"Çok güzel anılar hüzünlüdür her zaman. Geçici olduklarını duyar insan, durdurmak ister, bir şey gelmez elinden".
"Mutluluk, kaygı içinde bir duraklamadır".
Bugün bir romandan bahsetmek istiyorum. Az önce okumayı bitirdim. Tüm gün okudum, metnin başından hiç ayrılmak istemedim. Balkondaki yerimi alıp, bu sıcak yaz akşamında, bu özel metin hakkında birkaç şey söylemek istedim.
"Birdenbire gidişim sizi şaşırtmış olmalı. Özür dilerim ama pişman değilim".
1900'lü yılların başları, Fransa. Bir aşk öyküsü görünümlü olan ama aşkın yalnızca bir imge olarak kullanıldığı aslında aşk dışında her şeyi anlatan çok fazla metin yoktur. İklimler, bunlardan biri. Genç bir adam, genç bir kadına rastlıyor. Genç kadın çok güzel, oldukça uçarı görünüyor, çocuksu aynı zamanda, hayatın gizli hazlarının peşinde koşar görünen bir yapısı var, ilkbahar çiçekleri gibi renkli ve neşeli, sözcüklerinin tamamını bir mantığa oturtmak mümkün değil, yalnızca güneşli bir günde esen tatlı bir rüzgarın esintisine kapılmış gibi, beyaz elbisesi ile güne aydınlık bir soluk katıyor. Genç adam etkileniyor, onun varlığının yanında kendini iyi hissediyor, hayalindeki "kraliçeyi" bulduğunu düşünüyor, o olduğundan emin oluyor, geçirilen güzel günlerin ardından bir evlilik geliyor. Kadının güzelliği adamda kuşku ile karışık bir kıskançlık oluşturuyor. Fakat kadına karşı o kadar büyük bir zaafı var ki, öfkesi hemen diniveriyor, kadın gülümsüyor, umursamıyor, özgürlüğünü, evliliğin getirdiği kurallar bütününe yeğ görüyor. Tıpkı Anna Karenina gibi, aşkın ve tutkunun sonsuz olmadığını biliyor ama bir yandan da aşkı ve tutkuyu yakaladığı yerde, toplumun, kutsal saydıklarımızın beklentilerine boyun eğmemeyi tercih ediyor. Kısacası yaşamayı seçiyor, dolu dolu. Hayatın geçiciliğinin farkında, sonun farkında. Ve kadın günün birinde gidiyor. Ve kadın yine günün birinde intihar ediyor. O çelimsiz nehir, nihayetinde denizine kavuşuyor.
"İnsan karşısındakinin tüm yaşamını durmamacasına yenilenen bir zenginlikle doldurmasını bilmiyorsa, sevilen varlığı kendimize bağlamamız için büyük bir aşk yetmez".
Metnin ikinci yarısını ise adamın yeni eşi kaleme alıyor. Bu sefer onu çok seven, kıskanan ve eşini her şeyin üstünde tutmaya çabalayan, sadık bir kadın beliriyor adamın hayatında. Fakat adamın gönül yorgunluğu, ilk kadına olan aşkı baskın çıkıyor. Hiçbir şey eskisi gibi olmuyor, yeni atılan adımlar iki kişiden oluşan bu paylaşım biçiminin getirmesi beklenen neşeyi, tazeliği ve canlılığı alıp yok oluyor. Kırılan parçalar yeniden bir araya gelmiyor. Adam da bir süre sonra bir hastalığın pençesinden kurtulamıyor ve hayata veda ediyor.
"Sonsuz olanı buradan başka yerde ararız her zaman; her zaman, varlığın bakışını şimdiki durumdan ve şimdiki görünüşten başka şeye yöneltiriz; ya da, sanki her an ölmek ve yeniden yaşamak değilmiş gibi, ölümü bekleriz. Her an yeni bir yaşam sunulur bize. Bugün, şimdi, hemen, tutabileceğimiz tek şey budur".
Öyle ya, sevilmek güzel şeydir. Kanımca, sevebilmek, sevilmekten de güzeldir. Sevebilme yetisine sahip olan, dünyayı ve sevdiğini tüm kusurları ile kucaklar. Sevilen, çoğu zaman çokça sevildiğinin farkındadır. Bu farkındalık çoğu zaman, sevilenin de kendisinin sevebileceği başka bir sevilen bulma arzusu ile sonuçlanır. Tıpkı Odile'in yaptığı gibi. Ama onu suçlayamayız. Çünkü o aşkın, tutkunun ve hazzın geçiciliğinin farkındadır. Bunları, kendinden yükseğe koymaz bilakis bunların kendinden bir parça olduklarını düşünür. Arar, yaşar ve sonra yeni bir yolculuğa çıkar. Ta ki, sevebilen olmanın verdiği yüce gönüllülüğü keşfedene kadar. Mevsimler geçer, iklimler değişir, bedenler toprağa karışır lakin seven ve sevilen arasındaki ilişki oracıkta olduğu yerde yaşamaya devam eder, seven ve sevilenden bağımsız olarak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder