15 Temmuz 2022 Cuma

Şu Bizim Kırılganlığımız

"Dünyada hakim olan sloganlar kırılganlığı, gereksiz ve köhne, ham ve hastalıklı, sağlamlıktan ve anlamdan yoksun bir şey olarak görüyor; oysa kırılganlıkta duyarlılık, incelik, haysiyet ve bitkin bir nezaket, dile getirilemeyen ve görülemeyen şeylere dair bir sezgi bulunuyor ve bunlar, başkalarının ruh halleriyle, duygulanımlarıyla, varoluşsal tarzlarıyla daha kolaylıkla ve şevkle özdeşleşmemizi sağlıyor.

...

"Çekingenliğe daima duyarlılık ve güvensizlik eşlik eder; bu hayat biçimi de eski ve gereksiz, zararlı ve neredeyse kusur olarak görülmektedir; oysa, kendi sınırlarından hiçbir zaman şüphe duymamış, bunun üzerine hiç düşünmemiş bir özgüven ne çok risk ve şiddet barındırmaktadır."

...

"Bir tebessümden daha kırılgan hiçbir şey yoktur ve içinde, zaman zaman, kalpten ara ara geçen acı, özlem, yitirilmiş ve asla unutulmamış vatan, Noel'de düşen kar ve sevdiğimiz bir kitaba yansıyan ay ışığı gizlidir ve bu karaltılı ve alacalı metaforlardan kırılganlığa dair son bir imge: Ancak gözyaşlarıyla ıslanmış gözlerin görebileceği bir imge yeniden filizlenir."

Eugenio Borgna

Çeviren: Meryem Mine Çilingiroğlu 

Yapı Kredi Yayınları

11 Temmuz 2022 Pazartesi

Oslo Üçlemesi

Yabancı dizi izleme kültürü ülkemizde çok yoğun, özellikle son yıllarda popüler platformların etkisi ile şekillenen yeni bir izleme kültürü oluştu. Benim de bu izleme kültürü ile pek yakından bir alakam olmadı hiç. Hem göz rahatsızlığımdan hem de popüler olan şeylere karşı duyduğum mesafe hissinden mütevellit. Geçtiğimiz yaz Mubi'den bir üyelik aldım. Çok beğendiğimi de itiraf etmeliyim. Dizi izlemeyen ve daha çok sinema izlemeyi tercih eden biri olarak, yayımlanan seçkileri fazlası ile beğeniyorum. 

Bu hafta Joachim Trier'in Oslo üçlemesi adını verdiği film serisini izledim. Filmler arasında en sevdiğim Oslo, 31 Ağustos oldu. Uyuşturucu bağımlısı Anders'in hayatı, çırpınışları ve hissettikleri beni derinden etkiledi. Belki de kendimle onun arasında bir bağ kurdum film boyunca. Epey güçlü bir senaryosu var filmin, var oluşçu bir bakış açısı ve bu bakış açısını yansıtan sahneleri var. Özellikle, Anders'in Oslo'da bir kafede oturduğu sırada etrafı gözlemlediği anları çok beğendim. İstanbul'da tek başıma çıktığım gezilerde, oturduğum ve kahve içerek etrafı gözlemlediğim her an, Anders'in hissettiklerini hissediyorum. Var oluşun yarattığı boşluğu bu denli anlatan başka filmler de vardır elbet fakat Anders'in hem hisleri hem de gözlerindeki dokunaklı ifade bana direkt geçti. Filme ne zaman başladım ve film ne zaman bitti hesaplayamadım bile. Özellikle bir kitabı okurken ya da bir filmi izlerken zamanı unuttuğum anlarda ayrı bir mutluluk duyuyorum. Çünkü bu, kendimden bir şeyler bulduğumu ve yalnız olmadığımı gösteriyor bana. 








Serinin ilk filmini ve son filmini, Oslo, 31 Ağustos kadar beğendiğimi söyleyemem. Aslında, bir üçleme şeklinde tasarlanmış bu filmler tek tek de izlenebilir. Hayatımın bir döneminde tekrar izleyeceğime eminim. 

