaş Yayınlarından çıkan son romanı. Bekiroğlu, okur kitlesi epey yüksek olan bir yazar ülkemizde. Daha önce hiçbir kitabını okumamıştım kendisinin. Mücella'nın çıkacağını duyduğumda; almak için kitabın çıkış tarihini beklemeye başladım. Tarihsel devirleri anlatan romanlar ilgimi çekiyor.

Peki Mücella nasıl bir roman? Özetle ifade etmem gerekirse; Mücella küçük bir muhitte babasız büyümüş, geçen yıllar zarfında da yalnız kalmış bir kadın. Evinin sınırlarını hayatının sınırları olarak bellemiş, aslında yaşamak istediklerini yaşayamamış mağrur bir kadın. Roman boyunca Mücella'nın, annesinin, ailesinin, abisinin, akrabalarının, komşularının yaşadıklarını okuyoruz. İçinde yaşanılan dönem ile ilgili de yer yer bilgiler veriyor yazar. Yalnız bunu yaparken; romanın geçtiği devir hakkındaki bilgiler tüm romana harmanlanmak yerine ardı ardına veriliyor ve bir çabuk bitiriliyor. Sanki arka plan önemsenmemiş, Mücella'nın kurgusuna daha fazla yer verilmiş gibi. Başarısız mı? Kesinlikle değil, zaten yazarın da dönem hakkında daha fazla bir bilgi verme kaygısı olmayabilir. 

Genel itibari ile Mücella, ülkemizin düşük tahsilli kesiminden yüksek tahsilli kesimine kadar geniş kitlelere hitap eden, basit bir dille kaleme alınmış bir roman. Akıp gidiyor ve kolay okunuyor. 

Bir Kadının Portresi: Annemin 24 Yıl Sonra Kadıköy'e Dönüşü

Annemin ölümcül rahatsızlığını atlatalı bir yıl sekiz ay olmak üzere. Ne çok vakit geçmiş üzerinden. Canımızın yanışı, hayata tutunma çabalarımız, yoğun bakım günleri, yeni doğmuş bir bebek olan annemin yeniden yetişkinliğe geçişi ve terk edilişlerimiz...

Hastalığı epey atlattık. Annem çok daha iyi durumda, eski hayatına hemen hemen geri döndü. Elbette benim desteğim ile hayata tutunabiliyor. Ama bir süre sonra tamamen bağımsız olacak. 

Her gün işten eve gelişlerimde onu yanımda bulabilmek bana huzur veriyor. Akşamları az şekerli türk kahvesi fasıllarımız, kitap okuma saatlerimiz, balkona dizdiğimiz çiçekler ve arasında ettiğimiz sohbetler, geceleri radyodan dinlediğimiz ajans haberleri, türk sanat müziği dinletileri ve potporiler... Hepsi hayatımıza huzur ve mutluluk katıyor. 

Geçtiğimiz günlerde Kadıköy Haldun Taner sahnesindeki bir tiyatroya götürdüm annemi. Türkiye Kayası: Bir Göç Hikayesi adlı oyuna. Oyun özeldi. Annem için ise çok daha özeldi. Çünkü hayatında ikinci kez tiyatroya gidiyordu. Kadıköy'ü görmek çok mutlu etti onu. En son 21 yaşında İstanbul'a evlenip, 22 yaşında kucağında yirmi üç günlük olan ben ile babamdan ayrılıp, şehri terk ettiğinde görmüş Kadıköy'ü. Yani tam 24 yıldır görmemişti. Ona rıhtımda bir kahve ısmarladım. Sohbetler ettik yine. Gözlerindeki parıltıyı anlatmam mümkün değil. 

Kimsenin ailesine, sevdiklerine zeval gelmesin. Sağlıcakla. 

7 Kasım 2015 Cumartesi

Sabahattin Ali: Kuyucaklı Yusuf

"Yalnız, gökyüzündeki yıldızlardan çayın dibindeki çakıllara, doğu tarafından kopup gelen bulutlardan batı tarafındaki denize kadar uzanan ve yayılan bu kocaman gecenin içinde, yapayalnızdı. Düşüncelerini hangi istikamete koşturursa koştursun, karşısına kimse çıkmıyordu. Şu anda bu koskoca dünya üzerinde kendisini düşünen bir tek kişi bile mevcut olmadığına o kadar emniyeti vardı ki, acı bir kabadayılıkla kendisi de hiç kimseyi düşünülmeye layık bulmuyor; fakat bundan, sebebini anlayamadığı bir üzüntü duyuyordu. Acaba onu sahiden hiç düşünen yok muydu ve o hiç kimseyi düşünmemekte, kendini yalnız bulmakta bu kadar haklı mıydı? Bu ihtimal onun gerilmiş olan sinirlerini biraz gevşetti. Sırtını ağaçtan ayırdı; derin bir nefes aldıktan sonra, kasabaya doğru yürümeye başladı."

25 Ekim 2015 Pazar

Henry James: Daisy Miller

Soylu Winterbourne ve yaşam dolu bir genç kız olan Daisy Miller'ın güzel ve acıklı hikayesi. Bir de ortada bol soslu İtalyan pizzası kıvamlı bir karakterimiz var ki, ismi Giovanelli. 

Esasen Henry James; roman boyunca karakterler üzerinden toplumsal yapıları ve yargıları kurcalar, tartışır. Avrupa'nın toplumsal yapısı ile Amerika'nın toplumsal yapısı arasındaki fark göze çarpar. Farklı kültürlerin birbirlerini tanıma evrelerinde yaşamış oldukları vakıalar, olay örgüsüne Daisy ve Winterbourne de karışınca daha da ilgi çekici hale gelir. 

Ben, Winterbourne karakterini Downton Abbey dizisindeki Mary karakterine benzettim. Evet Mary bir kadın lakin ikisinde de cinsiyet ayrımı gözetmeksizin pek çok ortak özellik olduğunu söyleyebilirim. Kendilerine has bir asaletleri, vakur tavırlarından ödün vermez edaları ve başları dik popoları hafiften kalkık halleri aynıdır. Daisy ise oldukça neşeli, gezip tozmayı seven ve bir türlü kıçının üzerinde oturamadığı için hastalanıp ölen, güzelliği aşikar genç bir kızdır. 

Her ikisinin kavuşamamasında suçlu bir taraf aranacaksa şayet, bence suçlu Daisy'dir. Pek olgun bir kız değildir kendisi. Winterbourne gibi vakur bir adamın, her hareketini hoş görmesine ve kendisini sevmesine rağmen onu Giovanelli ile kıskandırmaya çalışır. Elbette davranışları dönem için dikkat çekicidir. Tam bir dedikodu malzemesidir çünkü o Amerikalı bir kızdır. Kitabın içerisinde yer yer yer alan Amerikan övgülerinden de anlaşılmaktadır ki Amerika başkadır, çok başkadır. Hatta daha da üstündür. Tabii bu biraz da sizin değerlendirmenize bağlı. 

Netice itibari ile Daisy son sayfalarda ölür. Bence bu Winterbourne için çok daha hayırlıdır. Ne bileyim, olaylara biraz sert mi bakıyorum bilmiyorum lakin Daisy karakterinden pek hoşlanmadığımı gayet iyi biliyorum. 

İstanbul Coffee Festival 2015

Bu sene İstanbul Coffee Festival'e katıldım. Cuma günü gerçekleşen 15:00-19:00 seansında idim. Festival alanında iki arkadaşım ile karşılaştık, günü birlikte geçirdik çok daha eğlenceli oldu. Haydarpaşa Garında gerçekleşen etkinlik beklediğimden daha kalabalıktı. Güzel bir kitle vardı. Gün boyu pek çok kahve tattık. Özellikle tebrik etmek istediğim bir kahve markası oldu: Caffe Nero! Öncelikle gün boyu sundukları kahve hizmetleri oldukça güzeldi. Bundan daha güzel olanı ise; mis gibi zeytinyağlı ekmekler üzerinde domatesler ve parmesan peynirleri ile süsledikleri atıştırmalıklardı. Bundan daha da güzeli ise ücretsiz verdikleri bez çantaları idi. Bez çantaları çok seviyorum, ufaktan biriktirmeye başladım. Bu jestleri beni çok mutlu etti. Walter's Coffee Roastery'den de bir bez çanta edindim. 

Netice itibari ile benim için oldukça güzel bir etkinlik oldu. Bu deneyimi yaşadığım için gerçekten çok mutluyum. 

22 Ekim 2015 Perşembe

Panic! At the Disco: Emperor's New Clothes












Panic! At the Disco oldukça verimli bir yıl geçiriyor. 2016 da şüphesiz öyle geçecek. 15 Ocak'ta çıkacak yeni albümün adı: "Death of Bachelor." Fueled By Ramen etkiketi ile çıkıyor yine. Albümden önce iki güzel single ile Panic! özlemimiz epey dinmişti. Önce Hallelujah'a klip geldi. Ardından Victorious ile tempomuz ve enerjimiz arttı. Ve bugün itibari ile Emperor's New Clothes isimli şarkı da kliplendirildi. Doğrusunu söylemek gerekirse sabahtan beri defalarca izledim. 

Klip bir önceki albümden This İs Gospel'ın görüntüleri ile başlıyor. Bir nevi devam klibi çekilmiş. Şarkının ise biraz sert geçişleri var. Ne yalan söyleyeyim özlediğim Panic! havası var şarkıda. Brendon'ı da klipte çok farklı bir formda izliyoruz. Gotik, efsanevi bir karaktere bürünmüş. Daha ne olsun diyorum. Albüme de, albümün tadını çıkarmaya da çok az kaldı. 

18 Ekim 2015 Pazar

İşaret Dili / Güzel Bir Anı

Geçtiğimiz gün Pendik Yüksek Hızlı Tren Garından hareketle Eskişehir'e gittim. Günübirlik bir gidişti. Annemin iki aylık son tedavisi bitmişti. Onu aldım ve akşam treni ile İstanbul'a döndük. Annem merdiven kullanırken zorlanıyor. Bu yüzden bu tarz yerlerde asansör kullanmak zorunda kalıyoruz. 

Kalabalık arasında asansöre yetişelim derken; asansör kapısının kapanmak üzere olduğunu görüp telaşlandık. Asansörün içindeki iki genç, kapıyı bizim için durdurdu ve böylece asansöre binebildik. Kendilerine teşekkür etmek için hazırlandığımda işitme yetersizlikleri olduğunu anladım. Daha önce işaret dili eğitimi almıştım. Kendilerine işaret dili ile teşekkür ettim ve onları çok sevdiğimi söyledim. Duygulandılar. Sarıldık. Bana işaret dilini öğrendiğim için teşekkür ettiler, herkesin işaret dilini öğrenmek konusunda duyarlı davranması gerektiğinden bahsettiler. 

Çevremize daha derin gözlerle bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Siz de işaret dili öğrenebilirsiniz örneğin. Gayet kolay, kısa sürede çok rahat öğrenebileceğiniz bir dil. Bunun dışında farklı şeyler de yapabilirsiniz. Mutluluğu mum ile aramaya gerek yok, biraz daha duyarlı davranmakta her zaman için yarar var. 

17 Ekim 2015 Cumartesi

Ransom Riggs: Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları

Benim ağır edebiyat diye nitelendirdiğim, kendime ait bir yazınsal türüm var. Literatürde belki klasik olarak tabir ediliyor olabilir. Klasiği ve moderni birbirine bağlayan, aynı zamanda bir şeyler anlatma derdi olan kitapları seviyorum. Arada ise fantastik okuyorum. Ne zaman mı? Hayat beni yorduğunda, tez ve makale yazmaktan sıkıldığımda ve çalışmaktan bitkin düştüğümde. Bu ruh hali içerisinde; Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları'nı aldım. 

Öncelikle belirtmek isterim ki; kitap oldukça kaliteli basılmış, cildi de harika. İlk görüşte kendini sevdiriyor. Kitabın içerisinde; Peregrine'in Yetimhanesinde yaşayan çocuklara ait fotoğraflar var. Hepsi birbirinden ilginç ve ürkütücü. Fotoğraflar kitabın içerisine güzel harmanlanmış. 
Elimizdeki fantastik kitap; Bayan Peregrine isimli bir müdirenin yönetimindeki bir yatılı okulu anlatıyor. Bu yatılı okulda zaman farklı bir döngü içerisinde. Kısaca belirtmem gerekirse kimse yaşlanmıyor ve aslında her gün aynı zaman dilimi ve aynı rutin yaşanıyor. Biraz kapana kısılmış gibi herkes. Yetimhanede yaşayan çocukların hepsinin farklı farklı olağanüstü yetenekleri var. Onları normal insanlardan ayıran özellik de bu zaten. Tıpkı Harry Potter'daki büyücüleri muggle'lardan ayıran özellikler gibi. Kitabı okurken yer yer; bu yeteneklerden birine sahip olmayı hayal etmeniz olası. 

Kitabın akıcı bir dili var; fantastik hayranı gençlerin kitabı seveceklerini düşünüyorum. Aynı zamanda yetişkinler için de okunabilirliği olan bir kitap. Ama kitabı okumadan önce zihninizde abartmayın derim. Bazı sözlüklerde ve sitelerde okuduğum kadarı ile kitap Harry Potter serisi ile kıyaslanmış. Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları kesinlikle bir Harry Potter olamaz. Bunu kabul etmemiz gerekir. Bakalım ikinci kitapta Jacob ve bizi neler bekliyor olacak. Merakta kalın. 

14 Ekim 2015 Çarşamba

Çiğdem Odabaşı: Eğitimciler ve Kütüphaneciler İçin Yaratıcı Okuma Atölyesi

Bir önceki yazıda, İçimizdeki Şeytan'dan bir bölüm paylaşınca değinmeden geçmek istemedim. Çiğdem Odabaşı uzun süredir kaliteli atölyeler yürütüyor. Bu sene Caddebostan Kültür Merkezinde gerçekleştirilen atölyelerden birine ben de katıldım. Sabahattin Ali'nin İçimizdeki Şeytan adlı romanını, bir buçuk saatlik bir zaman diliminde, Çiğdem Odabaşı yönetiminde farklı bir şekilde okuduk. Toplamda on kişi kadardık ve güzel bir atmosfer vardı. Ben romanı okumadan katıldım lakin romanı okuyup gelenlerin sayısı da epey fazlaydı. Yaratıcı bir bakış açısı ile nasıl kitap okunur? İşte tam da bu sorunun cevabını alıyorsunuz.

Çiğdem Odabaşı bu konuda oldukça yetenekli. Tanımadığım bir sürü insan ile iletişim kurdum ve aynı zamanda Sabahattin Ali'nin izini sürdüm. Kütüphaneciler ve eğitimciler için düzenlenen bu atölyeye katılmanızı tavsiye ederim. 

Atölyeler, Caddebostan Kültür Merkezi Sanat Kütüphanesinde yapılıyor. Eğitimci ise; bahsettiğim üzere Çiğdem Odabaşı. 

24 Ekim'de ise Cemal Süreya'nın Sevda Sözleri ele alınacak. Saat 13:30-15:00 arası gerçekleşecek etkinliği kaçırmamanızı diliyorum. Ayrıntılı programa Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık'ın sitesinden ulaşmanız mümkün. İyi okumalar. 

13 Ekim 2015 Salı

İçimizdeki Şeytan










"Görüyorsun ki hepsi hayata birer miktar kin borçlu. Hepsi çocukluklarından beri mahrum oldukları kuvvete hasret çekerek ve kendilerini yiyerek bu hale gelmişler. Hakikaten kuvvet sahibi olanlara haset ve imkansızlıkla baka baka nihayet kuvveti en büyük, en tapılmaya layık bir mevcudiyet olarak kabul etmişler... Şimdi öyle bir nazariye yapıyorlar ki, anası aciz ve mahrumiyet... Bu gibi fikirleri doğuranlar, daima, ezilmeye, yok olmaya mahkum olduklarını hisseden zümrelerdir. Bağırırlar, çağırırlar, ellerine fırsat geçerse suni olarak sahip oldukları bu iktidarı en vahşi bir şekilde kullanmaya kalkarkar; fakat nihayet hayatın ebedi kanunlarının pençesi altında çiğnenir ve mahvolurlar..."

12 Ekim 2015 Pazartesi

Tedirginim!

Nasıl yaşayabiliyoruz bu ülkede? Nasıl dayanabiliyoruz bunca kana, ölüme ve katliama? Nasıl devam ediyorsunuz mesela siz hayatınıza? Yemek yerken, tebessüm ederken aklınıza gelmiyor mu hiç yaşananlar? Ne yapıyorsunuz bu ülke için ya da ne yaptınız bu yaşınıza kadar barış için? Gündelik yaşamınıza kaldığınız yerden, arkası yarın basit bir televizyon dizisi gibi nasıl devam edebiliyorsunuz? Onca ölümün ardından nasıl çıkıyor gamzeleriniz yanaklarınızda? Nasıl paylaşabiliyorsunuz hala dolup taşan yemek masalarınızın fotoğraflarını sosyal medya hesaplarınızda? 

Bu sorulara cevap aradıkça, insanın özünde gerçekten kötü ve vahşi olduğunu düşünüyor, tahayyül ediyorum sürekli. Katliamları da meşru zemine kaydırdık, ceplerimizi yine her seferinde olduğu gibi, barış isteyen insanların kanları ile doldurduk. Bir kez daha başımızı toprağın altına soktuk, perdelerimizi çektik ve reality show programlarını izlemeye devam ediyoruz değil mi? Mesela oje aldınız dün kendinize öyle değil mi? Büyük bir alışveriş merkezine gidip fast food tükettiniz arkadaşlarınızla dün? İskarpinlerinizi yenilemek için saatlerce gezdiniz, ayaklarınıza kara sular indi? Takipçi sayınızın artması için yeni insanlar eklediniz hesaplarınıza değil mi bugün?

Ben gerçekten nefes alamıyorum artık bu ülkede, gerçekten bu olayların benim için de normalleşmesinden korkuyorum. Herkes için normalleştiği gibi. Gerçekten gücümü kaybediyorum, kaybediyoruz. Duyarlılığımın tükenmesinden, vahşileşmekten korkuyorum. Çok üzgünüm, minik yaşında katledilen Veysel Atılgan'ın yemyeşil gözlerine bakmaya dayanamıyorum. Öğretmeninin yazdığı mektubu okumaya dayanamıyorum. Ben de bir öğretmen olarak ne verebilirim çocuklarıma? Veysel olmadan nasıl anlatabilirim barışı? Nasıl inanır çocuklar temiz kalpleri ile bu topraklarda barış olduğuna? Hangi güç Veysel'i ve barış için yürüyen onlarca insanımızı geri getirecek şimdi? Onlar olmadan hayatıma nasıl devam edeceğim peki? 

8 Ekim 2015 Perşembe

How to Get Away With Murder












II. Abdülhamid Dönemine karşı ilginç bir ilgim var. Sebebini ben de bilmiyorum. Farklı bir kişiliği, yapısı ve tarzı olduğu kesin. En çok ilgimi çeken özelliklerinden biri de polisiye merakı. Benim polisiyeye merakım olduğu söylenemez. Lakin güzel bir polisiye yapıma rastladım bugün. Bunun II. Abdülhamid ile olan bağlantısı elbette saçmalık gibi gözükebilir sizler için. Ama ben öyle düşünmüyorum, çünkü polisiye deyince aklıma direkt II. Abdülhamid geliyor. 

How To Get Away Murder dopdolu bir dizi. Hukuk fakültesinde okuyan dört öğrencinin, profesörleri eşliğinde yaşadıkları maceralar anlatılıyor. Alt metinleri sağlam bir dizi. Güzel senaryo ve tam bir polisiye, gizem. Seyre başladım, tavsiye ederim efendim. 

7 Ekim 2015 Çarşamba

Şair Eşref'in Esprili Dörtlüğü

Yavuz Selim Karakışla'nın "Eski Zamanlar Eski İnsanlar: Osmanlı Toplumsal Tarihi Üzerine Yazılar (1876-1926)" adlı eserini gayet ciddiyet ile okurken karşıma esprili bir dörtlük çıktı. Bir tarih kitabını okurken nasıl kahkaha ile gülünürün kanıtı olarak kayda geçilmeli bence Karakışlalı'nın bu kitabı. Eserinin, "1908 Devrimi: Osmanlı İmparatorluğu'nda Özgürlükler Ortamı" başlıklı yazısında 89. sayfada, Şair Eşref'in bir dörtlüğüne yer vermiş yazar:

İstibdadda söz söylemek memnu'idi,
Ağlatırlardı söz söylesen, ananı.
Devr-i Hürriyet'teyiz, şimdi, değişti kaide,
Söyletirler evvela, sonra s*kerler ananı.

Yorumu sizlere bırakıyorum efendim ve yazımı burada noktalıyorum. Sağlıcakla. 

4 Ekim 2015 Pazar

Sezgin Kaymaz: Kısas, Sevinç Kuşları-2

Evet.
Nasıl diyelimdi?..
Eee...
Hava yapalım'dı hadi biraz. Eselim, üfürelim'di. "Aşk..." diyelim'di, "... kalbin derinlikölçeri, ruhun altimetresidir, kesindir bu, şaşmaz bilgidir, ama gene de sırdır o meret, gene de bilinmezdir." 

Güzel gidiyorduk. "Aşkın aşk olması için bir aşık gerek, bir de maşuk... Öyle kendi kendine olmaz!" diyelim'di.

Diyelim'di ki; "Aşıkla maşuğun tozaklandığı toprak birdir, ama çiçekleri ayrı ağaçlarda açar. Bir arı, ne bileyim bir kelebek, bir rüzgar gerek ki kavuşsunlar. Bir sebep!"

3 Ekim 2015 Cumartesi

Nickless


















Bazen işten gelip dinlenmeye başladığım zaman, Youtube üzerinden sevdiğim müziklerin video-kliplerini izliyorum. İzlediğim video-kliplerin altında ise başka klipler çıkabiliyor. Genelde, onlara göz attığım söylenemez. Bu sefer iyi ki göz atmışım, karşıma Nickless çıktı. "Looking For You Love" isimli çalışmaları oldukça eğlenceli. Özellikle klibi çok başarılı, insanın içini ısıtıyor. Önceki çalışmaları "Waiting" de ayrı hoş. Genç sevimli biri Nickless. 

Müzikten bahsederken aklıma Melis Danişmend'in bir sözü gelir hep. "İyi müzikler dinliyorum, hayat da öyle olsun istiyorum." Umarım hayatlarımız da istediğimiz güzelliği ulaşır bir gün. 

2 Ekim 2015 Cuma

Eski Zamanlar Eski İnsanlar: Osmanlı Toplumsal Tarihi Üzerine Yazılar (1876-1926)



















Osmanlı Devleti dönemine ait ilgimi çeken alan toplumsal tarih. Siyasi tarihten çok daha cezbedici ve keyifli geliyor bana. Özellikle, Osmanlı Devleti döneminde gündelik yaşamdan kesitler, farklı kültürlere dair anektodlar çok hoşuma gidiyor. Bu alanda ise en sevdiğim kitaplardan bir tanesi François Georgeon ve Paul Dumont'un kaleme almış olduğu, İletişim Yayınları tarafından basılan "Osmanlı İmparatorluğu'nda Yaşamak" adlı kitap. Oldukça güzel ve mühim bir eser. Bu alana ilgi duyanlar için tavsiye ederim.

Bugün girdiğim kitapçıda Yavuz Selim Karakışla çıktı karşıma. İlk baskısını taze taze Eylül ayında yapan kitap, "Eski Zamanlar Eski İnsanlar: Osmanlı Toplumsal Tarihi Üzerine Yazılar" (1876-1926)" adını taşıyor. Doğan Kitap tarafından basılan eser, içerik olarak oldukça dolu. Örneğin o meşhur Eylül adlı eserin yazarı Mehmet Rauf'un müstehcen bir eseri olduğunu biliyor muydunuz? Peki ya bu eseri kaleme almış olmasından dolayı başına gelenler? İrfan Orga'nın annesi Şevkiye Hanım'ın hikayesi hakkında bir bilginiz var mı? Osmanlı'daki kadın fotoğrafçıları tanıyor musunuz? 

Yavuz Selim Karakışla çok güzel bir toplumsal tarih seçkisi hazırlamış. Kendinizi bu bilgilerden mahrum bırakmayın der tavsiye ederim, sağlıcakla kalın. 

29 Eylül 2015 Salı

Panic! At The Disco: Victorious













Panic! At the Disco'dan günün güzelliği, neşesi ve enerjisi geldi! Yeni single çalışmaları Victorious bugün itibari ile kulaklarımızın pasını silmek amacı ile çıktı. Nasıl mutluyum, nasıl güzelim anlatamam. Şarkıyı ilk dinlediğimde, ardından 4882399512969 kere dinleyeceğimi biliyordum. Muhteşem bir enerji veriyor. Victorious!

21 Eylül 2015 Pazartesi

Gaye Su Akyol: Bir Ölü Adama













Galaksimizin en bi uzaylısı, renklerin en çoşkulusu en devingeni, sorunlarımızın bilahare en çözümcü sesi. Tabii ki de o bir Gaye Su Akyol. Yeni klibi "Ölü Bir Adama" yayında efendim. Bol bol dinleyin çünkü hakkat güzel şarkı. 1 Kasım'da da oylarınızı GSA Partisine vermeyi unutmayın. Ölü adamları da def edin hayatınızdan gitsin bence, bu kadar da net!

ben ölü bir adama aşık oldum, aşık oldum
onun o hasta ruhu delik deşik
mekaniği bozuk
her ama her günü garip
bütün ömrü flu

ben ölü bir adama aşık oldum, aşık oldum

o başka gezegene ait
suyu başka rengi başka
adımları korkak acemi
kovuyor her geleni

bulutlar akıyor toprağa
düşüyor kaldırımlara
ölüler aşık olmaz ki
ama o da aşık oldu bana

20 Eylül 2015 Pazar

Alison

1. sezon 2. bölümden: 

"Bazı zamanlar kendi içimde geriye doğru büyük bir adım attım ve yüksekteki bir penceredeymişim gibi insanların geçip gitmesini seyrettim. Oradan her şeyi çok net gördüğümü hissettim, insanların nasıl büyüdüğünü ve sonra küçüldüğünü veya yollarını şaşırdıklarını; sonra da bir akıntı gibi nasıl yön değiştirdiklerini. Herkesten çok uzakta olmak bana kendimi çok iyi hissettirdi. Tek başımaydım. Güvendeydim."

..

Senin lütuf kucağında çeng gibi nağmelerle doluyum,
Ama doğru ama yanlış, inlemelerle doluyum...

mevlana

The Affair












Uzun bir bayram tatiline girmem ile birlikte, boş günleri fırsat bilip yeni bir diziye başlamam gerektiğine karar verdim. Zaten yoğun bir şekilde roman okumalarım devam ediyor, bir yandan tez yazıyorum. Bana soluk verecek bir dizi taraması yaparken karşıma The Affair çıktı. Show Time iyi işler çıkarıyor gerçekten.

Hazır Fargo, Broadchurch ve Downton Abbey yeni sezonları için soluk alırken ve Game Of Thrones'a daha çok var iken, The Affair ilk bölümü ile bana çok iyi geldi. Noah ve Alison'ın farklı bakış açıları, birleşme noktaları ve dram denilen olguyu dibine kadar yaşatmaları beni oldukça etkiledi. Şimdi sabırsızlık ile diziye devam etme zamanı. 

Akıl

"Şöyle ki, akıl denen nane, toplum denen ucubenin dayattığı kabul, icap, algı, standart ve kanaat deryasından başka bir bok değildi buna sorarsan. Akıllı insan denen salak ise o deryanın boy vermeye bile değmeyen sığlıklarında beline düğümlediği balkabağı yardımıyla ürkek ürkek çimen adam."

sezgin kaymaz / deccal'in hatırı

17 Eylül 2015 Perşembe

Adamlar: Koca Yaşlı Şişko Dünya










her sabah yeni bir filme başladım
farklı sonlar istesem de hep aynı final ile bitti
sonra birden dank etti, dünyayı anladım
aldım onu karşıma anlatmaya başladım

koca, yaşlı, şişko dünya!

Sezgin Kaymaz: Sevinç Kuşları-I, Deccal'in Hatırı

"Ayık kişi yoktur alemde. Kimi işrette küfeliktir, kimi zikrette. Edep, buna "Eyvallah!" diyebilmektir. Sen tutar, "Edep yahu!" dersin. Öncekiler yapar, sonrakiler yıkar. Çökmemiş tavan kalmaz yeryüzünde, kuytusunda define aranmamış temel kalmaz. Mezarlıklar şehirlerin ortasına yürür. Sabahın ışıkları yürek gibi titrer. Şehrin ral sesi kafaların içine taşınır. Dogmalar sarsılır, vakur başlar yere gelir, tabular yıkılır, göz göz olur duvar gibi önyargılar. Bu hayattır sen buna roman dersin."

16 Eylül 2015 Çarşamba

.

Ağır gözkapaklarım,
Yorgun gece içinde hayalinle apaçık kalsın
Dileğin bu mu?
Sana benzer gölgeler gözümle eğlensin de
Keyfince parçalayıp geçsinler mi uykumu?

Shakespeare

12 Eylül 2015 Cumartesi

Geber Anne'den Alıntılar

( tayfun ile kerem arası bir yer)

'Aşk... Aşıksan, kadın erkek kaydı kalkar, tekil ve çoğullar kalkar, sadece 'bir' kalır.'

***

'Çöküp kalmışsındır sevdiğinin kapısında da, o kapının sana açılmasını bekleyip duruyorsundur. Gelenin geçenin sana kötü demesi umurunda bile değildir. Bir ahdin vardır gerçek sevgilinle. Unutmuşsundur veya bulanık hatırlıyorsundur. Ancaaak, o sevgilinin varlığına şahitlik ettin mi bi kere?.. Çaren yok, hatırlama derecen ne olursa olsun, bir derin istek halinde onu isteyip özleyip duracaksın. Taa ki, buluncaya, ya da bulmuşsan eğer, önünde çöktüğün kapı sana açılıncaya kadar. Bunu iyi düşün bakalım. Ben hep düşünürüm. Belki, önünde oturduğun kapının farkında değilsindir. Belki nefret ettiğini sandığın biridir de, nefret sandığın şeyse, aşkın ta kendisidir?'

