30 Aralık 2023 Cumartesi

Işık Yakmak

Aslında niyetim uzun süre sonra ilk kez bir öykü kaleme almaktı, başlar gibi oldum sonra duraksadım. Buraya not düşmek geldi içimden. Öykünün ilk cümlesini yazmıştım, şöyle dedim: 

"Sen, kimsenin görmek istemediği bir rüya gördün mü hiç?" Aklıma nereden geldi bilmiyorum ama rüya metaforunu hep sevmişimdir. Antidepresana başladığımdan beri bir sürü rüya görüyorum. Film gibi rüyalar, öyle hızlı bir akış var ki, çoğu zaman uyandığımda neler gördüğümü hatırlamakta zorluk çekiyorum. Gece meydana gelen terlemelerim arasında bu rüyaların izlerini aramaya çalışıyorum ama hatırlayamıyorum. Muhakkak ki kullandığım ilacın bir etkisi var ama bu konuda bir araştırma yapmadım. Sanırım gerek de yok..

İkinci kutu bitti. Üçüncü kutuya başladım. Kendimi daha iyi hissediyorum, fiziksel belirtilerim tamamen geçmemiş olsa da bir çoğu azaldı. Artık kendimle daha az konuşur gibiyim. Özellikle hayatın anlamsızlığı üzerine olan düşüncelerim azalmaya başladı. Elbette hayatı hala anlamlı bulmuyorum. Fakat anlam yaratmaya çabaladığım söylenebilir. Özellikle evin dekorasyonunu yenilemek ve yeni eşyalar almak bana çok iyi geldi. Geçen gün bir arkadaşımla konuşurken şöyle bir şey söyledim: "Ruhsal olarak öyle bir noktaya gelmişim ki, balkona ampul takacak bile yaşama sevincim kalmamış". Ne kadar acı, üç senedir balkonda karanlıkta oturmuşum meğer. Şimdi ev rengarenk oldu, kapalı balkona bir sürü çiçek aldım, bir kısmını arkadaşlarım getirdi derken evin bu küçük köşesini bir bahçeye dönüştürdüm. Saksılar, topraklar, bitki besinleri, sulama kapları derken kendime dönüp baktığımda bunu bile başarabilmiş olmanın beni nasıl mutlu ettiğini fark ettim. 

Devasa kitaplarımı sığdırabileceğim bir kitaplık aldım ve elimdeki tüm kitapları güzelce kitaplığıma yerleştirdim. Hatta inanır mısınız, oda kokusu ve mum bile aldım. 

Kaygılarımın azalmaya başladığının farkındayım, uzun süredir ilk kez kendimi biraz daha kaygısız hissediyorum. Oysa attığım her adımda bile o kadar kaygılanır hale gelmişim ki, şimdi geriye dönüp bakınca daha iyi fark ediyorum. 

Bu dönem üç farklı okul gezisine ve projeye katıldım. Önce Kuzey Ege, sonra Balkanlar ve ardından Kars-Boğatepe. Özellikle Kars bana çok iyi geldi, bir köy evinde kaldım. Soso teyze ve Mehmet amca ile tanıştım. Karlı gecelerde soba başında sohbet ettik, Tigran Hamasyan'ın Poet isimli şarkısını açıp kar yürüyüşleri yaptım.  

Bugün ise arkadaşlarımı kahvaltıya davet ettim, birlikte keyifli bir vakit geçirdik. İlk kez eve gelen misafirlerden tedirgin olmadığımı, daha kendim gibi olabildiğimi hissettim. Oysa buraya taşındığımızdan beri eve misafir gelen insan sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bu değişimi elbette yalnızca ilaca bağlayamam, ben de mücadele ediyorum. Yaşam beni nereye sürükleyecek, nasıl devam edeceğim bilmiyorum ama şu yazıyı yazarken bile çiçeklerimin arasında, balkona taktığım sarı ampülün ışığında, hayatın da benim için bir ışık yakabileceğini düşünmek istiyorum. Zeus değil de sanki bir Prometheus olmak istiyorum..

27 Kasım 2023 Pazartesi

İyileşiyorum

Son yazımda başıma gelenlerden bahsetmiştim. Önce vücudumda çıkan döküntüler, ardından bacaklarımdan başlayarak başıma kadar yayılan yoğun elektriklenme, uyuşma hissinden tutun da, parmaklarımdaki ve ayaklarımdaki kasların istemsiz atması ile gelişen süreç beni derinden yıprattı. Soluğu hastanede aldım, tetkikler, tedirgin bekleyişler derken aslında tüm sorunlarımın psikolojik olduğunu öğrendim. Depresyon, panik bozukluk ve kaygı bozukluğu belirtileri... Aslında bunları uzun süredir yaşıyordum, hayata dair isteğim ve heyecanım uzun yıllardır kayıptı ve nerede olduklarını bilmiyordum. 

Hayatımda ilk kez bir antidepresan tedavisine başladım. Düşük dozlu bir antidepresan veren doktorum şikayetlerimin geçeceğini söyledi. Vücudumdaki uyuşmaların ve kalp krizi geçirir gibi hissetmeme yol açan zamansız kalp çarpıntılarımın geçmeyeceğini düşündüm ilkin. Bir hafta, iki hafta, üç hafta derken bir kutu ilacı tamamladım. Ve etkisine inanamadığım şekilde sorunlarım büyük ölçüde azaldı. En çok başımdaki sıkıştırma ve uyuşma hissinin geçmesine sevindim. O kadar zorlanıyordum ki, artık iyice ümitsizliğe kapılmaya başlamıştım. 

İlaç, zihnimin içinde dönüp duran konuşmaları durdurmaya başladı ve günlük hayattaki kaygılarımı hafifletti. Artık çok mutluyum, her şey şahane diyemem tabii ki. Zaten antidepresanların böyle bir amaçları olmadığını öğrendim. Fakat içinde bulunduğum bu ruh hali sanki 10 yıl önceki ruh haliymiş gibi, gencecik bir adamın hayata ilk atıldığı yıllarda hissettikleri gibi. Bu süre zarfında vücudumdaki uyuşmalara rağmen inatla kitap okudum, edebiyata geri döndüm. Bir sürü roman bitirdim. Buraya taşındığımızdan beri evimizdeki azıcık eşya ile yaşıyorduk. Bir odamız boştu ve bu ev bana hiç sıcacık bir yuva izlenimi vermiyordu. Hemen işe koyulup yeni eşyalar almaya başladım. Evi yavaş yavaş sıcacık bir yuva haline getirmeye başladım. Her şey zamanla daha iyi olacak inanıyorum, çabalıyorum, kendimi yeniden var etmeye çalışıyorum. İyileşiyorum.

25 Ekim 2023 Çarşamba

Zorlu Bir Yolculuğun Başlangıcı

Son yazımdan beri hayatımda pek çok değişiklik oldu. Bugün gücümü toplayıp bir şeyler yazmak istedim. Yaklaşık iki buçuk aydır vücudumda tuhaf belirtiler eşliğinde yaşıyorum. 14 Ağustos günü panik atak olduğunu düşündüğüm bir atak geçirdiğimden bahsetmiştim. Akabinde bacaklarımda kırmızı kaşıntılı döküntüler oluştu. Birkaç gün içinde geçti. Doktora gitmeyi hiç sevmediğim için ciddiye almadım. Bir müddet sonra bacaklarımda uyuşma, elektriklenme ve karıncalanma tarzında bazı belirtiler oluştu. Bir yere vurdum ya da bir şekilde uzun süre ayakta kalmanın etkisi diye düşündüm. Ardından bu uyuşmalar ellerime, boynuma, yüzüme ve çeneme derken en nihayetinde başıma geçti. 24 saat boyunca asla geçmeyen bir baş uyuşukluğu, mengene ile iki yandan sıkıyorlarmış hissi derken iki gün önce öleceğimi sandım. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaya ve tüm vücudum bir anda uyuşmaya başladı. Doktora gidip uzun bir muayeneden geçtim. Yapılan tetkikler sonucunda fiziksel ya da nörolojik bir sorunumun olmadığını, yaşadığım durumun tamamen psikolojik olduğunu öğrendim. 

Tedaviye başladık, hayatımda ilk kez bir antidepresan kullandım bugün. Ve altı ay boyunca sürecek bir tedaviye adım attım. Şu an hala kafamda şiddetli bir uyuşukluk var ve işten eve döndükten sonra hiçbir şey yapamıyorum. Şu satırları bile çok zor yazıyorum. Vücudumdaki etkilerini bir şekilde tolere edebiliyorum ama başımdakini edemiyorum. Şu an için tek isteğim başımdaki uyuşuklukların bir an evvel son bulması. 

Neden böyle oldu diye sorgulamadım elbette. Yıllardır verdiğim hayat mücadelesi, kaygı, hassas yapım, bu sene yeni başladığım bölüm başkanlığı görevi gibi pek çok stres etmeni birleşince sonunda bir yerden patlak verecekti. Oysa bu sene kişisel hayatıma daha fazla önem verdiğim bir yıl planlamıştım kendim için, 13 Ekim'de 32. yaşıma girmişken yapmayı planladığım şeyler vardı. İyi olmak, iyi hissetmek için kendimce çaba harcıyordum. Vücudum bu şekilde tepki verince gerçekten öleceğimi hissettim. Çok farklı bir deneyimmiş, bir süredir tamamen kafam uyuşuk şekilde hayata devam etmek beni çok zorluyor. Gün içinde biraz daha hafiflese de akşam saatlerinde inanılmaz artıyor. 

Bir araştırma yapıyorum, en yakın zamanda bir terapi desteği de almaya karar verdim. Antidepresan tedavisinin yanında bir de gerçek anlamda, ilk kez bir terapi desteği almak istiyorum. Çoğu şeyle tek başıma mücadele edebiliyordum, artık vücudum buna izin vermiyor. Keşke her şey daha farklı olsaydı, keşke bu yaşıma kadar bunca mücadele vermek zorunda olmasaydım. Doktora sorduğum ilk soru, psikolojimizin vücudumuzu nasıl bu hale getirebiliyor olduğuydu. Gerçekten inanılmaz. Yaklaşık bir saat on beş dakika kadar süre ayırdı bana doktor. Uzun uzun konuştuk, tedavinin iyi geleceğini ve uyuşmaların geçeceğini söyledi. Buna dair çok fazla endişem var, şu an için her şeyi bir kenara bıraktım yalnızca eski halime geri dönmek istiyorum. Başımın, vücudumun kuş gibi hafif olduğu zamanlara... Depresyon, panik atak, anksiyete bozukluğu... Belki de hayatımın en güzel dönemlerinde bana misafir olarak gelen bu rahatsızlıkların kalıcı olmasını istemiyorum, keşke yalnızca birer his olarak kalsalar, ona bile razıyım ama verdiği inanılmaz acılar dayanılır gibi değil.

Umarım iyi olacağım, daha iyi olacağım. 

10 Eylül 2023 Pazar

Belki de Yeni Bir Başlangıç

Bir önceki yazımda, eski sevgilimin yeniden beni görmek istediğinden bahsetmiş ve bir kararsızlık sürecinde olduğuma değinmiştim. Biz görüştük, dün sabah bir araya geldik ve uzun saatler boyunca sohbet ettik. Negatif duygularla gitmedim fakat pozitif duygular içinde de değildim. Tamamen nötr kalarak, açıklama yapmasına izin vererek dinledim. Yargılamadım, hesap sormadım, kırıcı herhangi bir söz söylemedim. Buraya kadar her şey makuldü. 

Fakat aralıklarla hafif de olsa kalbimin çarptığını hissettim, bunu söylemesi zor olsa da onu yeniden görmek mutlu etti sanırım beni. Eve döndüğümüzde bir süre daha konuştuk, o da aynı mutluluk içerisinde olduğunu ifade etti. 

Onunla buluşmadan 1 saat önce kararlaştırdığımız yerdeydim. Genelde hemen her türlü buluşmada bunu yaparım. Buluşacağım kişi ya da herhangi bir randevu saati fark etmeksizin, muhakkak çok öncesinde giderim. Kendimi ve zihnimi dinlerim, bir kahve içer, kitapçıları dolaşır ve sokaklarda yürürüm. Onu beklerken bir kitapçıya girdim. Yıllar evvel ona Füruzan'ın "Parasız Yatılı" isimli öykü kitabını almıştım. Yıllar sonra Füruzan yeni bir öykü kitabı daha çıkardı, ismi "Akim Sevgilim". Bu sefer de anlamlı olacağını düşünerek onu almak istedim ama girdiğim kitapçıda yoktu. Raflar arasında dolaşırken Yalçın Tosun'un "Dokunma Dersleri" isimli öykü kitabını gördüm, severek okumuştum daha evvel. Hemen alıp bir hediye paketi yaptırdım. Ve bir kafeye oturarak kendimle muhasebe yaptım. 

Geldiğinde kitabı hediye ettim. Artık buna tesadüf mü denir yoksa adı başka bir şey midir bilemiyorum ama o da bana Yalçın Tosun'un "Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler" şeyler isimli öykü kitabını almış. Bu duruma hem sevindik hem de çok şaşırdık. Sonrasında uzunca yürüdük ve ardından bir akşam yemeği yedik. Yolu üzerinde olmamasına rağmen beni metro durağına kadar geçirmek istedi. 

Sanırım bu sefer önünü arkasını düşünmeden, sorgulamadan, sürekli sorular sormadan olağan akışına bırakacağım. Olumlu ya da olumsuz, güvenli ya da güvensiz, doğru ya da yanlış... Bundan sonra neler olur, neye yöne gideriz, nasıl savrulur ve değişir, gelişiriz bilemiyorum ama ilk kez bu sefer bunları sormadan, sorgulamadan akışında ilerleyeceğim. Hayat bu, ne göstereceğini hiç bilmiyoruz ve artık bu duruma kaniyim. Belki de yeni bir başlangıçtır bunun adı...

5 Eylül 2023 Salı

Geri Dönenler

Pazar akşamı beklemediğim ve beni şaşırtan bir olay oldu. Bundan yaklaşık 3-4 yıl önce hayatıma biri girmişti. Bir seneyi aşan bir ilişkimiz olmuştu. Fakat pek çok sebebin etkisi ile yollarımızı ayırma kararı almıştık. Her ne kadar beni hayatından bir arkadaş olarak çıkarmak istemese de, benim isteğim bu yönde olmamıştı. Çünkü bir noktada epey kalbimi kırmıştı ve bir arkadaş, tanıdık olarak da hayatımda kalmasını istemedim. 

Okulumun mail adresine bir mail geldi. Onun ismini görünce şaşırdım. Çünkü telefon numaramdan ulaşmak yerine bana mail atması, üstelik mail adresimi de bilmezken bunu yapabilmesi tuhaf geldi. Mail içeriği tamamen eğitim ve öğretmenlik ile ilgiliydi. Kendisi de öğretmen, bana meslek ile ilgili bir soru sormuş ve maili görünce cevap yazmamı istemiş. Bu durum da epey tuhaf geldi. Birkaç saat maline yanıt vermedim. Esasen hiç yanıt vermemeye karar verdim fakat gece yarısına doğru whatsapp üzerinden bir mesaj gönderdim. Bana neden böyle bir mail ile ulaşmak istediğini sordum, bu durumu epey absürt bulduğumu söyledim. 

Telefon numaramı kaybetmiş. Uzun süredir bana ulaşmak istiyormuş. Ben sosyal medya kullanıcısı değilim ve hiçbir platformda hesabım yok. Bu bildiğim bir durum, telefon numaramı ve mail adresimi bilmeyen insanlar bana ulaşmakta güçlük çekiyor. Birkaç yıl evvel okulda bir sunum yapmıştım, o sunum da bizim okulun internet sayfasının bir bölümünde haber olarak yayımlanmış ve bana oradan ulaşmış. Kontrol ettim, hakikaten de öyle. 

Biraz sohbet ettik. Fakat sohbeti devam ettirme niyetim yoktu. Oldukça soğuk mesajlar attım. Beni görmek istediğini, yüz yüze konuşmak istediğini ve beni aklından, kalbinden çıkaramadığını söyledi. Görüşmeden geçirdiğimiz bu yıllarda hayatında nasıl gelişmeler olduğundan bahsetti. Ben de görüşmek istemediğimi, bundan emin olmadığımı ve yeniden kırılmak istemediğimi söyledim. Konuşmamız sonlandı fakat ertesi gün bir günaydın mesajı ile uyandım. Ve bugün yine bir günaydın mesajı, biraz sohbet ve ilerleyen günlerde de aynısı olacak gibi duruyor. 

En sonunda görüşmek için emin olmadığımı belirttim, bunu değerlendirebilmem için bana zaman vermesini istedim. Anlayışla karşıladı, yanıtımın olumlu olmasını dilediğini söyledi. 

Yıllar önce kendisinden epey hoşlanmıştım. Hem fiziki anlamda hem de gönülden. Fakat emin olamıyorum, ona da söyledim. Yeniden kırılmak ve yeniden toparlanmaya çalışmak istemiyorum. Esasen ne yapmam gerektiği konusunda bir fikrim yok. Şimdilik onun gün içinde attığı mesajlara kısa yanıtlar veriyorum, ben bir şey yazmıyorum. Bu durumun farkında. Buz gibi hissettiğimi ve bunun zor olduğunu söyledim. Yine de kafam karıştı. Ne yapmalı, en azından bir kez görüp kendisini ifade etmesine izin mi vermeliyim? Eski meselelerin yeniden açılmasını sevmiyorum, belki telafi edilebilir fakat ne kadar sağlıklı olacağı konusunda bir fikrim yok. Bir tür açmaz içindeyim, nasıl bir karar vereceğimi bilmiyorum...

19 Ağustos 2023 Cumartesi

Yeni Dönem Planları

Okullar açılana kadar önümüzdeki sene için plan-program yapmaya karar verdim. Verdiğim kararların hepsine uyamayacağımı biliyorum lakin planlar yapmak ve bu planları uygulamaya çalışmak hayatımı daha düzenli hale getiriyor. En azından böyle olunca kendimi daha iyi hissediyorum. 

Uzun süredir spor yapmıyorum, spor dediğim de ev egzersizleri. Spor salonlarını hiç sevmiyorum. Oldukça zayıf ve kas kütlesi olmayan bir beden yapısına sahip olduğum için ağır antrenmanlar yapamıyorum. Ama bir dönem uzun süre yapmış ve kendimi fiziki anlamda daha zinde hissetmiştim, faydalarını da görmüştüm. Yani bu seneki ilk plan spor ve hareket. 

Son iki yıldır düzenli bir okuma rutinim yok. Artık eskisi kadar yoğun bir şekilde okuyamıyorum. İş yoğunluğu, odaklanmakta yaşadığım zorluklar vesaire derken okuma tempomu epey kaybettim bence. Hala okuyorum ama istediğim düzende ve sıklıkta değil. Bu sene bunu düzene koymakta kararlıyım. 

Beslenme rutinim yazın bir miktar bozuldu. Kilo konusunda aşırı olmamak ile birlikte obsesif bir yapım var. Özellikle karın bölgemdeki en ufak bir yağlanmaya bile tahammül edemiyorum. Ve çoğunlukla da güzel bir beslenme rutini uyguluyorum. Zaten uzun ve ince bir fiziki yapım olduğu için kilo almaya da meyilli biri değilim. Yine de sağlıklı besinlerle devam ettiğim rutine pazartesi itibari ile geri dönmeyi planlıyorum. (Bu sene seminer dönemi kahvaltıları çok güzel olsa da her zamanki aralıklı oruç rutinime uyacağım, kendime söz veriyorum). 

İngilizcede kendimi daha iyi bir noktaya taşımam gerekiyor, bunun için nereden başlasam bilemiyorum. Okullar açılana kadar bununla ilgili de bir plana ihtiyacım var. Bakalım bu sene bu enerjiyi bulabilecek miyim? Bu konuda tam kararlı olmasam da listeme ekleyeceğim. 

Kararsız kaldığım durumlardan biri ise doktora yapıp yapmamak konusunda. Akademiyi sevmiyorum, aktif mesleki hayatımda da bana gözle görülür bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Yoğun bir iş temposunda doktora çalışmaları yürütmenin de epey zor olacağı aşikar. Fakat böyle bir imkanım var, biraz hazırlık yaparak istediğim alanda bir doktora programına girebilirim. Fakat ne gerek var diyor bir yanım. Bunu şimdilik listeye eklemiyorum. Aklımın bir köşesinde kalmaya devam etsin. 

Oturduğum yere yakın bir spor salonunun yüzme havuzu var. Havuz için kaydolup bazı günler yüzebilirim diye düşünüyorum. Bundan da tam emin değilim ama nedense bana iyi geleceğini hissediyorum. Bunu yine de listeye eklemek istiyorum. 

Son olarak kendimi iyi hissedeceğim bir hobi ya da kurs bulma fikrim var. Daha önce çeşitli kurslara katıldım. Hatta bunlardan biri Caferağa Medresesi'nde katıldığım porselen desenleme ve boyama kursuydu. Çok eğlenmiş ve epey güzel çalışmalar yapmıştım. Belki hafta sonları birkaç saat bana iyi gelebilecek bir el becerisi kursuna gidebilirim. Aklımda minyatür var. Bunu da listeye ekliyorum yine emin olmamakla birlikte. 

Evet, listem sanıyorum ki bir seneyi dolu dolu geçirmemi sağlayacak yoğunlukta. Tabii ki hepsini yapamayacağım ama bazı hedeflerimi gerçekleştirebilsem bile kendim için önemli adımlar atmış olacağım. 

17 Ağustos 2023 Perşembe

Başlangıç

Tatil bitti ve okula geri döndüm. Ofis masama oturdum, sabah kahvemi aldım ve bir şeyler yazmak istedim. Bu hafta okula yeni gelen öğretmenler için oryantasyon haftası. Bölümümüze yeni bir öğretmen arkadaş geldi, ben de ona destek olmaya çalışıyorum üç gündür. Haftaya tüm öğretmenler okula gelince işler iyice yoğunlaşacaktır. Toplantılar, planlamalar, ilk ünitelerin oluşturulması, check-listler... Bu hafta yeni başladığımız için pek bir işim yok, esasen sıkıldım da. Normalde uzun yaz tatili dönüşlerinde adaptasyon süreci yaşamam. Yine yaşamadım fakat içimde bir sıkıntı ile başladım. Uyku düzenim ve yeme düzenim hemen bozuldu. Üç gündür psikosomatik olduğunu düşündüğüm baş, boyun, göz, mide ve karın ağrıları peyda oldu. Bu kadar uzun ve güzel bir tatilden sonra yeni bir başlangıç yaş geçtikçe daha zor geliyor sanırım. Neyse, birkaç güne elbet alışacağım. 

Bu sene bölüm başkanlığı görevimin ilk senesi olacak. Bunu hiç dert edinmedim, işler nasıl ilerleyecek bilmiyorum ama kendime güveniyorum bu konuda. Altından kalkarım bir şekilde. Bu yeni görev dışında 6. sınıfların müfredatını da baştan sona yenilemem gerekecek. Bu da demek oluyor ki bir sene boyunca her hafta sonu saatler boyunca çalışmaya devam. Her şey o kadar hızlı değişiyor ki, öğrencilere sürekli yeni çalışmalar hazırlamak zorunda kalıyoruz. Bunca işe rağmen umarım güzel ve aralarda dinlenebildiğim bir yıl olur. 

Ofis masamı düzenleyip, işlerimin başına dönsem iyi olacak. Bu sıcakların bir an evvel son bulmasını ve biraz rahat nefes almayı diliyorum.

14 Ağustos 2023 Pazartesi

Tuhaf Bir Sabah

Bu sabah erken uyandık, kahvaltı yaptık. Seminer dönemi başlamadan önce biraz alışveriş yapmamız gerekiyordu. Kahvaltıdan sonra önce annemin ilaçlarını yazdırmaya, sonrasında da alışverişe gitmeye karar verdik. Giyim kuşama pek düşkün biri değilim. Üzerimdeki şeyler giyilmez hale gelene kadar giyerim, çok az kıyafet alışverişi yaparım. Çalışmaya başlayacak olmam nedeni ile birkaç elzem eşyaya ihtiyacım vardı. Sabah olumsuz hiçbir şey olmadı ama içimde bir sıkıntı ile uyandım. Kahvaltıdan sonra annem hazırlanmaya başlamıştı, ben de yatağımda oturmuş müzik dinliyordum. Onun hazırlanması bittikten sonra ben de hazırlanacaktım. Bir anda tarif edemeyeceğim bir baskı hissettim vücudumda. Titremeye ve hıçkırarak ağlamaya başladım. Hemen annemi çağırdım, bir süre onun omzunda ağlamaya devam ettim. Sanki kötü bir şey olacakmış gibi bir his vardı içimde, çok ağır bir his. Bunu nasıl tarif etsem bilemiyorum. Sanki beni boğuyorlarmış gibi. Bir şeyler çok ağır gelmiş gibi. Kendime geldiğimde yarım saate yakın bir zaman geçmişti. Biraz derin nefes aldım, su içtim ve oturup dinlendim. Annem programı iptal edelim dedi ama etmek istemedim. İşlerimizi hallettik ve eve döndük. 

3 yıl önce arkadaşlarımla birlikte Olimpos'a tatile gittiğimizde de benzeri bir şey yaşamıştım. Zaman zaman sebepsiz ağlamalarım olur. Bir film izlerim, bir şeyler okurum ve ağlamaya başlarım. Bazen durup dururken ağlamak gelir, içim acır. Özellikle bu ağlamalarım depremden sonra artmaya başladı. Uzunca bir süre etkisinden çıkamadım. Bu durum İstanbul'da yaşadığımız için kaygılarımı iyice tetikledi. Fakat tek sebebi bu olamaz. Bu sabah neden böyle bir şey yaşadım, beni tetikleyen bir şeyler mi oldu anlam veremiyorum. Normalde bir insan yeni alacağı şeylerden mutlu olur, en azından buna dair bir heyecanı olur. Bende ise bu durum bir zorunluluk olarak işliyor. Çalışıyorum, iş yerinde yırtık ayakkabılar ile dolaşamam biliyorum fakat bunu çok umursuyor muyum? Hayır, senelerdir yalnızca iki ayakkabım var ve kenarlarının yırtılmış olması benim için dert değil. Ya da kirli ve iyice eprimiş olmamak koşulu ile giydiğim giysilerin hiçbir önemi yok. Bunlar benim için heyecan verici şeyler değiller, bugün yaptığım hiçbir alışverişe de mutlu olamadım. Sabah bu olumsuz deneyimi yaşamamış olsaydım da alışverişten mutlu olarak dönmeyecektim. Yaşadığım bu durum sanıyorum panik atak gibi bir şeydi, tabii ki kendime tanı koyamam ama okuduğum, bildiğim kadarı ile böyle bir deneyime benziyordu. Epey kaygılı da bir insan olduğum su götürmez bir gerçek. 

Bir daha aynı şeyi yaşamam umarım, çünkü çok olumsuz bir deneyimdi. Üç yıl öncesinde yaşandı ve bir daha yaşanmayacak sanmıştım, yanılmışım. Bunun üzerine biraz düşüneceğim. Belki de artık gerçekten bir psikolojik destek almanın vakti gelmiştir.

13 Ağustos 2023 Pazar

Tatil Güncesi: Altınoluk

Hafta başında tatile çıktık, dün gece de döndük. Şu yaşıma kadar yaptığım en huzurlu tatillerden biriydi. Yaz başında araştırma yaparken uzun saatler boyunca yolculuk yapmayacağımız aynı zamanda sakin bir yerler aradım. Altınoluk'ta güzel bir eşyalı daire buldum. Ve kararımızı verip tatilimizi gerçekleştirdik. 

Kaldığımız ev veranda tarzında kocaman bir balkonu olan, bahçesinde ise çeşit çeşit çiçekleri ve ağaçları olan ferah bir evdi. Bizim için de çok kullanışlı oldu. Gittiğimiz ilk gün evin önüne halk pazarı kurulmuştu. Buna çok sevindik. Tüm gıda alışverişimizi halk pazarından yaptık, tatil boyunca da tüm yemeklerimizi kendimiz hazırladık. 

Altınoluk çok sakin bir tatil beldesi. İnsanları güler yüzlü, yardımsever. Plajları oldukça temiz, denizi güzel, sokakları da bir o kadar düzenli. Genelde gençlerden ziyade orta ve üstü yaş nüfus yoğunluğunun fazla olduğu dikkatimi çekti. Eğlence mekanı, bar, gece hayatı vs. gibi özellikleri olan bir yapıda değil. 

Tatil boyunca sabah erken saatlerde denize girip güneşlendik, öğle saatine doğru eve dönüp kahvaltımızı yaptık. Büyük oranda balkonda vakit geçirdik. Akşamları da epey hareketli olan çarşı merkezinde gezinip, yürüyüşler yaptık. 

İlk kez burada rastaladığım bir detay da epey hoşuma gitti. Altınoluk'ta dolaşırken bazı sokak başlarında kazanlarla lokma yapıldığını ve insanların da kuyruğa girerek lokma aldığını görmüştük. Bir sabah uyandığımda kaldığımız evin çaprazında bulunan başka bir evin önünde lokma yapıldığını gördüm. Tam da kahvaltı yapıyorduk ve ben de cüzdanımı alıp sıraya girdim. Meğer satın alınmıyormuş, hayır lokması olarak ev sahipleri yaptırıyor ve insanlara dağıtıyormuş. İki tane abla, kazanların başlarında hamur bitene kadar lokma yapıyorlar. Biz de nasiplenmiş olduk. Bu gelenek beni çok sevindirdi. Üzüldüğüm kısım ise İstanbul'da sürekli paramız ile bir şeyler satın aldığımız için, o esnada yaşadığım yabancılık hissiydi. Çünkü büyük şehirlerde parasız herhangi bir şey yapmak mümkün değil. Bizden ne çok şey çalıyor bu şehir...

Tatil evimizde bir televizyon vardı. Bizim kendi evimizde yıllardır bir televizyonumuz yok. Bu nedenle televizyonda yayımlanan programlar ile ilgili de bir bilgim yok. Evde otururken şu televizyonu açayım dedim, gerçekten hiçbir şey değişmemiş. Saçma sapan programlar vardı. Hele bir tane programa denk geldim ki evlere şenlik. Gelinler yemek yapıyor, kayınvalideleri de gelinlerin yemekleri arasından tadım yaparak kendi gelinlerinin yaptığı yemeği tespit etmeye çalışıyor. On, on beş dakikada bir de stüdyonun orta yerine gelerek göbek atıyorlar. Gerçekten çok enteresan. İyi ki evimizde televizyon yok dedim bir kez daha. 

Güzel bir tatili daha geride bıraktık, Çarşamba günü çalışmaya başlayacağım. Tatil sonrası biraz zor olacak ama adapte olacağım bir şekilde. Umuyorum güzel bir çalışma yılı olur. 

5 Ağustos 2023 Cumartesi

Zihinle Diyaloglar

Dün yine en sıcak günlerden biriydi, bugün de öyle. Epey bunalmış vaziyetteyim, yalnızca dört saat uyuyabildim. Bir o yana bir bu yana dönerken hiç uyku tutmadı. 

Tatile çıkmamıza iki gün kaldı, sahilde kullanabilmek için bir güneş kremi almam gerekiyordu. Böyle ürünler alacağım zaman çok sıkı bir araştırma yapıyorum. Neredeyse alacağım ürün hakkında makale yazacak konuma geliyorum. Bir tür takıntı herhalde. Hazır bunun için dışarı çıkmam gerekirken ben de bu alışverişi minik bir geziye dönüştürmeye karar verdim. Beşiktaş'a doğru yola çıktım, çok sıcak olmasına rağmen epey yürüdüm. Önce tabii ki bir bir bütün kitapçıları gezdim. Kitapçı gezerken kendimi kaybediyorum, zamanın da nasıl geçtiğini anlamıyorum. Raflarda uzun uzun dolaşırken de sanki bir görevli gelip beni uyaracakmış gibi endişeye kapılıyorum. Her şey o kadar hızlı akıyor ki, uzun uzun bir mağazada vakit geçirmek sanki tuhaf bir durum haline geldi. En azından ben öyle hissediyorum diyelim. 

Sonra kendime bir soğuk kahve ısmarladım. Kahvemi alıp bir masaya oturdum, biraz etraftaki telaşlı insanları inceledim. Acaba Ahmet Hamdi Tanpınar şu an burada olsaydı neler hissederdi gibi tuhaf bir soru geçti aklımdan. Bazen sevdiğim yazarların kitaplarının içinden çıkamadığımı düşünüyorum. İnsanlar sokaklarda vızır vızır dolaşırken, bir kafede tek başına oturup kısık gözlerle gözlem yapan ve kendi zihni ile konuşan bir adamdan da başka bir şey beklenemez sanırım. 

Etrafta biraz daha yürüdükten sonra terden sırılsıklam şekilde eve döndüm. Yarın da yolculuk için kek, poğaça falan yapmayı planlıyorum. Çünkü otobüslerin mola verdikleri yerleri hiç sevmiyorum, buralarda yemek yemeyi de. Nedense bana hep soğuk, karanlık ve tekinsiz gelmiştir bu yol kenarı mola yerleri. Sanırım biraz da hüzünlü bir yapıları var. Beklentilerle, üzüntülerle ya da sevinçlerle çıkılan yolculuklar, kavuşmalar, ayrılıklar, acı haberler... Kırık Bir Aşk Hikayesi isimli filmi bilir misiniz? Kadir İnanır ile Hümeyra da bir yol kenarı mola yerinde veda etmişlerdi birbirlerine. Annemin hastalığı sürecinde her hafta sonu İstanbul'dan Eskişehir'e giderken bu mola yerleri bana daha da ağır gelirdi. Belki de bundan kaynaklıdır. 

Tatillerde, boşluklarımda genelde kendime böyle İstanbul içi gezmeler hediye ediyorum. Bazılarına tuhaf geliyor bu durum. İnsanlar yalnız başlarına kafelerde oturmayı, yalnız dolaşmayı, yalnız sinemaya, tiyatroya ya da konsere gitmeyi sevmiyorlar. Benimse çok hoşuma gidiyor. Belki de iki kişilik ailemizde çocukluğumdan beri yalnız kalmaya alışkın olduğum içindir. Ama günün sonunda çok iyi geldiğini söyleyebilirim. Bu gezilerimde sadece zihnim ile konuşuyor, defterimi çıkarıp notlar alıyor ve insanları müthiş şekilde gözlemleyebiliyorum. İnsana iyi gelen bir tarafı olduğu kesin, en azından bana iyi geliyor. Yazımı çok sevdiğim Frantz isimli filmin soundtrack'i ile yazdım ve Frantz'a bir selam çakarak noktalayayım. 

3 Ağustos 2023 Perşembe

Andre Maurois - İklimler

"Çok güzel anılar hüzünlüdür her zaman. Geçici olduklarını duyar insan, durdurmak ister, bir şey gelmez elinden". 

"Mutluluk, kaygı içinde bir duraklamadır".

Bugün bir romandan bahsetmek istiyorum. Az önce okumayı bitirdim. Tüm gün okudum, metnin başından hiç ayrılmak istemedim. Balkondaki yerimi alıp, bu sıcak yaz akşamında, bu özel metin hakkında birkaç şey söylemek istedim. 

"Birdenbire gidişim sizi şaşırtmış olmalı. Özür dilerim ama pişman değilim". 

1900'lü yılların başları, Fransa. Bir aşk öyküsü görünümlü olan ama aşkın yalnızca bir imge olarak kullanıldığı aslında aşk dışında her şeyi anlatan çok fazla metin yoktur. İklimler, bunlardan biri. Genç bir adam, genç bir kadına rastlıyor. Genç kadın çok güzel, oldukça uçarı görünüyor, çocuksu aynı zamanda, hayatın gizli hazlarının peşinde koşar görünen bir yapısı var, ilkbahar çiçekleri gibi renkli ve neşeli, sözcüklerinin tamamını bir mantığa oturtmak mümkün değil, yalnızca güneşli bir günde esen tatlı bir rüzgarın esintisine kapılmış gibi, beyaz elbisesi ile güne aydınlık bir soluk katıyor. Genç adam etkileniyor, onun varlığının yanında kendini iyi hissediyor, hayalindeki "kraliçeyi" bulduğunu düşünüyor, o olduğundan emin oluyor, geçirilen güzel günlerin ardından bir evlilik geliyor. Kadının güzelliği adamda kuşku ile karışık bir kıskançlık oluşturuyor. Fakat kadına karşı o kadar büyük bir zaafı var ki, öfkesi hemen diniveriyor, kadın gülümsüyor, umursamıyor, özgürlüğünü, evliliğin getirdiği kurallar bütününe yeğ görüyor. Tıpkı Anna Karenina gibi, aşkın ve tutkunun sonsuz olmadığını biliyor ama bir yandan da aşkı ve tutkuyu yakaladığı yerde, toplumun, kutsal saydıklarımızın beklentilerine boyun eğmemeyi tercih ediyor. Kısacası yaşamayı seçiyor, dolu dolu. Hayatın geçiciliğinin farkında, sonun farkında. Ve kadın günün birinde gidiyor. Ve kadın yine günün birinde intihar ediyor. O çelimsiz nehir, nihayetinde denizine kavuşuyor. 

"İnsan karşısındakinin tüm yaşamını durmamacasına yenilenen bir zenginlikle doldurmasını bilmiyorsa, sevilen varlığı kendimize bağlamamız için büyük bir aşk yetmez".

Metnin ikinci yarısını ise adamın yeni eşi kaleme alıyor. Bu sefer onu çok seven, kıskanan ve eşini her şeyin üstünde tutmaya çabalayan, sadık bir kadın beliriyor adamın hayatında. Fakat adamın gönül yorgunluğu, ilk kadına olan aşkı baskın çıkıyor. Hiçbir şey eskisi gibi olmuyor, yeni atılan adımlar iki kişiden oluşan bu paylaşım biçiminin getirmesi beklenen neşeyi, tazeliği ve canlılığı alıp yok oluyor. Kırılan parçalar yeniden bir araya gelmiyor. Adam da bir süre sonra bir hastalığın pençesinden kurtulamıyor ve hayata veda ediyor. 

"Sonsuz olanı buradan başka yerde ararız her zaman; her zaman, varlığın bakışını şimdiki durumdan ve şimdiki görünüşten başka şeye yöneltiriz; ya da, sanki her an ölmek ve yeniden yaşamak değilmiş gibi, ölümü bekleriz. Her an yeni bir yaşam sunulur bize. Bugün, şimdi, hemen, tutabileceğimiz tek şey budur".

Öyle ya, sevilmek güzel şeydir. Kanımca, sevebilmek, sevilmekten de güzeldir. Sevebilme yetisine sahip olan, dünyayı ve sevdiğini tüm kusurları ile kucaklar. Sevilen, çoğu zaman çokça sevildiğinin farkındadır. Bu farkındalık çoğu zaman, sevilenin de kendisinin sevebileceği başka bir sevilen bulma arzusu ile sonuçlanır. Tıpkı Odile'in yaptığı gibi. Ama onu suçlayamayız. Çünkü o aşkın, tutkunun ve hazzın geçiciliğinin farkındadır. Bunları, kendinden yükseğe koymaz bilakis bunların kendinden bir parça olduklarını düşünür. Arar, yaşar ve sonra yeni bir yolculuğa çıkar. Ta ki, sevebilen olmanın verdiği yüce gönüllülüğü keşfedene kadar. Mevsimler geçer, iklimler değişir, bedenler toprağa karışır lakin seven ve sevilen arasındaki ilişki oracıkta olduğu yerde yaşamaya devam eder, seven ve sevilenden bağımsız olarak. 

31 Temmuz 2023 Pazartesi

Tatlı Bir Mesaj ve Seçtiğimiz Meslekler Üzerine Birkaç Kelam

Eğitim sistemimiz gereği meslek seçmek zorunda olduğumuz lise son sınıfın doğru bir dönem olduğunu düşünmüyorum o yaştaki gençler için. Maalesef üniversiteyi bitirdikten ve mesleğimize adım attıktan sonra anlayabiliyoruz bazı gerçekleri. İnsan yaş aldıkça kendini daha iyi tanıyor, sanıyorum ancak o zaman kendini gerçekten nelerin mutlu ettiğinin farkına varabiliyor. Hayatımız boyunca hep aynı mesleği yapacak olmak gerçeği beni hep çok korkutmuştur. Böyle diye diye mesleğimde onuncu yılımı tamamladım. 

Geçenlerde arkadaşlarımla sohbet ederken mesleklerimiz üzerine konuştuk. Geçmişe geri dönme imkanım olsaydı eğitim fakültesi tercih edip bir öğretmen olmak istemezdim. Kendime çok soruyorum bu soruyu ve kendimden hep aynı cevabı alıyorum. Çocukken matematiksel işlemler ya da teknik işler yerine hep okumaya ve yazmaya meraklıydım. Bir köşeye çekilir, ne bulursam okurdum. Ansiklopediler, kitaplar, dergiler, gazeteler hatta takvim yaprakları bile. İlkokul, ortaokul ve lise hayatım çeşitli edebiyat yarışmalarında alınan derecelerle geçti. Hatta bir dönem öyle bir noktaya geldi ki, edebiyat öğretmenlerim şöyle bir yarışma var hadi bugün yaz bir şeyler hemen gönderelim diye isteklerde bulunurlardı. Aslında çocuk halimle ilgi alanlarıma dair çok fazla mesaj vermişim. Zaten çocukları yeterince gözlemlerseniz ilgi alanlarını ve istidatlarını hemen fark edersiniz. Sanat eserleri beni mest ederdi mesela; sinema filmleri, müzikler, tiyatro oyunları... Hiç unutmam; lise son sınıfta ilk önce dramaturji bölümünü tercih etmeye karar vermiştim. Yaşadığım o küçücük ilçede internet üzerinden çalışmalarını beğendiğim bir dramaturga mail atıp bilgi almıştım. O da bana çok güzel bir yanıt vermişti. Ardından gazeteci olmaya karar vermiştim. Kendi kendime masamda radyo programları hazırlayıp sunar aynı zamanda el gazeteleri hazırlardım. Tabi vakit geldiğinde, herkesin hayatını garanti altına alırsın dediği eğitim fakültesini tercih ettim. Üniversiteye başladığım ilk hafta hayal kırıklığına uğrayarak bu mesleğin ve gördüğüm derslerin hiç de benlik olmadığını anlamıştım. 

