28 Haziran 2022 Salı

Bir Yolculuk

Bugün yola çıkıyoruz, içim bir tuhaf. İlk kez bu kadar uzun süre İstanbul dışında olacağım. Eskişehir'e gidiyoruz, oradan küçük bir ev almaya karar verdim. Umarım sorunsuz bir şekilde geçer tüm bu süreç. 

Bundan sekiz yıl önce annem rahatsızlığında orada tedavi görmüştük. Yaklaşık iki sene kadar hastaneden çıkamadık, sürekli oradaydık. Ben de yazları bir yurt tutmuş, tüm yazımı hastanede anneme bakarak geçirmiştim. Daha önce Eskişehir'e gidip gelmişliğim vardı fakat ilk kez o dönemde bu kadar uzun süre kalmıştım. Her hafta sonu İstanbul'dan yola çıkıp hastaneye gidiyor, pazar günleri geri dönüp çalışmaya devam ediyordum. 

Bugün öğleden sonra trenimiz var. Daha adım atmadan neredeyse ağladım ağlayacağım, göz yaşlarım akmak için bekliyorlar, dolu dolu. Bu kadar duygusal bağ kurduğum başka bir şehir olmamıştı. Hiç unutmam, annemin yoğun bakım ünitesinden çıktığı ve fizik tedaviye geçtiği bir aşamadaydık. Birkaç ay olmuştu hastalığı geçireli. Henüz ayakta duramıyor ve konuşamıyordu. Bir gün bana yazı ile dışarı çıkmak istediğini söyledi. Onu biraz bahçeye götürdüm, fakat Porsuk Nehri'ni, canlı insan kalabalığını görmek istediğini yazdı. Ben de kimseye çaktırmadan hastanenin bahçesinden dışarı doğru yöneldim. Güneş yüzümüze vuruyordu, ikimizin de yüzünde büyük bir gülümseme ile onu çarşıya kadar götürdüm. Herkes bize bakıyordu, tekerlikli sandalyede hasta bir kadın, arkasında 23 yaşında bir oğlan çocuğu. Öylesine kahkaha attık ki, onun gözlerindeki mutluluğu unutmam mümkün değil. Sonra çaktırmadan hastaneye geri döndük, zaten fazla uzaklaşmamıştık. Bu anıları unutmam mümkün değil. 

Yıllardır bir ev almak isteriz, tasarruf yaparız. Fakat İstanbul'dan, buradan ev almak gelmedi hiç içimden. Hep vazgeçtik, zaten şimdi ev alınabilecek gibi değil fiyatlar. Hazır durum böyleyken bu yaz tatilinde gidelim, Eskişehir'den minik bir daire alalım dedik. 

Hastalık sürecinde gidip gelişlerim, endişelerim, annemin ilk kez parmağını oynatmaya başlamasına şahit olmam, hastane koridorlarında attığım sevinç çığlıkları, tüm duygularım oraya ait. O yüzden daha gitmeden hüzün ve sevinç karışımı bir duygu kapladı içimi. Gönlümüze göre bir ev bulabilir miyiz bilmiyorum ama en nihayetinde bizim için uzun bir Eskişehir tatili olacak. İnsanın en sevdiğinin hem ölümle mücadele ettiği hem de hayata yeniden dönmeyi başardığı bir yeri unutması mümkün değil. Unutmadım, tren garında indiğimde yüzümü güneşe dönüp şükranlarımı sunacağım. 

25 Haziran 2022 Cumartesi

Fire Burns You Cold

Cuma günü itibari ile okul sonrası çalışmalarımız bitti, nihayet yaz tatiline çıkabildik. Önceden yaz tatilleri beni epey heyecanlandırırdı, son zamanlarda ne yazık ki aynı heyecanı duymuyorum. Dün kuzenimle buluştuk, Hazzo Pulo'da birkaç kadeh şarap içip dertleştik. Yakında bir yurt dışı seyahati gerçekleştirecek, onu mutlu görmek beni de mutlu etti. 

Biz de annemle iki gün sonra yurt içinde bir seyahate çıkacağız. Hayatımız için yeni bir adım diyebilirim, umuyorum istediğimiz gibi sonuçlanır süreç. Şehrin merkezinde bir konaklama yeri ayarladım, işlerimiz bitince biraz gezer, ferahlarız. Aslında bu yaz tatilinde deniz kenarı, sessiz bir yerlere gitme planım da var. Karar aşamasına geçmekte çok zorlandığım için henüz ne yapacağımı bilmiyorum. Umuyorum kısa süreliğine de olsa sessiz sakin bir yerlere dinlenmeye gidebilirim. 

Meslek hayatımın en hızlı geçen senesiydi sanırım, çok fazla yoruldum diyemem. Çok yoğun bir iş tempomuz var ve yıllar içinde buna alıştım. Önümüzdeki yıl da bu yıl çalıştığım seviyeler ile çalışacağım. Her şeyi en baştan planlamama gerek kalmayacak, önümüzdeki sezon için iş dışı birkaç uğraş edinmek istiyorum. Hayatta kalmaya çabalamak bu olsa gerek, kendimi öylesine zorluyorum ki, tutunmak için sebep aramak bile beni oldukça yoruyor. Yine de deneyeceğim, bir şekilde bir yerlerde ufak da olsa bir anlam bulmaya çabalayacağım. Ne de olsa yorulunca bırakma özgürlüğüne sahibim öyle değil mi? Evet, bırakabilirim. 

Yüksek lisans arkadaşlarımın hepsi doktora programına başladılar, hatta tez aşamasına geçenler oldu. Benim de başlamamı istiyorlar, bu konuda içimde pek istek yok açıkçası. Yoğun bir iş tempom var, arta kalan vakitte kendimle baş başa olmak istiyorum. Belki böyle bir maceraya hazırlık yaparım, belki de hiç girişmem. 

Yaklaşık iki aylık bir tatil olacak benim için, oturup bir okuma listesi çıkaracağım. Bazı kitaplar aldım; her zamanki gibi bir kısmı psikoloji bir kısmı tarih. Bu sefer felsefe de ekledim aralarına. Uzun bir süredir kitap okumaya odaklanamıyorum, daha doğrusu pek çok şeyi yapma isteğimi kaybettiğim için oluyor bu. Yeniden okumaya başlarsam devamı gelecektir. 

Her saniye içimde büyümekte olan boşluk hissi ile ciddi bir mücadele içerisindeyim. Bu hafta okulda diğer bölümler ile kahvaltı yaptık. Öncesinde herkesin bir şeyler getirmesi istendi. Ben de bir önceki akşam bir tepsi poğaça ve kurabiye yaptım. Daha önce hiç yapmamıştım, neredeyse bütün gece bununla uğraştım. Ertesi sabah kahvaltı için yaptıklarım çok beğenildi, yeniden yapmam istendi. Bu da, hayata katılmak için kendimi zorlama girişimlerimden bir tanesiydi. Bu şekilde bir yol alabilir miyim bilmiyorum ama öylesine deniyorum ki, yeniden aynı çemberin içine sürüklenmekten korkuyorum. Ya da, yeniden hayata katılmaktan korkuyorum, kim bilir. Ama bir süre sonra yeniden beyhude bir çabanın içinde olduğumu fark edeceğim, yeniden kendi içime çekileceğim. Hep aynı kısır döngü, sahte bir mutluluk içinde yer almaktansa gerçeklerim ile yaşamaya çalışmayı tercih edeceğim yine, biliyorum. Biliyorum fakat yine de deneyeceğim, yavaş yavaş, azar azar. 

Bir Isak Danielson şarkısı ile bitirmek istiyorum yazımı;

You want the fire when the fire burns
Everything down to the ground
Am I a liar? I'm not lying here alone when you're not around
I don't want love like this
I'll miss your kiss
But that's the way it goes
Who wants the fire when the fire
The fire burns you cold?

13 Haziran 2022 Pazartesi

Gece İnerken

İstanbul'da serin bir yaz akşamı var, balkondan esen rüzgar bir senedir uzattığım saçlarımı dalga dalga savuruyor. Biraz çay içtim, biraz da sessizliği dinledim. 

Okulu bu hafta kapatıyoruz, çocuklarla tüm derslerimi bahçede geçiriyorum. Bugün ip atladık, çuval yarışı yaptık ve halat çekme oyunu oynadık. Bazı öğrencilerimi kollarından tutup döndürdüm, öylesine mutluydular ki bazen onları görünce çocukluğum aklıma geliyor. Bütün gün okulda koşturduktan sonra eve dönerdim ve annemin işten gelmesini beklerdim. Tam onun geleceği saatte bahçe duvarının önünde beklerdim, yolda göründü mü koşarak yanına giderdim. Kolları arkasında, günün hediyesini saklardı. Bilmem hatırlar mısınız, doksanların sonları ve iki binlerin başlarında çizgi film karakterlerinden dondurmalar yapılırdı. En çok bugs bunny'li olanın tadını beğenirdim, krem ve gri karışımı bir rengi vardı. Çocuklar teknoloji ile çok içli dışlılar, sürekli ekrana bakıyorlar fakat durum teneffüslerde ve öğle aralarında inanın böyle değil. Eski oyunları yani sokak oyunlarını oynamayı seviyorlar. Yıllar pek çok şeyi değiştirse de, çocukların oyun kültüründen alıp götüremedi. Hemen organize olup kendi aralarında oyun kuruyorlar. Bir dakika içinde bir araya gelip takımları oluşturup oynamaya başlamalarını şaşkınlıkla izliyorum. Öğretmen olmanın böyle bir güzelliği var, her gün onlardan yepyeni şeyler öğreniyorum. Ben öğretmiyor ve eğitmiyorum, onlar beni eğitiyor. 

Bazen de onlar olmasa hayat benim için daha dayanılmaz olurdu diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Yaşamak için fazla kırılgan, adım atmak için fazla hassas ve akışa kapılmak için fazla tedirginim. İçimde büyüyen ve ısrarla dışarı çıkmak isteyen o boşluk hissi, o bilinmezin eşiği günlük hayatım içinde beni çok fazla yoruyor. Bir tek çocukların içindeyken, dersteyken bunları düşünmüyorum. Mesainin bitimi ile birlikte o boşluk tekrar kaplıyor her yanımı, kendim için hiçbir adım atmadan öylece durduğum yerden dünyayı izliyorum. Aklımda sonu gelmez sorular: Bu ben miyim, şu an hayatta mıyım, burada mıyım yoksa bu bir yanılgı mı, içimdeki boşluk bana ne anlatıyor, neden bu kadar yorgunum, neden sürekli geriye doğru adım atıyorum ve daha pek çok soru. Hiçbirine cevap bulamıyorum, herhangi bir cevap bulmak için de uğraşmıyorum. Çünkü hayat işte tam da bu, bir gün yok olacağım bir dünya için daha fazla mücadele etmek istemiyorum, beyhude bir bakışın yarattığı gölgede sakınıp kalmışım gibi, güneşin gözlerimi yeniden yakmasından korkuyorum. Bir de gözlerim, hep buğulu ve hüzün dolu. Ruhumun aynası, yeniden yansıması, küçük ve kahverengi tesbih taneleri gibi, yakamın ucuna düşüp dağılıyorlar. Çok mu fazla görüyorum yoksa çok mu az, buna karar veremiyorum. 

Sezen Aksu'nun "alaturka" isimli şarkısını çok seviyorum, özellikle son kısımda şarkının "kader böyleymiş" diye final yapması bende pek çok şey çağrıştırıyor. Şarkı boyunca tüm dertler, umutlar ve hüzünler bir aradayken, sahnenin sonunda "kader böyleymiş" diyor şarkıcı. Belki de kendi hayatlarımız için de "kader böyleymiş" deyip yola devam etmek gerekiyor. Fakat ben ısrarla o yolun ortasında bekliyorum.