Zebercet. Dünyanın herhangi bir yerinde, soğuk duvarların arasında yaşayan gündelik bir adam. Belki de onu şahsi kılan içinde bulunduğu mekanın dokusu. Bir otel. Eski dönem otellerinin kendilerine has bir gizemleri var. İçinden gelip geçen hayatlar, merak edilen hayatlar, odalar ardında günü birlik yaşamlar ve birbirini tanımayan insanların doluştuğu bir yuva. Bir ev sıcaklığı bulamazsınız belki ama bir köşesinden bağlar insanı. Hem evlerin hepsi sıcak mı ki?
Zebercet bu sıcaklığın içinde soluyup soğuyanlardan. Sokakta görseydiniz dikkatinizi çekmezdi. Oysa bıyığını kesmişti yahu. Kendisine yepyeni bir ceket ile iskarpinler almıştı. Ve dahası o okumadığı gazetelerin ardından devamlı sizi gözetlemişti, muhteşem bir gözlem yeteneği vardı. Ama siz onu hiç görmediniz.
Peki ya aşk, gecikmeli trenle gelen o esrarengiz kadın? Bir silüet mi sadece, zihinde bir kurgu mu?
İnsan şimdiye geçmişiyle ulaşıyor, anda kalamadan geleceğe adım atıyor. Zebercet'in aileden getirdikleri ve yalnızlığı birleşince diyorsunuz ki, "ulan insanoğlunun yapamayacağı hiçbir şey yok, cinayet bile." Bir de sahiden cinselliğe bu kadar takık mıyız? Altında üstünde ne var bu işin? Altımda üstümde kimler var ulan? En nihayetinde nefesin bitişi, boğaza dolanan ipler. Peki ya pişmanlık?
Yusuf Atılgan yerli edebiyatın önemli isimlerinden biri. Bir taşra var onda, bir gerçeklik ve bir de gerçek insanlar. Uzunca bir süre taşrada yaşadığını düşünürsek, iyi bir gözlemci olduğunu da ekleyebiliriz bu övgüye.
Canistan adlı yapıtı ile tanımıştım kendisini, Anayurt Oteli ile bağımızı bir kez daha pekiştirmiş olduk. Aylak Adam ve Öyküleri ile devam edeceğim.
Hazır Anayurt Oteli bitmişken bir de sinema uyarlamasını izleyeyim izninizle. Ömer Kavur'a da bir selam mahiyetinde olsun yazının bitimi. Sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder