Dostoyevski yolculuğunda üçüncü durağım "Budala" oldu. Bu metinde "Karamazov Kardeşler" ile "Cinler" adlı metinlerden daha farklı bir atmosfer var. Dostoyevski, Budala'da saf, katışıksız ve olduğu gibi temiz bir karakter yaratmak istemiş. Hakikaten de Prens Mışkin böyle biri. Gerçek hayatta bir Prens Mışkin tanıyabileceğimizi zannetmiyorum, ya da şu ana kadar benim karşıma böyle biri çıkmamış olabilir.
İnsanlar kendisini "budala" olarak adlandırsa da, o kendi varlığına asla ihanet etmez. Olduğu gibidir ve tekdüze de değildir. Duygusal olaylar karşısında ne yapacağını bilemese de epey zekidir. İsviçre'den Rusya'ya uzanan macerası boyunca, bir günde tanıdığı insanlarla şekillenen hayatı onu bambaşka bir yolculuğa sürükler. Bunun içinde bir aşk hikayesi de var; hatta yaptığım araştırmalarda okuyucular bu metindeki durumu büyük bir aşk olarak değerlendirmişler fakat bunun hatalı olduğunu düşünüyorum. Roman boyunca hiçbir şekilde gerçek, saf ve büyük bir aşktan söz etmek mümkün değil. Prens'in Filippovna'ya karşı hissettikleri bana kalırsa asla aşk değildir. Zaten metnin içinde kendisi de bunun bir acıma duygusundan kaynaklandığını itiraf eder.
İlginçtir ki Dostoyevski'nin çoğu metninde muhakkak tutkuları ve saplantıları ile hareket eden bir karakter vardır. Karamazov Kardeşler'de Mitya'dır bu mesela. Budala'da ise bu karakter Rogojin'dir. Kendisini çözebilene aşk olsun. Metnin baş karakterlerinden biri sayılabilecek Aglaya Yepançin'den ise hiç hoşlanmadım.
Budala'yı başarılı bulmakla birlikte bir Karamazov Kardeşler olmadığını söyleyebilirim. Prens Mışkin'in, edebiyat tarihinde belki de eşi benzeri olmayan bir karakter olması, metnin en ilgi çekici bulduğum yanı.
Keşke diyorum, hayatımda Prens Mışkin gibi bir dost olsa. Sonra da diyorum ki, belki de olmaması daha iyidir.
5 yorum:
Hey Beyaz Ciklet! Naber? Klasikleri okumaya mı başladın?? İyi okumalar, bol eğlenceler ve hayaller !
Bloglarda yorum dışında yazacak bir yer olmaması zor...
Erkek, dûnyâda aslî unsur gibi görünür hep. Ve silûetinden mimik ve jestlerine her şeyi daha bir ... durur. Bilirim ki aslında (burada ona verilmemiş olsa da) yaratma, ve ikâme sâdece ondadır.
Zaman zaman aşka susar insan. Bende belki daha çok olur. Aşk filmleri ararım. Olmadı insan ilişkilerinde bulduğum birtakım şeylerin altında yatanın da aşk olduğunu bildiğimden dramlara bakarım. İki kişinin karşılıklı şükran ve muhabbet hisleriyle sıkıca tokalaşması dahi içimde hoş duygular oluşturur. Tabiî, aradığımız aşk filmleri pek bulunmaz, değil mi? Yine konusu insanlar, hayat ve yaşam olan bir tane bulmuştuk ki onda da aşk varmış. Her ne kadar bir yanıyla bize eksik kalmış olsa da figürlere herkes gibi bakmıyor, kendi tarafımızdan bir seyir, bir sevgi tatmîni duyuyoruz. Bilirsiniz.
Her ne kadar âile, hanım, evlilik meselelerinde kalıcı olarak eski kafalı olsa da (ve son dönemlerin çaktırmadan dayatmaya dönüşen cinsiyet ve âile mevzûları için şiddetli bir redçi olsa da) bu fakîr temelinde sevgi olan yaşamın, hayâtın ve dûnyânın "bizcesi"ne dâir neredeyse sâbitleşmiş bir bakış da taşıyor.
Fakat, halkın birlikteliklerindeki usul hatâları, birarada olmanın vasatı ve şekli îtibâriyle yanılgısı (körlüğü?), iki kişinin neleri nasıl yaşayacağı meselesinde zerre fikri olmayışı ve biraz da mecbûren aralarında bulunmak zorunda oluşumuz bizi sıkıyor.
Ve bu yüzden sanırım bir zaman sonra başka yerlere, başka kimselerin civârına gideceğim.
İki kişi bir tevhîde gelmiş olsa da, bu, ne şahsiyetlerini yitirdikleri ne hürriyetlerinin kalmadığı ne de her şeyin vıcık vıcık olacağı demek değildir. Bunu bir başka paragrafla açmak da mümkün olsa da hayâl edebilene, yüksek zevkleri, zarâfeti, ahlâkı bulunan okumuş ve nisbeten olmuş kimselerin kitap okudukları ev yaşamlarını, bir aradayken az konuştuklarını, yargılardan ziyâde birlikteliğin tadını alışlarını ve dâim güven hislerini gördüğümüz sahnelerden de târif edebiliriz. Böyle bir yaşama biçiminde hiç kimse kendi olamamak ya da hürriyetini yitirmek gibi endîşelere kapılmıyor.
Hepsi bir yana, sevgi, her şeyimi, tüm varlığımı sunduğumu gösterebildiğimde var demektir. ***Kendisinde kendimizi buduğumuz sevgili bizde kendini bulabilmeli. Eğer "ben", o olamamışsam, koşulsuz îtimat nasıl olur? Aşkın başka bir rengi zâten yok.*** Bunu da bilene henüz rastlayamadım. Hiç bir yer ve zamanda.
(* Aradaki cümleler ne fikir, ne zan ne de bizim. Vâroluşun içinde olan. Konuşulmalı...)
Bu meyanda, yukarıda andığımız film daha basit seviyede yaşayan bir toplulukta târif etmeye çalıştığımız entelektüel kıvâma da tam olarak erişmese de (tercümelerde takdir bulunsa da) diyalogları, meselelere bakışları ve toplamda ilişki biçimleri îtibâriyle (elbette tepkiler ve cevaplar dahil, ki bu ebeveyn çocuk arasındakileri de muhtevî) bir misal oluşturabilir.
https://g.co/kgs/STZeyW
Aslında zaman içinde başka filmlerden de misaller görmüşlüğümüz vardır. Gelecekte de olacaktır tabi'î. Filmleri yâhut ilgili sahneleri (ki aslında yapımın içindeyken seyredilmelidirler) zaman zaman misal gösterebiliriz.
Sizden de (yazdığımız târihte sadece genel olarak insan ve cemiyet ilişkilerini kasdetmiştik) bu gibi hislerle iyi filmler tavsiyesi istirhâmımız olmuştu.
Kendinizi bulma yolculuğuna "odaklanmanız" ve işlerin bunu aksatmaması ümîdiyle.
O esnâda bulunacak olanın ne olduğunu anlayabilmeniz için.
https://g.co/kgs/soSDy4
Merhaba,
Sıkı yazılar bulmak pek mümkün değl bu memlekette. Ol sebepten mütevellid :) yeni yazı var mı diye buralara bakınır olduk. Lâkin acep sıhhatiniz ve dahi vâlideniz iyiler mi? Epey oldu bir ses, bir sadâ yoktur zât-ı âlîlerinden...
Zâtı âlî...
Selâm ve hürmet ile.
Yorum Gönder