Var olmak, varlığı tanımlamak, hayat ile birlikte düşünmek, bazen hayatı dışarıda bırakarak soyutlanmak ve dahası o boşlukla birlikte yaşamaya çalışmak çok zor. Kucağınızda bir öykü var ve bu sizin öykünüz. İsterseniz bu öyküye devam edebiliyorsunuz ya da bu öyküyü yarım bırakabiliyorsunuz. Veyahut pek çok insanın yaptığı gibi, öykünüzü sizden başka herkesin yazabilmesine izin veriyorsunuz. Seçtiğiniz öykü ile ne yapacağınız hakkında fikri olan hiç kimse yok. Anders kendi öyküsüne son vermeyi seçti, bu tamamen kendi tercihiydi. Ama o öykünün yazılmasında dünyanın, toplumun, ailesinin ve pek çok insanın etkisi vardı. Anders'in öyküsü bitti ama var oluş sancısı Oslo'da o kafede, çocukluk evinde, dolaştığı sokaklarda yaşamaya devam edecek. 

10 Temmuz 2022 Pazar

Bir Karşılaşma

Eskişehir'de biri ile tanıştım. Bir anda güzel bir muhabbetin içinde bulduk birbirimizi, iki günlük bir zaman dilimi içerisinde sanki konuşmamız gereken her şeyden konuştuk. Kendini, yaptığı işi, çocukluğunu ve gelecek planlarını anlatış biçimi beni etkiledi. Yaptığı espriler, taklitler, gülüşü, enerji dolu oluşu ve samimiyeti bende bazı güzel, anlamlı hisler uyandırdı. Karakterlerimiz çok farklı olsa da, uzun süredir ilk kez karşılıklı bir çekim hissettim. Ondan da benimle ilgili benzer şeyleri duydum. Dışa dönük bir yapısı olduğu için o, hissettiklerini ifade etmekte güçlük çekmedi. Birinden, uzun süredir bu denli güzel sözler duymamıştım. Fakat ben daha içe dönük bir yapıya sahip olduğum için, bu kısa süreli zaman diliminde hissettiklerimi yeterince ifade edemedim. 

Benim için kahve demleyişi, mesleğimle ilgili meraklı ve heyecanlı sorular soruşu, çocukluğumuzda en çok sevdiğimiz dizilerin bile aynı oluşu, dizilerden yaptığı alıntılar ve taklitler, hepsini bir araya topladığımda bende bir anda bütüne kavuşuverdi. 

Ayrılmadan önce, "keşke burada yaşıyor olsaydın, senin gibi birine rastlayacağımı düşünmezdim" dedi. Sanırım bu sözler, benim yerimde olan pek çok insanı iyileştirmeye yeterdi. Beni de bir anlamda iyileştirdi sanırım. Üzerindeki parfüm kokusu çok hoşuma gittiği için, markanın adını sordum. O da benim parfüm kokum için aynı şeyleri düşündüğünü söyledi. Şehirden ayrılmadan önce parfümün satıldığı mağazaya girip kokuyu sordum ve ellerinde olmadığını öğrendim. Ne kadar tuhaf öyle değil mi? Şehirden ayrılırken ona bir veda mesajı attım. Nedense gözlerim doldu, oysa sadece 2 günlük bir sohbetimiz olmuştu. Bu kadar kısa sürede bu kadar güçlü bir bağ kurmak benim zayıflığım mı bilmiyorum. 

Yakın zamanda başka bir şehre taşınacağından bahsetti. Hayatına işi ile ilgili yeni bir yön vermek üzere anladığım kadarı ile. Tutacağı evi gösterdi, taşınacağı şehre davet etti. Ve ben döndükten sonra bir daha konuşmadık. 

Az evvel telefonuma bir mesaj geldi. Çok geç bir saat olsa da, aklına geldiğimi ve selam vermek istediğini söyledi. Ardından, birbirimizin yaşadığı şehre ilk ayak bastığımızda önce birbirimizi göreceğimizin sözünü aldı benden. Arada yazmamı, kendimden haberler vermemi istedi. 

Hayat ne kadar tuhaf, hareket halinde olmanın verdiği yenilik ve canlılığı yadsıyamam. Her geçen gün, her yaş alışımda hayata farklı bir yerden bakmayı öğreniyorum sanırım. Aramızda hiçbir şey olmayacak olsa bile, uzun süre sonra birinin beni hala etkileyebilir olduğunu görmek sanırım iyi geldi. Karşılaşmadığımız onca insan, kuramadığımız o kadar bağ varken dünyanın bu denli dönmeye devam ediyor oluşunu tarif edemiyorum. Bir yerlerde yeniden bir araya gelir miyiz bilemiyorum fakat bu iki gün içinde bana hissettirdikleri için ona minnettarım. Ve onu hatırlamaya devam edeceğim.

8 Temmuz 2022 Cuma

Bir Yaz Listesi - I

Yaz tatili dışındaki okumalarım için genelde uzun listeler yapmıyorum, çoğunlukla sosyal bilimler ile ilgili okumalar yaptığım için, okumakta olduğum bir kitap beni başka bir kitaba götürüyor. Dipnotlarda ya da kaynakçada rastladığım yeni bir kitap bir sonraki okumamı oluşturuyor, açıkçası bu da çok keyifli oluyor. Bu yılı okuma anlamında çok verimli geçiremedim. Bunda ruh halimin, sıkışmışlık hissinin de epey etkisi vardı. 

Edebiyatı çok sevdiğim halde epey uzun süredir edebiyat okumuyorum. Yirmili yaşlarımın ikinci yarısına kadar yoğun bir şekilde edebi metinler okudum. Bu anlamda pek çok metne vakıf olduğumu söyleyebilirim. Fakat bir yerden sonra kurgu dışı kitaplara ilgim arttı, öğretmen olduğum için branşım gereği sosyal bilimlere yoğunlaşmam gerekiyordu. Hem donanımımı artırmak hem de hazırladığım materyallere kaynak teşkil etmesi bakımından, yaklaşık üç yıldır yalnızca sosyal bilimler üzerine okumalar yapıyorum. 

Dün akşam güzel bir liste çıkardım, bu yazımda bu listenin bir kısmından bahsetmek istiyorum. 

  • Saraydaki Kahin - 15. ve 16. Yüzyıllarda Osmanlı Sarayında Kehanet, Cornell Fleischer, Kitap Yayınevi. (Geçtiğimiz günlerde bitirdim bu değerli eseri, içerisinde kehanet üzerine yazılmış bazı makaleler bulunmakta. Cornell Fleischer, Osmanlı tarihçiliğinin duayen isimlerinden biri. Osmanlı tarihine baktığımızda 15. ve 16. yüzyıllarda yoğun bir kehanet söylemine rastlıyoruz. Yalnızca saray çevresinde değil, halk arasında da yaygın bir söylem bu. Kitabın içerisinde yer alan makaleler de bu konu üzerine yoğunlaşıyor. Örneğin ben, Kanuni Sultan Süleyman'ın Remmal Haydar adında bir kum falcısı olduğunu ilk kez bu çalışma ile öğrendim. Kehanet, mistisizm ve bu konuların tarihsel alt yapısı ile ilgili bir merakınız varsa kesinlikle tavsiye ederim). 
  • Doğu'da Kahve ve Kahvehaneler, Helene Desmet-Gregorie, François Georgeon, Yapı Kredi Yayınları. (Kahvenin ve kahvehanelerin tarihte nasıl yaygınlaştığını merak edenler için eşsiz bir kaynak. Dün başladım, ilk makalesini okudum ve gerçekten çok etkilendim. Egzotik kahvenin tarihi kökenlerini merak ediyorsanız kesinlikle tavsiye ederim).
  • Özne Nasıl Susturulur? - Söylemlerden Liberal Laf Ebeliklerine, Serge Lesourd, Doğubatı Yayınları. (Uzun süredir merak ettiğim kitaplardan biriydi. Öznel ıstırabın yeni ifade biçimleri üzerine eğilen bu kitap oldukça katmanlı ve dolu. Psikanalitik kuramın kavramlarının da detaylı bir şekilde işlendiğini söyleyebilirim. Psikoloji ve psikanaliz okumalarına ilginiz varsa listenize ekleyebilirsiniz). 
  • İlkel İnsanın Zihni, Franz Boas, Doğubatı Yayınları. (Yeni çıkan kitaplardan biri, alanında oldukça kült ve önemli bir eser. Bir süredir antropolojiye merak salmış durumdayım. Irk, dil ve kültür üzerine okumalar yapmayı seviyorsanız ideal bir eser kesinlikle). 
  • İçsel Aile Sistemleri Terapisi, Richard C. Schwartz, Pinhan Yayınları. (Uzun süredir ilgi ile takip ettiğim ve hakkında çeşitli kaynaklar taradığım bir terapi yöntemi. Türkçe'de de bu alanda yazılmış yeterli kaynak yok maalesef. Bu açıdan ilgilileri için alınıp okunabilecek en değerli kitap diyebilirim. Kısaca İAS adı verilen bu model, bireylerin alt kişiliklerinin aileler gibi etkileşimde bulunduğunu ve değiştiğini ileri sürer. Benzeri alanlarda okuma yapmayı seviyorsanız, ek olarak Anne Ancelin Schützenberger tarafından yazılan ve İş Bankası Kültür Yayınları tarafından basılan Psikosoybilim isimli eseri de öneririm). 
  • Delişmenlik Çağı ve İnsan Denen Hayvan, Barbara Natterson-Horowitz & Kathryn Bowers, Metis Yayınları. (Bu yazıda son olarak bahsetmek istediğim 2 kitap. Hayvanların yaşamı ile insanların yaşamı arasında inanılmaz bağlar kuran ve insan davranışları ile hayvan davranışlarını, yaşamını pek çok açıdan aynı temelde inceleyen bir perspektife sahip bu değerli kitaplar. Özellikle bilim okumayı seviyorsanız tavsiye edebilirim. Benim de okumayı heyecanla beklediğim 2 kitap). 
Bir sonraki yazılarımda, okuma listemde yer alan diğer kitaplardan ve hatta izleme listemden de bahsedeceğim. Şimdilik bu liste önümde bana huzurla bakmakta. Sizlere de keyifli okumalar dilerim.

7 Temmuz 2022 Perşembe

Dinlence

Yaz tatiline girdiğimiz iki hafta olmuş bile, bugün bu hesabı yaparken oldukça zorlandım. Okul zamanı takvimimiz o kadar yoğun oluyor ki, zamanı sürekli kontrol etmek zorunda kalıyorum. Tatile çıkışımız itibari ile zaman mefhumunu yitiriyorum, bu durum üzerimdeki bütün yükü atıyor neredeyse. Yalnızca doğanın saatine uygun yaşamayı çok isterdim, günü yalnızca güneşin doğuşuna ve batışına göre yaşamak eşsiz bir huzur veriyor olmalı insana. 

