27 Ağustos 2019 Salı

Mimler Dünyası

Aramıza yeni bir arkadaşımız katılmış, kendisine güzel bir serüven diliyorum. Sayfasına bakmak isterseniz tıklamanız yeterli, Can Uzunyol hoş gelmişsin. 

O zaman hemen birlikte soruları yanıtlayalım! 

1. Yaşınız 60-65'e geldiğinde yaşamak istediğiniz yer? 

Şu an İstanbul'da yaşıyorum ve o yaşlarda İstanbul'da yaşamayı istemezdim. Belki Cunda Adası olabilirdi, ya da Muğla'nın dağlık köylerinde bir yerde. Sessiz, sakin bir yerde. 

2. Bir hedefiniz var mı, varsa neler? 

Şu an için net bir hedefim yok. Mesleğimde daha iyi yerlere gelebilmeyi isterim ileride, şu an halimden memnunum sanırım. 

3. Blogger ile nasıl tanıştınız? 

16 yaşında olmalıyım. Yazı yazmayı seven ve okuyan bir öğrenciydim. O zamanlar daha yeni yeni popüler olmaya başlamıştı sanırım. Düşüncelerimi, hayallerimi aktarabileceğim güzel bir yer olabileceğini düşündüm. O tarihten bu yana yazıyorum, 11 yılı devirdik. Burada büyüdüm diyebilirim. 

4. Gurur duyduğunuz başarılarınız varsa nelerdir? 

Başkalarının başarıları ya da kendi başarılarımla gurur duymam genelde. Başarı çok göreceli bir şeydir; çiçek büyütmek isteyen bir insanın bir sürü çiçek büyütmesi de bir başarıdır, dünyanın en büyük şirketlerinde yönetici olmak isteyen birinin bu hedefine ulaşması da başarıdır. Başarısızlık da güzeldir aynı zamanda. Şu an olmak istediğim yerdeyim, tabii daha gidilecek yollar var elbet. Çözülmesi gereken bir sürü problem, yeni sesler. Hayat problem çözmekten ve tahammül etmekten ibaret sanırım. Arada mutlu da olabiliyorsak ne ala. Böyle devam. 

5. Boş vaktinizde neler yapıyorsunuz? 

Valla İstanbul'da boş vakit kavramı pek mümkün değil, özellikle yoğun çalışıyorsanız. İşimi evime taşımak zorunda olduğum için çok boş vaktim kalmıyor; kalan kısımlarda bol bol okuyorum, müze ve tarihi yerleri gezip, siyah beyaz fotoğraflar çekiyorum. Biraz kara kalem çizimleri yapıyorum, vakit fazla ise öykülerim üzerinde çalışıyorum. 

Geldik bir mimin daha sonuna, sağlıcakla kalın.

21 Ağustos 2019 Çarşamba

Mini Mini Beşler

Okulda yoğun çalışmalar içerisindeyiz. Nedense kendimi hiç yabancı hissetmiyorum, sanki uzun yıllardır bu okulda çalışıyor gibiyim. Bu beni çok sevindiriyor. Bölümde toplamda dört öğretmeniz, üç kadın ve malumunuz bir ben erkek. Bu da bölümler için denge sağlayıcı bir durum bence. Yarından itibaren birkaç gün sürecek bir eğitime giriyoruz; uluslararası alanda "understanding by design" denilen bir metodun eğitimini alıyor olacağız. Türkçe'ye "tasarım yoluyla anlama" diye çevirebiliriz sanırım. Okul, bu sistem üzerinden tasarlıyor eğitim planlarını. Bunun için heyecanlıyım. 

Bölüm odamızda masamız, dolaplarımız hepsi belli oldu. Okullar açılana kadar masama yerleşmiş ve tüm malzemelerimi toparlamış olurum. Bu yıl masamda avokado çekirdeğinden bir avokado bitkisi yetiştirmeyi düşünüyorum. Ben çalışırken onun büyümesini izlemek keyif verici olacaktır. 

