Bugün altıncı sınıflara dersim vardı. Beni epey yoran, hareketli bir grup. Ders dinlemeye hevesli olan öğrenci sayısı çok az içlerinde, zamane çocukları. Dertleri, istekleri ve hayalleri bizimkilerden çok farklı. Bir sanal gerçekliğin içinde yaşıyorlar ne yazık ki, sosyal medya çocukları.
Her ders en az beş dakika hayat hakkında konuşuyorum onlara, tabii bir kulaklarından girip diğerinden çıkıyor. Bir de haftanın son günü son dersleri benimle. İyice bunalıyorlar haliyle. Bu tarz sınıflara girerken derin bir nefes alıyorum. Sinirlenme, bağırma, bırak konuşsunlar, değişmiyorlar... Ben derse girince ayağa kalktılar ve selamlaştık. Tam oturup yoklama alacağım, "hocam arkanıza bakar mısınız, tahtaya" dediler. Hepsinde de bir tebessüm. Dönüp baktım, kocaman bir kalp çizip içine adımı yazmışlar. Beni çok sevdiklerini, beni üzdükleri için onları affetmemi, ben gülümseyince çok mutlu olduklarını da eklemişler yazılarına.
Biliyorum beni haftaya yine üzecek ve kızdıracaklar, ben yine kalemleri kağıtları bırakıp nutuk çekeceğim onlara. Fakat bugün mutlu oldum ben de. Bazen onların dünyalarına inmeye çalışıyorum, bu ülkede böyle bir eğitim sisteminde zorlanıyorlar haliyle. Daha şimdiden umutları tükenmiş durumda, çok da haklılar. Devir böyle değilken biz hala elli yıl öncesinin sistemi ile çocukları dört duvar arasına tıkıp akşama kadar oyalıyoruz. Fakat bazen bir şeyler oluyor, çocuk yürekleri ortaya çıkıveriyor.
Hayatta adım atarken hem çocukları hem de çevremdeki insanları kırmamaya çalışıyorum. İnsanlardan uzak olsam da, hallerini dertlerini anlamaya gayret ediyorum. İster istemez hayatta bir meslek seçip bir misyon ediniyoruz. Çocuk eğitmenin çoktan modası geçti lakin hala bir yerlerde küçük bir şeyler var sanırım. Susuzluktan ölecek gibiyken bir yağmur damlası hayal etmeye başlamak gibi. Kısaca biraz hüzün biraz da tebessüm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder