11 Mart 2023 Cumartesi

Bütün Gülleri Çalmışlar

Söze nasıl, nereden başlanır bilemiyorum. Bir aydır bir cehennem içerisinde yaşıyor gibi hissediyorum. Gün içerisinde bir anda ağlamak geliyor, hiç tutamıyorum kendimi. Okulda, evde, ders arasında, sokakta, eve dönerken hüngür hüngür ağlıyorum. Bunca acı, bunca yaşam mücadelesi, hayatın kendisi ıskartaya çıkmış gibi çoktan. Üstelik bu ülke, bu ülke canımı yakıyor. Her şeyini kaybeden bir insanın yeniden hayata tutunması ne kadar mümkün? Mümkün olanların azlığı, mümkün olmayanlar karşısında ne kadar kıymetli? Zaman durmuş gibi, hiç akmayacakmış gibi. 

99 depreminde Sakarya'nın bir ilçesinde yaşıyorduk. O geceyi hiç unutmuyorum, 7-8 yaşlarındaydım. Bir kaos hali, herkes sokaklara dökülmüş. Hayatımda böyle bir gerçek yoktu, neler olduğunu anlayamamıştım. Biraz da oyun gibi gelmişti çocuk halimle, uzun süre dışarıda, çadırda ve arabalarda yatmak, tıpkı bir oyun gibiydi. 3 ay sonra bir daha benzeri bir sarsıntı, yine kaos, yine karanlık. Hiç bitmeyecek gibiydi, doğa bizimle oyun oynuyor gibiydi. Okullar açılınca, binamız yerine bahçesine kurulmuş kocaman çadırlarda başlamıştı dersler. Çadırların içerisinde birer ikişer yerleştirilmiş sıralarda oturuyor, çadırın bir kenarına kurulmuş ve bir türlü ısınamadığımız sobanın daha çok yanmasını bekliyorduk. Tam da matematik dersinin ortasında, Türkçe dersinde şiir okumaya çalışırken, herhangi bir an yağmur başladı mı sırılsıklam olmaya başlardık. "Hadi bakalım çocuklar, ıslanmadan evlerinize gidin. Yarın görüşürüz". "Tamam öğretmenim". Bir sevinç, çadırlar su alıyor diye yine evlerimize gidiyorduk. Bu oyun demekti, sokakta oyun oynayacak daha fazla zaman demekti. O yaşlarda her şeyi bir oyun gibi görmeye meyilliydik, sonra büyüdük, hayatın kendisinin bir oyun olduğunu pek iyi kavradık. Öyle bir kavradık ki, hep oyun dışı kaldık. Kanıksadık, kanıksadıkça vazgeçtik. 

İstanbul'da sürekli bir teyakkuz halinde yaşamak, son bir aydır çok yorucu olmaya başladı. İçimdeki gitme isteği alevlendi, alevlendi. Nereye, nasıl gideceğiz? Gittiğimiz yerde ne yapacağız? Memleketimizdeki müstakil evimizi, bahçemizi ve anılarımızı bırakıp buraya gelmişliğimiz on küsür sene olmuş. Başka yerde iş olmayınca, gelip burada kalabalık etmek zorunda kalmışız. Oysa ben geri dönmek istiyorum. Çocukluğuma, eski evimize, bahçemize geri dönmek istiyorum. Ama, bütün gülleri çalmışlar. Biz olmayınca toprağımız bize küsmüş, kerpiç evimizin köşe duvarı kireç dökmüş. 

Ankara'da birkaç okula başvuru yaptım, ne olur bilmiyorum. Şansımı denemek istiyorum. Aynı şeyler, endişe, çocukluğun o acımasız oyunu... Tekrar yaşamayalım diye, ne büyük bir acı, ne büyük bir elem. Bir yandan hayatın devam ediyor oluşu, çok kızıyorum, başka çaremiz yok, devam etmeliyiz diyorum, ediyoruz diye kendime çok kızıyorum. Kötü olanlar kazanınca iyi olanlar vazgeçiyor, ben de buradan vazgeçip gitmek istiyorum. Bir yandan buradaki on yıllar, yaşanmışlıklar, arkadaşlar, sesler, dokular ve hikayeler... Bu hafta bölüm başkanlığı teklif ettiler, sevinebildim mi? Hiçbir şey istemiyorum, makam, mevki her neyse hiçbir şey istemiyorum. Hepsi onlara kalsın, hiçbirine inanmıyorum. İki arada bir derede, nasıl gideceğiz, zayıfız, nasıl hareket edeceğiz? Nereye gitsek dertler peşimizden gelecek gibi. 

Boşa kaymış yıldızlar gibiyim, bırakıverseler birazdan düşecek gibiyim. Bahçemize geri dönmek istiyorum ama bütün gülleri çalmışlar. 

15 Ocak 2023 Pazar

Yeni Bir Yıl İçin

Bir süredir burayı epey boşladım, bazen hiç aklıma bile gelmiyor girip bakmak. Oysa hayatımın daha genç yıllarında her şeyi yazardım buraya, bıkıp usanmadan, sanırım yaş aldıkça bir şeyler değişiyor insanın içinde. İçimde herhangi bir şeye dair heyecan duymakta zorlanıyorum, büyümenin bir etkisi de bu olmalı. 

Yeni yılda hayatımda pek bir değişiklik olduğu söylenemez, yaşamaya devam ediyorum bir şekilde. Ocak ayının büyük bir kısmını hasta geçirdim, daha doğrusu kış aylarını sürekli hasta geçirdiğimi söyleyebilirim. Ne kadar dikkat etsem de bünyem çok zayıf, bir de çocukların içinde çalışınca hasta olmamak elde değil. Yeni yeni toparlıyorum, büyük ihtimal sömestr tatiline kadar iyileşmiş olurum tamamen. 

Bu yıl için kendime bir ajanda satın aldım, doldurmaya da başladım. Ne zamandır aklımdaydı, birkaç defter daha aldım. Kendi kendime küçük notlar alıyorum. Hayatımdaki en büyük değişiklik bu olabilir. Bir diğeri ise Mayıs ayında Edinburgh'a gidecek olmam. Fen Bilimleri bölümünün bir bilim gezisi olacakmış, sanırım üç gece kalacağız. Beni de sorumlu öğretmen olarak tercih ettiler, elbette buna çok sevindim. Çünkü Batı Avrupa'da herhangi bir yere seyahat etmedim daha önce. Yalnızca yurt dışı olarak Yunanistan, Makedonya ve Kosova'ya gittim. Bir okul gezisi olduğu için ne derece rahat geçer emin değilim lakin okul gezisi ile bile olsa güzel bir deneyim olacaktır. Şu şartlarda bir öğretmen olarak yurt dışına çıkmam mümkün değil çünkü. Muhakkak buraya da notlar düşerim gezi vakti gelince. Pek heyecan duymuyorum demiştim ya, sanırım uzun süredir beni bu haber kadar mutlu eden bir şey olmadı. 

Bir diğer yenilik ise saçlarımın epey uzamış olması, bir buçuk senedir kesilmiyorlar. Artık üst kısımlardan bir miktar açılmaya başladı. Büyük ihtimalle birkaç seneye kel kalacağım. Fakat kıvırcık gibi uzadıkları için açılan yerleri kendiliğinden kapatıyorlar, ben de bu nedenle kesmiyorum. Güzel de oldular sanki, farklı farklı şekiller verip topluyorum. Zor bir iş saç ile uğraşmak, beş dakikada yaptığım banyolar yarım saate çıksa da sanırım bir müddet daha bu şekilde kullanmaya devam edeceğim. Daha ne kadar uzar bilmem, bunalırsam kestiririm yine kısacık. Sonra gelsin yavaş yavaş saçsız bir baş. 

Bu hafta son haftamız, nihayet sömestr tatili geldi çattı. Yazılıları açıklayıp, not girişlerini yapıp döneme veda edeceğiz. Beşinci sınıflara zor bir sınav yaptık, çoğu döküldü. Çocukların pandemi ile geçirdiği boşluğu bir türlü dolduramıyoruz, ben bile bu kadar olacağını düşünmemiştim lakin ilkokulu uzaktan eğitim ile geçiren çocukların büyük bir kısmında ciddi bir beceri eksikliği var. Mesela beşinci sınıflar asla beşinci sınıf gibi değil, hala ilkokullar. Çok zorluyor bizi gerçekten, geçen sene yaptığımız çalışmaları bile yapamıyoruz bu grup ile. Umarım o açık bir şekilde kapanır. Bu hafta onlarla uğraşacağım sanırım. Tatil için bir planım var gibi, şehir dışına gitme ihtimalim var. Olursa burası için bir yazı yazarım. Annemin bazı kontrolleri var, bir müddet onları halledeceğiz. Sonra ona sözüm var, Topkapı Sarayı ile Yerebatan'ı ziyaret edeceğiz. Yeni halini görmedik, epey merak ediyoruz. 

Tekrar ne zaman yazarım meçhul, ama muhakkak bir gün gelip yazarım. Yazmak, konuşmaktan daha iyi geliyor bana. 

30 Ekim 2022 Pazar

Bir Romanın İçinde Yaşamak

Yine bir süredir içime çekilmiş durumdayım, kış böyle geçecek sanırım. Geçtiğimiz hafta sonu öğretmenlerin katıldığı ve senede bir kez düzenlenen büyük bir organizasyona katıldım. Bir sunum yaptım. Katılırken amacım, yaptığım çalışmaları insanlara göstererek faydalı olmak ve biraz olsun insan içine karışmaktı. Fakat insanlar ve ortam beni yine hayal kırıklığına uğrattı. Orada bulunduğum süre boyunca sessizce insanları izledim. Herkes kariyer peşinde, hırslı, en iyisi olmak istiyor ya da en iyisi olduğunu hayal ediyor. Oysa bu meslek artık geçerliliğini yitiriyor, okullu eğitimler çöküyor, bu sistem ne kadar yenilikçi olursa olsun bu çocukların ihtiyaçlarını karşılamıyor. 

Etkinlik sırasında öğrendiğim kadarı ile insanlar bu organizasyona network edinmek için katılıyormuş. Herkesin birbirini sahte gülümseyişler ile karşıladığı, adınızı öğrenmek yerine çalıştığınız okulu öğrenmeye çalıştıkları, sizinle yalnızca kendi kariyerleri için bağ kurmaya çalıştığı bir ortamdı. Bir daha katılmayacağım. İşin tuhaf yanı, yaptığım sunum sonrası pek çok okulun öğretmeni telefonumu aldı, benimle çalışmak istediklerini söylediler. Elbette hiçbirinin telefonunu kaydetmedim. İyi ki sosyal medya da kullanmıyorum, her gün bu insanların 'mükemmel' hayatlarına ve kariyerlerine maruz kalmak hiç sağlıklı olmazdı. 

Sunum sonrası köşeme çekildim, yalnızca kahve içerek diğer sunumlara katıldım. Herkes bir şeyin uzmanı haline gelmiş, uzmanlaşmaya ne kadar çok meraklıyız. Herkesin en az birkaç tane unvanı var, kendilerinden önce unvanları geliyor. Çünkü bununla birlikte var olabiliyorlar, var oluş nesneleri edindikleri sertifikalar, yani kağıt parçaları. Döndükten sonra da feci hastalandım, ateşler içinde yattım birkaç gün. Sanırım bunca sahte insan, sahte hayat ağır geldi.

İnsanların hayatta başarı olarak gördükleri şeylerle bir türlü barışamıyorum. Evlenmek, çocuk sahibi olmak, ev ve araba almak, mülk edinmek derken tüm ömürlerini bunların peşinde tüketiyorlar. Kariyerlerini çok büyük bir başarı olarak görüyorlar. Yeni karşılaştığınız bir insan size kendinden bahsederken sözlerine ilk hangi konuda başlıyor, hiç düşündünüz mü? İnsanların çoğu, isimlerini söyledikten sonra mesleklerini ve nerede çalıştıklarını söylüyorlar. Oysa benim merak ettiğim bu değil, insanların hikayeleri. Hiçbir hikayesi kalmamış milyonlar yaşıyor bu şehirde, her gün tüketen her gün zarar veren, inceliklerden uzak, hikayesini kaybetmiş ve aramaktan da vazgeçmiş milyonlarca insan. 

Cumartesi günü dışarı çıktım, birkaç kitapçı gezdim. Sayfalar arasında gezinirken, insanların bir kitabın kapağını bile açmadan satın alma iç güdüsü ile kitapları hemen alıp çıktıklarını gördüm. Düşünceye, kültüre ya da insana dair olan tüm hislere yabancı bir şekilde, tıpkı bir çikolata alır gibi hızla gelip gittiler. Ben bir kitabı incelemeyi bitirene kadar onlarca insan gelip, kitabını alıp çıktı. 

Toplum içinde yaşamaya tahammülümün azaldığı bu zamanlarda, içime çekilmekten başka çare kalmıyor. Okulun katılmamızı istediği eğitimlerden bıktım, bir süre sonra bu eğitimlerin hiçbir anlamı kalmıyor. Hiçbirine katılmak istemiyorum, bana daha çok süre vermelerini ve bu süre zarfında öğrencilerimin sorunlarına daha fazla vakit ayırmayı, onları daha yakından tanımayı istiyorum. Fakat sistem buna izin vermiyor, öğretmenlikten daha çok bir sürü evrak işi yaptığımız, her şeyi yetiştirmeye çalıştığımız bir sistem var. Giderek mutsuzlaşıyorum, kendimi iyi hissedebilmek için bilgisayarımı alıp tüm boş vakitlerde bahçeye çıkıyor ya da kütüphaneye çalışmaya gidiyorum. Daha ne kadar tahammül edebilirim bilmiyorum, her seferinde içimdeki gitme isteği artıyor. İçimde yükselmek ve boşalmak isteyen bir doluluk var, fakat bunu gerçekleştirmeye cesaret edemiyor. 

Keşke, Thomas Hardy'nin güzel romanı Far from the Madding Crowd'daki çiftliğe doğru yolculuğa çıkabilsem. Bathsheba ve köylüler ile bir akşam yemeğinde, mum ışığında Let No Man Steal Yoru Thyme'ı söyleyebilsem. Çiftçi Oak ile gündelik işlerin peşinde koştursam, akşam yorulunca bir kadeh kırmızı şarap içsem. Keşke bu dünya yerine romanlarda yaşasaydım, belki o zaman daha mutlu olurdum. Belki de bu hayata çok fazlayım, belki de çok az. 

24 Eylül 2022 Cumartesi

Zeytin Dalımın Boynu Bükük

Yeni eğitim-öğretim yılına başladık bu sene. Her zamanki gibi her şey çok hızlı akıyor ve günler bir öncekinden daha yoğun geçiyor. Bu sene ilk kez tanıştığım pek çok öğrencim var, hala bazılarının isimlerini öğrenemesem de kısa süre sonra oturur diye düşünüyorum. Esasen yeni yıla oldukça pozitif başlamak konusunda kendime söz vermiştim, öyle de başladım. Hatta bölüm arkadaşlarıma espri bile yapmıştım, bu sene son derece pozitif olmaya karar verdiğime dair, gülüşmüştük. Fakat anladım ki hüzün benim diğer yarım, parçacıklarımın bir kısmı, tenimin rengi, zeytin dalımın bükük boynu. 

Hüzünlenmemi gerektirecek bariz sebepler yok ortada, başımıza bir felaket gelmiş değil. Lakin her an her saniye içimdeki hüzün ile birlikte yaşıyorum, gözlerimin dahi hüzünlü olduğunu söylerler. Bölüm arkadaşlarımdan biri bir gün, "seni hüzünlerin ile seviyoruz" demişti. Ben de kendimi böyle seviyorum, sevmeye çalışıyorum. İnsan bir ölçüde kendini tanır, anlar, değerlendirir, sağaltır ve yoluna devam eder, ben de yarım hüznüm ile devam ediyorum hayat yolculuğuna. 

Kırılıyorum insanlara, yaşanan olaylara, çabuk unutulanlara, komşularıma, mahalleme, semtlere, sokaklara, İstanbul'a ve dünyaya. Bu kadar hassas olmayı istemezdim bir ölçüde, bir ölçüde neşemin yankılanmasını da isterdim belki. Ama olduğum gibi güzel olduğumu, bunun bana has bir özellik olduğunu biliyorum. 

Hüzün, gün içinde bana eşlik ediyor çoğu zaman, benimle birlikte uyuyup uyanıyor. Özellikle şu sıralar ilginç bir deneyim yaşıyorum. Gece yatarken, uyku ile uyanıklık arasında bir yerde, berrak bir bilinç eşliğinde zihnimde bazı sahneler canlanıyor. Nasıl anlatsam, hayatın beyhudeliği üzerine, bu hayattaki anlamsızlığımız üzerine. Bunu kelimeler ile anlatmam mümkün değil sanırım, hissettiğim şey dupduru, berrak ve tamamen dünya üzerine. Bir görüntüler dizini, sahne geçişleri. Adeta hayatın ta kendisi gibi, bu kadar çok düşünüp hissetmememi söyleyen bir ses sanki, uzaklardan gelen. Ne olduğunu bilmiyorum ama derinden hissediyorum. Bu dünyada ne arıyoruz, nereye gidiyoruz? Bana tüm bunların cevaplarını veren, gaipten bir his. 

Varlığım yokluğuma karışmış, suretim diğerlerine epey uzak, köy bucak, başka bir izin, başka bir toprağın peşinde. 

Şu aralar beni tek mutlu eden şey, mahallemizin köşesinde yaşayan tatlı kedileri beslemek sanırım. Her gün, okul çıkışı onların yanına gidiyorum. Taş duvarın üzerine oturuyor ve verdiğim mamaları büyük bir iştah ile midelerine indirmelerini izliyorum. Öyle güzeller ki, sokağın başında elimde mama ile beni görünce adeta sevinç çığlıkları atıyorlar, hemen yanıma geliyorlar. Uzun uzun oturuyorum yanlarında, bir düş gibi ya da hayata dair bir gerçeklik arar gibi. Hiç bulamayacağım bir gerçeklik, suskun bir gerçeklik. 

"faili sor, meçhulü gör,

kardeşim rahat mı için o son uykunda? 

matemim duy, omzun ver,

zeytin dalımın boynu büyük,

kardeşim gel sabrımı al, acımdan büyük"

20 Ağustos 2022 Cumartesi

Yeni Bir Döneme Başlangıç

Yaz tatilinin sonuna geldik, pazartesi itibari ile çalışmaya başlıyorum. Üç haftalık bir süreç içerisinde seminer dönemini tamamlayacağız, sonra da okullar açılacak ve çocuklar yeni umutlar, yeni heyecanlar ile okula gelmeye başlayacak. 

Yaz mevsimlerini ve mesleğim gereği yararlandığım uzun süreli tatilleri açıkçası sevmiyorum. Kendimle baş başa kaldığım ve üretimimin durduğu an, varoluşsal sancılar ile baş etmek zorunda kalıyorum. Benim için bir-iki haftalık bir tatil kafi oluyor genelde.

Bu sene yeniden beşinci ve yedinci sınıfları aldım. Bölümde dört öğretmeniz, seviyeleri paylaşmamız çok kolay olmuyor. Hatta çalıştığım okulda bunun için detaylı bir fizibilite çalışması yapılıyor. Ben iki senedir beşinci ve yedinci sınıfları okutuyorum. Yine iki senedir yedinci sınıfların seviye sorumluluğunu üstleniyorum. Bu gruplarla çalışmaya alıştım, sanırım bu sene son kez bu gruplarla çalışacağım. Önümüzdeki sene değiştirmemiz daha faydalı olacak, çünkü dersine girmediğimiz seviyelerde gerçekten paslanıyoruz. 

Beşinci sınıfları seviyorum, henüz ilkokuldan ortaokula yeni geçmiş oluyorlar ve gerçekten çok tatlılar. Çok masumlar ve kurallara uymaya, öğretmenlerini dinlemeye çok müsait bir yaştalar. Sorumluluk anlamında hiç sıkıntı yaşamadığım bir grup, hangi çalışmayı yaparsak yapalım heyecanlarını asla yitirmiyorlar. Tabii ki beşinci sınıflar ile çalışmak için büyük bir sabrınızın olması gerekiyor; özellikle çocuklar küçük olduğu için velileri de çok endişeli oluyorlar. Bu noktada beşinci sınıfların veli yönetimi de bir hayli zor olabiliyor. 

Yedinci sınıflar ise ergenlik döneminin etkisi altında büyük değişimler yaşayan bir grup. Onlara, beşinci sınıflara davrandığınız gibi davranmanız mümkün değil. Tatlı-sert bir çizgide, arkadaş-öğretmen arası bir yolda ilerlemeniz gerekiyor. Sizi sevmek için pek çok neden bulabildikleri gibi, sevmemek için de pek çok neden bulabiliyorlar. Alıngan oluyorlar, daha samimi bir iletişim kurmak istiyorlar, yeri geliyor özel hayatları ile ilgili bir sırdaş olmanızı bekliyorlar. Özel hayat dediğim elbette yeni yeni başlamış olan ikili ilişkiler, sevgililer ve benzeri meseleler. Ortaokul öğretmenleri genelde yedinci sınıflar ile çalışmakta zorlanırlar, çünkü gerçekten her anlamda zor bir grup. Fakat alıştığım için nerede ve nasıl reaksiyon vereceğimi keşfetmiş durumdayım artık. 

Bu sene bazı eğitimler almayı planlıyorum, hatta kendime bir yazılı plan-program çıkartmak niyetindeyim. Seminer dönemi içerisinde alacağımız pek çok eğitim var. Önümüzdeki sene Temmuz ayına kadar hiç bitmeyecek bir yoğunluk yeniden başlamak üzere. Umarım bu eğitim-öğretim yılında beni daha fazla mutlu edecek şeyler yaşayabilirim. Güzel bir sene olsun. 

17 Ağustos 2022 Çarşamba

Boşanmış Bir Anne Babanın Çocuğu Olmak-III

Önceki iki yazımda anne ve babamın boşanmış olmasının, doğduğum andan itibaren tüm büyüme evremde bana neler hissettirdiğinden bahsetmiştim. Bu son yazımda, yetişkin bir insan olarak bu durumun hayatıma nasıl etki ettiğinden bahsetmek ve seriyi tamamlamak istiyorum.

Ebeveynlerin hayata bakış açıları ve hayatla mücadele etme, hayatı algılama ve yaşama biçimleri çocukların hayatını da ciddi düzeyde etkiliyor. Örneğin kaygılı bir aile bireyi ile büyüyen bir çocukta, kaygı düzeyi yüksek olabiliyor. Küçükken, herhangi bir durum karşısında ebeveynlerinin verdiği tepkileri çok dikkatli bir şekilde gözlemler çocuklar. Ve ileride, kendi hayatlarında da başlarına gelen durumlar ile benzer tepkileri vererek baş etmeye çalışırlar. Babamı neredeyse hiç tanımamam ve bir çocuk olarak baba imgesine sahip olmamam bende derin izler bıraktı. Yalnızca annem ile büyüdüğüm için, annemin hayata bakışı beni epey etkiledi. Ne kadar ilginçtir ki, karşılaştığımız durumlara genelde annem ile benzer tepkileri veriyoruz. Onun kaygı seviyesi yüksek, benim de öyle. Depresif bir yapısı var, benim de öyle. Herhangi bir değişim ya da yenilik annemi olumsuz etkiler, beni de olumsuz etkiler. Kaygılı bir bağlanma stiline sahip olduğunu düşünüyorum, ben de kaygılı-kaçıngan bir bağlanma stiline sahibim. 

Bazen belki de boşanmaları daha iyi olmuş diye düşünüyorum. Sorunlu başlayan bir evlilikte zoraki birliktelikler de çocukları oldukça olumsuz etkiliyor. Fakat yine de, hayatlarını birleştiren bir kadın ve erkeğin, ne koşulda olursa olsun dünyaya getirdikleri çocuklarına imkanları dahilinde bakmakla yükümlü olduklarını düşünüyorum. Maddi açıdan zorlansalar bile, kendi evlatlarına sevgi vermek bu kadar zor olmamalı. 

30 yaşındayım ve uzun yıllardır kendi ayaklarım üzerinde duruyorum. Meslek hayatımda dokuzuncu yılım bitti ve bu yıl onuncu yılıma başlayacağım. Babamdan herhangi bir maddi destek görmedim. Çalışmaya başladığımdan beri kendi paramı kendim kazanıyor ve geçimimi kendim sağlıyorum. Başıma herhangi bir durum geldiğinde sığınacak bir kimsem yok. Ya da kiramı ödeyememe, işsiz kalma gibi bir durumum olduğunda bana bakmasını rica edeceğim, yanına sığınabileceğim bir kimse yok. Evim diyebileceğim, başıma ne gelirse gelsin yanlarına gidebileceğim bir aile evim yok. O yüzden işime ciddiyetle yaklaşıyor ve gerçekten çok çalışıyorum. Eğer güvenli bir limanım olsaydı, kendimi bu denli hırpalamazdım. İnsanlar neden bu kadar çok çalıştığıma anlam veremiyorlar, çalışmaktan arta kalan vaktimde de sürekli kendimi nasıl geliştirebilirim diye düşünüyorum. Neden bu kadar çok çalışıyorum, işime bu kadar sıkıca tutunuyorum? Çünkü gerçekten başka bir seçeneğim yok. 

Babasız büyümem ve annemin durumu, bende ciddi bir güven problemi oluşturdu. Şu an kendi ayakları üzerinde duran, belirli bir kariyere sahip bir insan olduğum halde hayata ve çevremdeki insanlara oldukça güvensiz yaklaşıyorum. Yeni bir adım atmak beni her zaman feci derecede korkutmuştur, hala bunu aşamadım. Yeni bir insanla tanışmak ve ona güven duymak benim için çok zor. Bağlanmam kolay olmuyor, bağlandığımda da ayrılmam çok zor oluyor. Yeni biri ile tanıştığım zaman, adım atmakta oldukça güçlük çekiyorum. İçimde tarifi imkansız bir kaygı oluşuyor, hemen geri adım atıyorum. Haliyle, karşımdaki insanlar da bu durumu anlamakta güçlük çekiyor. Herhangi bir karar alırken pek çok şeyi düşünmek zorunda kalıyorum. Ve ilk etaptaki düşüncem hep negatif oluyor. 

Annesi ve babası boşanmış çocuklar erken yaşta olgunlaşır diye toplumsal bir klişemiz var fakat tüm genellemeler gibi bunun da doğru olmadığını söyleyebilirim. Olgunlaşma dediğimiz şey, çocukların karakterleri ve yaşadıkları durumlar sırasında hissettiklerinin birikimi ile oluşur ve zaman alır. Küçücük bir çocuktan yaşından daha fazla olgun davranmasını bekleyemezsiniz. Bu sağlıklı da değil zaten. Yıllar içerisinde pek çok boşanmış ailenin çocuğunu okuttum. Hepsinin olgunluk düzeyi, karakter yapısı ve hayata bakışları doğal olarak farklıydı. Kimi, bu durumla daha iyi baş edebilirken kimi ise baş etmekte gerçek anlamda zorlanıyor. Yani bu durum, genellemelere hiçbir şekilde açık değil. 

Eğer eşiniz ile hayatınızı ayırmak durumunda kaldıysanız ki bence bu çok doğal ve normal, çocuğunuza karşı tüm yükümlülüklerinizi yerine getirmek zorundasınız. Eğer bunu yapamıyorsanız, o zaman evlilik kurumu içerisinde yer almamanız gerekir. Ya da dünyaya bir çocuk getirmemeniz gerekir. Önceki yazılarımda babamın tekrar evlendiğini, bir çocuk daha dünyaya getirdiğini ve yeniden boşandığını çok sonra, tesadüf eseri öğrendiğimden bahsetmiştim. Bir kere evlenmişsin ve çocuğunu terk etmişsin. İkinciye evlenip yine aynısını yapıyorsun ve boşanıyorsun. Bunu neden yapıyorsun? Zaten ortada acılar ile bıraktığın bir çocuk var, belli ki babalık sorumluluklarını yerine getiremeyen bir insansın. İşte bunu hiç anlamıyorum. Bir çocuk, hayatı boyunca annesi ve babasının kendi üzerinde oluşturduğu tahakkümü, acıyı, kaygıyı ve daha pek çok şeyi omuzlarında bir yük olarak taşımak zorunda değil. Anne ve babalar, çocuklarını bir birey olarak görmeli ve çocuklarının hayatlarını kolaylaştıran birer rehber olarak hareket etmeli. Çocuklar sizin mülkünüz değil, onları dünyaya getirmiş olmanız onların hayatlarını tahakküm altına alacağınız anlamına gelmez. Attığım her adımda, aldığım her kararda anne ve babamın üzerimde açmış oldukları yaraları sarmakla meşguldüm. 30 yaşındayım ve hala bu yaraları sarmak ile uğraşıyorum. Artık, yetişkin bir birey olarak pek çok şeyi açmış ve gerçekten geçmişimle barışmak adına elimden geleni yapmış olsam da, hala bu yaraların izlerini taşıyorum. 

Öğrendiğim tek şey, hiç niyetim olmasa da bir gün dünyaya bir çocuk getirmeye karar verirsem ne yapmayacağımı çok iyi biliyor olmam.. Bu yazı serisini okuduğunuz için çok teşekkür ederim, umarım bir ışık yakabilmişimdir. 

15 Ağustos 2022 Pazartesi

Boşanmış Bir Anne Babanın Çocuğu Olmak-II

Bir önceki yazımda, ben dünyaya gelir gelmez boşanmaya karar veren bir anne ve babanın çocuğu olmak ne demek ve bu durum yıllar içerisinde bende nasıl izler bıraktı biraz bunlardan bahsetmiştim. Bu yazım da, bir öncekinin devamı olsun istedim. 

Çocukluk yıllarımın ilk yarısını ve ikinci yarısını iki farklı ilde geçirdim. Dokuz yaşıma kadar teyzemlerin apartmanında yaşadık, annemin çalıştığı dönemlerde benimle büyük teyzem ilgilendi. Annem evlenmeden önce babasını kaybetmiş, boşanmanın ardından iki yıl sonra da annesini. Henüz yirmi iki yaşında kucağında küçücük bir çocuk ile tek başına hayata tutunmaya çalışan bir kadın için o dönemde gerçekten her şey çok zor olsa gerek. Bu konuda annemi çok iyi anlıyorum, hiç bitmeyen bir mücadelenin içinde hiç yılmadan beni büyütmeye çalışmış. Ve bu anlamda ona her zaman minnettarım, beni babam gibi yalnız bırakmadığı için. 

İlk çocukluk yıllarımda annem kendine çok özen gösteren bir kadındı. Çok bakımlıydı, dışarı çıktığımızda bütün gözlerin onun üzerinde olduğunu görürdüm. Çok sevilir ve sayılırdı yaşadığımız yerde, kendi keskin kurallarını ve çizgilerini oluşturmuş ve inandığı hayattan asla taviz vermeyen bir kadın imajı çizerdi. Sanırım o yıllar, benim de en mutlu olduğum yıllardı. Annemin hem çok güzel hem de çok bakımlı ve modern, aydın bir kadın olması ile övünürdüm hep. Çalıştığı atölyede epey yükselmişti, dur durak bilmeden, başarı istenci ile yoğun bir şekilde çalıştı. Hafta sonları beni şehir merkezine götürürdü ve akşama kadar her yeri gezerdik birlikte. Bana bir fotoğraf makinesi almıştı, elimde makine her gittiğimiz yeri çekerdik. O zamanlar şehir merkezinde yeni bir hamburgerci açılmıştı ve sürekli orada yemek yerdik. Beni paten kaymaya götürür, bisiklet binişimi izlerdi. İş yerinden izinli olduğu günlerde, sabah erkenden kalkar ve mahallemizde spor yapmaya çıkardık. Kendine ve bana çok güzel bir eşofman takımı dikmişti, koşuda birbirimizi yenmeye çalışırdık. Ne istesem alır, bir dediğimi eksik etmezdi. Okumayı çok severdim, her seferinde yeni bir öykü seti alırdık ve her gece yatmadan önce bana uzun uzun öyküler okurdu. Onun sayesinde ana okuluna başlamadan evvel okuma ve yazmayı öğrenmiştim. 

Annemin iş yerinin kapanması ve büyük teyzem ile aralarında sorunların başlaması hemen hemen aynı zamana denk geldi. Teyzem ile annemin hayata bakışları çok farklıydı. Teyzem eğitimine devam etmemiş, evlenip çoluk çocuğa karışmış gelenekçi bir kadındı. Annem ise henüz yirmili yaşlarını bile tamamlamamış, oldukça modern, yeni bilgiler öğrenmeye meraklı bir kadındı. Beni en doğru şekilde büyütebilmek için yıllarca pedagoji okuduğunu biliyorum. İşten yorgun argın gelip, dinlenme vakitlerinde de memuriyet sınavlarına hazırlanırdı. Geçmişte yaşadıkları problemler ve o dönemde yaşadığımız tatsız olaylar bardağı taşıran son damlalar oldu, ve annem beni de alıp başka bir ile, ananem ve dedemden kalan eve yani memleketimize yerleşti. Bu bizim hayatımızda ciddi bir kırılma oldu. Annemin işleri biz taşındıktan sonra hiçbir zaman iyiye gitmedi. Kaygıları arttı, psikolojik sorunları su yüzüne çıkmaya başladı ve yıllar içinde iyice içine kapanan bir kadın haline geldi. Yaşadığımız o küçük kasabanın onu çok boğduğunu hissediyordum çünkü zaman zaman ben de bunu derinden hissediyordum. Hiç oraya ait değildik, hiç oraya ait olamadık. Üstelik babamın annesi ve babası de aynı kasabada, iki mahalle üstümüzde oturuyorlardı. Yani babaannem ve dedem. Beni yolda gördükleri zaman suratlarını çeviriyorlar, ve annemle benim hakkımda insanlara asılsız, hoş olmayan şeyler söylüyorlardı. Annem bu süreçte iyice yara aldı, kardeşleri ile haklı gerekçeler ile iletişimi kesti ve kendi içine kapandı. Bir önceki yazımda bahsettiğim zorlu süreçler bunlardı. Hayatımızın lale devrini geride bırakmış ve zorluklarla mücadele ettiğimiz bir döneme girmiştik. 

Tam da benim kendimi keşfetmeye başladığım yani büyümeye başladığım yıllardı. Babamın bizi terk edişinin açtığı yaraları yeni yeni görmeye başlamış ve ben de giderek içime kapanmıştım. Bana yeni bir kapının, yeni bir hayatın ancak üniversite sınavlarını kazanmamla açılacağını fark etmiştim. Sürekli okuyor, çok çalışıyor ve kendime yeni hedefler koyuyordum. Tek isteğim, büyük bir şehre, iyi bir okula gitmek ve geleceğimi kazanmak üzere yol almaktı. Çünkü gerçekten başka bir seçeneğim yoktu. 

Bu dönemlerde babama ihtiyaç duyduğumu hatırlıyorum, içten içe hep yanımda olmasını istiyordum. Annem ile babam belki yeniden evlenebilir ve biz de İstanbul'a babamın yanına gidebiliriz diye düşünüyordum. Zaman içinde bunun imkansız olduğunu anladım, babama karşı öfkem ve kırgınlığım arttı ve henüz ergenlik döneminde neyin ne olduğunu bile tam olarak kavrayamayan bir çocuğun sessiz çığlığına ve isyanına dönüştü. Yapayalnız ve çaresiz hissediyor, kendime bir rota çizmeye çalışıyordum. İçimde inanılmaz bir başarı isteği vardı, nitekim tüm istediklerimi gerçekleştirebildim. Şimdi geriye dönüp baktığımda, hayattaki en büyük başarıyı eğitim ve kariyer hayatımda yakalamış olmamın asla bir tesadüf olmadığını görüyorum. 

Devamını bir sonraki yazıya bırakmak istiyorum. Su yüzüne yeniden çıkardığım bu anılar, itiraf etmem gerekirse yer yer beni zorluyor. Ama yine de yazacağım, yazacağım ki kendimi biraz daha sağaltabileyim. 

14 Ağustos 2022 Pazar

Boşanmış Bir Anne Babanın Çocuğu Olmak-I

Daha önce bu konuda bir yazı kaleme almamıştım, senelerdir satır aralarında bahsederim ama tam anlamı ile bu konuya değinmediğimi fark ettim. Sistematik bir yazı gibi değil de, boşanmış bir anne babanın çocuğu olmak benim için ne demek biraz bundan bahsetmek istedim, bir nevi iç dökmek gibi. 

Annem ve babam sorunlu ve problemli bir şekilde evlenip ben doğduğum gibi boşanmışlar. Görücü usulü bir evlilik, aile zoru ile evlenen bir kadın ve arada on beş yaş fark. Boşanma davası açıldıktan sonra mahkeme velayetimi anneme vermiş, ben de annemin yanında büyüdüm. Şu an 30 yaşındayım ve babamı hayatım boyunca yalnızca birkaç kez gördüm, çoğu tesadüf eseri idi. Maddi, manevi ve hukuki olarak hiçbir babalık yükümlülüğünü yerine getirmedi. Sokakta görsem dahi tanıyamam büyük ihtimal. Aramızdaki tek bağ; kanım ve onun soyadını taşıyor olmam. Bunlar dışında aramızda hiçbir şekilde bir bağ yok. 

Babamı hiç tanımadığım için çocukken onun yokluğunu ciddi bir şekilde hissettiğimi hatırlamıyorum. Mutlu bir çocuktum, zorlansa da ayakları üzerinde duran güçlü bir annem vardı. Fakat annemdeki hüznü, acıyı ve mutsuzluğu görebiliyordum. Büyüme evremde uzun yıllar depresyon, kaygı bozukluğu ve panik atak gibi nedenlerle ilaçlı tedaviler gördü. Bu ilaçların yan etkileri nedeni ile uzun süreler boyunca uyuduğunu, ayakta olduğu vakitler de uykulu olduğunu hatırlıyorum. Bir dönem onun ruh hali nedeni ile günler boyunca aynı evin içinde hiç konuşmadığımızı dahi hatırlıyorum. Yaşadığı acılar sonucu hiçbir zaman toparlanamamış bir kadındı annem. Ortaokul yıllarım bitene kadar anne ve babamın neden boşanmış olduğunu ciddi bir şekilde sorgulamadım. Fakat liseye geçtiğimde geçmişteki hikayeleri duymaya başladım, anneme sordum, etrafımdaki insanlara sordum. Evde bulunan o sayfalar dolusu mahkeme kağıtlarını okudum. Ve pek çok nedenle içime kapanmaya başladım. Oysa liseye başlayana kadar dünyanın en mutlu çocuklarından biriydim. Bir anda içimde bir şeyler devinmeye ve ters dönmeye başladı. 

Üniversite yerleştirmeleri için nüfus kayıt örneği almamız gerektiğinde babamın başka bir evlilik daha yaptığını, bu evlilikten bir oğlu daha olduğunu öğrendim. Ben de onun evladıydım ama bana bakmayı tercih etmemişti. Etraftan duyduklarım beni daha da sarstı. Yeni oğlu ile gayet yakından ilgilendiğini, onunla mutlu olduğunu öğrendim. Evliliğini yürütememiş, yeniden boşanmış fakat bu sefer oğlunu yalnız bırakmamış. 

Zaman zaman arkadaşlarımın babamın nerede olduğunu sorduklarını ve bu konu ile bir şekilde alay edenlerin olduğunu hatırlıyorum. Yalnızca babamın yaşadığını, İstanbul'da olduğunu ama görüşmediğimizi söylemekle yetiniyordum. Çünkü onu gerçekten tanımıyordum. O anlarda aralarından ayrılmak, tıpkı anne rahmi gibi beni hiç kimsenin göremeyeceği kuytu köşe, güvenli bir yere saklanmak istiyordum. 

Bu durum daha sonra bende büyük bir başarı isteği oluşturdu. Buna sanırım bir çeşit yüksek işlev diyorlar. Öğrencilik hayatım boyunca hep başarılı oldum. Bunun temel nedeni hem anneme maddi bir yük oluşturmamak hem de babama bu kadar başarılı bir evladı kaybettiğini göstermekti. İçten içe hep bunu düşünürdüm, benim başarılarımı duysun da kendi içinde pişman olsun isterdim. 

Aradan yıllar yıllar geçti, babamın yaşadığı şehre geldim, eğitimimi tamamladım ve çalışmaya başladım. Eskiden bu kadar derinden hissetmediğim şeyleri derinden hissetmeye başladım. Hatalı bir evlilik, daha küçücük yaşta omuzlarında bir sürü yük ile yaşamaya çalışan bir çocuk. 

Ne başarımda, ne mezuniyetimde ne de hüznümde yoktu yanımda. Annem mezuniyetimde vardı, üstelik fakülteyi birinci olarak tamamlamıştım. Tüm konuşmamı ona adamış ve beni tek başına yetiştirdiği için kürsüde herkesin içinde ona teşekkür etmiş, büyük bir alkış almıştım. Çok mutlu olduğunu biliyorum ama tören bittikten sonra ne bana sıcak bir şekilde sarılmış ne de beni içten bir şekilde tebrik etmişti. Aradan 22 sene geçmiş olmasına rağmen, hala geçmişin acılarını üzerinden atamamıştı ve ilaçların etkisi ile ayakta durabiliyordu. Hala, bu koca şehirde kendi ayaklarım üzerinde durmaya ve annemin bakımını üstlenmeye çalışıyorum. İçimden onlara çok kızıyorum, beni bunca yük ile yalnız bırakmış olmalarından dolayı. Şimdi yeni yeni anlıyorum, bunca içe dönmemin, yaşıtlarım gibi mutlu olamamamın, kaygılarımın ve yorgunluğumun sebebi büyük ölçüde bu durum. Oysa ben de çok isterdim mutlu bir ailenin çocuğu olabilmeyi. Maddi ve manevi bir sıkıntım olduğunda yanımda olabileceklerini bilmeyi. Ama küçük yaşlarımdan itibaren öyle çok sorumluluk üstlendim ki, sürekli bir kaygı içerisindeyim. Ya başıma tekrar kötü bir şey gelirse, ya gelecekte yapayalnız kalırsam, ya annem yeniden hastalanırsa ya ben ağır bir rahatsızlık geçirirsem yaşamaya nasıl devam edeceğiz gibi bir sürü kaygı duyuyorum her an. 

İnsanlara güvenemiyorum, yıllardır hayatıma birini alamıyorum ve bir savunma mekanizması olarak insanları kendimden uzaklaştırıyorum. Bunların hiçbirini isteyerek yapmıyorum. 30 yaşımdan baktığımda hayatımda açtıkları yaralar öyle büyük ki, artık bu yaraların bir tanesini onaracak gücüm bile yok. Bazen de nasıl ayakta kalabildiğime bile şaşırıyorum. İkisi arasında yıllardır bitmeyen bu meselede en masum olan ben olduğum halde, en ağır yükleri taşımakla cezalandırılmış olan da benim. Ve ne yazık ki, geçmişte ailenizin açtığı yaraları yetişkinlik döneminizde daha derinden hissediyorsunuz. Oysa çocukken çok masumsunuz, bunları düşünmek aklınızın ucundan bile geçmiyor. Ama sonra yetişkinlik döneminizde anlıyorsunuz, hayatınızı nasıl da olumsuz bir şekilde etkilediklerini. 

Aslında bu konuda anlatacak çok şeyim var, bir sonraki yazıda devam edeceğim. İçimi dökmek, en azından burada olsa bile bana iyi geliyor. Bu ilk yazı ve ilk duygulanım olarak burada kalsın isterim.

9 Ağustos 2022 Salı

İşe Yarar Bir Şeyler

Kendime bir kahve yaptım ve balkona çıktım, daha önce hiç dinlemediğim şarkılardan oluşan bir liste hazırladım. Hazır aklımdan geçen bazı düşünceler varken bunları not almak istedim. 

Yaz tatiline her girdiğimizde aklımda pek çok soru beliriyor, hayatın akışı ile ilgili daha doğrusu hayatın kendisi ve benim bu yolculuktaki varoluş biçimim ile ilgili. Her yaz istisnasız pek çok sorgulama içinde buluyorum kendimi, haliyle yaşamın içine dahil olmak yerine, yaşamı karşıdan bir sinema filmi imiş gibi izlemeyi tercih ediyorum büyük oranda. Bu düşünceler beni hırpaladıkça geceleri uykularım kaçıyor, müthiş bir bacak ağrısı çekiyorum. 

Fakat okullar açıldıktan sonra yani çalışmaya başladığım zaman bu düşüncelerin büyük bir kısmı uçup gidiyor adeta. Her şey düzene giriyor. Yoğun bir temponun içinde sürekli yetiştirmem gereken işler olduğu için, varoluşumu sorgulayacak zaman bulamıyorum. Bazen iş yoğunluğundan şikayet etsem de, üstüme vazife olmayan işlerin sorumluluğunu bile üstleniyorum. 

Bu yaz, ne istediğimi ve nasıl yol almak istediğimi sorgulayıp durdum. Gerçekçi çözümler ile romantik çözümler arasında gidip geliyorum. Kendimle ilgili sorulara yanıt bulamıyorum genelde, insanın kendisini tanıması ne kadar da güç. Bazen mesleğimi bırakmak istiyorum. İstanbul'dan ayrılıp küçük bir şehre taşınmak istiyorum. Hatta garsonluk, kasiyerlik vb. işleri yapabileceğim geçiyor aklımdan. Ciddi ciddi bunların planlarını yapıyorum. Çalıştığım okulda, mesleğime veda ediş konuşmam bile hazır. Uyumak için yatağa girdiğimde bunun provasını bile yapıyorum. İstanbul dışına çıkmam gerektiğinde ise bir şekilde bu şehri özlüyorum. Hemen, aklımdan türlü anılar geçmeye başlıyor. İnsanın gerçek evi, yurdu neresidir? Sanırım yaşadığım iç sıkıntısının nedenlerinden biri de bu, yıllar yıllar içinde kendimi hiç evimde hissedememiş olmam. Önce bağ kurmakta güçlük çekiyor, ardından kurduğum bağları koparamıyorum. Bir mekan, bir ev ve bir mahalle ile gerçek anlamda sağlıklı bağlar kurabilecek kadar yaşamadım hiç aynı yerde. Evler hep değişti, mahalleler değişti, komşular değişti, yollar değişti ve tabii ki insanlar da. Üstelik tüm bunlara kaygı seviyemin nispeten yüksek olması da eklenince, bazen beni rahatsız eden şeyin tam olarak ne olduğunu kavrayamıyorum. 

Sanırım çalışmak ve üretmek iyi geliyor insana. Öbür türlüsü çok zor, zihnimdeki düşüncelerle baş etmekte zorlanıyorum. Kendimizi kandırmak pahasına da olsa, en sağlıklısı kendimize nihai hedefler belirlemek galiba. Bu hedeflerin sonlu hayatımıza hiçbir faydası olmayacak olsa bile, bazı hedefler peşinde süregiden bir hayat, kendi içinde bir anlama kavuşuyor gibi. Temel problemlerimden biri bu olabilir, hiç bir hedefim ve hayalim yok. Düşünüyorum, kendime sorular soruyorum, ne istiyorsun diyorum ve net bir yanıt alamıyorum. Hep bildiğimi okuyorum, kitaplarıma ve anneme sarılıyorum. Odamın içinde yazım-çizim işleri ile uğraşıyorum. Sahne arkasında, hep işin mutfağında. Belki bir gün o mutfaktan çıkmayı başarabilirim, belki bir gün sahnenin tam ortasında spot ışıklar altında, tüm gözler benim üzerimdeyken de iyi hissedebilmeyi başarabilirim. Belki de yalnızca izlerken solup gitmektir kaderim, belki de yalnızca izlerken solup gideceğim. 

8 Ağustos 2022 Pazartesi

Bir Karşılaşma Daha

Kısa bir süre önce, hiç tahmin etmeyeceğim şekilde biri ile karşılaştığımdan ve birbirimizden etkilendiğimizden bahsetmiştim. Yeniden karşılaştık, bu sefer planlı bir karşılaşma oldu. Bazı işleri için iki günlüğüne İstanbul'a geleceğinden bahsetmişti, epey de yoğundu. İşi gereği seyahat etmek durumunda kalıyor belirli aralıklar ile. Ben de, müsait olursa onu en azından bir akşam yemeğine çıkarabileceğimden bahsetmiştim. İşlerini halletti, birlikte bir akşam yemeği yedik ve ardından birer kahve içtik. Yakın zamanda Ankara'ya yerleşmiş. Öncesinde de haberim vardı bu yenilikten, işleri için orada olması gerekiyor. Hem okuduğu hem de ilk çalıştığı yer orası olduğu için, Ankara'dan bahsederken gözleri parlıyor. Yeni evinden ve gelecek planlarından bahsetti bana. Onu dinlemesi çok keyifli, çünkü çok eğlenceli ve neşeli bir yapısı var. Tam bir taklit ustası, hayatı muzip yanından görebiliyor ve ona göre yaşayabiliyor. Aslında bana epey zıt bir yapıya sahip, ben çoğu zaman sessiz ve ciddiyimdir. Kolay kolay espri yapabilen, anın tadını çıkarabilen bir insan değilim. Fakat bir önceki sefer olduğu gibi, bu sefer de zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Gece yarısı olduğunda ayrılmak durumunda kaldık, onu bir taksiye bindirip uğurladım. Sabah trene binecek ve Ankara'ya geri dönecekti. Uzunca sarıldık ve vedalaştık. Gittiğinde beni aramak, birkaç şey söylemek istediğini belirtti. Taksiye bindikten sonra bir mesaj attı, mesajında şöyle diyordu: "Sen var ya, iyi ki varsın, çok güzel bir akşam geçirdim gerçekten çok teşekkür ederim". Ben de ona güzel bir mesaj ile karşılık verdim. 

Ertesi akşam aradı, biraz sohbet ettik. Israrla Ankara'ya davet etti. Hatta anneni ikna etsem de acaba buraya mı taşınsanız, benim de senin öğrettiğin bilgilere ihtiyacım var, benim öğretmenim olursun gibi bir espri de yaptı. Ne zaman olur bilmiyorum ama ben de Ankara'ya onu ziyaret etmeye gitmek istiyorum. Bir şekilde yeniden sözleştik ve bu sefer sıra bana geçti. Uzun zamandır böyle hissetmediğini, benden etkilendiğini ve tam da hayallerindeki kişi olduğumu söyledi. 

Aramızdaki bu etkileşimin artması ne kadar mümkün bilemiyorum, iki farklı şehirde farklı hayatlar yaşıyoruz. Lakin bu güzel duyguları tadabilmek, bu güzel sözleri duyabilmek bile yaşıyor olduğumu hissettirdi bana. İyi ki karşıma çıkmış, iyi ki onu tanımış ve o güzel gülüşüne şahit olabilmişim.