23 Mart 2019 Cumartesi

Jane Eyre

Battaniyeme sarınıp metni okumaya başladım. Oldukça sade bir dille kaleme alınan eser, Jane Eyre adında küçük yaşta annesiz ve babasız kalan bir kız çocuğunun hayatını anlatıyor. Viktorya dönemi İngiliz kırsallarında eşsiz bir gezintiye çıkmış gibi hissediyorum kendimi. Eski yapıların griliği arasında dolaşıp, maun mobilyalarla süslü yüksek pencerelerden eşsiz doğa manzaralarını canlılıkla seyrediyorum. 

Henüz dün gece başladım, iki yüz sayfa kadar ilerledim. Mart ayından bu yana içimdeki sıkıntı ile hiçbir şey okuyamazken ilaç gibi geldi bana Jane Eyre. Hayatta sade olan her şeyi çok sevdim. Süs eşyaları, süslü giysiler, süslü yaşamlar hiçbiri bana göre değil. Nerede sade, etiketsiz, saf şeyler var hep onların peşinde koştum hep. Metnin içerisinde ve hikayede de baştan sona sadelik var. 

Uzun uzadıya bir inceleme yazısı kaleme almayacağım şu an, metni bitirdikten sonra muhakkak bir şeyler yazarım. Sadece eserin bende bırakmış olduğu izlenimlerden bahsetmek istedim biraz, şimdi izninizle okumaya devam edeyim.

21 Mart 2019 Perşembe

Kurmaca

Niçin hep bundan da ötesi var diye bekleriz? Bir çemberin içindeyim. Akşamları ılık süt içerim, bardağın kenarlarında dört kat kaymak tabakası. Yapışıp kalınca büzüşüyor bir de, hiç sevmediğim bir görüntü. 

Uzaya çıkan insanlara gıpta ile bakıp durdum hep. Bor, uçak yakıtı olarak kullanılıyormuş. Tutunamayanları da hala okuyamadım, kitap rafımda duruyor. Bilge Karasu'nun kitaplığı kapaklıymış, ne ince bir adam. 

Öğrencilerim bir şeyler hediye ediyorlar, fazla eşya sevmiyorum. Hele ki süs eşyaları, hepsini atıyorum. Kalemler, kitaplar pek dağınık. Zihnim de dağınık zaten. Bazen dalıp gidiyorum, otobüs camından bakar gibi. İnsan hayata böyle bakar mı? Aldırma, kiminin gönlü kayık. Kimi de, işte bir otobüs yolunda. Sabahın erken vaktinde kalkıyor insanlar, işlerine gidiyor. Birileri böyle kurmuş düzeni. Hep mülk edindiler diye, bunca kötülük. Mülkiyete binaen, bir tuğla daha koyuyor laz müteahhit. 

Kirpi duvarlar, alçacık pencereler. Çiçekler önünde soldu, tombul bir kedi oturmuş boylu boyunca telgraf çiçeğinin üzerine. Bu ne umursamazlık! Aşk olsun sana yeni gün, annemin elinde kahve fincanı, bir kadının ağzından tarot masalları. Falları kim uydurmuş? 

Halı da yok biliyor musun, yerlerde toz tanecikleri. Yapışıp kalıyorlar, hep rutubetten, duvarlar damla damla, yemyeşil. Yeşilin en kötü tonu, en güzeli tomurcuklarda. 

Şuranın balı meşhur, şuranın iklimi, şuranın bitki örtüsü. Aman ne de sıkıcı. Eski mahalleden kimi haberler, bir telefon uzağımızda. Radyonun anteni kopunca müziksiz kalmak gibi, memleketsiz kalmak. 

Her akşam çay, her akşam çay. Hiç mi bıkmaz insan? Bir şeye de benzese bari tadı. Balık  da mı yemiyorsun diye soruluyor. Yok yahu, yemiyorum işte. Zaten göbek de çıkmaya başladı, yaşlılık mı bu? Hep erken yaşlandık, bizim nesil çürük anacağım. Nerdeee, daha emekli olacağız. 

Kış vakitleri Füruzan okunur, arkasından belki biraz Tomris Uyar. Berlin'in nar çiçeği, senin çiçeğin hangisi? Bir vakitler erkenden yatardı, çocuktu. Şimdi hep gece yarıları, her gün birkaç bardak kahve içmeler. Öğretmen mi olacakmış parasız yatılının çocuğu? Olmaz denilen şeyler hep oldu, galeta yapacakmış anası. 

Saçında bir toka, yemyeşil hem de. Öyle toka mı olur yahu? Senin gittiğin parkın kaydırak rengi, salonda iri kıyım bir adam oturuyor. Kadife koltukların birinde, eski evinde bir kitap unutmuş ters kapak. Allah allah! Eskiyi de öyle çok özlüyorum ki, sorma gitsin. Sonra mahalle arası, iki site ötedeki kedi maması. Teyzenin biri, balkon penceresi gecekondu manzaralı. 

Neresinden çıkarsan çık, kurtuluş yok. Pek tatlı, asil bir rüya ingiliz soyundan. Sonunda kalakaldı bir başına, bir evi var başını sokacak. Sırtı da ağrıyor hep eğri oturmaktan, son şarkı da çaldı köşe başı. 

20 Mart 2019 Çarşamba

Aylardan Mart

Ruh halim sürekli gelgitli, sanırım bir sevgilim olsa bu dengesiz durumuma hiç katlanamazdı. Burçlardan falan da anlamam lakin terazi burcu olmanın dengeli olmakla bir ilişkisi olmasa gerek. Yine üzerimde bir halsizlik, okuldan gelince öylece kıyafetlerimle battaniyeye sarınıp gece yarısına kadar uzanıyorum.

Mart ayı boyunca da hiç kitap okuyamadım. 12 Mart ve 18 Mart tören hazırlıklarında çok yoruldum ve vaktim hep koşturmaca ile geçti. Dün çok sevdiğim filmlerden biri olan A Single Man'in müziklerini dinledim. Aynı zamanda edebiyat tarihi içerisinde en sevdiğim metindir Tek Başına Bir Adam. Yıllar evvel Metis Yayınları basıyordu artık Yapı Kredi Yayınları basıyor. Memleketteki evimizde Metis Yayınlarından aldığım bir baskı var. Kısmet olur da bu yaz gidebilirsek yanıma alacağım. Film müzikleri aklıma klasik eserleri getirdi yine. Daha evvel BBC'de mini dizisini izlediğim fakat kitabını okumadığım Jane Eyre adlı yapıtı sipariş ettim. Yanında da Uğultulu Tepeleri. Sanırım Rus edebiyatından sonra İngiliz edebiyatı dönemi başlıyor benim için. 

Aslında tarih ve sosyoloji ile ilgili eserler de okumak istiyorum. Lakin her insanın bir ilgi alanı vardır, örneğin sosyoloji ve psikolojiye dair ne kadar çok şey okursam okuyayım zihnimden pek çoğu uçup gidiyor. İçlerinde bir edebiyat öyle değil, tüm hikaye tüm kurgu zihnimde olanca canlılığı ile uzun süreler geçse dahi dans edebiliyor. 

Bu cansız durumum ne olacak bilemiyorum, birkaç gündür tek yaptığım şey defterime bir sürü okuma listesi çıkartmak. Kitaplar masamda çoğalınca da rahatsız oluyorum ve her birini hediye ediyorum, okula bağışlıyorum. Bazen de ruh halimden ciddi anlamda sıkılıyorum, tüm yaşantım ev. Aslında böyle olmasından mutluyum da, bir garip ruh hali. İşten eve gelince yorgun olduğum için bir şeyler yapasım gelmiyor. Yine de kendime haksızlık etmeyeyim, hiçbir eğitim almamış olmama rağmen kara kalem çalışmalarına başladım ve çizimlerim birkaç arkadaşım tarafından çok beğenildi, esasen ben de çok beğendim. Bir şeyler çizip duruyorum işte. Sulu boyaya başlamak niyetim var, ona da artık yeni bir eve geçip düzen kurunca başlarım diyorum. Odanın birinde yalnızca çalışma masam var hala, bomboş. Bu sene bir düzen kuramadığımız için böyle oldu, şu evden çıkınca istediğim şeyleri daha rahat yapabilirim diye düşünüyorum. Çünkü beni mutlu eden en önemli mekan ev. Evin içi yaşanılası bir yer olmadığı için bu senem pek de iyi geçmiyor. 

Hala okul kıyafetlerimi çıkartmadım, kravatım bile kocaman bir şekilde boynumda asılı duruyor, yatarken çıkaracağım sanırım. Biraz müzik dinleyip tekrar kanepeye döneyim ve uzun uzun tavana bakayım diyorum. Evet, bakayım. 

17 Mart 2019 Pazar

Mahmood-Soldi

Bu sene Eurovision şarkı yarışmasında İtalya'yı temsil eden ve kuşkusuz yarışmanın en çok konuşulan isimlerinden biri. Benim de yürekten destekleyeceğim iki adaydan biri. Hakkındaki bilgilere bakılınca yarı İtalyan yarı Mısırlı olduğu belirtilmiş. Şarkısında babadan uzak geçirilen ve para ile değişip şekillenen bir aile yaşantısını anlatıyor. Soldi, para anlamına geliyormuş. Şarkıda kendi hayatından ne kadar iz var? Ne yazık ki bu konuda bilgim yok.  

Mahmood'un asi ve asabi bir duruşu var. Biraz da nefret dolu bakışları var. Yarı Mısırlı bir sanatçı olarak Avrupa'da ne tür zorluklar yaşamıştır bilemiyorum lakin farklı ve çok başarılı bir şarkı çıkarmış ortaya. Bir ay evvel yayımlanan klibi ise şu an elli milyon izlenmeyi bulmuş durumda. Bu da ayrı bir başarı. 

Mahmood'un canlı performanslarını izledim. Ne yazık ki çok çok iyi diyemeyeceğim, umarım yarışma esnasında iyi bir canlı performans sergileyebilir. Eğer öyle olursa birinciliğe en yakın isim olacağını düşünüyorum. Halk oylamasında da epey başarılı olacağı kanaatindeyim. Bir aydır şarkısını sürekli dinliyorum, insanı güçlü hissettiren bir altyapısı var müziğin. Özellikle şarkının Arapça kısımları ve alkış kısımları çok iyi. 

Malum İtalya kaliteli sanatçıları ve İtalyanca şarkıları ile yarışmada istediği başarıyı bir türlü yakalayamadı. Umarım bu sene kaderleri değişir. 

Başarılar Mahmood. 

Pazar Kahvaltısı

Ben küçükken annemle bir tek pazar kahvaltılarını birlikte yapabiliyorduk. İlkokula gittiğim dönemde o benden önce uyanıp işe gitmiş oluyordu. Pazar sabahları benim için büyük bir neşe kaynağıydı. Oturduğumuz apartmanın bahçe katı bizimdi. Mutfağımız kocaman bir bahçeye açılıyordu. İçinde türlü türlü sebzeler, birkaç tane kocaman ağaç...

İki kişilik bir çaydanlığımız vardı, minicik bir şey. Annem onunla kendine çay demler, kahvaltı boyunca da bir sürü çay içerdi. Bense kakaolu sütümü yudumlardım. Minik radyomuz da Trt Fm ayarlıydı. Biz kahvaltı yaparken türk sanat müziğinden eserler çalardı. 

Bugün de yine bir pazar kahvaltısı günü. Pazar sabahlarını seviyorum, iş güç düşünmediğim, oturup uzun uzun kahvaltı yaptığım bir zaman dilimi. Hele bir de dışarıda güneş varsa, kuşlar cıvıldıyorsa. Artık pazar kahvaltılarımıza siyah beyaz bir film eşlik ediyor. Açıyoruz, eski İstanbul'u izleye izleye, mazide gönül gezdirerek vakit geçiriyoruz. 

Hiç büyük hayallerim olmadı; zengin olmak, mal mülk sahibi olmak, şu mevkide, bu yerde olmak gibi. Ya kitaplar mutlu etti beni ya da bir tatil vakti dışarı çıktığımda gözümü kamaştıran güneş. 

Cemal Süreya da demiş ya: 

Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem
Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı

Sabah-ı şerifleriniz hayırlı olsun efendim. 

15 Mart 2019 Cuma

Küçük Bir Şeyler

Bugün altıncı sınıflara dersim vardı. Beni epey yoran, hareketli bir grup. Ders dinlemeye hevesli olan öğrenci sayısı çok az içlerinde, zamane çocukları. Dertleri, istekleri ve hayalleri bizimkilerden çok farklı. Bir sanal gerçekliğin içinde yaşıyorlar ne yazık ki, sosyal medya çocukları. 

Her ders en az beş dakika hayat hakkında konuşuyorum onlara, tabii bir kulaklarından girip diğerinden çıkıyor. Bir de haftanın son günü son dersleri benimle. İyice bunalıyorlar haliyle. Bu tarz sınıflara girerken derin bir nefes alıyorum. Sinirlenme, bağırma, bırak konuşsunlar, değişmiyorlar... Ben derse girince ayağa kalktılar ve selamlaştık. Tam oturup yoklama alacağım, "hocam arkanıza bakar mısınız, tahtaya" dediler. Hepsinde de bir tebessüm. Dönüp baktım, kocaman bir kalp çizip içine adımı yazmışlar. Beni çok sevdiklerini, beni üzdükleri için onları affetmemi, ben gülümseyince çok mutlu olduklarını da eklemişler yazılarına. 

Biliyorum beni haftaya yine üzecek ve kızdıracaklar, ben yine kalemleri kağıtları bırakıp nutuk çekeceğim onlara. Fakat bugün mutlu oldum ben de. Bazen onların dünyalarına inmeye çalışıyorum, bu ülkede böyle bir eğitim sisteminde zorlanıyorlar haliyle. Daha şimdiden umutları tükenmiş durumda, çok da haklılar. Devir böyle değilken biz hala elli yıl öncesinin sistemi ile çocukları dört duvar arasına tıkıp akşama kadar oyalıyoruz. Fakat bazen bir şeyler oluyor, çocuk yürekleri ortaya çıkıveriyor. 

Hayatta adım atarken hem çocukları hem de çevremdeki insanları kırmamaya çalışıyorum. İnsanlardan uzak olsam da, hallerini dertlerini anlamaya gayret ediyorum. İster istemez hayatta bir meslek seçip bir misyon ediniyoruz. Çocuk eğitmenin çoktan modası geçti lakin hala bir yerlerde küçük bir şeyler var sanırım. Susuzluktan ölecek gibiyken bir yağmur damlası hayal etmeye başlamak gibi. Kısaca biraz hüzün biraz da tebessüm. 

13 Mart 2019 Çarşamba

Kirli Beyaz Kedi

Gece yarısı, bir sade türk kahvesi yaptım. Oturdum bilgisayar başına, Hümeyra'dan kirli beyaz kediyi açtım, ne de güzel bir şarkı. 

Bir boşluk dönemi gibi benim için, on günü geçti hiçbir şey okumuyorum. Ne okusam karar da veremiyorum. Bu ay da böyle geçsin varsın. Okulda işler yoğun, o mevzulara hiç girmeyeceğim. 

Yedi ayı geçti bu semte ve eve geldiğimiz. Haziran ayında bu evden çıkmış oluruz, bu da böyle garip bir sene oldu benim. Hiç beklemediğim sürprizlerle karşılaştığım. Sanırım ne yapmak istediğimize çok emin olsak da, hayat bir yerden bir şeyler çıkarıyor. Hiçbir şeyden emin olmamak gerekiyor. 

Bir yerden sonra film koptu bende, bazen her şey bir oyunmuş gibi geliyor. Sanki tüm yaşamım, etrafımdaki insanlar ben dahil olmadan gelip geçmeye devam ediyor. Dışarıdan seyrediyormuş gibi hissediyorum. Yaşın verdiği bir olgunluk da var tabii, otuza ne kaldı şurada. Hayatın içine tam anlamıyla dahil olamama sorunum devam ediyor, bazen okulun lavabosuna girip aynada kendime bakıyorum. Ne yaptığıma, orada niçin var olduğuma anlam vermeye çalışıyorum. Çabalarımız beyhude seyrediyor en nihayetinde, hepimizin sonu Anna Karenina'ya benzeyecek. Bir raydan çıkacağız, kendimizi atıvereceğiz öylece. 

kirli beyaz kedi
yıkan göz yaşınla 
kurtul anılardan
sarıl yarınlara...

12 Mart 2019 Salı

Eurovision 2019

Eskisi gibi sıkı takip etmesem de hala bu yarışmayı takip ediyorum. Bu seneki şarkıların hemen hemen hepsini dinledim. 

En büyük favorimi hemen açıklamak isterim. Bu sene Hollanda'yı Arcade isimli şarkısı ile temsil edecek Duncan Laurence en güçlü adayım. Yarışma üstü, oldukça güzel bir parça. Birinci olmasını ümit ediyorum.  

