4 Aralık 2020 Cuma

Budala

Dostoyevski yolculuğunda üçüncü durağım "Budala" oldu. Bu metinde "Karamazov Kardeşler" ile "Cinler" adlı metinlerden daha farklı bir atmosfer var. Dostoyevski, Budala'da saf, katışıksız ve olduğu gibi temiz bir karakter yaratmak istemiş. Hakikaten de Prens Mışkin böyle biri. Gerçek hayatta bir Prens Mışkin tanıyabileceğimizi zannetmiyorum, ya da şu ana kadar benim karşıma böyle biri çıkmamış olabilir. 

İnsanlar kendisini "budala" olarak adlandırsa da, o kendi varlığına asla ihanet etmez. Olduğu gibidir ve tekdüze de değildir. Duygusal olaylar karşısında ne yapacağını bilemese de epey zekidir. İsviçre'den Rusya'ya uzanan macerası boyunca, bir günde tanıdığı insanlarla şekillenen hayatı onu bambaşka bir yolculuğa sürükler. Bunun içinde bir aşk hikayesi de var; hatta yaptığım araştırmalarda okuyucular bu metindeki durumu büyük bir aşk olarak değerlendirmişler fakat bunun hatalı olduğunu düşünüyorum. Roman boyunca hiçbir şekilde gerçek, saf ve büyük bir aşktan söz etmek mümkün değil. Prens'in Filippovna'ya karşı hissettikleri bana kalırsa asla aşk değildir. Zaten metnin içinde kendisi de bunun bir acıma duygusundan kaynaklandığını itiraf eder. 

İlginçtir ki Dostoyevski'nin çoğu metninde muhakkak tutkuları ve saplantıları ile hareket eden bir karakter vardır. Karamazov Kardeşler'de Mitya'dır bu mesela. Budala'da ise bu karakter Rogojin'dir. Kendisini çözebilene aşk olsun. Metnin baş karakterlerinden biri sayılabilecek Aglaya Yepançin'den ise hiç hoşlanmadım. 

Budala'yı başarılı bulmakla birlikte bir Karamazov Kardeşler olmadığını söyleyebilirim. Prens Mışkin'in, edebiyat tarihinde belki de eşi benzeri olmayan bir karakter olması, metnin en ilgi çekici bulduğum yanı. 

Keşke diyorum, hayatımda Prens Mışkin gibi bir dost olsa. Sonra da diyorum ki, belki de olmaması daha iyidir.