Sezgin Kaymaz: Geber Anne!..

"O gün camekanlı balkondaki şezlongda vermişti kararını. Cennet'te gılman olacağına, Cehennem'de zebani olacaktı. Hoşluğun kölesi olacağına, nahoşluğun efendisi olacaktı." 

***

"Çerçevenin içinden çıkardığı resmi, yere koymuş, oturup pislemişti üstüne. Geri dönüşü yoktu artık bu işin. Koşup albümlere saldırmıştı hemen. Kolonya şişesini kapmış, koltuğunun altındaki albümlerle, dışarı fırlamış, bahçe kapısını eve bağlayan betonun üzerinde cayır cayır yakmıştı hepsini." 

11 Eylül 2015 Cuma

Jehan Barbur: "Ben İçeride Mutluyum"

Jehan Barbur'un "bi'kafalar" ile gerçekletirmiş olduğu sohbetten en sevdiğim sözler, dönüp dönüp dinlediğim ve kendimi bulduğum:

"Bazı insanlar içe döndüklerinde mutsuz da olabiliyorlar, barışamıyorlar kendileri ile. Hesaplar büyüyor, birikmiş hesaplar ile karşılaştıklarında dışa dönmeyi tercih ediyorlar çünkü dışarısı daha güvenli gelebilir. Bu bir seçkidir. Ben içeride mutluyum, hesabımı kestiğim için değil hesaplaşmaktan keyif aldığım için. Bunun için dünyaya geldiğimizi düşünüyorum, o hesabı kesmek ile mükellef olduğumuzu düşünüyorum. İçeri döndüğümde güzel şeyler olmuyor hep, kötü şeyler oluyor, onları biraz temize çekmeye çalışıyorum. Bundan çok keyif alıyorum." 

10 Eylül 2015 Perşembe

Sema Moritz: Hasret

o gözler benim ağlar, eskiden yabancı 
gönlümdeki bu sevda, hiç dinmeyen bir acı
ruhumun kederinde gözlerim yaş ile dolu
inliyorum derinden, bana bilmem ne oldu

en candan arkadaşım, ruhumu saran gece
ben kime bağlanmışım, ağlıyorum gizlice
kimsesiz karanlıklar, derdime şifa verin
kalbimdeki yaralar daha çok, daha derin 

Sezgin Kaymaz: Uzunharmanlar'da Bir Davetsiz Misafir



















Romanın 89. sayfasında, Misafir Musa'ya şöyle der: "Vakit vakit... konuşacak kimsen yoksa, vakit geçmez... hayatın bok içinde yüzüyosa, vakit geçmez... etrafındaki her şey sana batıyosa vakit geçmez... sıkıntılarının bitmesi için gün sayıyosan vakit geçmez... hiçbi şey seni ilgilendirmiyorsa vakit geçmez... n'aparsın o zaman?.. Bi sigara yakarsın... bitsin diye içine çeker durursun... sonra, onun ucuna bi daha eklersin, sonra bi daha, bi daha... bi de bakmışın, vakit geçmeye başlamış... anladın mı?"

9 Eylül 2015 Çarşamba

Elias Canetti: Marakeş'te Sesler

"İnsanın yabancı bir kente aşinalık kazanabilmesi, kapalı bir yeri gerektirir; öyle bir yer ki, üzerinde insan belli bir hak sahibi olabilsin yeni ve anlaşılmaz seslerin yol açtığı karmaşa fazla büyüdüğünde yalnız kalabilsin burada. Öyle bir yer ki, içinde sessizlik hüküm sürsün, dışarıdan kaçıp sığındığında kimse görmesin insanı ve yine o yerden ayrılıp giderken kimse kendisini fark etmesin. En güzeli, bir çıkmaz sokağa sapıp izini kaybettirmek, anahtarı cepte taşınan bir kapı önünde durmak ve kimsenin kulağı duymadan kapıyı açıp içeri süzülüvermektir." 

4 Eylül 2015 Cuma

Çocukluğuma Dair Bir Anı

Ed Sheeran'ın Photograph adlı şarkısını biliyorsunuzdur. Şarkının klibinde, Ed Sheeran'ın bir sürü çocukluk videosu bulunuyor. Ailesi, onun büyüyüşünü kaydedip muhteşem bir arşiv oluşturmuş. İlk emekleyişinden gençliğine kadar bir sürü video ve fotoğraf var klipte. Sıcacık yapıyor içimi.

Bugün klibi izlerken güzel bir anımız geldi aklıma annem ile. O zamanlar memleketteki evimizdeyiz. Annemin fabrikada çalıştığı zamanlar. Akşam çayımızı demlemişiz. Kış vakti, soba yanıyor bir yandan. Ahşap evimizin oturma odası sıcacık. Ben de bir yandan ders çalışıyorum halının üzerinde. Ertesi gün Sosyal Bilgiler sınavım var. Türkiye'nin geçitlerini ezberlemeye çalışıyorum. Defterimi anneme verdim ve bana geçitleri sormasını istedim. O da defterimi aldı ve oturduğu koltuktan sorular sormaya başladı. 


Çubuk Geçidini sorduğunda ince uzun bir cisim gösterdi ipucu olarak. Gülek Geçidine geldiğimizde ise parmakları ile ağzını iki taraftan gerdi ve gülmeye başladı. Ben cevabı doğru verince ikimiz de kocaman bir kahkaha attık. 


Aradan yıllar geçti, o zamanlar tahmin dahi edemezdim ama ben de bir Sosyal Bilgiler Öğretmeni oldum. Çocuklara geçitleri öğretirken annemin yöntemini kullandım. 


Bugün bu yazıyı yazarken dahi gülümsüyorum. Çocukluk anıları çok ama çok değerli. Çocukların gülümseyerek anımsayacakları bir sürü anı var, bırakalım kavgayı gürültüyü de faaliyete geçelim. Yeter ki onlar yaşasın, hep yaşasın. Bir ucundan tutalım ki çocuklarımız yaşasın.