Hangi sınıflara gireceğimiz ve ders programımız da belli oldu. Bu sene beşinci, altıncı ve sekizinci sınıflar ile çalışacağım. Yıllar geçti hala yedinci sınıflara girebilmiş değilim, neyse bunda da vardır bir hayır diyorum. Sekizler biraz zorlayabiliyor, ergenlik döneminin etkisi onlarda çok yoğun. En masumları ve tatlıları ise beşinci sınıflar; üç tane beşinci sınıfım olacak bu sene. Altıda ise ufaktan hareketlenmeler başlıyor. Tabii ki hiçbir seviyenin bir farkı yok benim için lakin beşinci sınıfları özel olarak seviyorum. Örneğin beşinci sınıflarda ders işliyorsunuz; önemli birkaç cümle yazdırmanız gerekiyor defterlere. O birkaç cümle yazılana kadar neredeyse dersin yarısı bitiyor. Nasıl mı? Tam olarak şöyle: 

"Öğretmenim ben defterimi evde unutmuşum başka bir kağıda yazsam olur mu? 
Öğretmenim ben renkli kalemle yazsam olur mu? 
Öğretmenim ben simli kalemle yazayım diyorum, olur mu? 
Öğretmenim satır başına geçelim mi? 
Öğretmenim ben satır başına çiçek çizebilir miyim? 
Öğretmenim benim kolum yoruldu biraz mola mı versek? 
Öğretmenim kalemim yere düştü biraz bekler misiniz? 
Öğretmenim yazdığımızın üstünü fosforlu kalemle çizelim mi?"

Evet, sabrınızın çok ama çok yüksek olması gerekiyor. Bu yüzden beşinci sınıflara mümkün mertebe bir şey yazdırmıyorum. Vaktimizi daha etkin değerlendirmiş oluyoruz. Sonra da eve geliyorum ve her birine çok gülüyorum. Dertleri hiç bitmiyor, ama hepsi çocuk dertleri, masumca. Sanırım çocukları çok özledim, yeni dönemi dört gözle bekliyorum. Her ne kadar başladıktan sonra "artık tatil gelsin de dinleneyim" diyecek olsam da her sene başka bir heyecan, başka bir macera. 

Kitaplar Üzerine Bir Mim

Sevgili Edischar'ın mimi üzerine yeniden buradayım. Konumuz çok güzel, o halde hemen soruları yanıtlamaya başlıyorum: 

1. Kitap size ne kattı? 

Hayatımın en önemli parçası kitaplar. Çok büyük bir olgunluk, ruh dinginliği kazandırdığını söyleyebilirim. Gerçek hayatta tanıyamayacağım kadar insanı kitaplar sayesinde tanıdım. Özellikle edebiyat bu anlamda benim için çok kıymetli. 

2. Kitap arkadaş mıdır sizce? 

Bu bana kalırsa çok klasik bir tabir, kitabı arkadaş olarak görmüyorum. Kitap, benliğimin bir parçası. Benimle özdeş ve bütün. 

3. Neden kitap okuyorsunuz? 

Yaşayamayacağım hayatları yaşamak ve göremeyeceğim hayatları görmek için. 

4. Kitabı ne sıklıkla okuyorsunuz? 

Her hafta en az bir kitap bitirmiş oluyorum. 

5. Hangi tür kitapları okuyorsunuz? 

Çoğunlukla edebiyat okuyorum. Üniversite hayatım bitene kadar çağdaş dünya edebiyatından beslendim. Son bir yıldır da klasik dünya edebiyatı üzerine yoğunlaşmış durumdayım. Bunun dışında sıklıkla tarih metinleri okuyorum. Sosyal psikoloji ve psikoloji gibi alanlarda da belirli bir yol kat ettim. 

6. Kitap yazmayı düşündünüz mü? 

Sanırım benim için en can alıcı soru bu. Yaklaşık otuz civarı öyküm var. Öyküler yazıyor ve bunlar üzerine çalışıyorum. Hayallerimden biri bir kitap çıkarmak. Lakin kolay bir süreç değil, acele etmeden çok okuyup, bunları sağaltıp büyük bir emekle devam etmeyi planlıyorum. Her şey tamamlandığında belki bir gün hayaller gerçekleşir. 

7. En sevdiğiniz yazar kim? 

Böyle bir soruya yanıt vermek benim için epey zor. Çünkü sevdiğim çok fazla yazar var. Lakin ilk aklıma gelen yazarları söylemek isterim. Dünya edebiyatı ile başlarsak Dostoyevski en sevdiğim yazarlardan biri. Yine Rus yazar Lermontov'u çok seviyorum. Christopher Isherwood'u da anmak isterim. A Single Man isimli kitabı beni benden alır. Celine, Thomas Bernhard, Robert Musil, Marguerite Yourcenar gibi isimler de ilk aklıma gelenler arasında. Bizim edebiyatımızda ise en sevdiğim yazar Füruzan. Külliyatını defalarca okuduğum ve metinlerini asla yanımdan ayırmadığım bir kalem. Tomris Uyar, Vüsat O. Bener, Bilge Karasu, Nezihe Meriç ve Sevgi Soysal da ilk aklıma gelen isimler arasında. 

