23 Nisan 2019 Salı

Kitap Okuma Alışkanlığı mı?

Eğitimciler de dahil etrafta sürekli kitap okuma alışkanlığından bahsediliyor. Kitap okumak bir alışkanlık değildir. Kitap okumanın el ve yüz yıkamak ya da diş fırçalamak gibi alışkanlıklarla hiçbir ilişkisi yoktur. Hem öğretmenler hem de veliler sürekli olarak çocuklara kitap okuma alışkanlığı kazandırmak ile meşguller lakin feci yanılıyorlar. Bizim okulumuzda da her hafta bir ders zorunlu kitap okuma saati var. Birincisi; kitap okumak zorunlu bir eyleme dönüştüğünde cezbedici olmaz. İkincisi; çocuk ya da yetişkin kişi kendini iyi hissettiği, zihninin daha berrak olduğu ve kendisinin seçtiği bir zaman diliminde kitap okumalıdır. Üçüncüsü, çocuk okuyacağı kitabı kendisi seçmelidir. Öğretmen, çocuğa uzunca bir kitap listesi sunabilir ve içerisinden istediği kitapları okutabilir. Ülkemizdeki kitap okuma oranlarının bu kadar düşük olmasının en büyük sebepleri yukarıda saydıklarımdır kanımca.

Eğitim hayatım boyunca okumak istediğim kitapların hepsini kendim seçtim. Daha sonra edebi zevklerim değişti ve gelişti. Lise ve üniversite yıllarımda okuduğum kitaplarla şimdiki okuduklarım arasında dünyalar kadar fark var. Çünkü kendi kitap yolculuğumu özgürce sürdürüyorum. O dönemler ailem bana zorla kitap okuttursaydı; hem bir birey olarak hem de bir okur olarak çok az yol alabilirdim. 

Elbette burada kitapların çocuklara uygun olup olmaması durumu var. Bu konuda ebeveyn olarak tereddütleriniz varsa öğretmenlerden yardım alın. Ha, öğretmenlerin de çoğu kitap okumuyor ve kitap tavsiyesi veremeyecek kadar vasatlar bu da sektörden edindiğim bir tecrübe. Okulunuzdaki öğretmenleri iyi gözlemleyin; ille de türkçe ya da edebiyat öğretmeni olmak zorunda değil danışacağınız kişi. Farklı branşlarda olup; hitabeti, diksiyonu düzgün olan ve okuma zevki olan öğretmenler tek tük de olsa illa ki vardır. Onlardan yardım isteyebilirsiniz. Benim altıncı sınıfa giden ve komünist manifestoyu okumaya çalışan öğrencilerim de oldu. Çocuğunuzun düşünme düzeyi yaşıtlarından daha öndeyse onlara seçimleri konusunda engel olmayın. Bırakın yaparak ve yaşayarak öğrensinler. 

Ortaokul çağındaki çocuklar daha çok fantastik eserlere meraklılar. O yaştaki çocukların dünyası daha büyülü, daha renkli. Haliyle onları cezbeden kitaplar da farklı dünyalara ait. Bol bol fantastik okumak konusunda hiçbir sıkıntı görmüyorum. İlerleyen yıllarda okuma zevkleri oturmaya başlayacaktır. İyi bir okur olmak isteyen çocuk, zaten sizi ya da bir başkasını örnek almadan kendi kitap okuma zevkini oluşturacaktır. Burada velileri olarak iyi yayınlardan ve iyi çevirilerden çıkan dünya klasiklerini çocuklarınıza tavsiye etmeye başlayabilirsiniz. O ilgisini oluşturduğu dönemde sizin de onunla ilgilenmeniz, birlikte kitapçıya gidip kitap seçmeniz faydalı olacaktır. Böylece aile içerisinde de ortak bir kitap okuma zevki oluşturabilir, hatta kitapları aile bireyleri arasında dönüşümlü olarak okuyup tartışabilirsiniz. Örneğin liseye giden çocuğunuz Suç ve Ceza'nın tam metnini okuyabilir. Sonra evin içerisinde anne ve baba da okuyabilir. Bir akşam yemek masanızın etrafına toplanıp yarım saat kadar kitap üzerine analizler, konuşmalar yapabilirsiniz. Sadece yarım saat ile hem çocuğunuza olan ilginizi hem de ortak okuma zevkinizi geliştirebilirsiniz. 