Eskişehir'den bir sürü kitap aldım, dün de yaz okumalarım için pek çok kitap sipariş ettim. Salı günkü Üsküdar turumda çok sevdiğim bir kitapçıya uğradım. Öğrencilik yıllarımdan beri muhakkak her hafta bir kez gittiğim, kokusuna ve dokusuna hayran olduğum bir kitapçı. Normalde Cağaloğlu'nda mevcutlardı lakin konsept değişikliğine giderek Üsküdar'a taşınmışlar. Yeni yerlerini ziyaret etmek bende tuhaf ve hüzünlü bir his bıraktı. Nedense soğuk buldum, eski düzenine çok alıştığım için her şeyi garipsedim. Benim için tarihi yarımada ile özdeşleşmiş ve o civarın kalabalığından sıyrılıp sığındığım bir yerdi. Yalnızca bir kitabevi değildi aynı zamanda bir hafıza mekanıydı. Ne yazık ki İstanbul'da her şey her gün ve her saniye o kadar hızlı değişiyor ki, bir süre sonra hafızanızı, belleğinizi yitiriyorsunuz. Bugün okuduğum bir haberde de Beyoğlu'ndaki Pandora Kitabevi'nin kapanacağını öğrendim. Buna da çok üzüldüm, yıllar içinde İstiklal Caddesi'nin profili ve çehresi o kadar değişti ki, kitap karıştıran insanların sayısı da epey azaldı. O gün Üsküdar'dan ayrıldıktan sonra Cağaloğlu tarafına geçtim ama o dükkanın önünden geçemedim. Sanki birileri anılarımı çalmış, bir daha geri vermeyecekmiş gibi. İçim biraz buruk. İletişim Yayınları da geçtiğimiz yıl Cağaloğlu'ndan ayrılıp Harbiye'ye taşındı. Cağaloğlu, yayıncılık tarihimizin kolektif belleğini yansıtır, pek çok yazarın ve yayının, yazın hayatına başladığı yerdir. Ne olursa olsun bundan sonra her Cağaloğlu'na gidişimde belleğimi taze tutmaya çalışacağım. Zihnimden de silemezler ya anılarımı, öyle değil mi? 

Bu akşam oturup biraz yazıp çizeceğim. Neleri okumalı, hangi metinlerden başlamalı karar vereceğim. Biraz da sinema ile haşır neşir olmak istiyorum bu yaz. Çok yoğun şekilde izleyen, izlemeyi seven bir insan değilim. Dizi kültürüm neredeyse hiç yok, popüler platformlara da üye değilim. Yalnızca Mubi üyeliğim var ve Mubi'yi gerçekten çok seviyorum. Şöyle güzel bir yaz listesi çıkarmak lazım, olabildiğince izlemek ve ilham almak lazım. Güzel bir yaz olur umarım, umarım biraz olsun yaşadığımın farkına varırım.

6 Temmuz 2022 Çarşamba

Yarım Bırakılmış Bir Öykü

Seni, Karaköy vapurunun sahile yanaştığı an gördüm. Birkaç sıra arkandaydım, bir şeyler ararmış gibi bir anda ardına döndün. Yanaklarına dökülen saçlarının arasından tedirgin bir bakış fırlattın. Bir anlığına gözlerindeki hüzün ile baş başa kaldım. O kadar uzun boyluydun ki, vapurdan indikten sonra seni gözden kaybetmeden ilerleyebildim. Hızlı adımlar atıyordun, sanki bir yere yetişecekmişsin gibi. Sonra bir anda olduğun yerde durdun, geriye doğru döndün ve sahildeki banklardan birine oturdun. Ben de usulca banklara doğru yöneldim, hemen yanındaki bankı boş bulunca oturdum. Önce, bir süre denize doğru baktın. Karşında Sarayburnu kıyısı vardı, gözlerin, bir anlığına denize dönüştü. Ardından çevik bir hareketle çantandan küçük, fermuarlı bir cüzdan çıkardın. Üzerinde İstanbul'dan resimler olan, hani şu Eminönü'nde turistlere satılan hediyelik cüzdanlardan. İçinden bir sigara aldın, o sırada ne kadar naif olduğun geçti içimden. Ellerindeki zarafet, parmaklarını kullanış biçimin; sanki bu dünya için fazla hassastı, fazla kibardı. 

Sigaranı içerken yeniden daldın güneşli gökyüzüne. Sanki bakıyor ama görmüyor gibiydin, yer yer kaşlarını çatıyordun ardından sana özelmiş gibi duran o ziyan olmamış masumiyet çöküyordu yüzüne. Nasıl bir yaşamın vardı, neler geçmişti başından bu hayatta bilemiyordum. Esasen, bunları bilmek de istemiyordum. Şu anki halini var edenin bunlar olması, gözümde tüm yaşadıklarını kıymetli kılmaya yetiyordu. 

(Bu öykünün bir devamı yok, bir sonu da yok. Olması gerektiği gibi, yarım, parça parça. Yaşam ile öykü arasında hep ince bir çizginin olduğunu düşünmüşümdür. Olanca gerçekliği ile geçerken ömür; bir his, bir başka insan, bir eşya, bir dokunuş ya da anlık bir temayül, bir miktar tahayyül; gerçeği bir öyküye çevirmeye yetiyor. Bazen hayatın gerçekliğini yarım bırakmak, yarı yolda bırakmak gerekiyor, bir başkasının tamamlayabilmesi için). 


François Ozon'un "Frantz" isimli filminden bir fotoğraf. Sevdiği her iki adam tarafından yarım, yalnız bırakılmış olan bir kadın. Anna. 

5 Temmuz 2022 Salı

Dönüş

Eskişehir'den döndük, daha doğrusu dönmek durumunda kaldık. Annem biraz rahatsızlandı, hem sıcak hem de beslenme düzeninin bozulmuş olması onu olumsuz etkiledi. Ne kadar tuhaf öyle değil mi, ölümün kıyısından döndüğü şehre yıllar sonra yeniden ayak bastığında yeniden rahatsızlandı. Bizim için kısa bir Eskişehir tatili olmuş oldu, bir daha ne zaman gidebiliriz bilemiyorum. 

Bu süreçte pek çok emlakçı gezip ev baktık, beğendiğimiz evler de olmadı değil. Kısmet değilmiş, belki yaz tatili bitmeden ben tek başıma giderim. Belki de hiç gitmem, bu bir hayal olarak kenarda köşede bir yerlerde kalır. 

Eskişehir'i seviyorum, İstanbul ile kıyasladığımda pek çok açıdan şirin ve yaşanılası bir şehir. Fakat Eskişehir'de iken aklıma parça parça İstanbul geldi. Beni pek çok açıdan zorlayan bir şehir olsa da, burada geçirdiğim yılları düşündüm. Gülhane'de yürüyüşlerimi, Caferağa'da soluklanıp kahve yudumlayışlarımı, Divan Yolu boyunca attığım adımları, Vefa'da içtiğim bozaları ve daha pek çok şeyi düşündüm. Olayları romantize etmekte üstüme yok, hayata hiçbir zaman gerçekçi bakmayı başaramadım. Belki de, yaşıyor olmanın üzerimde yarattığı bu bunalımın ve ağır yükün altında bu romantizmin etkisi vardır. Olsun varsın, ben de böyle bir insanım. 

Yarın İstanbul'da biraz dolaşacağım, Üsküdar'a gitmek gibi bir planım var. Üniversitede okurken Üsküdar'da kalmıştım. Önce Altunizade Erkek Öğrenci Yurdu'nda, daha sonra ise sevgilim ve ev arkadaşlarının evinde. Güzel günlerimiz olmuştu Üsküdar'daki o evde. Eski bir apartmanın en üst katıydı, sahile yakın bir konumdaydı. Eski ve tarihi bir mahallede, üniversite okumak için İstanbul'a gelen bir grup arkadaş. Ve bir sevgili, beş yılımın birlikte geçtiği ve uzun süre aynı yastığa baş koyduğum bir yaren, dost. Her şey gibi bu ilişki de bitti, o zamanları düşündüğümde ne kadar da toy olduğum geliyor aklıma. Henüz hayat gailesi ve kaygıları ile tanışmamış, masum bir delikanlı idim. Bir de kedimiz vardı evde, benim en başta alışamadığım fakat daha sonra canımdan bir parça haline gelmiş dişi bir kedi. Oldukça asi idi ama iyi anlaşırdık. Birlikte gittiğimiz tiyatro gösterileri, İstanbul'u karış karış dolaşmamız ve renkli bir hayatın zihinlerimizde bıraktığı mutlu anılar. Bir daha o yaşlara geri dönmek ister miydim emin değilim fakat o telaşsızlığa ve kaygısızlığa yeniden ulaşmak isterdim. Yaş aldıkça her şey daha beyazlaşıyor sanki, otuz yaşın bana hissettirdikleri ile o delişmen çağın hissettirdikleri arasında dağlar kadar fark var. İlk önce heyecanını yitiriyor insan, ardından direnci azalmaya başlıyor ve sonra kendi kabuğuna çekiliyor. Bu, çoğunluk için böyle olmayabilir lakin benim için böyle oldu. Anlam ararken, anlamsızlığı keşfetmenin getirdiği çöküntü hissi ile baş başa kaldım. Bir kuş kanadından düştüm, ayağıma taş değdi. Kuşu kaybetmek ise sanırım en hazin olanıydı. 

Yarın vapura bineceğim, bir kitapçıyı ziyaret edeceğim ve Üsküdar'da biraz gezineceğim. Ardından tarihi yarımadaya geçip biraz kahve çektireceğim ve Gülhane Parkı'nda bir yürüyüş yapacağım. Tüm kaygılarımdan uzak kalmayı deneyeceğim, evet en azından bir süreliğine deneyeceğim. 

Şu aralar çok sevdiğim bir François Ozon filmi olan Frantz'ın soundtrack'ini dinliyorum. Chopin'in Nocturne No: 20 isimli eseri bende öyle duygular uyandırıyor ki, tarif etmem imkansız. Besteyi adeta yaşıyorum, hayatı yaşayamayışımın acısını çıkarır gibi. İnce ince, uzun uzun, aheste aheste ve tadını çıkara çıkara yaşıyorum.

3 Temmuz 2022 Pazar

Gürültü Çağında Sessizlik

Eskişehir'de dolaşırken rastladığım ve okuduğum bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Norveçli kaşif, yayıncı ve yazar Erling Kagge tarafından yazılmış olan, "Gürültü Çağında Sessizlik", sessizliğe düşülmüş 33 nottan oluşuyor. Erling, üç kutup noktasını geçen ilk kaşif olarak biliniyor. Keşifleri ve kişisel yolculuğu sırasında sessizlik üzerine elde ettiklerinden, hislerinden ve düşüncelerinden bahsediyor. 

Beni yeni tanıyan ya da uzun süredir tanımakta olan insanların, benimle ilgili düşündükleri ortak bir şey var, sessiz ve sakin olmam. Ben de sorduklarında genelde kendimi bu iki kelime ile tanımlarım. Belki de kendimizi, ancak bizi tanıyan insanların tanımları ile tanımlıyoruz. Oysa sessizlik, kişinin kendini keşfi ile hemhal. Kitabı okurken sessizliğin ne olduğu üzerine düşündüm. Kitabı bitirdiğimde ise sessizliğin tanımlanamayacağı kanaatine vardım. Çünkü sessizliği tanımlamaya kalktığınızda, sesleri kullanmanız gerekiyor, sessizliği bozmuş olmanız gerekiyor. Oysa sessizlik herhangi bir yerde, zamanda ya da anda var olan bir şey değil. Sessizlik sizin yarattığınız, ses ile olan ilişkinizden doğan ve her şeyde olduğu gibi zıttı ile var olan bir şey. Şey diyorum çünkü tam anlamı ile tanımlanamayan her şeyin, doğal olarak "şey" hali ile kalması gerektiğini düşünüyorum. Üstelik, her şey tanımlanmak zorunda değil, öyle değil mi? 

Gündelik hayatımda çok fazla konuşmayı tercih eden bir insan değilim. Genelde dinlerim, hemen konuşmaktan ya da yorum yapmaktan imtina ederim. Ludwig Wittgenstein, "üzerine konuşulamayan hakkında susmalı" demiş. Tam da böyle bir şey aslında bahsetmek istediğim. Hep düşünürüm; dil, kendimizi ifade etmek için yeterli bir araç değildir. Dil, hiçbir zaman asıl değildir, asıl olmamıştır. Asıl olan belki de sessizliktir, bu sessizliğin bozulması ile ortaya çıkan her şey ise, insan evladının sıkılmasının bir ürünüdür. Basbayağı, dümdüz şekilde, bir can sıkıntısının eseri. 

Dünyayı dışarıda bırakmanın keyfine henüz varamadım, tek bildiğim dünya beni dışarıda bırakmadan önce bir gün bunu başaracabileceğim.