Aurora









Kuzey Avrupalı genç yetenek. Müthiş bir müzikal yeteneğe sahip olan Aurora henüz 18 yaşında. En sevdiğim şarkısı Runaway'ı neredeyse her gece, uyumadan evvel dinliyorum. Karlarla kaplı, soğuk ama düşünsel diyarlara çıkarıyor sanki beni uyku öncesinde ve tüm rüyalarımda. Aurora'nın çocuksu, şiirsel bir kimyası var. Müzik tarzından, giydiği kıyafetlere ve sanat anlayışına kadar işte budur dedirtiyor kendine. 

Taze taze, "Murder Song" isimli klibini de izlemenizi tavsiye ederim. Yakındır, ismini daha çok duyacağız Aurora'nın. 

The Danish Girl















The Danish Girl, tarihteki ilk cinsiyet değiştirme ameliyatlarından birini olan Danimarkalı Ressam Lili Elbe'nin hayat hikayesinin anlatıldığı, ülkemizde 12 Şubat 2016 tarihinde vizyona girecek oldukça iddialı bir film. 

İlk fragmana bakıldığında, Lili Elbe'nin hayatını canlandıran Eddie Redmayne'ın muhteşem bir performans sergilediği anlaşılıyor. 12 Şubat'ı büyük bir heyecan ile bekliyorum. 


3 Eylül 2015 Perşembe

Jonathan Strange & Mr. Norrell
















2015'in güzel yapımlarından bir tanesi de, İngiliz BBC One kanalında yayınlanan "Jonathan Strange & Mr. Norrell" adlı dizi. Dizinin başrollerini; Bertie Carvel ve Eddie Marsan paylaşıyorlar. 

Eski İngilitere'de geçen dizi, birbirlerinden çok farklı karakterlerdeki iki büyücünün karşılaşması ile başlıyor. Uzun yıllardır, pratikte büyücülük hadidesi olmayan İngiltere'de, Mr. Norrell ve Jonathan Strange'in yolları kesişiyor. 

Mr. Norrell hayatını büyü kitapları okumaya vermiş, geniş bir arşive sahip yalnız bir adam. Yaptığı büyüler ile İngiliz yönetiminin bile dikkatini çekmeyi başarıyor ve bir nevi yönetime ortak oluyor. Jonathan Strange ise; epey hareketli, genç ve yakışıklı bir adam. Tesadüfen büyü yapabildiğini keşfediyor ve ikilinin maceraları bu şekilde başlıyor. 

Dizi, atmosferi itibari ile oldukça hoş ve renkli. Üstelik dizide kullanılan dönem kıyafetlerine hayran olmamak elde değil. 

Susanne Clarke'ın 2004 yılında yayımlanan aynı adlı romanından uyarlanan Jonathan Strange & Mr. Norrell, keyif alabileceğiniz bir dizi. Özellikle fantastik kurguları seviyorsanız kaçırmayın derim. 

30 Ağustos 2015 Pazar

Tezer Özlü: Kalanlar

"Haykırmak istediğim çok şey var. Büyük kayıplar yıkacak değil bizi. Açıkça birbirmizle konuşamıyorsak ben ağlamak, bağırarak ağlamak için bahçenin yeşillikleri gerisindeki odama geçiyorsam, biliyor musun, ne güzel ağıtlar içinde uyuyakalmak?"

***

"Yaşamım yazarların acısını aramak oldu. Çocukluğumda Dostoyevski'nin nihilist acısını buldum. Otuzumda Pavese'nin intihar acısını. Bugün Berlin'de Peter Weiss'in antifaşizm acısını."

28 Ağustos 2015 Cuma

Fethiye Çetin: Anneannem

Bir yaşam öyküsü bu. Heranuş Gadaryan'ın tam 95 yıllık yaşam öyküsü. Fethiye Çetin, anneannesinin yaşadıklarını güzel bir anlatı kitabında toplamış. İnanın, kelimeleri bir araya getirmekte zorlanıyorum. Samimi olarak söylüyorum, Heranuş'un hikayesini gözlerim dolu dolu okudum. 95 yıla sığdırılmış bir dolu acı ve özlem. 

Ermeni katliamı sırasında annesinden, babasından ve kardeşlerinden zorla alıkonan Heranuş'un öyküsünü, torunu Fethiye Çetin'in kaleminden okuyorsunuz bu kitapta. 

İçindeki derin özlem duygusu ile, yakınlarının hayatta olup olmadıklarından bile bir haber, dini, dili ve kimliği zorla değiştirilmiş bir kız çocuğu.

Bu topraklarda yaşanan acılara, bir sürü hikayeye daha fazla sırt çevirmememiz gerektiğini düşünüyorum ülke olarak. Bırakalım herkes hikayesini anlatsın, acılarımıza ortak olalım. 

26 Ağustos 2015 Çarşamba

Edmondo De Amicis: İstanbul

1870'lerde İstanbul'a gelen ve çok sevdiği bu şehre dair gözlemlerini bir kitap haline getiren Amicis'ten bir bölüm paylaşmak istiyorum. Kadınları anlatan Amicis şöyle diyor: "Beyaz yaşmaklı, erguvani Boğaz'ın maviliği içinde bir kayıkta oturmuş ya da bir mezarlığın loş yeşilliğinde çayırlara uzanmış bu kadınlardan birini görmeniz lazım; hatta daha iyisi, İstanbul'un, sonunda ulu bir çınar bulunan, dik, tenha ara sokaklarından birinden inerken rüzgar esip de yaşmağı ve feracesini uçuşturduğunda boynu, ayakları ve şalvarın alt kısmını açıkta bıraktığında görmeniz lazım; sizi temin ederim ki, böyle bir anda, Muhteşem Süleyman'ın başkasının karısına kızına verilecek her buse için para cezası koyan müsamahakar hükmü hala yürürlükte olsaydı, Harpagon bile cimriliğini bir kenara atardı. Rüzgar estiği zaman, Türk kadınları feracelerini zapt etme zahmetine girmezler, Müslüman kadınların edep duygusu dizlerden aşağı inmez, hatta bazen daha yukarıda kalır."

Yapı Kredi Yayınlarından çıkan bu güzel kitabın çevirisi Filiz Özdem'e ait. İçerisindeki enfes gravürler ise Cesare Biseo'nun. Amicis'in İstanbul gözlemlerini daha detaylı, roman tadında okumak isterseniz kitabı almanızı tavsiye ederim. 