Velilerimin çoğuna bunu söylüyorum lakin uygulayan tek velim dahi yok. Hayat şartları çok ağır, anne ve babalar çalıştıkları için çok yorgunlar biliyorum. Lakin haftada bir gün yarım saat ayırmanız da çok zor olmasa gerek. 

Çocukları, serbest bıraktığınız ölçüde kontrol edebilirsiniz. Zaten belirli kuralları olan ve bu kurallara riayet eden bir aileyseniz çocuğunuz serbest kaldığında da aklına zararlı şeyler yapmak ya da zararlı alışkanlıklar edinmek gelmeyecektir. Fakat hem çocuğa hem de aileye koyduğunuz kurallar ara ara ya da sürekli olarak değişiyorsa ve uygulanmıyorsa, çocuk kuralların anlamsızlığını hemen fark edecek ve onlara riayet etmeyecektir. Aile içinde ve çocuk üzerinde ne kadar tutarlı olursanız çocuğunuz o kadar iyi yetişecektir. Bu işin başka da bir büyüsü yok.

19 Nisan 2019 Cuma

İç Ses I

Başından çok fazla şey geçti genç yaşında, babasız büyüdün, annen ölümden döndü, o işten o işe koşturdun, gelecek kaygısı ile boğuştun, yorgunluğunun sebebi, mutsuz olman bunlardan kaynaklı olabilir mi?

Belki, belki de mizacım böyledir. Herkes kendine göre bir şeyler yaşıyor, acılarla dolu dünya nihayetinde. Elbette içinde mutluluklar da var. Ama erken yaşta yorulunca insan, daha fazla mücadele edesi gelmiyor. Bir ay önce gittiğim bir iş görüşmesinde müdür yardımcısı gelecekten beklentiniz nedir, kendinizi birkaç sene sonra nerede görüyorsunuz diye sordu. Aynı yerde dedim. Şaşırdı. Çünkü bir beklentim yok, mevki atlamak onu ya da diğerlerini mutlu ederken beni şu andaki halim bile mutlu etmiyor. O mevkiden o mevkiye atlayacaksın, diğerleri seni takdir edecek, başarılı olacaksın, ailen ve çevren seninle gurur duyacak. Peki ya sonra? Senin de sonun aynı, benim de. Diyemiyorsun tabii.

Bu kadar mı ümitsizsin her şeyden? Daha çok gençsin, önünde uzun yıllar var. Yeni deneyimler yaşayacaksın, niçin bu erkenden vazgeçiş? 

İnsan hayattan bilinçli olarak vazgeçmez, üstelik bu bir vazgeçiş bile değil. Ne olduğunu bile anlamlandıramadığın bir şeyden nasıl vazgeçebilirsin ki? Hepimiz ayrı bir yolculuktayız, farkındayım ve şaşırıyorum üstelik. Diğerleri nasıl bu kadar sıkı tutunuyorlar hayata, sanki hiç ölmeyeceklermiş gibi. Biraz sorgulama yapalım seninle birlikte. Sence onları hayata bağlayan şey ne? Tabii ki ölüm korkusu, öyle çok korkuyorlar ki kendilerine sürekli yeni uğraşlar buluyorlar, çok çalışıyorlar, koşturuyorlar sonra evleniyorlar, yıllarca ev kredisi ödüyorlar, çocuk yapıyorlar sonra yıllarca çocuklarını büyütüyorlar. Neden ama? Çünkü sürekliliği olan şeyleri tercih ediyorlar ki yaşayabilsinler. Kendilerini kandırıyorlar her gün. Çünkü ancak böyle ölümden kaçabilirler. Ben her şeyi kabullendim. Hayat bir hiçlik çukuru, doğumdan ölüm döşeğine kadar tekrar eden günlerin hepsi birbirinin aynı. Ölüm korkusu insanda yaşama sevinci yaratırken, yaşam korkusu ise insanda ölüm isteği oluşturuyor, ölüm korkunu ortadan kaldırıyor. Hayatın nesi anlamlı? Neden ısrarla yaşamaya devam ediyoruz? 

Ama hayatın kanunu bu. İnsan doğar, büyür ve ölür. Çok basit bir döngü. Bu süreci de ne kadar verimli ve mutlu geçirirsek kar, yaşamın kendisinde anlam aramak yerine anlamsızlığı kabul edip yaşam için çabalamak en doğrusu. Neden sürekli hayatını yalnızlık, var oluş sancısı, cevaplar aramak ve mutsuzluk ile geçirmeyi tercih ediyorsun? 

Bu bir tercih değil yanılıyorsun. İnsan düşünmeli, insan her an anlam aramalı, sorular sormalı ve yanıtlamalı. Hayatı yaşanılır kılan şeylerin hepsi bütüncül bir yanılgı, toplamdan arta kalan şeyler sana sonucu vermiyor. Ne için bu kadar mücadele ediyorum? Birkaç yıl daha fazla nefes alabileyim diye mi? Niye buna bir son vermiyorum? Bunu derinden yaşıyorum ama anlatırken güçlük çekiyorum, onlar kendilerine sebepler bulmuşlar ve onlara tutunmuşlar. Çoğunluğun bildiği doğrudur diyemeyiz. Bense hep kendi etrafımda dönüp, okuduğum her şeyden anlam çıkarmaya çalışıyorum. Onlar yaşama katılıyorlar, çünkü başka çareleri yok. Bense yaşamı dışarıdan izliyorum, ancak böyle yaşamaya devam ediyorum. Hiçbir şey mutlu etmiyor beni. Hiçbir şey heyecanlandırmıyor. Eskiden böyle değildi, çocuktum ve bir sürü renkli umudum vardır. Büyüyünce hepsi griye boyandı, gerçek dünya düzeni ile tanıştım. Sonunda öyle bir mücadeleler zinciri sardı ki beni, yığıldım kaldım. Elbette ayaktayım, elbette devam etmek zorundayım. Fakat beni ben yapan tüm isteklerimi kaybettim. Ne oradayım, ne de burada anlayacağın.

Bir çay molası verelim mi? Biraz için ısınsın, sonra kaldığımız yerden devam ederiz...

17 Nisan 2019 Çarşamba

Beklenen Haber

Yakın zamanda yazdığım bir yazıda zihnimdeki karışıklıktan bahsetmiştim. Güzel bir okul ile görüşmeye gitmiştim, üstelik hasta yatağımdan kalkıp. Güzel geçen görüşmenin ardından haber beklemek kalmıştı bana. Haber geldi, olumlu olduklarını yakın zamanda görüşmek ve anlaşmak üzere beni okula davet edeceklerini söylediler. 

Okul karşı yakada, epey köklü ve kaliteli eğitimi ile bilinen bir okul. Bir öğretmen olarak çalışmak isteyeceğim okullardan biriydi, kendime yaptığım ufak listemde ismi yer alıyordu. Bu seneki geçiş döneminde çalışmak zorunda kaldığım, askerlik nedeniyle ağustos ortası anlaşıp bir hafta içinde çalışmaya başladığım okulum ne yazık ki nitelikli bir okul değil. Sürekli iş değiştirmeyi seven bir insan değilim. Lakin bu senemiz yarım yamalak geçti. Üç yıldır çalıştığım güzide okulumdan askerlik sebebiyle istifa etmiştim yazın. Sonrasında bedelli askerlik çıktı ve ben öylece kalakaldım. Annemle yaptığımız onca plan suya düştü. Bir askerlik yükümlülüğü sebebiyle hayatımızda pek çok değişiklik yapmak zorunda kaldık. Düzenimizi kurduğumuz evi ve semti değiştirdik, hayatımızda ilk defa gördüğümüz bu semte yerleştik. Evde türlü sorunlar çıktı, kış başlayınca rutubet oluşmaya başladı. Evi boyayıp süslemişler, haliyle yazın hiçbir şeyin farkına varamadık. Ev rutubetli olunca eşyalarımızı da tamamlayamadık. Böyle yarım yamalak bir yıl geçirmek zorunda kaldık annemle. Yeni bir ortama, mekana ve insanlara alışmam çok uzun sürüyor. Okul da beni hemen her gün mutsuz ettiği için pek de iyi bir yıl geçiremedik. Yeni semtimizi sevemedik ve buraya hiç alışamadık. 

Derken nihayet güzel bir dönüş aldım, yeni okul karşı yakada. Henüz taşınacak yer belirlemek için çok erken. Zaten anlaşmayı da yapmış değiliz, bende karar kıldıklarına dair bir telefon aldım. Şimdi işin tuhaf yanı şu an çalıştığım okul ile önümüzdeki sene için sözleşme imzaladım. Henüz hiçbir okuldan net bir cevap almadığım için esasen imzalamak zorunda kaldım. En kötü devam ederim düşüncem vardı. Şimdi yeni okulla görüştükten sonra eğer işi resmiyete dökersek kendi okulumla bir şekilde konuşup yaz sonu istifa edeceğim. Biraz gerilimli bir süreç, umarım çok sarsılmadan bu işin altından da kalkarım. 

Yeni ev, yeni bir semt ve güzel bir okul fikri beni biraz heyecanlandırdı. Eskiden bu tarz başarılar, güzellikler karşısında daha mutlu olurdum, içimde günlerce kelebekler uçuşurdu. Artık bu duyguları yaşayamaz oldum, neredeyse hiçbir şey hissedemiyorum. Bu durum da beni üzüyor. 

Bize okullar kapanır kapanmaz yol görünüyor gibi, yeni bir hayata başlıyor sayılırız. Tabii yeni okul fikrinden caymazsa. Her ihtimale karşı temkinli olmak lazım, umuyorum bir aksilik çıkmaz ve anlaşmamızı yaparız. 

Beklenen haber daha pek çok güzellik getirir umarım. Uyanırız birlikte yeni sabahlara. 

15 Nisan 2019 Pazartesi

Yeni Dünya

Bir telaş sedirin kıyısına uzanıvermişim, kıvırcık saçlarım ter içinde gökyüzüne bakıyorum. Bir gün her şey daha berrak hale gelecek, tıpkı su gibi. Ezcümle bir daldan öbürüne konan bir kuşa dönüşecek dünya. Uçup gidecek. 

Parça parça dökülen güneş ışınları üzerinde bir tur daha. Atlıkarınca hayalleri geçmişe götürecek, çocukluk diyecek. Ağzından dökülen her bir kelime atmosfere karışacak, sesler yankısını bulup şavkıyacak. Gün ortasında, bir koşmak tutturacak, mısır tarlasının arasından dünyaya açılacak.

Ben geçmiş günlerin tanrısı, kil tabletlerin arasına saklanmış sır dolu tarihin aynası. Bir bilmecem var, sorunun peşinde hep hayal aldatmacası. Bir mısra, üzerine birkaç da nota. Dönüp durduğum için etrafta, başım ağrımakta. Hakikat kimin aynasında, çember kimin beline dolanmış? Gün kurusu, tadı pek lezzetli. Gönlümden iyice geçen her şeyi yapmalı, beklemeden, dur demeden bir çıkış yolu aramalı. Sığınak, bir dünya ötesi algının sınırları. Parmak parmak, bal çalmalı. Yazın arılar ile, kışın kekliklerin burnuna konmalı. Ben yepyeni bir dünya.  

14 Nisan 2019 Pazar

Bekleyiş

Bu haftayı bir tuhaf bitirdim, salı günü sesimin hiç çıkmaması ile doktora gittim ve iki gün rapor aldım. Salı sabahı hastalıktan mütevellit koltukta battaniyeme sarılı otururken telefonum çaldı ve çok iyi bir özel okulun insan kaynakları biriminden arandım. Gün içerisinde görüşmeye gelip gelemeyeceğimi, gelemeyeceksem müsait olduğum bir zamana randevu vermek istediklerini söylediler. Ben de hazır raporluyken, izin alma derdi olmayacağı için hasta yatağımdan kalkıp görüşmeye gittim. Tam çalışmak isteyeceğim nitelikte bir okul; hem kurucu müdür hem de okul müdürü ile yarım saatlik bir mülakat yaptık. Beni çok hoş karşıladır, güler yüzlü, dopdolu iki iyi insana benziyorlardı. Espriler yaptık, bana da bir canlılık geldi, hasta hasta gelmemi takdir ettiklerini söylediler. Mülakatın sonunda ayağa kalkıp beni kapıya kadar uğurladılar, çalışmak istedikleri bir aday olduğumu, bir de örnek ders anlatımına çağıracaklarını, haber beklemem gerektiğini söylediler. 

Şu an haber bekleme aşamasındayım lakin aklım çok karışık. Kendi okulumla bir sonraki sene için anlaşma imzaladım. Her şeyi oldubittiye getirdikleri için haliyle bunu da oldubittiye getirdiler. Bu seneki şartlara göre nispeten iyi bir zam yaptılar lakin maaş politikaları sektöre göre oldukça az. Geçen seneki işimde burada aldığım maaşın iki katını alıyordum, hadi zamanla bu duruma alıştım ama emeğimin, niteliklerimin sömürüldüğünü hissediyorum. Okulum, sektörde tanınan bilinen pek çok şubeli bir okul lakin iyi seviyede bir okul değil; tamamen ticari kaygılarla ayakta.

Eğer olur da haber beklediğim okuldan bir teklif gelirse kuşkusuz hemen kabul edeceğim. Bu durumda önümüzdeki sene için attığım imzayı bir bahane bulup feshetmem gerekecek. Hatta her ne olursa olsun bu sene toptan istifa mı etsem diye bile düşünüp duruyorum. Çünkü okulumdan memnun değilim; bir başkası da mükemmel olmayacaktır elbet ama biraz daha mutlu olsam bile kar benim için. Kendimizi idare edebileceğimiz bir miktar birikmiş var. Onunla da bir müddet geçim sağlayabiliriz, ben de dinlenip kendi istediklerimi yapabilirim, üzerimdeki tüm yükü atarım diye düşünüyorum lakin şu ekonomik durumda daha iyi bir iş bulamamaktan da çekiniyorum. Şu iş belası ne kadar lanet bir şey, sistem sizi asla özgür hareket edememeye zorluyor, zincirliyor. 

Bir de ev durumumuz var tabi, bu rutubetli binadan bir an önce taşınmak istiyorum. Haliyle benim iş durumum muallak olduğu için de taşınamıyoruz zira görüşmeye gittiğim okul diğer yakada. Böyle bir belirsizlik durumumun içerisindeyim, beklemek de çok can sıkıcı. Bakalım bu hafta nasıl haberler ile karşılaşacağım, kaderim nereye doğru yönlenecek. Hep birlikte göreceğiz. 

8 Nisan 2019 Pazartesi

Kayıp

Saat sabah ikiye geliyor. Fena hastalandım, ama inadım inat çalışmaya devam ediyorum. Sesim hiç çıkmıyor neredeyse, burnum akıyor, öksürüyorum. Böyle durumlarda uyuyamıyorum da. Bir de türlü kaygılar ile boğuşuyorum, kafamda türlü düşünceler. 
Kendi okulumdan iyi sayılabilecek bir teklif aldım, seneye için imza da attım. Hemen garantilemek istediler. Cuma başka bir okul ile görüşmem var, ne yaptığım belli değil sanırım. Şu sıralar uykularım daha çok kaçacak galiba. 

Garip düşünceler, ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim yok. Zihnim hiç olmadığı kadar dağınık şu sıralar, bir türlü kendimi toparlayamıyorum. Yine var olmak ile ilgili sıkıntılar, kafamda türlü türlü bulutlar. Küme küme. 

Şu sene bitsin artık, bitsin de ne olacaksa olsun. Nereye, nasıl devam edeceksem edeyim. Bazen kendimden, kararsızlıklarımdan, tedirginliğimden, kaygılarımdan, düşünceli halimden, hayatı hiç akışına bırakamayışımdan çok ama çok sıkılıyorum. Dağlık, tepelik bir yere çıkıp avazım çıktığı kadar bağırasım var. Sanki o zaman rahatlayacakmışım gibi. 