Örneğin karşılaştırmalı edebiyat ya da çeviribilim gibi bir bölüm okuyabilirdim ya da direkt edebiyat bölümünü tercih edebilirdim. Editör olmayı çok isterdim örneğin. Kitaplar ile aram çok iyi, bir yayınevinde güzel seçkiler hazırlayabilirdim. Kim bilir belki edebiyat, kültür sanat programları yapabilirdim. Ya da güzel sanatlar ile ilgili bir alanda çalışabilirdim. Çünkü özgün bir şeyler tasarlamak, sanat ile iç içe olmak beni çok mutlu ediyor. Bazen kendimi bunların hayalini kurarken yakalıyorum.

Hiçbir zaman öğretmenlik yaptığım için mutsuz olmadım ya da çalıştığım okula ayaklarım geri geri gitmedi. Fakat insan kendini bilir, bu meslekte yeterince kendimi var edemediğimi düşünüyorum. Oysa içinde daha fazla var olabildiğim bir meslek seçmiş olsaydım potansiyelimi daha fazla açığa çıkarabilirdim diye düşünüyorum. Kısmet, olmadı ve yirmili yaşlar hızla bitti. 

Geçenlerde, bu yıl okuttuğum beşinci sınıflardan bir öğrencim mail attı. Şöyle yazmış: "Merhaba öğretmenim, bu sene benim için harika geçti ve bunda sizin katkınız çok büyük çok teşekkür ederim. Hem branş hem sınıf öğretmenim olmanız bu seneki en büyük şansım oldu. Beni hep desteklediğiniz için çok teşekkür ederim. Okul başladığında gelip size sarılmayı sabırsızlıkla bekliyorum. Bu harika sene için teşekkür ederim. Şahane bir tatil diliyorum". Tabii ki sonuna kocaman kırmızı bir kalp koymuş. 

Bir yaz günü evde hüzünlü hüzünlü oturuyorsunuz. Bir bildirim sesi ile telefonunuza bakıp bu tatlı mesajı görüyorsunuz. Sanırım bizim mesleğimizin güzelliği de burada, bir şekilde dokunduğunuz hayatlar sizi yeniden bulup sarmalıyor. Bu da beni ayakta tutmaya yetiyor sanırım. 

30 Temmuz 2023 Pazar

Günlük Ritüeller, Paris, Texas, ve Pomme

Geçtiğimiz haftaya göre İstanbul'da hava nispeten serinliğini korumaya devam ediyor ve bundan çok memnunum. Şıpır şıpır terlemeden vakit geçirebiliyoruz, umarım bu ayarda devam eder. Bense önümüzdeki senenin çalışmalarına devam ediyorum hala. Tasarladığım çalışmaları somut hale getirmeye çalışıyorum. Bu sayede unuttuğum bilgileri de yeniden hatırlamış oluyorum, fena da gitmiyor performansım. 

Geçen yazımda "Karanlık Kız" isimli filmden bahsetmiştim. Bugün de yine güzel bir film izledim MUBI'de. Zaten artık sinema seyrim ve bilgim MUBI'den ibaret hale gelmeye başladı. Takip ettiğim en güzel platform diyebilirim. 

Bir tesadüf olacak ama izlediğim film yine anne, baba ve oğul ilişkisini ele alan "Paris, Texas" isimli bir filmdi. Sanıyorum çok sevilen ve meşhur filmlerden biriymiş. Batı Almanya ve Fransa ortak yapımı, 1984 tarihli filmin yönetmeni Wim Wenders. Seyir boyunca pek çok duyguyu iç içe yaşadım, hatta son sahnesinde gözyaşlarımı tutamadım. Dağılan bir aile, yıllar sonra yeniden ortaya çıkan ebeveynler ve baba ile oğlun çıktığı uzun bir yolculuk...Filmde en çok dikkatimi çeken detaylardan biri kimsenin kimseye hesap sormuyor oluşuydu. Bunun psikolojik olarak insanı ne kadar da rahatlatan bir his olabileceği üzerine düşündüm. Yıllar geçiyor, bir sürü şey oluyor, herkes bir şekilde değişiyor, birileri daha fazla sorumluluk alıyor ama kimse kimseye hesap sormuyor. Tüm hayatını, yaşadığı acılar yüzünden hesap sormak isteyerek ama soramayarak geçirmek ise en acı olanı sanırım...

Bir de Pomme adında yeni bir Fransız şarkıcı keşfettim. Sanıyorum yakın zamanda Türkiye'de konseri varmış. Fransızca bilmiyorum lakin şarkıları beni çok etkiledi. Bu kadar genç ve bir o kadar yetenekli bir sanatçı ile tanışmış olmaktan ötürü mutluyum. Özellikle bir şarkısından bahsetmek istiyorum, "on brulera". Şarkının Türkçe çevrisine bakmadan evvel bende uyandırdığı hisler üzerine düşündüm ve çevirisine bakınca da yanılmadım. Gözlerim de doluverdi hemen pıt pıt. Bir insanın hiç bilmediği dildeki bir şarkıya hüzünlenebilmesi ne kadar tuhaf, müzik kesinlikle evrensel bir dokuya sahip. Ve sanıyorum bazı duygularımız da evrensel... Şimdi gidip Pomme'un şarkılarını dinlemeye ve kliplerini izlemeye devam edeyim. Çok alakasız olacak ama bugünü kısır günü ilan etmiştik. Bir yandan da kendime şöyle kocaman bir tabak kısır alayım. Sağlıcakla kalın.

28 Temmuz 2023 Cuma

Karanlık Kız

Bugün MUBI'de "Karanlık Kız" isimli bir film izledim. ABD ve Yunanistan ortak yapımı filmin yönetmeni Maggie Gyllenhaal. Esasen filmi izlememin nedeni Olivia Colman idi. Kendisini yıllar önce çok severek izlemiş olduğum Broadchurch isimli diziden hatırlarım. Çok yetenekli bir oyuncu olduğunu düşünüyorum. Denk geldikçe de dizilerini, filmlerini izlemeye çalışıyorum. 

Film; Napoli romanları adı ile ün yapmış Elena Ferrante'nin bir kitabından ilham almış. Napoli romanları hala çok okunan eserlerin başında geliyor. Ben okumadım fakat pek çok yerde duyduğum için aşinayım. 

Film, aslında annelik üzerine eğilmiş ve bizim tarih boyunca kutsadığımız annelik kavramını ve annelerin anneliğe yaklaşımlarını çok güzel irdelemiş. Kültürümüzün kadınlar ve anneler üzerinde oluşturduğu tahakkümü çok ağır bulurum hep. Özellikle bizim gibi toplumlarda kadın olmanın yükü zaten başlı başına ağırken, bir de üzerine annelik kimliği eklenince var olmak adına yarattığı yükü tahmin edebiliyorum. 

Film boyunca Leda'nın hafızasına ve annelik deneyimine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz aslında. Bu yolculuk sırasında Leda'nın kariyeri, eşi ve çocukları arasında yaşadığı bölünmüşlük ve kendini bu sorumluluklar altında giderek yok oluyor hissedişi beni etkiledi. Leda'nın, filmin bir sahnesinde esasen çocukların yıkıcı bir sorumluluk getirdiği şeklinde bir yorumu vardı. Sanırım filme dair beni sorgulamaya iten de bu basit ve kısa gibi görünen ama bir o kadar derin tanımlama oldu.  Ancak yetişkin olduğumuzda edindiğimiz bazı kimliklerin bize uygun olmadığını fark edebiliyoruz. Düşünmeden ya da kültürel öğretilerle çıktığımız evlilik, annelik ve babalık yolculuğu bir bakıyoruz ki hayal ettiğimiz gibi gitmiyor. Dengeler değişiyor, eşler değişiyor ama çocukların sorumluluğu hiçbir zaman değişmiyor. Ta ki, çocuklar birer yetişkin olana kadar. 

Filmde kullanılan oyuncak bebek ve portakal imgeleri de çok hoşuma gitti. Bu iki imge aslında anneliğe dair güzel mesajlar veriyor. Çocukken portakal yemeyi sevmezdim. Tadını beğenirdim ama portakalı soymak ve sonra kirlenen ellerimi yıkamaya gitmek bana zulüm gibi gelirdi. Annem soyup verdiğinde ise mutlu olurdum. Benim de çocukluğa ve anneme dair imgelerimden biridir portakal. Bir de annemin en büyük zaaflarından birinin portakallı kurabiye olması da var tabi. 

Filmi izledikten sonra edindiğimiz herhangi bir kimliği kutsamanın ya da alaşağı etmenin de bir anlamı olmadığını düşündüm kendi kendime. Kutsanmış olan şeylerin sorunlu taraflarını görmeye meyilli değilizdir genelde, kutsanan şeyin kutsal olmasından gelen bir "her haliyle kabul" durumu söz konusudur. Oysaki her hali ile kabul etmek sağlıklı değildir, bağımlı kılabilir, zaman içinde zarar verebilir. Anneliğe de böyle bakmak lazım sanırım. Kutsamadan, annenin de bir birey olduğunu unutmadan, hataları, eksikleri ve yanlışları ile kabul ederek...

Bazen babamın yerine beni annemin terk edip gitmiş olduğunu düşünüyorum. Sanırım daha fazla yara alırdım. Diğer türlüsünü deneyimlemedim ama çocukken annemin varlığının bile içimi ısıtmaya yettiğini, bana kendimi güvende hissettirdiğini hatırlıyorum. Kısacası karanlık taraflarımız var, bunlarla yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor. Kimi daha fazla karanlık olsa da...

27 Temmuz 2023 Perşembe

Serin Bir Gün, Minik Bir Gezi ve Kitaplar

Dünkü olağanüstü İstanbul sıcağından sonra bugün hava epey serinledi. Ben de bu fırsatı değerlendirip dışarı çıkmaya karar verdim. Kahvaltıdan sonra hazırlanıp birkaç yayınevi gezmeye gittim. En sevdiğim aktivitelerden biridir. Belirli aralıklar ile yayınevlerini geziyorum ve yeni eserleri inceliyorum. Malum artık basılı bir kitaba ulaşmak fiyatlarından dolayı çok zor. Kitap alışverişlerimi ya internet üzerinden indirimli şekilde yapıyorum ya da yayınevlerinin bizzat kendi yerlerine gidiyorum. Yalnızca kendi yayınlarını sattıkları için epey indirimli alabiliyorum kitapları. Bugün önce İletişim Yayınlarına hemen ardından İş Kültür Yayınlarına uğradım ve gezimi Yapı Kredi Yayınlarında sonlandırdım. Önümüzdeki sene hazırlamayı düşündüğüm bazı çalışmalar var, onlar için kaynak kitaplar aldım. Hemen listemi de iliştireyim şuraya. Belki kitap arayışında olanlar için bir fikir verebilir: 

  • Çocuk Düşmanlığı, Çocuklara Karşı Ön Yargı ile Yüzleşme, Elisabeth Young-Bruehl, İletişim Yayınları (Bu kitabı çalıştığım okulun toplum hizmetleri biriminde görmüştüm ve inceleme fırsatım olmuştu. Çocuklar ile ilgili pek çok meseleyi ele alan kitap var zaten ama çocuk özgürleşmesini politik ve toplumsal zeminde inceleyen çok çalışma yok. Yakın zamanda okumayı planlıyorum). 
  • Mutlu Yurttaş İmalatı, Mutluluk Endüstrisi Hayatımızı Nasıl Kontrol Ediyor?, Eva Illouz ve Edgar Cabanas, İletişim Yayınları (Yeni çıkan bir kitap, mutluluk baskısının nasıl kocaman bir endüstriye dönüştüğünü anlatıyorlar bize. Son yıllarda türeyen yaşam koçları ve mutluluk uzmanlarından tutun da, kişisel gelişim zırvalığına kadar mutlu yurttaş imalatına dair ayrıntılı ve eleştirel bir çalışma. Sanırım hemen okumaya başlayacağım). 
  • Cehenneme Övgü, Gündüz Vassaf, İletişim Yayınları (Yıllar önce okuduğum ve gündelik hayatın totalitarizmini bu kadar açık ve sahici şekilde anlattığı için çok beğendiğim bir kitaptı. Nasıl olduysa bir şekilde kütüphanemden çıkmış. Hafızamı tazelemek için yeniden alıp okumak istedim). 
  • Talat Parman'ın 3 kitabını aldım Yapı Kredi Yayınlarından. Ergenlik ve Ötesi, Ergenlik Tutkusu ve Ergenliğin Yüzleri. (Ergenlik üzerine çalışmalar yapan Parman'ın aynı zamanda psikanaliz üzerine de derinlemesine çalışmaları var. Eğitim verdiğim yaş grubu ergenler olunca bu alandaki kitaplar ilgimi çekiyor. 2023 bitmeden okumayı planlıyorum hepsini). 
  • Pal Sokağı Çocukları, Ferench Molnar, Yapı Kredi Yayınları (Bildiğim ama yıllardır bir türlü okumaya fırsat bulamadığım kitaplardan biriydi. Geçenlerde Deniz Yüce Başarır'ın "Ben Okurum" isimli podcast serisinde rastladım ve bu yaz alıp nihayet okumak istedim). Diğer kitaplar çocuk kitapları sayılır, onlarla listeyi uzatmak istemediğim için burada noktalayacağım. 
3 yıl önce bir Kindle almıştım kendime. İlk yıl çok severek kullansam da tam bir somut kitapsever olarak kullanmayı bırakıp masamın üzerinde bir köşeye kaldırmıştım. Bugün yeniden şarj edip açtım, içinde güzel kitaplarım vardı okunmayı bekleyen. Yakında tatile çıkacağımız için, yolculuk sırasında çok pratik olacağını düşündüm. İçimde minik bir heyecan oluştu, Kindle'ı uykudan uyandırmış olduk. Bundan sonra daha efektif bir şekilde kullanmaya devam edeceğim. Çünkü gerçekten hakkını veren çok güzel bir teknoloji olduğunu düşünüyorum. 

Kahvem bitmek üzere, yine balkondan ama bu sefer serin bir akşamdan yazıyorum. Bu yazıya eşlik eden, çok sevdiğim Of Monsters and Men'e de selamlar olsun. My Head is an Animal isimli albümlerini tekrar dinlemek mutlu etti beni uzun süre sonra. Sağlıcakla kalın.