8. Kitapları ciltler misiniz? 

Kitaplarımı ciltlemiyorum. Biriktikçe okullara bağışlıyorum ve kalanları da arkadaşlarıma hediye ediyorum. Kitapları mülk edinme fikrine pek sıcak bakmayan bir okurum. 

9. Gezi kitapları sever misiniz? 

Çok fazla gezi kitabı okuduğum söylenemez. 

10. Kitap alırken kapağına göre mi seçersiniz? 

Kesinlikle hayır. Yazar, içerik, yayınevi ve çevirmen en önemli etmenler benim için. 

Bir mimin daha sonuna geldik. Umuyorum keyifli bir yazı olmuştur. Sağlıcakla kalın. 

18 Ağustos 2019 Pazar

İş Günü

Yarın itibari ile çalışmaya başlıyorum. 9 Eylül'e kadar bir seminer dönemi geçirip ardından okulları açacağız. Bu sene yeni bir okulda işe başlayacağım için her şeye yabancı durumdayım. Okulu, yapıyı, öğretmenleri ve öğrencilerimi yeni yeni tanıyor olacağım. Oldukça eğitici bir seminer programı tasarlanmış. Yarın itibari ile yoğun bir iş dönemi beni bekliyor. 

Bu sene çalıştığım okulda çok sıkıntı yaşamıştım, her açıdan çok vasat bir okuldu. Tek tutunma kaynağım öğrencilerimdi. Bir ay kadar ağlayarak işe gittim, devam etmek çok zor geldi ama seneyi öğrencilerim için tamamlama kararı aldım ve pes etmeden bir yılımı tamamladım. Bu seneki okulum hayallerimdeki okul. İçerisinde olacağım için mutluluk duyuyorum. 

Bu yıl kendimi yenilemem ve geliştirmem gerektiğinin farkındayım. Yüksek lisans mezuniyetimin üzerinden iki yıl geçti. Doktora için hazırlık yapmak ile yapmamak arasında gidip geliyorum. Herhangi bir üniversitede bir araştırma görevlisi olmak gibi bir hayalim hiç olmadı, şu an için de yok. Mesleğimi çok seviyorum ve uzun yıllar kendi işimi yapmak istiyorum. Sınıf içerisinde olmak beni çok mutlu ediyor. Bu yüzden doktoranın kariyerim için ne derece gerekli olduğu hususunda kendimle mutabık değilim. Bunun üzerine biraz daha düşünmeyi planlıyorum. 

Alanımla ilgili bazı kitaplar not ettim, sene içerisindeki etkinliklerimde ve çalışma yapraklarımda kullanmak üzere bu hafta itibari ile onları alıp okumaya ve notlar çıkarmaya başlayacağım. Bunun dışında edebiyattan uzak kalmak istemiyorum. Taşınma işlerimiz ve askere gidip gelmemden dolayı verimli bir yaz geçiremedim. Yeniden Rus klasiklerine bir geri dönüş yapmak istiyorum. Fakat türlü okumalar yapmak isteyince muhakkak bir tür eksik kalıyor ve bunun dengesini kuramamak beni üzüyor. Bu konuda da şöyle bir yol geliştirdim: Hayatımda ilk kez çalıştığım okula epey uzak mesafedeyim. Anadolu yakasında oturuyorum ve okulum Avrupa yakasında. Sanıyorum gidiş dönüş hepsini hesaba katarsak günde yaklaşık üç saatim serviste geçecek. Ve ne yazık ki sabah beş gibi uyanmak durumunda kalacağım. Daha önce hep işime yakın yerlerde oturduğum için bu durum bende biraz kaygı yaratıyor. En azından edebi eserleri yol boyunca okuyabilirim diye düşündüm. Böylece dünyada en çok sevdiğim şey olan edebiyattan da mahrum kalmamış olurum. 

Okul, genelde İstanbul'un epey varlıklı kesiminin, tanınmış insanların oturduğu bir muhitte. Bu açıdan o civardaki ev kiraları da uçmuş durumda. Madem okula yürüme mesafesi bir yerde oturamıyorum o zaman uzaktan gidip gelmeyi deneyebilirim diye düşündüm. Umarım İstanbul trafiği ve bu uzun yol beni yormaz ve performansımı etkilemez. 

Bu yıla dair çeşitli planlarım var lakin onu da başka bir yazıya saklayayım diyorum. Yarından itibaren hiç batmayacak bir mutluluk güneşi doğar umarım. Güzel günlerimiz olsun. 

17 Ağustos 2019 Cumartesi

Hayal Fabrikası: Üreten Çocuklar

Pazartesi günü çalışmaya başlayacağım. İşe gidip gelirken yeni, temiz kıyafetler giymek gerekiyor haliyle. Fakat benim yalnızca bir adet pantolonum ve üç adet gömleğim var. İki çift de eski ayakkabım. Gerçekten şaka değil, uzun yıllardır alışveriş yapmıyorum. Dün mecburiyetten büyük bir alışveriş merkezine gittik. Saatlerce gezinmiş olmamıza rağmen ben hiçbir şey alamadım. İçimden gelmiyor, çok sıkılıyorum ve o alışveriş merkezlerinde olup bitene anlam veremiyorum. Biraz bahsedeyim. 

Evimizde bir senedir yemek masası ve giysi dolabı yok. Eski evimiz rutubetli çıkınca eşya alamadık. Bu yaz yeni eve geçince rahatladık. En azından bir yemek masası ve bir giysi dolabı alalım dedik ve önce İkea'ya gittik. Hayatımda ilk kez bu mağazaya gidiyorum ve evimizde bu mağazadan hiçbir eşya yok. Yalnızca iki yataklı kanepemiz, bir çalışma masamız var. Bir sehpada da yemek yiyoruz. Bir buzdolabı ve bir çamaşır makinesi var mecburen. Bunun dışında hiçbir eşyamız yok. Mağaza çok büyük bir yer ve içerisinde çok fazla uyaran var. Benim hemen başım dönmeye başladı ve çıkmak istedim. Çıkmanız da hiç kolay değil çünkü mağazayı zekice bir algı ile oluşturmuşlar. Çıkışa ulaşmanız için muhakkak her bölümden geçmeniz gerekiyor ve dakikalarca dolaşsanız dahi çıkışa bir türlü ulaşamıyorsunuz. Eşyalar tasarım olarak çok şık duruyorlar lakin çok pahalılar. Bunun yanında pek çoğunun da kullanışsız olduğunu düşünüyorum. Memleketteki bu İkea algısını da anlamış değilim. Herkesin evi aynı ve bu eşyalarla dolu. Hiçbir şey almadan geri çıktık ve bir daha gideceğimi de zannetmiyorum. Kendimi Pan'ın Labirenti adlı filmde gibi hissettim. 

Gelelim kıyafetlere. Moda pek çok insan için önemli olabilir. Tabii modanın gelir düzeyi ile yakından bir ilişkisi var ne yazık ki. Giyim mağazalarının bir çoğu yabancı markalardan oluşuyor ve üst düzey gelir grubuna hitap ediyor. Annem terzilikten emekli olduğu için bu sektöre biraz aşinayım. Tekstil sektörü dünyada işçi emeğini en çok sömüren sektörlerin başında gelir. İşçiler çok zor şartlarda çalıştırılır, sosyal hakları yok denecek kadar azdır, sürekli mesaiye bırakılır ve emeklerinin karşılığını alamazlar. Alışveriş merkezlerindeki insan profiline baktığımda ise çok değişken olduğunu görüyorum. İnsanlar resmen alışveriş merkezlerinde yaşıyorlar. Bir ihtiyaç için gelmediği halde oralarda dolanan ve bir şeyler yiyip içen bir sürü insan var. Mağaza girişlerine tıkıştırılmış içi renkli toplarla dolu cam kafeslerde ise anneler sözde çocuklarını eğlendiriyorlar. Düşünsenize, bir çocuğun çocukluğu alışveriş merkezinde top dolu cam kafesin içinde oynayarak geçiyor. Çocuklar büyüdüklerinde ve çocukluk anılarını hatırladıklarında büyük bir hayal kırıklığı yaşamaları işten bile değil. 