6 Nisan 2019 Cumartesi

Tehir

Bir gece yarısı treni ile kasabadan ayrılıyorum. Sonbaharın döküntü yaprakları ile kaplı aile çay bahçesi ıssız. Kasabalılardan bir iki tanıdık yüz, uzaktan selam ediyorlar. Sırt çantamı çıkarıp bir köşeye oturuyorum. Bekleme salonundaki sobayı yakmamışlar, atkıma iyice sarınıyorum. Annem karnım acıkır diye bir tepsi dolusu dereotlu poğaça koymuştu yanıma. Çıkarıp onlardan birini yiyorum. Henüz küçüğüm, yirmi yaşında bile değilim. Bazı hafta sonları okumak için gittiğim İstanbul'dan trene binip eve geliyorum. Trenler üzerine uzun uzun düşünüyorum, insanlar dışında taşıdıkları pek çok şey var. 

Çantamın köşesinde Orhan Pamuk'un Kar romanı. Trende uykum gelmezse muhakkak okurum. Esasen yolculuklarda uyuyamıyorum. Bacaklarım çok uzun, hiçbir yere sığmıyorlar. Haliyle uyumak kısa süreli bir işkenceye dönüşebiliyor.

Yolculardan biri öksürüyor, yaşlıca bir adam. Büyük ihtimal diğer kasabaya pazara gidiyor. Ayaklarının kenarında iki tane çuval. Binerken ona yardım ederim diye düşünüyorum. Elleri buz kesmiş gibi, burada ısınması zor. Kendi ellerimi yokluyorum. Bazen uzuvlarım sanki bana yabancıymış gibi hissediyorum, bulunduğum yerde değilmişim gibi. Hiçbiri bana ait değilmiş, her biri herhangi bir yerden toplanmış da ortaya ben çıkıvermişim gibi. Belki de çok kitap okuduğum için böyle hissediyorumdur.

Tren vaktinde gelmiyor, tehir yapıyor. Kırmızı ışık yeşil ışığa dönünce tren yaklaştı demek oluyor. Oturduğunuz yerden hemen kalkmanıza gerek yok. Çünkü tren gümbürtüyle geliyor, sesini duymamanız imkansız. Fakat binerken insan tedirgin hissedebiliyor, kondüktörün düdüğü hemen çalacak da siz binemeden öylece kalacakmışsınız gibi. 

Genç bir çocuk kendine bir dünya kurmaya çalışıyor. Okuyacak, adam olacak. Kırsalın beklentisi yüksek elbet, daha önce şehre okumaya giden çıkmamış pek aralarından. İnsanlar, çarşıda pazarda gezerken genç çocuğa gıptayla bakıyor. Bir beklenti, oluyor bin küsür beklenti. Öyle ya da böyle, gencecik çocuk çok okuyacak, hep okuyacak. Dünyanın yükü sırtında, kimse görmeyecek. Çevirip başını bakamadığını, sessizce isyan ettiğini kimse anlayamayacak yüzünden. Hayali bir tebessüm, küçük bir ekmek kırıntısı, çantasının kenarında plastik bir su şişesi. Pazarcı amcaya trene binerken yardım edecek, geçip koltuğuna oturacak. Genç çocuk okuyacak, hep okuyacak. 

Sessiz Hafta Sonu

Bu hafta sonu iki gün tatilim var diye sevinmiştim lakin nezle oldum. Sürekli burnum akıyor, başımda bir ağırlık. Temiz hava iyi gelir diye annemle yürüyüşe çıktık, ne mümkün yine aynı akıntı. Bu hafta sonu da böyle geçecek anlaşılan.

Hazır dışarı çıkmışken kendime pek sevdiğim kapsül filtre kahvelerden aldım. Almak isterseniz tchibo'nun kahve makinelerinden çok ama çok memnunum. Uzun yıllardır kullanıyorum. Güzelce kahvemi içip biraz müzik dinledim, sürekli burnum aktığı için bir şeyler okuyamıyorum. Hafta içi yazılıları okumuştum, hafta sonu dinlenirim diye. İyi etmişim erken okumakla, en azından hastalığı evde hafifletebileceğim. 

Sefiller'in tam metnini okumak istiyorum ne zamandır. Yakın zamanda çekilmiş bir mini dizisine rastladım. Dayanamayıp biraz izledim, güzel bir yapıma benziyor. Toparlanabilirsem izleyeceğim.

Apartmandaki karşı komşularımız yaşlı bir amca ile teyze. Kayserililer. İkisi de çok tatlı, amca hep fötr şapkası ve takım elbisesi ile geziyor. Kulakları pek duymuyor. Teyze ise çok bakımlı, türlü türlü ipekli elbiseleri ve süsleri var. Ara sıra annemi kahve içmeye davet ediyorlar, bana da bey diye hitap ediyorlar çok utanıyorum. Amcanın kulakları zor işittiği için teyze evin içinde sürekli bağırarak konuşuyor, mutfaklarımız bitişik. Aralarındaki diyaloglar zaman zaman oturduğumuz yerden bize de tebessüm ettiriyor. Teyze, amcaya sürekli "hacı efendi" diye sesleniyor. Elli yılı devirmişler. Bu sabah çöpü dökmeye çıktığımda onları gördüm, ne güzel insanlar diye geçirdim içimden. Birlikte bir ömür, iyisiyle kötüsüyle. Buradan taşınınca ikisini de hiç unutmayacağım.

4 Nisan 2019 Perşembe

Yeni Şeyler

Bu aralar zaman epey yoğun geçiyor benim için. Mart ayında çok istediğim bir okul ile son aşamaya gelip olumsuz bir yanıt almıştım. Pek üzülmeden atlattım süreci. Bu hafta yine güzel ve nitelikli bir okuldan görüşme teklifi aldım. Zar zor izin alıp haftaya bir görüşme ayarladım. Ne hikmetse bir önceki okul ile aynı yerde, deniz kenarında ormanlık bir okul. Bu sefer daha sakince atlatacağım bu süreci. Okulların görüşmeler yaptığı yoğun bir dönem. Umuyorum ki seneye orada olur ve yeniden güzel bir başlangıç yaparım. Şu sıralar tek düşündüğüm yeni bir iş, kariyer vesaire. Kendi okulum da önümüzdeki sene için görüşmelere başladı, beni ne kadar geç çağırırlarsa o kadar iyi diye düşünüyorum. Bizim süreçler de böyle işliyor, sene sonuna doğru en heyecanlı dönemler başlıyor. 

Haftaya görüşmem umarım güzel geçer. Bir önceki gibi bir hayal kırıklığı yaşamak istemiyorum. Bana iyi geleceğini biliyorum. Yeni bir semt, yeni bir ev ve yeni bir başlangıç. Umarım talih bu sefer benim yanımda olur!

1 Nisan 2019 Pazartesi

Martı Kuşu

Ya martı kuşları Halil, onlar da geri gelecek mi dersin bir daha ki bahara? 

Gelecekler ya elbet, dönüp duracaklar Galata'nın etrafında, biz de akşamları Karaköy kıyılarında seyre dalacağız hepsini. 

Hani ninem anlatırdı Halil, kızlığında İstanbul'a ilk gelişlerini. Sirkeci Garındaki bir dükkandan fulya çiçeği renginde bir ipekli almış. Yıllarca da saklamış onu. Şipşak bir fotoğraf çektirmişler dedemle birlikte köprünün yanı başında. O zamanlar derdi, tramvayların seslerine, insanların neşesine aşık olmuştum. Tüm gün sokaklarda dans edesim gelmişti, beni bir görseydin. Tıpkı Fransız film artistleri gibi güzeldim, incecik bir belim vardı. Şimdi bize boz bulanık görünüyor bu şehir, ruh taşlarına dönüştük. Gri, mat, donuk; o zamanlarda yaşıyor olmayı dilerdim.

Her zamanın kendine ait bir güzelliği vardır. Zaman, içinde acıyla birlikte umut barındırır. Kim bilir kaç gemi geçti şuradan, baksana. Deniz bile koyuldu, dibini göremez olduk artık. Bir hikayenin başladığı ve bittiği yer aynıdır, insanın doğduğu ve öldüğü yer gibi. Sahneler birbirine bağlandıkça, eğrisiyle doğrusuyla bir hayat çıkar karşına. Sen hayatın hangi cephesindesin? Anlat bakalım ürkek martı kuşu!

Ben mi Halil? Hiç böyle düşünmemiştim. Ben, sanırım acemi bir yolcuyum. Belli ki önümde daha çok yol var, tutmak gereken pek çok söz var. Kendime, sana, herkese karşı bir sorumluluğum var. Henüz bir bilet bile almış değilim, bir vapur düdüğünün ucunda sallanıyorum sanki. Ürkekliğim bundan besbelli, dahası var mı bilemiyorum. Hikayem çoktan başlamış. 