Michael Farquhar: Hanedan Skandalları, Avrupa Kral ve Kraliçelerinin Seks ve Cinayet Tarihi

Skandal, günümüz dünyasında bize şaşırtıcı gelen, kendi değer yargılarımıza ters düşen olayları tanımlarken kullandığımız bir sözcük. Hele ki skandal dediğimiz olayların başkahramanları birer ünlü ise, o zaman skandal sözcüğünün cazibesi epey artıyor. 

Michael Farquar; skandal olarak nitelediği Avrupa hanedanlarının hayat hikayelerine yer vermiş bu kitabında. İspanya, İngiltere, Fransa ve Avusturya gibi ülkelerin kapalı kapılar ardında yaşadıklarını, magazinsel boyutları ve kendi değer yargıları ile incelemiş. 

Oldukça basit bir düzeyde, eğlencelik bir kitap niyetinde. Sağdan soldan duyup merak ettiğimiz, bu Avrupalı soylular neler neler yapmışlar dediğimiz bilgileri, popülist bir anlatım tarzı ile ele almış yazar. Kitap, İleri Yayıncılık tarafından basılmış. Benim elimdeki ikinci baskısı. 

Kitabın tamamını okumadım; yalnızca dikkatimi 3. ve 7. kısımlar çekti. 3. kısımda aslında hepimizin az çok yakından tanıdığı İngiliz Kralı 8. Henry ve sansasyonel evlilikleri anlatılmış. Bu konuda okuma yapmayı tercih etmeyenler için "Tudors" isimli diziyi öneririm. 7. kısımda ise; Roma anlatılmış. İlgi alanıma girdiği için Roma adlı bölümü de severek okudum. 

Magazinel tarihe meraklıysanız, bu konuda yazılmış uzun makaleler sizi sıkıyorsa bu tarihi roman tadındaki kitabı alıp şöyle bir karıştırmak size keyif verecektir. İyi okumalar dilerim. 

23 Ağustos 2015 Pazar

Georges Duby: Batı'da Aşk ve Cinsellik

Georges Duby, Annales geleneğinin önemli temsilcilerinden biri. Annales okulu olarak literatüre geçen bu gelenek, tarih yazıcılığı geleneklerinden bir tanesidir ve Fransız temellidir. Annales geleneği nedir? Kısaca belirtmek gerekirse; psikoloji, sosyal psikoloji ve sosyoloji gibi bilim dallarının tarih ile olan işbirliğini ifade eden bir gelenektir. Benim en sevdiğim ekollerden bir tanesidir. Annales geleneği ile yazılmış kitapları okumaktan büyük bir keyif duyuyorum. 

Georges Duby, Batı'da Aşk ve Cinsellik adlı kitabında çeşitli makaleleri derlemiş. Özellikle Antik Roma ile ilgilendiğim için, kitabın birinci bölümünde yer alan "Roma'da Eşcinsellik" ve "Antik Yunan'da Eşcinsellik" adlı bölümleri çok sevdim. Aynı zamanda, lgbti bireylerin de okuması gerektiğini düşündüğüm bir kaynak kitap niteliğinde. 

Kitap toplamda üç bölümden oluşuyor. Birinci bölümün adı: "Özgür Aşk: Oyunun Kuralı." İkinci bölüm adı: "Çift: Bir Erkek Bir Kadın." Üçüncü bölümün adı ise: "Zevk ve Acı: Tutkunun Hastalıkları." 

Eğer toplumsal tarihe ilgi duyuyorsanız kesinlikle tavsiye edeceğim bir kitap. İletişim Yayınları özenle basıma hazırlamış kitabı. Keyifli okumalar. 

Yüksek Lisans Tez Konusu Bulmak ve Tez Önerisi Yazmak

Eylül ayı itibari ile tez önerimi esntitüme teslim etmem gerekiyor. Akabinde de tez yazmaya başlayacağım. Bir yandan yoğun olarak çalıştığım için, tezime zaman ayırmak benim için bir hayli zor olacak lakin yapabileceğimi düşünüyorum. 

Uzun süredir kendime bir tez konusu bulmaya çalışıyorum. Bazı arkadaşlarım hemen belirleyebildiler lakin ben bir türlü karar veremedim. Nihayet bugün karar kıldım ve yazıya geçirmeye başladım. 

Öncelikle biliyorum ki tez konusu bulmak bile başlı başına büyük bir enerji ve araştırma gerektiriyor. Öncelikle tavsiyem, yüksek lisans arkadaşlarınız ile sürekli fikir alışverişinde bulunmanız. Ben, arkadaşlarımla bu konuda sohbet ederken ortaya inanılmaz güzel fikirler çıktı. Bir başka tavsiyem ise sene içerisinde yapmış olduğunuz ödevleri şöyle bir düşünün. İçlerinde tez yazılabilecek bir konu olabilir ve siz gözden kaçırmış olabilirsiniz. 

Ulusal Tez Merkezi'nin sitesine muhakak girin, yazmak istediğiniz tez konusu ile ilgili daha önce başka bir tez yazılmış mı bir bakın. Tekrara düşmenizi engelleyecektir. Yazmak istediğiniz konu ile ilgili bir tez var diyelim, tezi şöyle bir inceledikten sonra aynı konuyu nasıl farklı işleyebilirim diye düşünün. 

Ben şahsen, internet üzerinden makalelere bakarken buldum tez konumu. Daha sonra bir araştırma yaptım, bu alanda bir tez yazılmış mı, yazılmamış diye.

Elbet ortaya içinize sinen güzel bir tez konusu çıkacaktır. Birkaç gününüzü sıkı bir araştırmaya ve iletişime ayırdığınızda illa ki karşınıza çıkıyor. Tabii bu süreçte danışman hocalarınızdan ya da ders aldığınız hocalarınızdan da yardım istemek etkili bir yöntem. Onları da heyecanladıracak konular çıkabiliyor ortaya. 

Umarım tez yazımı konusunda sıkıntı yaşamam ve güzel bir yüksek lisans tezi ile mezun olurum önümüzdeki yıl. Başarılar dilerim, sağlıcakla kalın.