Bir diğer büyük favorim ise İtalya adına yarışmaya katılan Mahmood. Tarzım olmayan bir şarkı olmasına rağmen epey beğendim. Sıralaması ne olur bilemiyorum, Mahmood'un canlı performansı pek de iyi değil. Eğer iyi bir performans sergileyemezse ilk onda seyreder diye düşünüyorum. Eğer çok üst bir performans gelirse birinciliğe oynayabilir. 

Fransa'ya hiç anlam veremedim, tamam eurovision bir lgbti geçidi fakat en azından güçlü seslere sahip sanatçılar ve şarkılarla ülkenizi temsil edin bari. Nerede Alma, nerede Amir! Bilal Hassani'nin şarkısını ve performansını oldukça vasat buldum. Beğenmedim. 

Avustralya ise bu sene tam bir hayal kırıklığı yarattı bende. Zaten pek iyi şarkılarla katılmıyorlar yarışmaya girdiklerinden beri. En azından Dami'nin çok güçlü bir sesi vardı. 

Sergey Lazarev bu sene Rusya adına yine yarışmada. Bu sefer You Are The Only One gibi manasız bir şarkı ile katılmamış, daha duygusal bir şeyler yapalım demiş. Şarkı idare eder, özellikle enstrümantal kısımları iyi. Lakin yine birinci olamayıp ilk beşte yer bulacaktır diye düşünüyorum. 

Cyprus ise geçen sene yaptığı büyük çıkıştan sonra bu sene yine benzer tınıları olan Replay isimli bir şarkı ile katılıyor. Dikiş tutturmaya başladı, şarkı modern pop/elektronik ezgiler taşıyor. İyi bir derece alacak gibi duruyor ama hiç tarzım değil. 

Belçika ise gençlik dizisi jenerik müziği tarzı ile yarışmadaki yerini alacak bu sene. Son birkaç yıldır daha alternatif ve başarılı parçalarla yarışmaya katılıyorlardı. Bu sene biraz popüler müziğe karışmışlar. Çok başarılı olacaklarını sanmıyorum lakin kötü bir sıralama da almayacaktır. Şarkı fena değil, ergenimsi melodisi ile oy toplayacaktır. 

Azerbaycan ve Ermenistan son yıllarda ciddi düşüşler yaşıyor. Eskiye oranla şarkıları kötü, sıralamaları iyi değil. Bu sene de her iki ülkeden iyi bir sıralama beklemiyorum. 

Şimdilik bu kadar yorum yapayım, diğer şarkıları da ilerleyen zamanlarda yorumlarım muhakkak. 

6 Mart 2019 Çarşamba

Dünya Hali

Uzun süredir bir şeyler yazamıyorum. Pek keyfim de yok açıkçası, her zamanki dertler, dünya ağrısı. Ayfer Tunç'un Dünya Ağrısı adlı kitabını okuduktan sonra bir arkadaşımla ne zaman dertleşsek hep bu tabiri kullanıyoruz; pek dokunaklı bir o kadar da naif. 

Mart ayı çok yoğun geçiyor, bir sürü program, okulda bir sürü aşağılamaya maruz kalmak, emeğin her gün daha da fazla sömürülmesi, bitmeyen kaygılar, bitmeyen uykular, okunmayan kitaplar derken bu ayın benim için pek de iyi geçmediğini söyleyebilirim. 

Çok iyi bir okuldan görüşme teklifi aldım demiştim. Görüştük, çok da güzel geçti. Düşündüğümüz birkaç adaydan birisiniz, size bir ay içerisinde geri dönüş sağlayacağız demişlerdi. Ne yazık ki diğer adayla devam etme kararı almışlar. Çok da üzülmedim esasen, birkaç dakikalık bir burukluk yaşadım sadece. Kısmete inanan biriyim, olmayacağı varmış deyip yoluma devam edeceğim. Tanımadığım diğer öğretmen arkadaşım için de çok sevindim, hayatına mutluluk katmıştır bu haber umarım. 

Bir yorgun, bir bitkin halim yine. Hafta sonunu iple çekiyorum, her ne kadar yazılı hazırlamak gibi bir ton ıvır zıvırla geçecek olsa da hafta sonum; yine de o boğucu gürültüden uzak evimde olmak bana iyi hissettiriyor. Mart'ın bir çabuk gitmesini, yok olmasını bekliyorum.