Güzel tarif ettin, insanı sisler içinden aydınlığa çıkaran tek bir şey vardır: hikaye. Oturup uzun uzun anlatacağın, her tanıştığın insana inci gibi dizeceğin kelimelerin oluşturduğu  bir anlam bütünü. Tamamen sana ait, bir yönüyle de başkalarının sahipleneceği bir hikaye aynı zamanda.
Ya senin hikayen Halil, sen de ürkek bir martı kuşu musun benim gibi?

Ben kendimi bildim bileli -tam bilmek katiyen mümkün değil ya- bir garip ruhum. İşte Karaköy, Galata, Sirkeci, eğri büğrü dolaşıp duran bir bilmeceyim. İnsan hep başkalarını arar ya, kendime yönelttiğim bir arayışım var benim. Ne ararım, kime inanırım bilmem. Hiç bilemedim, oysa bak: şu gördüğün insanlar her şeyi bilirler, kudretleri yaratılışlarında saklıdır. Evvel zaman içinden ahir zamana doğru yol alırlar. Ürkekliğim geçti ya, kaldı geriye tereddütler. Yaşama tereddütü, ayağı aksak bir martı kuşu. Gökyüzünü değil de toprağı bellemiş kendine yürümek için. Uçmak hayal.

Hadi uzat bakayım elini martı kuşu, son tramvaya yetişelim. 

Olası

Bugün tatil olmasını fırsat bilerek bir iş görüşmesi yaptım. Eğitim patronlarının sert yapıları, okul adı altında pazarlama yapan ticarethaneler, daha az maaş vermek için kuru söylemler sıralayan yöneticiler ve daha bir ton şey. Her türlü görüşmeyi değerlendirmek lazım, bir nevi mülakat tecrübesi. Herkes kendi çıkarına göre hareket ediyor, dünya düzeni bir tuhaf. 

İstanbul'daki uzun otobüs yolculuklarını sevmiyorum. Semtler arası yolculuklarda gözüme çarpan insanlar, insanların dertleri, telaşlı halleri, yaşama uğraşları bana acı veriyor. Köhnemiş koltuklar, kasvetli hava, yoğun trafik; hepsi can sıkıcı. 

Hafta sonu tatilimde Jane Eyre ve Çılgın Kalabalıktan Uzakta adlı iki film izledim. Her ikisi de edebi metin uyarlaması. Yakın zamanda okuyup bitirdiğim Jane'in filmini daha evvel bir festivalde izlemiştim. Bu ikinci izleyişim oldu, eski dönem İngiliz kırsalları insana huzur veriyor, her ne kadar Jane'in yaşam mücadelesi beni hüzünlendirse de. Görmediğimiz, bilmediğimiz hayatlar. Zamanında ne güzel işlenmişler; hepsi donuk, mat ve uzak. 

Bu hafta sonu bir şeyler okuyamadım, yine idarecimizin baskı dolu mesajları ile geçen sevimsiz bir hafta sonu oldu. Gece yarısı, sabah ya da zamanın herhangi bir dilimi. Rahatsız etmeleri için engel değil, tatil günü de evlerinde rahat oturamasınlar diye hususi uğraşıyorlar. Hayata bakışları kayıp, kendini muktedir sanan bir avuç dolusu zavallı insan topluluğu. 

Yarın iş günü, elbette her hafta olduğu gibi kendimi iyi hissetmiyorum. Bir garip sürünceme, içinden çıkabilene aşk olsun. Zaman da hızla akıyor, yaz tatiline bir şey kalmadı. Yaz askerlik ile geçecek olsa bile en azından buralardan uzakta bir yerde olacağım, pek bilmediğim bir ilde. Yeni bir engel aşacağım, sonraki engelin ne zaman çıkacağı ise her zamanki gibi belirsiz. Sanırım hayatı yaşanır ve olası kılan yegane şey belirsizlik durumu. Bilemeyişimiz, akıl erdiremeyişimiz bizi yaşama tutunur kılıyor. Sebebini bilmediğim gönül darlığımın bir an önce geçmesini diliyorum.