Geçtiğimiz yıl öğrencilerime "hayal fabrikası" adında bir proje vermiştim. Proje kapsamında onlara sınırsız bir özgürlük tanıdım. Üretmek istedikleri şeyler nelerdi? Dünyayı daha iyi bir hale getirmek için geri dönüşüm ürünlerinden, çevreye yararlı, patenti kendilerine ait olacak orijinal fikirlerin taslaklarını çıkarmalarını ve bunu birer projeye dönüştürmelerini istedim. Ortaya inanılmaz fikirler çıktı ve biz bu ürünleri okulumuzda sergiledik. Şimdi dönüp baktığımda alışveriş merkezlerinde koşan çocukları gördükçe çok üzülüyorum. Evlatlarınıza bunu yapmayın; aynı kıyafetin beş farklı rengini almaya arzu duymak yerine yeni bir şeyler üretmeye arzu duyan çocuklar yetiştirmeye gayret edin. Zaten eğitim sistemi olarak ülkece hiç iyi bir yere gitmiyoruz. Bari kendi çocuklarınızı bu tüketim çılgınlığının içine sürüklemeyin. 

15 Ağustos 2019 Perşembe

Yıllar Sonra Yeni Bir Mim

Sevgili "Edischar" hoş gelmiş, çok iyi etmiş. Yazılarını okuyup keyif alabileceğimiz yepyeni bir sayfa. Daim olsun. Yıllar sonra ilk kez bir mim ile kendisine eşlik etmek istedim ben de. O zaman başlayalım! 

1. Üniversiteden mezun olduğumdan beri çalışmaktayım. Bu sene iş hayatında yedinci yılım olacak ve bir iş değişikliğine gittiğim için yeni işte de ilk yılım olacak. İşsiz geçirdiğim bir dönem olmadı. Lakin bu altı yıl içerisinde üç tane iş değiştirdim. Öğretmen olduğum için genelde hafta sonlarım boş oluyor, ekstra bir görev ya da organizasyon olmadığı sürece. Özel okullarda çalıştığım için de hafta sonu işlerim bitmiyor. Yeni etkinlikler hazırlamak, yeni okumalar yapmak, öğrencilerle iletişime devam etmek, planlar yapmak gibi. Ben sürekli kitap okuyorum. Hem edebi metinler hem de branşım gereği tarihi metinler okuyorum. Bu sene bu okumalara sosyoloji, psikoloji ve sosyal psikoloji gibi alanları da dahil edeceğim. Bunun dışında evde vejetaryen/vegan tarifler deniyorum. Bir ara çiçekler yetiştirmiştim, terapi gibi oluyor. Bazen kara kalem çalışmalar yapıyorum, bir süre porselen desenleme ve boyama eğitimi almıştım. Tarihi mekanları, müzeleri ya da güzel eserleri görmek de iyi bir seçenek. Bazen makinem ile siyah beyaz fotoğraflar çekmeye çıkıyorum. Telefon ile de çekilebilir. Ve yine sıklıkla yazdığım öyküler üzerine yoğunlaşıyorum. Çok büyük bir zaman gerekse de. Genel olarak boş vakitlerimizi böyle değerlendirebiliriz diye düşünüyorum. 

2. Günümü işe gitmeden önce planlıyorum. "Her şey defteri" ismini verdiğim ve bir sene boyunca kullandığım bir defterim var. Hatta öğrencilerime de tutturuyorum bu defterden. Genelde gün içinde ne yapmam gerekiyorsa onları yazıyorum. Gün içerisindeki hislerimi de bu deftere not ediyorum. Senenin sonu geldiğinde geçmişte neler hissettiğimi okumak beni çok etkiliyor. Teknoloji kullansam da bu tarz işlerde teknolojiyi hiç sevmiyorum. Defterler ve kalemler benim için daha cezbedici. 

3. Hedeflerimin bir çoğuna genç bir yaşta erişebildim diyebilirim. Bunun için kişisel olarak çok ama çok mücadele verdim. Hedefler gerçekleştirilirken risk alınması ve sabır gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ve basamak basamak ilerlemek bana göre çok önemli. Her seferinde bir sonraki aşamayı düşünüyorum, en son aşamayı değil. Çünkü bazen hedefler koysak da şartlar buna müsaade etmiyor. Bu durumda en önemlisi vazgeçmemek. Şu an için tek hedefim daha doğrusu hayalim, bir gün öykülerimin iyi bir yayınevinden bir kitap olarak çıkabilmesi. Belki bir gün gerçekleşir. 

Epey yazdım sanırım, o zaman şimdilik veda edeyim. 
Sevgili Edischar, çok teşekkür ediyorum. 
Sevgilerimle. 

13 Ağustos 2019 Salı

Öğle Vakti

Biraz bekler gün, çiçeklerin geniş yapraklarına dolanır. Belki bir oğlum olursa ismini Gün koyarım. Belki de hiç çocuğum olmaz. Şimdiden kim kestirebilir. 

