Biraz bekler gün, çiçeklerin geniş yapraklarına dolanır. Belki bir oğlum olursa ismini Gün koyarım. Belki de hiç çocuğum olmaz. Şimdiden kim kestirebilir.
Sirkeci'de tramvay boyu dolaşırken gördüğüm pek çok insan var. Değişik yüzler, her birinin binlerce kaygısı. Yerli yabancı. Sanki bir boşluğun içi bir anda doluvermiş gibi, o kadar kalabalık. İnsan her aradığını bulabilir mi? Yoksa aradığımız varlığın bulunamayışı mı güzeldir? İnsan bir ömür hayatını biri ile paylaşabilir mi? Yoksa yalnız kalmamak uğruna kendimizi kandırdığımız bir düzen mi bu?
Süleymaniye'den Mısır Çarşısı'na inerken karanfil kokuları sarar insanı. Belki de Yeni Cami'nin yanı başındaki balık dükkanlarını geziyorsundur. Turuncu, siyah, tombul, renkli balıklar... Sarı saçlı çilli turist çocukları; her köşe başında birbirlerine benziyorlar. Hangi memleketten ayırt etmek güç. Oysa bizim çocuklar hemen ayırt ediliyorlar öbürlerinden; esmer ten, siyah saçlar, keskin bakışlar, üstleri başları kendi bedenlerine büyük, hep bir sonraki sene giyer diye büyütülen çocuklar.
Biraz daha ilerlersin belki, köprüden geçip Galata'ya doğru. Suya bakmaya korkarsın büyük ihtimalle, son zamanlarda çok kirlenmiş diye. Hep üzülmemek için kaçarsın, gidersin. Bu da senin zayıf tarafın belki de, hepimizin sakladığı gibi. Bir ara memleketin aklına gelir, çarşamba yokuşu, çocukluğun, hasat mevsimi.
Güneşi sen al, yağmurlar benimle kalsın. Belki ısınır için, belki peynir alırken karşılaşırız yine bir öğle vakti.
2 yorum:
Kaleminize sağlık, çok beğendim.
Edischar ;)
Çok teşekkür ederim :)
Yorum Gönder