26 Temmuz 2023 Çarşamba

Geceye Eşlik Eden Bir Şarkı

Bir geceyi daha balkonda geçiriyorum. Bana her zamanki gibi soğuk kahvem eşlik ediyor bir de o şarkı. Bu akşam hangi albümü dinlesem diye düşünürken aklıma Sufjan Stevens'ın "Carrie & Lowell" isimli albümü geldi. Bu albümün şu ana kadar bildiğim, dinlediğim albümler arasında çok özel bir yeri var. Çünkü bu albümün gerçek bir hikayesi var. Gerçek hikayelerin duyguları da gerçek olur her zaman. Hatta sizi sarsar, dönüştürür ince ince. Albümün içinde yer alan "Fourth of July" isimli şarkının yeri ise bende ayrıdır. Şu sözlere sahiptir: 

"did you get enough love, my little dove?
why do you cry?
and ı'm sorry ı left, but it was for the best
though it never felt right
my little versailles"

Her dinlediğimde donakalırım. Şarkının gerçek bir hikayesi olması, gerçek duygularla yazılması ve kendimden parçalar bulmam; bu şarkıyı benim için oldukça özel kılıyor. Sondaki bitiş ise ısrarla bize bir başka gerçeği hatırlatıyor: 

"We're all gonna die..."

25 Temmuz 2023 Salı

Günlerden Birkaçı

Bu aralar vaktim çalışmak ile geçiyor, tatilde olmama rağmen. Yine dayanamadım, önümüzdeki senenin çalışmalarını erkenden hazırlamaya başladım. Huylu huyundan hiç vazgeçmiyor. Önümüzdeki sene, üç senedir derslerine girmediğim seviyelere gireceğim. Gireceğim her iki seviye de, müfredatlarını pek sevmediğim seviyeler. Konulara da epey uzak kaldım fakat çalışma hazırlarken tüm konuları tekrar etmiş oluyorum. Bir açıdan iyi oldu, kendimi yenileme fırsatı buldum. Tatile çıkana kadar yavaş yavaş ünitelerin taslaklarını hazırlamak niyetindeyim. Böylece sene içerisinde başka şeylere de yoğunlaşabilirim. 

Bir yandan da Şamanizm ile ilgili okumalara başladım. Mitoloji ve inanç tarihi alanlarında okumalar yapmak gerçekten çok ufuk açıcı. Hala devam ettirdiğimiz geleneklerin bile mitolojik, arkaik kökenlerini görmek çok tatmin edici bir deneyim. Bilgi çoğu zaman insanı güçlü kılar fakat bizim gibi ülkelerde, özellikle de günümüzde bilginin açtığı kapılar birer birer kapanmaya başladı. İçinde yaşadığımız bu hız çağında, işlerin niteliğinden ziyade hızı ön plana çıkmaya başladı. Bundan çok muzdaribim. Hız arttıkça inadına yavaşlamak istiyorum. Yavaş hareket etmek, yavaş düşünmek, yavaş konuşmak, yavaş müzikler dinlemek...

Pazar günü kuzenimle Kanlıca'da güzel bir kahvaltı yaptık. Uzun uzun sohbet ettik, bana da iyi geldi. Sonrasında biraz Kanlıca sahilde yürüyüp Kuzguncuk'a geçtik. Orada da birer kahve içip sohbetimize devam ettik. Ailelerimiz birbirleri ile hiçbir zaman iyi anlaşamadılar. Annemler üç kız kardeş, en küçükleri annem. Büyük teyzem ve ailesi ile uzun yıllardır görüşmüyoruz zaten. Ortanca teyzem ile görüşüyoruz ama mesafeliyiz. Yalnızca özel günlerde telefonlaşıyoruz, o kadar. Bu esasen benim için oldukça talihsiz bir deneyim. Zaten baba tarafımdan bizzat babam da dahil olmak üzere kimseyle iletişimim yok. Anne tarafımın da çekirdek ailesi ile ilişkileri sorunlu olunca benim akrabalığın ne demek olduğuna dair hiçbir fikrim oluşamadı. Aralarında geçmişte yaşanmış pek çok mesele var, hayata bakış açıları da aynı değil. Annem de yaşadığı olumsuz deneyimlerde onlardan gerekli desteği alamadığı için ister istemez kırgın. 

Kuzenim de burada yaşıyor ve o da bir öğretmen. Aynı şehirde oturmamıza rağmen onunla da çok az görüşüyoruz. Yakın akrabalar arasında birlik ve beraberlik olduğunda ve bu birlik ve beraberliğin temelleri sağlam olduğunda kendinizi daha güçlü hissediyorsunuz. Böyle aileler tanıdım, bazılarına hayran kaldım. Fakat bizimkiler bunu başaramamış. Her koyun hep kendi bacağından asılmış. Çocukken anneme hep daha kalabalık bir ailemiz olsun isterdim dermişim. Büyük sofralar, kutlamalar, özel günler...Fakat sanırım artık günümüzün hayat şartları da buna uygun değil. Ben de bunun için bir çaba harcamıyorum esasen, sessizliğim konforum oldu yıllar içinde. Birilerine uzun uzun vakit ayırma yeteneğimizi kaybettik. Bireyselleştik. İnsanlar sizi dinlemekten ziyade daha çok kendi dertlerini bilakis kendilerini anlatmak ve rahatlamak istiyorlar. Sözlerime değer veren, yalnızca çıkarsız dinlemek isteyen, dinleyen o kadar az insan kaldı ki hayatımda... Artık bunun için kimseye de kızmıyorum. En nihayetinde herkes kendisi ile meşgul çünkü. Benim de insan ilişkileri konusunda pek iyi olduğum söylenemez zaten. 

Tatil tarihimizin yaklaşmasına az kaldı, biraz deniz, biraz farklı bir ortam iyi gelecek sanırım. Bir önceki yazımda bahsettiğim gibi, negatife değil pozitife odaklanıyoruz. Hadi bakalım çiklet, göster kendini. 

Bitiriş itirafı: Bugün birkaç saat suratım asık dolandım. Artık ne hissettiysem. Ama geçti. Açtım çok sevdiğim Roo Panes'in şarkılarını. Güzellikler, çiçekler, güzel hisler...Pozitif ol, pozitif ol çiklet. 

20 Temmuz 2023 Perşembe

Yükler ve Hafiflemek Üzerine

Yaz tatiline girmemiz ile birlikte stresten uzaklaştığımı fark ediyorum. Ve sürekli aynı ortamda bulunduğum iş arkadaşlarımdan da uzaklaşmak iyi geldi bana. Normalde yapamadığım şeylerden de birini yapmaya başladım ufak ufak, daha pozitif düşünmeye çalışmak. Dün sabah ilginç bir deneyim yaşadım. Uykudan uyanır uyanmaz hemen yataktan kalkanlardanım. Pikemi toplarken pencereden içeri, yatağıma sızan güneşi fark ettim. Ve bir anda içimde tarif edemeyeceğim güzel bir duygu uyandı. Sağlıklı olduğuma ve daha yapabilecek pek çok şeyim olduğuna dair ilginç bir duyguydu. Bir anda kendimi yeni insanların arasında, yeni seyahatlerde, yeni planlarda ve hareket eder halde buldum. Bunun düşüncesi bile bir anlığına içimi ısıtmaya yetti. Çok mutlu hissettim ve bu hissin akabinde günüm de güzel geçti. Çoğu zaman kendim için bunu yapamıyorum. Aslında içimde daha pozitif olan hislerin de olduğunu görmüş oldum sanki. Tabii bunda tatilde olmamın da büyük bir etkisi var. Sene içerisinde çok çalışıyorum. Bir özel okul öğretmeniyim, performans değerlendirme sistemine tabiyiz. Bu sistemi önemsemiyorum fakat yapısal olarak daha iyiye, daha mükemmele ulaşma ve bunları yaparken de iş dışında hiçbir şey düşünmemeye eğilimim var. Belki de hayatımdaki eksikleri, boşlukları bu şekilde dolduruyorum. Muhtemelen öyle... Fakat bu bir yanıyla da benim karakter özelliklerimden biri. Yaptığım işte her ne kadar yeterli düzeyde anlam bulamasam bile yüksek bir sorumluluk duygusu ile hareket ediyorum. İş dışındaki hayatımda da böyleyim, basit bir kek yapacaksam bile her şeyin tarife uygun ve muazzam şekilde ilerlemesini bekliyorum. Ortaya da iyi bir kek (iş) çıkmayınca hayal kırıklığına uğruyorum. Sene içerisinde iş stresinin beni ne kadar olumsuz etkilediğini de daha iyi anlamış oluyorum böylece, tabi ki her yaz tatilinde.

Mesela bugün annemle şeker tüketme günümüzdü. Beslenme düzenine oldukça dikkat eden bir aileyiz. Un helvası yapalım dedik, bu sıcakta un helvası yaptık. Çok da güzel oldu, keyif aldık. Ardından ben biraz etamin işleri ile uğraştım. Toplamda beş farklı desen çalıştım ve güzel de oldular. İşi kısa sürede kavradım, zaten oldukça kolay. Bu el sanatının kulübünü açarsam öğrencilere neler yaptırabilirim diye planlama yaptım. Aslında bir ölçüde bu da işimin bir parçası yani yine iş ile ilgili bir şeyler yapmış oldum ama en azından keyif aldığım, el becerisine dayalı bir üretime başlamış oldum. Biraz kitap okudum, Mubi'de sene içerisinde izleyemediğim filmlerden birini izledim. Kahvemi içtim, şimdi de geçtim bilgisayar başına bu yazıyı kaleme almak istedim. 

Hayat ilerliyor, çoğu zaman hayata katılmayı başaramıyorum. Fakat bunun için çaba harcıyorum kendimce. Örneğin; yaz tatili için plan yapmak, bir yerlere gitmek, yeni bir uğraş edinmek vs. benim için gerçekten çok zor. Çok büyük bir yorgunluğun ve yılgınlığın içinde olduğumu düşünüyorum -düşünüyordum- ama sanki şu zamanlar biraz yenilendim, tazelendim. 

Bazı insanlar bunu bir aşkta, sevgide buluyor olabilir. Doğrudur da, benim de birilerini çok sevdiğim dönemlerde tüm kaygılarıma rağmen verimliliğim çok daha artmıştı. Fakat mutluluğun tek reçetesi bu değil, kendimize ayırdığımız vakitlerde yaptıklarımız da çok kıymetli. Yarım saat evvel de kuzenim aradı. Onunla da bu pazar günü için bir kahvaltı planı yaptık. Kandilli'de uzun süredir gitmek istediğim bir yer vardı, orası için sözleştik. Hazır dışarı çıkmışken Kuzguncuk'ta da bir kahve içeriz. Bu bahsettiklerim başkaları için çok basit ve günlük rutinlerinde sürekli yaptıkları aktiviteler olabilir. Ama benim için gerçekten basit değil, ufak ufak hayata katılma çabalarım için bu kez kendimi takdir ediyorum. Ve daha pozitif düşünmek için çabalamaya, en azından bu uğraşın içinde olmaya kendim için söz vermek istiyorum. Hala, "söz veriyorum" diyemiyorum ama olsun, bu da bir gelişim diyelim. Sağlıcakla kalın.

19 Temmuz 2023 Çarşamba

Psikolojik Dayanıklılık: Hayattaki Büyük Zorluklarla Başa Çıkma Sanatı

Yaz tatili için kendime bir okuma listesi oluşturdum. Listemdeki kitaplardan biri de, İletişim Yayınları tarafından bu yıl basılan, Steven M. Southwick ve Dennis S. Charney tarafından yazılan "Psikolojik Dayanıklılık" isimli kitap oldu. Kitabı okurken çok etkilendim. Alanında uzman iki isim tarafından yazılan bu kitap, esasen "neden bazılarımız psikolojik açıdan daha dayanıklı iken bazılarımız bu konuda zorluklar yaşayabiliyor" sorusuna verilen geniş ve çok yönlü yanıtlardan ibaret. Uzun yıllar çeşitli gruplar üzerinde araştırma yapan iki bilim insanı; travmatik durumlarla ya da depresyona, kaygıya ve strese yol açan durumlar ile başa çıkabilmek için nitelikli bir rehber sunmuşlar okurlara. Bu rehberi de kendi içinde gayet düzenli ve akıcı bir şekilde oluşturmuşlar. Aslında günümüzün modern dünyasında sıklıkla duyduğumuz "rezilyans" kavramından bahsediyoruz. 

Araştırmalara göre hemen her insan hayatında en az bir kez travmatik bir deneyim yaşıyor. Özellikle bizim gibi ülkelerde, bireysel olmasa bile toplumsal travmalara neden olabilecek, çevresel etkenli pek çok durumla baş başa kalabiliyoruz. Benim de kendime sık sık sorduğum sorulardan biriydi bu. Çünkü etrafımda duygusal olarak benden daha güçlü olan -ya da benden daha güçlü olduğuna inandığım- insanlar var. Burada hiç bahsetmedim, 13 Kasım'da yaşanan bombalı İstiklal saldırısında ben de İstiklal Caddesi'nde idim ve patlamanın olduğu noktaya oldukça yakın bir yerdeydim. Patlamanın gerçekleşmesini görmem ile birlikte bir şeylerin ters gittiğini anlamam bir oldu fakat ilk anda hareket edemedim. İnsanların, Tünel tarafına doğru koştuğunu görünce ben de koşmaya başladım ve Galatasaray Lisesi'ne yakın olan bir dükkana sığındım. Dükkan sahibi kepenkleri yarıya kadar indirdi, bir müddet orada bekledim ve ardından kepenklerin açılması ile birlikte tekrar caddeye çıktım. Ağlayan, üzülen, panikleyen tanımadığım insanları bir müddet sakinleştirdikten ve onlara yardımcı olmaya çalıştıktan sonra Şişhane metrosuna binerek olay yerinden uzaklaştım. 

Fakat o anda hiçbir şey hissetmedim evet gerçekten hiçbir şey hissedemedim. Panik olmadım, korkmadım, ağlamadım, bağırmadım, kalbim hızlı hızlı atmadı ve olayın üzerinden epey vakit geçmesine rağmen hala hiçbir şey hissedemiyorum. Yalnızca içimde tarifi mümkün olmayan bir üzüntü oluştu, patlamada kaybettiğimiz insanlar için. Sanki kanıksanmış bir üzüntü. Olaydan sonra ise aklımda hep şu soru yankılandı, psikolojik olarak dayanıklı mıyım? Olumsuz aile geçmişime, çocukluk geçmişime ve annemin rahatsızlığına rağmen her zaman bir şekilde mücadele etmeye devam ettim -hala ediyorum sanırım-, eğitimime devam ettim, kendi ayaklarımın üzerinde durdum ve kendime başarılı sayabileceğim bir kariyer inşa ettim. Fakat bana sorarsanız oldukça hassas ve kırılgan bir yapım var. Hayatımda olumsuz durumlar ile karşılaştığımda ve şayet bu durumlar hayatım üzerinde ciddi bir tehdite sahip ise, daha serinkanlı ve akılcı davranabildiğimi de görüyorum. O yüzden bu soruya net bir yanıt vermekte çok zorlanıyorum. Belki de zaten hiçbirimiz için net bir yanıtı yoktur.

Geçenlerde İstanbul içinde bir toplu taşıma yolculuğu yaparken aklıma Viktor E. Frankl geldi. Toplama kapmında ailesini, eşini kaybetmiş ve pek çok insanın ölümüne şahit olmuş biri olarak yeniden ayakta kalmayı başarması, mesleğinde ilerlemesi, yeniden evlenerek kendine bir hayat kurması ve çalışmalarını başarı ile sürdürebilmesi üzerine uzun uzun düşündüm. Psikolojik dayanıklılıktan bahsedince kendisinin akla gelmemesi mümkün mü? 

Gelelim kitaba... Yazarlarımız psikolojik olarak dayanıklı olma durumumuzun aslında yalnızca içinde bulunduğumuz psikolojik durumumuzla alakalı olmadığının altını çiziyor. Örneğin araştırmalar; gen varyasyonlarımızın, epigenetiğin, nöroplastisitenin, çevrenin, ailenin, içinde yaşadığımız toplumun ve kültürün de psikolojik dayanıklılığımız üzerinde önemli etkilerinin olduğunu gösteriyor. Travma sonrası stres bozukluğu ya da strese yol açan çeşitli olaylar ile karşılaşan insanların bazıları ne oluyor da ayakta kalmayı başarabiliyor? Yaptıkları çalışmaları on ayrı başlık haline getiren yazarlarımız, neler yapabileceğimiz konusunda bizlere detaylı fikirler veriyor ve bu soruyu çok katmanlı olarak yanıtlamaya çalışıyor. Mesela bu başlıklar arasında; gerçekçi iyimserlik, sosyal destek, rol modeller, korkularla yüzleşmek ile bilişsel ve duygusal dayanıklılık gibi maddeler var. 

Kendinizi psikolojik olarak dayanıklı bulmuyorsanız bence öncelikle kendinizi suçlamayı bırakmalısınız. Çünkü bu sizin elinizde olmayan, genetik ya da epigenetik faktörlere dayanan bir durum olabilir. Eğer bu anlamda zorluk yaşıyorsanız tabii ki en mantıklı olan çözüm işin ehli bir uzmandan destek almanız. Eğer imkanlarınız buna yeterli değilse de; bu alanda yapılan araştırmaları okuyabilir ve bu durumla nasıl başa çıkabileceğiniz konusunda fikir sahibi olabilirsiniz ya da yazabilirsiniz. Örneğin yalnızca yazmak bile sizi yeni insanlar ile tanıştırabilir.  Her zaman için bir seçenek var sanırım. Bu kitap ise, bence bu seçenekler arasında biçilmiş kaftan. İlginizi çekiyorsa, muhakkak bir göz atmanızı tavsiye ederim. 

17 Temmuz 2023 Pazartesi

Tatil Planları

Araştırmalarım sonucunda nihayet bir yaz tatili planı yapabildim. Aslında bir önceki yazımda belirttiğim gibi niyetim Bozcaada'ya gitmekti. Fakat annemin sağlık durumunu gözetmem gerektiği için bu fikirden vazgeçmek durumunda kaldım. Otobüsle İstanbul'dan ulaşım sonra feribot seferi derken hava sıcaklığının etkisi ile birlikte yorulma ihtimalimiz fazlaydı. Bu nedenle ulaşımı nispeten daha kolay bir yer olan Altınoluk'u tercih ettim. Daha önce Edremit körfezi tarafına gitmemiştim. Her yaz tatilinde belirli bölgelere gitmek yerine her seferinde farklı yerleri görmeyi sevenlerdenim. Güzel bir apart daire buldum, biletleri de aldım. Bir aksilik çıkmaz ise Ağustos'un ikinci haftasını güzel bir tatil ile geçireceğiz. Zaten hemen sonrasında ben de çalışmaya başlayacağım. 

Daha önce Kemer'de bir otel tatili yapmıştık ve çok hoşuma gitmemişti. Aslında kaldığımız otel çok güzeldi ki ben otelde konaklamayı çok severim. Nedense bana kendimi çok özgür hissettiriyor. Fakat yaz tatili amacı ile otelde kalmak çok cezbedici değil. Yemekti, saat aralıklarıydı derken sürekli otele bağlı kalmıştık. Ben de rahatça, gezerek tatilin tadını çıkaramamıştım. Bu sefer eşyalı bir daire tutmak daha cazip geldi bana. İstediğimiz saatte istediğimiz aktiviteyi yapabiliriz. Araştırmalarıma göre Balıkesir-Altınoluk ile Çanakkale-Küçükkuyu arası birbirine çok yakınmış ve toplu taşıma ile ulaşım imkanları da varmış. Bir günü de Küçükkuyu için ayırmayı düşünüyorum. Daha evvel Assos'ta bulundum, çok da sevmiştim. Ama Küçükkuyu, Kadırga Koyu taraflarına gitmemiştim. O açıdan da Altınoluk bizim için mantıklı oldu. 

Yazları ve yaz tatillerini seven biri değilim. İlle de yaz geldiğinde denize girmeliyim, tatil yapmalıyım diyen bir insan da değilim. Çalışmadan, bilgisayara bakmadan, istediğim gibi dolaşıp bol bol kitap okuyabildiğim boşluklar demek aslında benim için tatil. Ben kış mevsimini ve kış tatillerini daha çok seviyorum. Deniz yerine, antik kentleri ya da tarihi yapıları görüp gezmeyi seviyorum. Dağları da çok seviyorum. Tabii ki bu ekonomik koşullarda sürekli tatile çıkmam mümkün değil, ama bir aksilik olmazsa önümüzdeki seneki tatillerimde tıpkı eskiden yaptığım gibi çeşitli turlara katılmayı ya da bireysel seyahatlere çıkmayı planlıyorum. Sanırım yaş ilerledikçe insan tatile daha fazla ihtiyaç duyuyor. Umarım güzel bir tatil olur bizim için. 

11 Temmuz 2023 Salı

Bir Yaz Bunalımı

Yaz mevsimi gelince ne yapacağımı şaşırıyorum. Ve en sonunda neredeyse hiçbir şey yapmadan koca yazı geçirmiş oluyorum. Sonra da kendime kızıyorum tabii ki. Tam bir kısır döngü. Tüm sene yoğun bir tempo ile çalıştığım için ilk etapta yaz tatilinde boşluğa düşüyorum. Sonra bu boşluk yerini can sıkıntısına bırakıyor ve derken yeni iş dönemi başlıyor. Tüm sene çalıştığım için yazın hiçbir şey yapmadan dinlenmek de elbette hakkım, fakat maalesef böyle bir insan değilim. İlla ki bir şeyler ile uğraşmalıyım fakat bunu yapamayınca da kendime fena halde kızıyorum. 

Önümüzdeki sene için uzun süredir dersine girmediğim seviyeleri almak durumunda kaldım. Altıncı sınıf müfredatını hiç sevmiyorum, üstelik epey geliştirmemiz gereken bir müfredat. Bu müfredatın sorumluluğu da ne yazık ki bana verildi. Tatile çıkınca büyük bir hız ve motivasyon ile ilk üniteyi tamamladım sayılır. Ama daha önümde bir sürü ünite var. Kaynak olarak kullanmak istediğim kitapları listeleyip aldım, en azından bu işi halletmiş oldum. Sanıyorum önümüzdeki sene zorlu geçecek. Neyse, şimdi bunu düşünüp canımı sıkmak istemiyorum. 

İki yıldır mitoloji kulübünü yürütüyorum. İlk sene Yunan, bu sene İskandinav çalıştık. İlginç bir fikirdi, mitoloji okumaları yaptıktan sonra çocuklara dijital olarak tasarladıkları karakterler ile dijital bir çizgi roman yaptırdım. Fakat bu sene artık kulübün miadının dolduğunu düşündüm. Önümüzdeki sene ne yapsam derken aklıma çok uçuk bir fikir geldi. Çocuklar genelde el becerisi gerektiren çalışmalar yapmayı seviyorlar. Ben de etamin-goblen kulübü açayım dedim. Videolar izledim, gittim bir sürü malzeme aldım. Denemeye de başladım, başlangıçta biraz zorlansam da meseleyi çözdüm. İlk eserim etamin üzerine bir flamingo olacak, vallahi şaka değil. Eğer başarırsam bu sene kulübü açacağım. Çocukların etaminde ne kadar başarılı olabilecekleri konusunda hiçbir fikrim yok, yaşayıp göreceğiz. 

Bu yaz memleketteki evimize gitme fikrimiz vardı. Evin çatısının onarılması gereken yerleri var. Ne yapsak derken, annem vazgeçti. Ev zaten artık pek oturulacak gibi değil, oldukça eski, en iyisi hiç uğraşmayalım öylece kalsın dedik. Zaten yıllardır gidemiyoruz da. Bu evin akıbeti ne olacak bilmiyorum. Bu plandan vazgeçince yaz tatili için bir yerler bakalım dedik. En son 2018'de yaz tatiline çıkmıştık sanırım. Tabii ben sonraki iki sene de arkadaşlarımla gittim ama annem uzun süredir bir yerlere gitmiyor. Ben de daha önce hiç Bozcaada'ya gitmediğim için buraya yoğunlaşayım dedim. Biraz araştırma yaptım fakat içimde kocaman yaşlı bir dede yaşadığı için hiçbir şey yapasım gelmiyor bazen. Fakat iyi de gelebilir, emin olamıyorum. Biraz daha düşünüp karar vereceğim. Ekonomik krizde olmasaydık eğer, hazır hala İngiltere vizem varken bir tur ile tatile çıkardım. Ama şu şartlarda mümkün değil tabii ki. 

Bazen böyle hissediyorum hatta çoğu zaman. Kafamda bir sürü plan oluşturuyorum ama psikolojim hiçbirini yapmama izin vermiyor. Kendimi bu anlamda iyi hissetmiyorum. Bir yerlere çakılı kalmış gibiyim, hayatım ile ilgili yeni bir şeyler deneyimlemek yerine köşemde oturup kalmayı tercih ediyorum. Birkaç yıl öncesine kadar hiç böyle değildim. Heyecanlıydım, tatiller yapar ve bir sürü aktivite peşinde koşardım. Sanırım ülkenin içinde bulunduğu durum da ruh halim üzerinde oldukça etkili, bazen bu ülkede ömrümü boşa harcıyor olduğumu düşünüyorum. Ama ne yazık ki başka çarem yok. 

Neyse, yine de moralimi bozmayacağım. Yerimden kalkıp hareket etmek için çabalayacağım. Tatilimin bitmesine 35 gün kadar daha var. Şimdiden iki güzel kitap okuyup bitirdim. Daha epey zamanım var, bu zamanı daha iyi değerlendirebilirim. Çünkü neredeyse 2 haftadır evde hiçbir şey yapmadan yatıyorum. Yalnızca birkaç kere çıkıp şehir içinde gezdim, onun dışında hep evdeydim. Üstelik ben bu yaz mevsimini de oldum olası hiç mi hiç sevmiyorum. Sıcakta gerçekten hiçbir şey yapasım gelmiyor, diğer insanlardan çok daha fazla terlediğim için adım atmak bile istemiyorum. Ne kadar gereksiz bir mevsim, keşke kapatılsa. Bu yazı sanırım bir miktar dengesiz oldu. En iyisi balkona çıkıp biraz müzik dinleyeyim. 

26 Mayıs 2023 Cuma

Narsisist Kişilikler ve Yıpranmış İlişkiler

Çalıştığım okulda dördüncü yılımı bitirmek üzereyim, önümüzdeki sene bölüm başkanı olarak çalışmaya devam edeceğim. Benim böyle bir talebim ve başvurum olmamasına rağmen idare böyle bir teklifte bulunup atama yaptı. Ben de en nihayetinde bu atamayı kabul ettim. Mevcut bölüm başkanım bir kadın. Benden büyük, tek başına yaşıyor. Çalışmaya ilk başladığım andan itibaren bazı ortak noktalarımız olması sebebi ile bir arkadaşlık oluştu aramızda. Fakat ilk gördüğüm andan itibaren kendisinde bana kendimi iyi hissettirmeyen bir enerji olduğunu fark ettim. Fakat yeni bir okuldaydım, onu da diğer bölüm arkadaşlarımı da yeni tanıyordum. Zaman geçtikçe gerildiğimiz, iş anlamında fikir ayrılıklarına düştüğümüz durumlar oldu tabii sonrasında bunların hepsini aştık. Herkesin, her zaman yaşayabileceği meseleler, insan ilişkileri işte. Ben de sakin, karşı tarafın isteklerine önem veren, sürekli alttan alan bir yapıya sahip olduğum için dert etmedim. Kimi zaman çok öfkelensem de, bu öfkeyi sürdürmemeyi tercih ettim. 

Geçtiğimiz gün büyük bir tartışma yaşadık, ondan öncesinde de yaşadığımız birkaç tartışma olmuştu. Fakat bu sefer ben kendisi ile iş dışındaki iletişimimi sürdürmeme kararı aldım. En azından zaman bu duruma ilaç olacak mı, bunu görene kadar. Biraz bu konuda iç dökmek, insan davranışlarının altında yatan çeşitli sebepleri çıkarsamaya çalışacağım bir yazı yazmak istedim. 

Karşısındaki kim olursa olsun, espri adı altında sürekli iğneleyici sözler söyleyen bir insan. Günlük dilinde en çok kullandığı sözcükler-ifadeler; avamlık, köylülük, fiziki olarak çirkinlik ve pratik zekadan yoksun olmak. Ben de bu dört yıl içinde bunları espri çatısı altında kendim için defalarca duydum. Sürekli üstten bakan bir yapısı var, oldukça benmerkezci. Hayat, sanki yalnızca onun isteklerinden, önceliklerinden ve ihtiyaçlarından ibaretmiş gibi davranıyor. Okul sonrası bir kafeye gideceksek onun istediği kafeye gidilmeli, onun sevdiği yiyeceklerin olduğu yerler seçilmeli. Ortak bir çalışma yapıyorsak sürekli o ön planda olmalı, herkes ona hayran kalmalı, övülmeli, makamı yükseltilmeli, göz önünde olmalı. Ben defalarca oldukça kibar, hassas ve kırmaktan imtina ederek rahatsızlıklarımı dile getirdim. Fakat çoğu zaman bu davranışlarını kabul etmedi, beni çok keskin düşünceli bir insan olmakla suçladı. Bencil davranışlarının, üstten bakışının ve kırıcı sözlerinin, alaylarının asla farkında değil. Örneğin yeni bir insan ile tanıştığı zaman bu insanı yalnızca çirkin ya da güzel olması ile değerlendiriyor. Kişilerin güzel olmaması ile dalga geçiyor, kendisinin oldukça güzel ve dikkat çekici fiziki özelliklere sahip olduğunu düşünüyor. Aslında benim için ve sanıyorum pek çok insan için pek de öyle değil. O kadar çok yaralayıcı ve kırıcı cümle duydum ki kendisinden, neredeyse hep rol yapmak zorunda kaldım. Çünkü ben baskın bir karakter değilim, daha sakin ve alttan almaya meyilli bir karakterim. Üstelik benim insanlara bakışım da asla onunki gibi değil. 

İki gün önce okul sonrası bölüm arkadaşlarımız ile bir kafede otururken alakasız bir konudan çıkan alakasız nedenlerle birlikte sohbetimiz büyük bir tartışma ile son buldu ve ben de dört yılın birikmişliği ile ağzıma geleni söyledim. Bu sefer ben de gerçekten keskin konuştum, beni bastırmasına izin vermedim. Bağırarak masadan kalkıp gitti. O gittikten sonra bölüm arkadaşlarım ile konuştuk uzun uzun, onlar da bana hak verdiler. Zaten onlar da aynı dertten muzdaripler. 

Kendisi ile iş dışındaki ilişkimi bitirmeye karar verdim. Normalde böyle bir karar almazdım, yine alttan alırdım ama o kadar biriktirip dolmuşum ki, ruhum artık onunla iletişime devam etmeme izin vermiyor. Ben duygusal açıdan zayıf olduğumu düşünürüm, çabuk bağlanırım ve kolay ayrılamam. Kaçıngan-kaygılı bir bağlanma stiline sahip olduğumu düşünürüm. Ve bu tarz tartışmalardan kaçarım, hemen ağlayıp titremeye başlarım. Fakat inanır mısınız, bu sefer hiç öyle olmadı. İki gündür o kadar mutluyum ki anlatamam, sanki üzerimden kocaman bir yük kalkmış gibi. İki gündür üzerine düşünüyorum, meğer bu insan dört yıldır beni tüketiyormuş. Sonra onun geçmişine baktım, etrafında ne kadar insan varsa hepsini tüketmiş. Ne sağlam bir arkadaşı var ne yıllardır sevdiği, aşık olabildiği bir insan. Biraz daha düşününce kendisinin tam anlamı ile narsisistik kişilik özellikleri taşıdığını fark ettim. Aynı odanın içinde bu şekilde nasıl devam edecek bilmiyorum ama o kadar rahatım ki, yalnızca iş ile ilgili konuşuyorum. Elbette ortak dersler, toplantılar, projeler vs. derken konuşacağız, vakit geçireceğiz. Ama ben bunu bu şekilde devam ettirebilirim, çünkü iki gündür bu şekilde hareket ediyorum ve inanılmaz rahatım. Sanırım hayatımda aldığım en iyi kararlardan biriydi aynı zamanda bana da çok şey öğretti. Bazen insanların fark etmeden bizi tüketmesine izin veriyor, üstelik bununla yaşamaya bir yerde alışıyoruz. Belki benim de fark etmem geç oldu ama dört yılın sonunda nihayet kendimi ifade edip, bana daha fazla zarar vermesinin önüne geçmiş oldum. Çok huzurlu, gerçekten çok güzel. Zaman ilaç olur mu bilmiyorum ama kendimi bu kararı verebildiğim için çok iyi hissediyorum. Umarım bu iletişim bununla sınırlı kalmaya devam eder, bunun için elimden geleni yapacağım. 

19 Mayıs 2023 Cuma

İskoçya İzlenimleri

Geçtiğimiz hafta İskoçya'ya bir okul gezisi düzenledik. Ben de sorumlu öğretmenlerden biri idim. Bir bilim gezisiydi, sanıyorum okullar arasında da klasikleşmiş bir program. Batı Avrupa'ya ve bu kadar kuzeye ilk gidişimdi. Konakladığımız otel Edinburgh'da çok merkezi bir noktadaydı. Edinburgh Orta Çağ'dan kalmış gibi bir şehir, müthiş bir mimarisi var ve belli ki bu mimariyi çok iyi korumuşlar. Gezi programımız epey dolu idi, ben de bu vesile ile pek çok yeri görme şansı elde ettim. Sorumlu olduğum öğrencilerimi yatırdıktan sonra her gece yürüyüşe çıktım. Ellerim ceplerimde, kulağımda hafif bir müzik uzun uzun sokaklar boyunca yürüdüm. Gün içindeki yorgunluktan sonra hem tek başıma olmak hem de sessizce yabancı bir ülkenin sokaklarında keşfe çıkmak beni çok mutlu etti. Kendimi olabildiğine özgür hissettim. 

Ziyaret ettiğimiz şehirler arasında Glasgow ve Falkirk de vardı. Glasgow da Edinburgh'dan bazı izlenimler taşısa da bana daha Batılı daha modern mimarili bir şehir gibi geldi. Zaten tarihten beri bir sanayi şehri olarak bilinir. Edinburgh ise bütünüyle tarih kokan bir şehir. Glasgow'da çocuklar aktivitede iken serbest zamanım oldu. Kendime bir kahve alıp kanal boyunca epey yürüdüm. İstanbul'da hiç yürümediğim kadar yürüdüm sanırım gezi boyunca. İster istemez yaşadığımız ülke ile karşılaştırdım. Burada, yaşadığım muhitte yürüyebileceğimiz doğru düzgün alanlar bile yok. Her şey benim için çok hızlı, gürültülü ve kaotik. Fakat başka bir yaşamın da olduğunu gördüm. Bu içimi biraz burktu açıkçası. Gezdiğim şehirlerdeki yavaşlık, her şeyin olağan akışı ve ritmi ile ilerliyor olması, kimsenin koşturmuyor olması, trafiğin olmaması ve insanların bakışlarına takılmaksızın keyifle dolaşılabiliyor olması müthiş geldi bana. Ne yazık ki biz bunlara aşina değiliz. 

Bazı ülkeler bazı şehirler vardır, kendinizi oralara ait hissedersiniz, sanki yuvaya geri dönmüş gibisinizdir. Ayrılmak zor gelir, uzaklara gitseniz de her daim burnunuzda tüter. Bu birkaç günlük gezi bende böyle bir his bıraktı. Orada yaşıyor olduğumu düşündüm, hiç gerçekleşmeyecek hayaller kurdum. Kendimi çocukluğumdan beri  bir yere ait hissedemem. İstanbul'da doğmuş, hemen ardından ailesinin memleketine geri dönmüş bir bebek. İlk çocukluk yıllarını bambaşka bir ilde geçirmiş, derken ilkokul bitmeden yeniden memleketine geri dönmüş. Ardından üniversite için İstanbul'a gelmiş ve iki, üç senede bir İstanbul içinde semt semt ev ev gezmiş... Tam olarak nedeni bu olmayabilir ama sanki köklerimi arıyor ve bulamıyor gibiyim. İnsanın kendini yaşadığı yere ait hissedememesi çok ağır bir his. Nedense bu kısa gezide kendimi oralı gibi hissettim, sanki hep aradığım tek başınalık, başkasının sorumluluğunu taşımıyor olma hissi ve özgürlük birleşmiş ve beni kucaklamış gibiydi. Nefes alabildiğimi hissettim, çok uzun zaman sonra mutlu da olabildiğimi gördüm. Her güzel şey gibi bu da son buldu tabii, İstanbul'a dönüş, bunalımlar, ağır iş yükü, içe dönüş. Belki bir gün yeniden aynı duyguları yaşayabilir, belki hayatımı kendim için şekillendirebilirim. Belki bir gün yeniden daha mutlu olabilirim. Kim bilir. 

26 Nisan 2023 Çarşamba

Eurovision 2023

Çocukluğumdan beri takip ettiğim tek yarışma Eurovision. Her sene favorilerim ile ilgili bir yazı yazıyorum muhakkak. Bu sene de gelenek bozulmasın istedim. 

İspanya 

Blanco Paloma'nın şarkısı "Eaea" etnik ezgiler taşıyan, özgün bir şarkı. İlk dinlediğim andan itibaren çok sevdim. Üstelik Blanco Paloma'nın çok güçlü bir sesi var. Sade ve şık bir sahne şovu ile iyi bir sıralama elde edeceğini düşünüyorum. Benim bu sene bir numaram İspanya. 

İsveç

Loreen, "Euphoria" isimli şarkısı ile 2012 yılında birinci olmuştu. Bu sene ise "Tattoo" isimli şarkısı ile ülkesini temsil ediyor. Yine güçlü bir şarkı, sahne şovu da eminim ki çok güzel olacaktır. Tattoo, Euphoria'dan izler taşısa da bu sene yeniden birinci olabileceğini düşünüyorum. 

Çekya

Vesna isimli halk müziği grubu bu yıl ülkelerini "My Sister's Crown" isimli şarkıları ile temsil edecekler. Ben şarkıyı çok özgün buldum. Şarkının klibi de çok başarılı olmuş. İyi bir sıralama elde etmelerini umuyorum. 

Ermenistan

Brunette, bu yıl Ermenistan'ı "Future Lover" isimli bir şarkı ile temsil edecek. Şarkıyı genel olarak beğendim. Rap müzikten hoşlanmadığım için, şarkının bir bölümünde yer alan rap kısmını çok beğenmedim ama genel olarak güçlü bir şarkı olduğunu düşünüyorum. İyi bir sıralama elde edecek gibi. 

Norveç 

Alessandra, "Queen of Kings" isimli şarkısı ile ülkesini temsil edecek. Marş havasında olan bir şarkı, şarkıcı ise oldukça şirin. Şimdiden çok ses getirdi. Ben epey iyi bir sıralama elde edeceğini düşünüyorum. 

İsrail

Noa Kirel, ülkesinde ve Avrupa'da epey tanınan genç bir isim. "Unicorn" isimli şarkısı ile yarışacak. Şarkıyı beğendim, ilk çıktığından beri dinliyorum. Epey puan toplayacaktır İsrail. 

Yarışmanın finali 13 Mayıs tarihinde. Umuyorum güzel bir sene olur. 

22 Nisan 2023 Cumartesi

Yakın

Bugün Mubi'de bir film izledim ve içime kocaman bir ağırlık çöktü. Çocukların gözünden anlatılan filmlere ve büyüme hikayelerine karşı bir ilgim var, belki mesleğim gereği belki de kendimden bir şeyler bulduğum için seviyorum, emin değilim fakat film, anlatmak istediğini oldukça sade, apaçık anlatması ile beni çok etkiledi. 

13 yaşında iki erkek çocuğu, komşular, en yakın arkadaşlar, birinin adı Leo diğerinin Remi. Leo ve Remi, tüm yazı yaşadıkları taşrada büyük bir mutluluk içinde geçirirlerken, okulların açılması ile birlikte sancılı bir süreç baş gösteriyor. Birlikte uyuyan, günün her saatini birlikte geçiren çocukların ilişkisi, Leo'nun sosyal baskı nedeni ile kendini Remi'den uzaklaştırmaya başlaması ile birlikte çıkmaza giriyor. Okula başladıklarında bu iki erkek çocuğun yakınlıkları okul topluluğu içinde fark ediliyor. Sosyal çevresinden dışlanacak olmayı, zorbalığı ve sözlü tacizi kaldıramayan Leo, giderek kendini en yakın arkadaşı Remi'den uzaklaştırmaya başlıyor. Remi tam olarak ne olduğuna anlam veremiyor. Duygusal dayanıklılığı Leo'dan daha zayıf fakat kurduğu bağ Leo'dan çok daha güçlü. Remi'nin çocuk kalbi, çok sevdiği arkadaşının kendinden uzaklaşmasını kaldıramıyor ve Remi intihar ediyor. 

Bundan sonraki süreç psikolojik olarak çok daha ilgi çekiciydi. Aslında Leo'nun ortalığı yakıp yıkmasını, bir şekilde içinde barındırdığı suçluluğu dışa vurmasını bekledim film boyunca. Fakat öyle olmadı. Leo, Remi'nin ölümünden sonraki süreçte tüm gündelik aktivitelerine devam etti. Ruh halinden çok zor ayakta kaldığı anlaşılsa da, fiziki olarak gündelik hayatın sorumluluklarının hepsini yerine getirdi. Bu noktada durup biraz düşündüm. Hepimizin acı ile baş etme yöntemleri farklı. Yine hepimizin duygusal dayanıklılığı da farklı. Leo, içinde yaşattığı ve büyüttüğü acıyı bir türlü akıtamadı; filmin bazı sahnelerinde bu acıyı çok zor taşıdığına dair izlenimler edindim. Bazen, bir acı karşısında hepimizin aynı şekilde üzülmediğine yakından ya da uzaktan tanık olmuşuzdur. Acı, kimi zaman fiziken yoğun görünmüyor olabilir ama ruhen kimi daha fazla etkilediğini kestirmek zor. Bunun için insanları suçlamak da anlamsız. Gördüğüm kadarı ile Leo, bu acıyı herkesten daha yoğun yaşadı. Onun, gündelik hayatına çok kolay devam ediyor gibi görünüşü, kesinlikle herkesten daha az acı çektiği anlamına gelmiyor. 

Alice Miller'ın "Yaratıcı Çocuğun Dramı" isimli kitabında okumuştum, bir yerde şuna benzer bir şey diyordu: "Bir çocuğun sevdiği birinin sevgisini kaybetmesi, onun için ölümle eşdeğerdir". Sevgisizlik Remi'nin hassas ruhuna ağır geldi, bu acıyı daha fazla içinde taşıyamadı. Kendime, kendimi en çok hangi çocuğa yakın hissettiğimi sorduğumda cevabım çok netti, Remi. Onun yaşlarındayken tıpkı böyle bir çocuktum.

Bazen çocukların duygularını es geçebiliyoruz, olaylara onların dünyasından değil de bir yetişkin dünyasından bakmayı tercih edebiliyoruz. Bu, öğretmenken de böyle. Fakat çocuklar muhakkak bir yerde bir mesaj veriyorlar. Remi, Leo ile aralarının açılmaya başladığı ilk zamanlar; ailesi ve Leo ile kahvaltı masasında iken aslında göz yaşları ile bir mesaj vermişti. Fakat bu mesajları her zaman için vaktinde alamıyoruz. Filmin sonunda Remi'nin annesi ile Leo'nun sahnesi de beni çok etkiledi. Yas sürecindeki anne, belki de yapabileceği en zor şeyi yaptı. Leo'ya kucak dolusu sarıldı. 

Remi büyüyemedi lakin Leo büyürken çocuk kalan Remi'yi her daim hatırlamaya devam edecek.  

18 Nisan 2023 Salı

İncelenen Hayatlar: Kendimizi Nasıl Yitirir, Nasıl Buluruz?

Ara tatile girmemizle birlikte kitaplığıma bir göz atıp, neler okuyabileceğimi düşündüm. Sebebini bilmediğim bir şekilde elim, bir süre önce aldığım "İncelenen Hayatlar" isimli kitaba gitti. İçinde bulunduğum ruh haline uygun bir kitap olduğunu düşünerek hemen okumaya başladım. Eskiden, okunacak diğer kitapları düşünerek hızlı hızlı okurdum. Bu sefer yavaşça okudum, notlar alarak ve kitabın içine kendi düşüncelerimi de yazarak. 

Kitabın yazarı Stephen Grosz bir psikanalist. Yıllar içinde deneyimlerine dayanarak kaleme aldığı bu kitapta ufak ufak denemeler var. Hepsi, kendi danışanlarının kişisel öykülerinden yola çıkarak kaleme aldığı denemeler. Çok naif bir yazım dili var, başlıklara ayırdığı her bir denemesinde kendimi onun odasında gibi hissettim. Aynı zamanda danışanlarının kişisel öykülerini okurken bazı anekdotlarda kendimi buldum. Örneğin; "İlişkide Olmamak Üzerine" başlıklı denemesinde danışanı şöyle bir cümle kuruyor: "Sevgi benim sorunumu çözemez çünkü sevgi bana tehditkar geliyor. Sorun sevilmek, çünkü sevilmek bir taleptir. Sevdiğinizde biri daha fazlanızı istiyor demektir." Öyle güzel anlatılmış bir vaka ki, danışanı mutluluğun yalnızca bir ilişkideyken bulunabileceği yönündeki yaygın kanıya karşı çıkışının gerekçelerini anlatıyor. Durup düşündüm biraz; etrafımızdaki insanlar hatta psikologlar dahil hemen herkes ilişkide olmak üzerine eğilen bir tarifle çıkıyor karşımıza. Oysa benim de düşüncelerim örnek verdiğim vakadaki danışan ile hemen hemen aynı. İlişkide kalmak bir ölçüde doğamız gereği, hayati olsa da, her an bir ilişki içerisinde olmak zorunda değiliz sanki. Bir ömür; birini sevmeden, birini ya da birilerini hayatımıza almadan da sürdürülebilir, yaşanabilir. Diğer türlüsünün daha anlamlı olduğu yönünde hiçbir kanıt yok elimizde. Oysa yüceltilen tam olarak diğer türlüsü. Herkesin bildiği her zaman doğru değildir. İnsanlığın tarihten beri yenemediği tek şey, alışkanlıktır. Kültürün, yaşamın, iç içe geçmişliğin ve toplumun getirdiği alışkanlık.

"Olumsuzluk Sevgiye Teslim Olmamızı Nasıl Engeller" isimli başka bir deneme de çok dikkatimi çekti. Denemeye konu olan vakada danışan, biriyle tanışmak, aşık olmak istiyor fakat derinlerde başka bir öykü var. Aşkı aslında bir tehdit olarak algılıyor çünkü aşık olması, evlenmesi ve bir ilişkide olması demek; kendini, işini, arkadaşlarını, özgürlüğünü, benliğini ve var oluşunu yitirmek demek. Duygusal teslimiyet ve bağlanma aslında onun için bir kazanımı değil kaybı simgeliyor. Birini severken, onunla ilgili ciddi bir adım atmamız gerektiğinde bazılarımız tedirgin olur. Her şeyden emin olsalar bile geri adım atmak isterler. Verdiğimiz bu olumsuz tepkinin aslında aşk, birliktelik olasılığına karşı verdiğimiz bir tepki olabileceğini söylüyor yazarımız. Ben de vakayı okuduktan sonra altına şöyle bir not düşmüşüm: "Bu vakada tam olarak kendimi görüyorum. Sanki birine bağlanmak, onunla bir sevgiyi paylaşmak bana; kendimi, kimliğimi, benliğimi, ve özgürlüğümü yok edecek bir şeymiş gibi geliyor. Yeniden terk edilme, acı çekme ve kırılma ihtimali varken sanırım yalnız kalmak bana büyük bir konfor sağlıyor."

Aslında, bir yerde terk edilmek varsa öbür yanda kavuşmak da vardır. Yine bir yerde acı çekmek varsa öbür yanda acısız bir seçenek de vardır. Yine bir yerde kırılma ihtimali varsa, öbür yanda tamir edilme ihtimali de vardır. Her şeyi zıttı ile var edersek, elbet başka bir seçenek de bize eşlik edebilir. Yalnızca bunu görmek ve bu seçeneği tercih etmek ile alakalı gibi duruyor. Bahsettiğim öbür uçlar arasından tercih yapmakta zorlandığım için tam ortada, olduğum yerde duruyorum. 

Burdan bunu söylememin bir anlamı olmayabilir ama Stephen Grosz'a minnettarım. Yazdıkları, benliğime ulaştı, beni bir kez daha kendim ve çevrem hakkında düşünmeye yönlendirdi. İlgi alanınıza giriyorsa, okumanızı tavsiye ederim. Çünkü, kendimizi kaybetmeden bulmamız mümkün değil gibi görünüyor.

7 Nisan 2023 Cuma

Çocuk

Her şey üzerime doğru sürükleniyor gibi. Pek çok yetimi kaybetmiş, her tarafım sızı içindeymiş gibi bir his. Hayata bir yerlerinden tutunmakta bu kadar zorlanırken, bu kadar dalgın ve bu kadar isteksizken şimdi her şeyim elimden alınmış gibi. Oysa herkes hayatına devam ediyor; sokaktakiler yürüyor, iş yerimdekiler hırsları ve yeni idealleri ile yollarına devam ediyor, mahalleden geceleri bozacı geçmeye devam ediyor, herkes bunu yapabiliyor da bir ben çırılçıplak kalmışım gibi hissediyorum. Öyle bir yük ki, olanca ağırlığı ile altında eziliyor gibiyim. Elim bir kitaba uzanmıyor, başka bir ruha dokunmak istemiyor, sürekli tedirgin halim, bir teyakkuz halinde, uyku ile aram açık, müzik biraz şifa gibi sanki, sabahları bir fincan sade kahve ve ondan ötesi yok. Toparlanamıyorum, tam ayağa kalkacağım yeni bir endişe seli ile mücadele ediyorum. Hep gitmek isterdim lakin hayatta bu kadar yoğun bir gitme isteği duymamıştım hiç. Yuvaya geri dönmek gibi his, toprağıma yolculuk gibi, biraz çocukluğum biraz annem, biraz da tarçınlı kek kokusu gibi. 

Nasıl tutunuyorsunuz? Çocuklarınız, eşiniz, sağ kalanlarınız, hayatta olanlarınız, ayakta olanlarınız... Yaşama nasıl değer biçiyorsunuz, yaşamı nasıl sahipleniyor, kucaklıyorsunuz? Benim çoktan ellerimden gitmiş gibi, yitip giden bir sürü insan ile birlikte. Ne korkunç, ne büyük bir elem. İç üşümesi, bir kırgınlık hali, kime, neye bilinmeyen. 

Ben küçük bir çocukken mutlu olduğumu hatırlıyorum, her şeyi bu kadar dert etmediğimi. Koşturduğumu, dondurma yediğimi, bilyeli tahta arabam ile sokakları arşınladığımı, annemin mesaiden dönüşlerini beklediğimi, yaz tatillerinde gece yarılarına kadar mahallede bisiklet bindiğimi, makarna yapma denemelerimi, her ay başı odamı yeniden dizayn etme çabalarımı, ramazan'da pide kuyruğuna girişlerimi, pazara çıkıp satıcı teyzeden bir poşet gofret, bisküvi alışlarımı... Sanırım ben çocukluğumu çok özledim. Ellerimle bedenime sarılsam, çocukluk yuvama geri dönsem, uzaktan olsa bile çocuk kendime, onun yüzüne bakabilsem, gülüşüne dokunabilsem. 

Yetişkin olmak ne büyük bir cehennem, oysa bundan 10-15 sene evvel kulaklıklarımı takar, çalışma masama oturur radyoculuk oynardım kendi kendime. Program sunar, müzik seçkileri yapardım. O ahşap evde, ananeden kalma sedirlerin ve sandıkların arasında. Taş avluda, bahçede, üst katta, sokağa bakan pencerenin dibinde. Öylesine özledim ki, bunları yazarken bile gözlerim doluyor. Bu hassas ruhu bedenimde taşırken gerçekten çok zorlanıyorum, çocukluğumun ahşap kokusunu arıyorum ama hiçbir yerde bulamıyorum. İçimde bir yerlerde çok kırgınım, herkese ve her şeye çok kırgınım. 

11 Mart 2023 Cumartesi

Bütün Gülleri Çalmışlar

Söze nasıl, nereden başlanır bilemiyorum. Bir aydır bir cehennem içerisinde yaşıyor gibi hissediyorum. Gün içerisinde bir anda ağlamak geliyor, hiç tutamıyorum kendimi. Okulda, evde, ders arasında, sokakta, eve dönerken hüngür hüngür ağlıyorum. Bunca acı, bunca yaşam mücadelesi, hayatın kendisi ıskartaya çıkmış gibi çoktan. Üstelik bu ülke, bu ülke canımı yakıyor. Her şeyini kaybeden bir insanın yeniden hayata tutunması ne kadar mümkün? Mümkün olanların azlığı, mümkün olmayanlar karşısında ne kadar kıymetli? Zaman durmuş gibi, hiç akmayacakmış gibi. 

99 depreminde Sakarya'nın bir ilçesinde yaşıyorduk. O geceyi hiç unutmuyorum, 7-8 yaşlarındaydım. Bir kaos hali, herkes sokaklara dökülmüş. Hayatımda böyle bir gerçek yoktu, neler olduğunu anlayamamıştım. Biraz da oyun gibi gelmişti çocuk halimle, uzun süre dışarıda, çadırda ve arabalarda yatmak, tıpkı bir oyun gibiydi. 3 ay sonra bir daha benzeri bir sarsıntı, yine kaos, yine karanlık. Hiç bitmeyecek gibiydi, doğa bizimle oyun oynuyor gibiydi. Okullar açılınca, binamız yerine bahçesine kurulmuş kocaman çadırlarda başlamıştı dersler. Çadırların içerisinde birer ikişer yerleştirilmiş sıralarda oturuyor, çadırın bir kenarına kurulmuş ve bir türlü ısınamadığımız sobanın daha çok yanmasını bekliyorduk. Tam da matematik dersinin ortasında, Türkçe dersinde şiir okumaya çalışırken, herhangi bir an yağmur başladı mı sırılsıklam olmaya başlardık. "Hadi bakalım çocuklar, ıslanmadan evlerinize gidin. Yarın görüşürüz". "Tamam öğretmenim". Bir sevinç, çadırlar su alıyor diye yine evlerimize gidiyorduk. Bu oyun demekti, sokakta oyun oynayacak daha fazla zaman demekti. O yaşlarda her şeyi bir oyun gibi görmeye meyilliydik, sonra büyüdük, hayatın kendisinin bir oyun olduğunu pek iyi kavradık. Öyle bir kavradık ki, hep oyun dışı kaldık. Kanıksadık, kanıksadıkça vazgeçtik. 

İstanbul'da sürekli bir teyakkuz halinde yaşamak, son bir aydır çok yorucu olmaya başladı. İçimdeki gitme isteği alevlendi, alevlendi. Nereye, nasıl gideceğiz? Gittiğimiz yerde ne yapacağız? Memleketimizdeki müstakil evimizi, bahçemizi ve anılarımızı bırakıp buraya gelmişliğimiz on küsür sene olmuş. Başka yerde iş olmayınca, gelip burada kalabalık etmek zorunda kalmışız. Oysa ben geri dönmek istiyorum. Çocukluğuma, eski evimize, bahçemize geri dönmek istiyorum. Ama, bütün gülleri çalmışlar. Biz olmayınca toprağımız bize küsmüş, kerpiç evimizin köşe duvarı kireç dökmüş. 

Ankara'da birkaç okula başvuru yaptım, ne olur bilmiyorum. Şansımı denemek istiyorum. Aynı şeyler, endişe, çocukluğun o acımasız oyunu... Tekrar yaşamayalım diye, ne büyük bir acı, ne büyük bir elem. Bir yandan hayatın devam ediyor oluşu, çok kızıyorum, başka çaremiz yok, devam etmeliyiz diyorum, ediyoruz diye kendime çok kızıyorum. Kötü olanlar kazanınca iyi olanlar vazgeçiyor, ben de buradan vazgeçip gitmek istiyorum. Bir yandan buradaki on yıllar, yaşanmışlıklar, arkadaşlar, sesler, dokular ve hikayeler... Bu hafta bölüm başkanlığı teklif ettiler, sevinebildim mi? Hiçbir şey istemiyorum, makam, mevki her neyse hiçbir şey istemiyorum. Hepsi onlara kalsın, hiçbirine inanmıyorum. İki arada bir derede, nasıl gideceğiz, zayıfız, nasıl hareket edeceğiz? Nereye gitsek dertler peşimizden gelecek gibi. 

Boşa kaymış yıldızlar gibiyim, bırakıverseler birazdan düşecek gibiyim. Bahçemize geri dönmek istiyorum ama bütün gülleri çalmışlar.