Dün yine en sıcak günlerden biriydi, bugün de öyle. Epey bunalmış vaziyetteyim, yalnızca dört saat uyuyabildim. Bir o yana bir bu yana dönerken hiç uyku tutmadı.
Tatile çıkmamıza iki gün kaldı, sahilde kullanabilmek için bir güneş kremi almam gerekiyordu. Böyle ürünler alacağım zaman çok sıkı bir araştırma yapıyorum. Neredeyse alacağım ürün hakkında makale yazacak konuma geliyorum. Bir tür takıntı herhalde. Hazır bunun için dışarı çıkmam gerekirken ben de bu alışverişi minik bir geziye dönüştürmeye karar verdim. Beşiktaş'a doğru yola çıktım, çok sıcak olmasına rağmen epey yürüdüm. Önce tabii ki bir bir bütün kitapçıları gezdim. Kitapçı gezerken kendimi kaybediyorum, zamanın da nasıl geçtiğini anlamıyorum. Raflarda uzun uzun dolaşırken de sanki bir görevli gelip beni uyaracakmış gibi endişeye kapılıyorum. Her şey o kadar hızlı akıyor ki, uzun uzun bir mağazada vakit geçirmek sanki tuhaf bir durum haline geldi. En azından ben öyle hissediyorum diyelim.
Sonra kendime bir soğuk kahve ısmarladım. Kahvemi alıp bir masaya oturdum, biraz etraftaki telaşlı insanları inceledim. Acaba Ahmet Hamdi Tanpınar şu an burada olsaydı neler hissederdi gibi tuhaf bir soru geçti aklımdan. Bazen sevdiğim yazarların kitaplarının içinden çıkamadığımı düşünüyorum. İnsanlar sokaklarda vızır vızır dolaşırken, bir kafede tek başına oturup kısık gözlerle gözlem yapan ve kendi zihni ile konuşan bir adamdan da başka bir şey beklenemez sanırım.
Etrafta biraz daha yürüdükten sonra terden sırılsıklam şekilde eve döndüm. Yarın da yolculuk için kek, poğaça falan yapmayı planlıyorum. Çünkü otobüslerin mola verdikleri yerleri hiç sevmiyorum, buralarda yemek yemeyi de. Nedense bana hep soğuk, karanlık ve tekinsiz gelmiştir bu yol kenarı mola yerleri. Sanırım biraz da hüzünlü bir yapıları var. Beklentilerle, üzüntülerle ya da sevinçlerle çıkılan yolculuklar, kavuşmalar, ayrılıklar, acı haberler... Kırık Bir Aşk Hikayesi isimli filmi bilir misiniz? Kadir İnanır ile Hümeyra da bir yol kenarı mola yerinde veda etmişlerdi birbirlerine. Annemin hastalığı sürecinde her hafta sonu İstanbul'dan Eskişehir'e giderken bu mola yerleri bana daha da ağır gelirdi. Belki de bundan kaynaklıdır.
Tatillerde, boşluklarımda genelde kendime böyle İstanbul içi gezmeler hediye ediyorum. Bazılarına tuhaf geliyor bu durum. İnsanlar yalnız başlarına kafelerde oturmayı, yalnız dolaşmayı, yalnız sinemaya, tiyatroya ya da konsere gitmeyi sevmiyorlar. Benimse çok hoşuma gidiyor. Belki de iki kişilik ailemizde çocukluğumdan beri yalnız kalmaya alışkın olduğum içindir. Ama günün sonunda çok iyi geldiğini söyleyebilirim. Bu gezilerimde sadece zihnim ile konuşuyor, defterimi çıkarıp notlar alıyor ve insanları müthiş şekilde gözlemleyebiliyorum. İnsana iyi gelen bir tarafı olduğu kesin, en azından bana iyi geliyor. Yazımı çok sevdiğim Frantz isimli filmin soundtrack'i ile yazdım ve Frantz'a bir selam çakarak noktalayayım.
2 yorum:
"Raflarda uzun uzun dolaşırken de sanki bir görevli gelip beni uyaracakmış gibi endişeye kapılıyorum. " bu yazdığını okuyuncaya dek aslında ben de aynı şeyden endişe ettiğimi farketmemiştim. :)
bir de eskiden hiç yalnız bişeyler yapmak istemezdim hatta şu an da diyebilirim ki çoğu zaman biriyle yapmayı tercih ederim. sanırım biraz sosyal anksiyetem olabilir ama sonra bir gün yalnız bişeyler yapmaya başladım ve ne kadar keyifli olduğunu anladım. arada yapmak gerekiyor :)
Bu saatte nerden geldiyse,
Her zaman yalnız bir şeyler yapmak ruha iyi gelmeyebilir fakat biraz da kişiliklerimiz ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Özellikle içe dönük yapıda olan insanlar yalnız başlarına bir şeyler yapmaktan keyif alabiliyorlar. Yapımız nasıl olursa olsun kesinlikle zaman zaman kendimize, kendimizle vakit ayırmalıyız diye düşünüyorum ben de, muhakkak iyi gelecektir :)
Yorum Gönder