Sirkeci'de tramvay boyu dolaşırken gördüğüm pek çok insan var. Değişik yüzler, her birinin binlerce kaygısı. Yerli yabancı. Sanki bir boşluğun içi bir anda doluvermiş gibi, o kadar kalabalık. İnsan her aradığını bulabilir mi? Yoksa aradığımız varlığın bulunamayışı mı güzeldir? İnsan bir ömür hayatını biri ile paylaşabilir mi? Yoksa yalnız kalmamak uğruna kendimizi kandırdığımız bir düzen mi bu? 

Süleymaniye'den Mısır Çarşısı'na inerken karanfil kokuları sarar insanı. Belki de Yeni Cami'nin yanı başındaki balık dükkanlarını geziyorsundur. Turuncu, siyah, tombul, renkli balıklar... Sarı saçlı çilli turist çocukları; her köşe başında birbirlerine benziyorlar. Hangi memleketten ayırt etmek güç. Oysa bizim çocuklar hemen ayırt ediliyorlar öbürlerinden; esmer ten, siyah saçlar, keskin bakışlar, üstleri başları kendi bedenlerine büyük, hep bir sonraki sene giyer diye büyütülen çocuklar. 

Biraz daha ilerlersin belki, köprüden geçip Galata'ya doğru. Suya bakmaya korkarsın büyük ihtimalle, son zamanlarda çok kirlenmiş diye. Hep üzülmemek için kaçarsın, gidersin. Bu da senin zayıf tarafın belki de, hepimizin sakladığı gibi. Bir ara memleketin aklına gelir, çarşamba yokuşu, çocukluğun, hasat mevsimi. 

Güneşi sen al, yağmurlar benimle kalsın. Belki ısınır için, belki peynir alırken karşılaşırız yine bir öğle vakti. 

11 Ağustos 2019 Pazar

Bir Adım

Bu seneye dair kendimce bazı düşüncelerim var, bazı bazı yapmak istediğim şeyler. Belki de yaşamaya dair bir adım, tam olarak ifade edemiyorum. Askerdeyken düşünmek için çok zamanım oldu. Sanırım insan orada hayatın, özgürlüğün önemini daha iyi kavrayabiliyor.

Bir hafta sonra çalışmaya başlayacağım. Nihayet olmak istediğim yerdeyim, işimle ilgili her şeyden çok memnunum. Bu sene hayata daha fazla katılım sağladığım bir yıl olmasını istiyorum. Hem annemi hem de kendimi dahil ettiğim çeşitli etkinliklerle, dışarıdaki hayata biraz daha selam ettiğim, en genel anlamı ile kabuğumdan çıktığım bir yıl olmasını istiyorum. Yaşım gençken, sağlıklıyken ve olmak istediğim yerdeyken yapmak istediğim şeylerin çoğunu yapıp biraz daha rastgele yaşamak niyetindeyim. Bugüne kadar hep planlı ve programlı bir hayat sürdüm. Elbette bu bana pek çok başarı, disiplin getirdi. Bahsetmeye çalıştığım şey planı ve programı elden bırakmak değil de, biraz daha hayatın tadını çıkarmak esasen.

Farklı faaliyetlerde bulunmak, yeni yerler görmek, bir sene ara verdiğim fotoğrafçılığa kaldığım yerden devam etmek, yeniden öykü yazmaya başlamak, yeniden sevdiğim metinleri okumaya başlamak, insanlarla biraz daha içli dışlı olmak gibi. Bakıldığında hepsi benim için oldukça radikal kararlar ama artık böyle olmasını istiyorum sanırım. 

Neler yaparım, neler yaşarım bilemiyorum ama çalışma dönemine keyfim yerinde başlayacak olmak benim için şimdiden çok sevindirici. Umarım bu büyü bozulmaz, mutlu bir yıl olur benim için. Yeni fikirler, yeni adımlar belki yaşamdan keyif almamı sağlar. Bakıp görelim hep birlikte, sonra da yaptığımız şeyleri buraya not düşelim. Güzel vakitler güzel insanlar ile bütünleşsin. Yeniden yolumuza devam edelim. Bir tebessüm, bin keyif.

10 Ağustos 2019 Cumartesi

Askerden Dönüş

Bu sabah itibariyle askerden döndüm. Epey zayıflamış ve birkaç ton koyulaşmış bir vaziyette nihayet normal hayatıma geri döndüm. Şimdi evde güzel bir kahvaltı yapıp ardından sade bir türk kahvesi içme vakti. Selamlar İstanbul.