28 Eylül 2019 Cumartesi

İstanbul Depremi ve Gündelik Yaşam

Geçtiğimiz günlerde İstanbul'da, Marmara denizi açıklarında yaşanan deprem hepimizi çok korkuttu. Okulda öğrenciler ile birlikteydik. Konferans salonunda öğrenci birliği sunumlarını izlemek için toplanmış ve tüm ortaokul olarak salonu doldurmuştuk. Görevli öğretmenimiz sahneye çıkıp eline mikrofonu aldı, tam konuşmaya başlayacaktı ki deprem olmaya başladı. Ciddi bir sarsıntıydı. Okul müdürünün talimatı ile hepimiz olduğumuz yere çöküp hayat üçgeni oluşturmaya çalıştık. Depremin bitimiyle tüm öğrencilerle birlikte hızlı bir şekilde dışarı çıkıp, toplanma yerlerine geçtik. Haliyle hepimiz için kötü bir gün oldu; özellikle de çocuklar için. Çoğu, yaşı sebebiyle 1999 depremini bilmiyor. Biz o depremde Sakarya'da oturuyorduk ve ben çocuk halimle yıkımın, acının ne demek olduğuna ne yazık ki tanık oldum. 

Okulum hasar gördüğü için bir müddet çadırda eğitim aldık, aylarca evimize giremedik ve dışarıda yatıp kalktık. Hepimiz için hayatın bittiği andı sanki, dün gibi hatırlıyorum. 

Bu yazıda değinmek istediğim kısım ise insanların hemen normal hayatlarına dönmüş olmaları. Birkaç gündür gözlemliyorum. Herkes normal hayatına, eğlenmeye ve yaşamaya devam ediyor. Bu umursamazlık ya da kadercilik mi, yoksa insanoğlunun unutma gücünün bir parçası mı ayırt edemiyorum. Biz, iki gün boyunca hiç uyumadık. Ayakkabılarımıza kadar giyip, bir de çanta hazırlayıp koltuklarda öylece bekledik. Geçmiş deprem deneyimimizden kaynaklı olarak çok tedirgin olduk. Annem, ben işten gelene kadar evin yakınındaki parkta vakit geçirdi. 

Bir yandan insan bu gibi durumlarda; hırsın, kariyerin, mal mülk edinme sevdasının ve benzerlerinin ne kadar anlamsız olduğunun idrakine varıyor. Elbette, her an deprem olacak ve hayatımız sonlanacakmış gibi yaşamak sağlıklı değil. Lakin önümüzde de bir gerçek var. İstanbul'da ve bu içinde yaşadığımız modern çağda pek çok değeri ve sorumluluğu kaybettiğimiz gibi; ölümcül meseleler ve doğa olayları da ilgimizi çekmez hale geldi. Medya bir yandan bu konunun kaymağını yiyedursun, insanların üzerindeki bu şaşırmazlık pelerinine anlam vermekte güçlük çekiyorum. Evde hala birbirimize bakıyoruz ve oturup neler yapabileceğimizin planını yapıyoruz. Hava kararana kadar dışarıda vakit geçiriyoruz ve ne olacağını hiçbir şekilde kestiremiyoruz. 

1999 depreminden ne ölçüde ders aldık cevap vermesi zor. Aslında zor değil lakin kabullenmek istemediğimiz gerçekleri yadsıyoruz. Umuyorum; olası bir İstanbul depremi öngörüldüğü kadar büyük acılara sahne olmaz. 

18 Eylül 2019 Çarşamba

Yoğunluk Üstüne Yoğunluk

Şu an iki saatlik uyku ile yazıyorum, bu nasıl bir yoğunluktur vallahi kendime şaşırıyorum. Çalışmalar hiç bitmiyor ve bununla birlikte kendime neredeyse hiç vakit ayıramıyorum. Aralarda birer kahve içiyorum, tek avuntum o. Okulların ilk zamanları hep böyle olur lakin bu seferki farklı bir yoğunluk. Neyse ki serviste bir saat kadar uyuyorum da oradan bir şekilde telafi ediyorum. Her derse ayrı hazırlık, her derse ayrı bir plan, etkinlik, oyunlaştırma, çalışma, okuma derken bitmek bilmiyor bu liste.

Bir selam vermek istedim, şimdi tekrar işlerin başına dönüyorum. Kendime de en bolundan kolaylıklar diliyorum. 

5 Eylül 2019 Perşembe

Memleket Havası

Geçtiğimiz hafta sonu memlekete gittik. Sanırım beş yıl oldu oradaki eve gitmeyeli. Annemin doğup büyüdüğü ev, benim de çocukluğumun büyük bir kısmını geçirdiğim ev. Haliyle eve ve kasabamıza dair çok anım var, kimi tatlı kimi acı. Bazı eşyalarımız vardı getirmemiz gereken, hazır cuma günü resmi tatil olunca gidelim dedik. Biraz temizlik yaptık, hemen annemin eski komşuları geldi. Tepsi tepsi yemekler, el yapımı tarhana ve salçalar daha neler neler. Kapımızı çalan eksik olmadı, özellikle karşı komşumuz Jale teyzenin gözyaşları beni çok etkiledi. "Evinizde ışık gördüm ya, nasıl mutlu oldum anlatamam" diyerek ağladı. Üniversiteyi okumak için İstanbul'a geliş o geliş, sonra ister istemez geri dönemiyor insan bu şehrin yoğunluğunda. 

Hazır gitmişken eski fotoğraf albümlerini inceledim, ne güzel günlermiş. Odamdaki kitaplar, defterler olduğu gibi duruyordu. Duvarımda kocaman Amelie filminin posteri, mantar panom, masa lambam, ilkokul üçüncü sınıftan kalan hatıra defterim... 

Orada geçirdiğim vakitler geldi aklıma, insan bir evin içinde yaşadığı zaman güzelleşiyor o ev. Yalnız bırakıp gittiğinizde soluyor, sanıyorum bir evi güzelleştiren içindeki insanlar. Bizim evin tarihi de bir özelliği var, rum bir usta tarafından yapılmış. Eskiden rumların yaşadığı bir bölge olduğu için mimari usulünde rumların izleri var, bir de güzel bir cumbası var. 

Maziyle kucaklaşmak iyi geldi, yakın zamanda tekrar memleket havası soluyabilmek dileğiyle bitireyim yazıyı. Tekrar görüşmek üzere bizim ev.