Nedense bu aralar pek yorgunum, hiçbir şey yapmak istememe hali. Tüm hafta sonunu evde geçirdim, üstelik boş boş hiçbir şey yapmadan. Azıcık bir şeyler okuyayım dedim yine kapakları kapatıp kitapları raflara yerleştirdim. Çalıştığım kurumdan yaz tatilinde ayrılacağım için belki de onun rehavetini yaşamaya başladım. Şöyle uzun bir tatil istiyorum, başımda bir müdür yardımcısı olsun istemiyorum, samimi olsunlar istiyorum. İş ile ilgili dertler hiç bitmeyecek sanırım hayatımız boyunca. Sessiz kalmak da bir çözüm değil. Neyse.
Neyse demişken hazır, Neyse'nin Akustikhane performansını dinlediniz mi? Çok güzel olmuş, iki haftadır aralıksız dinliyorum. Selim Kırılmaz'a olan hayranlığım her geçen gün artıyor. En azından bu aralar o avutuyor beni.
Bir de çok saçma bir şey yaptım, sakallarımı kestim! İki senedir kesmediğim sakallarımı kısacık kesiverdim, nasıl bir üzüntü anlatamam! Lise öğrencisine döndüm, bir formam eksik. Hiç ama hiç hoş olmadı, bir an evvel uzarlar umarım. Dün organik hindistan cevizi yağı bile sürdüm, vallahi. Neden önemsiyorsak bu kadar kılı tüyü? Hiç.
26 Şubat 2018 Pazartesi
21 Şubat 2018 Çarşamba
Bilge Karasu: Göçmüş Kediler Bahçesi
"Adımız Seviydi diye düşünüyor, ama bulamadım bu adı, seçemedim vaktinde. Gürültüye kulak verdim gereksiz yere, gürültünün gizlediğini işitmeğe çalışmalıydım."
Avından El Alan, 1968-1977
17 Şubat 2018 Cumartesi
Bilge Karasu ile Haluk Aker'in Mektupları
Bilge Karasu, edebiyatımızın en sevdiğim yazarlarından biri. Bilhassa eserleri içerisinde "Troya'da Ölüm Vardı"nın yeri benim için epey ayrıdır. Eşcinsel edebiyat için de ayrı bir yeri vardır bu eserdeki metinlerin.
Bilge Karasu'yu yakından tanımak isteyen okurlar, bahsi geçen mektuplarda çok şey bulacaktır. En çok hayran olduğum özelliklerinden biri çalışkanlığı oldu Karasu'nun. Ve tabii ki kedilerinden lakırdı etmemek ne mümkün: Bıyık, Bibik...
Karasu'yu özlemle anıyorum, mektuplardan sonra yolculuğuma "Göçmüş Kediler Bahçesi" ile devam edeceğim. En ince, en narin duygularımızı yazıya bu denli güçlü dökebildiği için kendisine minnettarım.
16 Şubat 2018 Cuma
Bilge Karasu: Haluk'a Mektuplar II
"Sevgi, üstüne basıp geçenlerin ardından başını gene kaldıran, güçlü bir ottur, merak etme."
Güçlü Ot
Ankara, 3/2/81
Bilge Karasu: Haluk'a Mektuplar
"Umutsuzluk, ancak umudun olduğu yerde vardır. Umutsuzluk içinde olduğunu söylemek, umutlu olduğunu söyleminin bir başka yoludur. Ama umudun dışında yaşamağı da öğreneceksin bir gün. Öyle parlak bir yaşayış değildir ama çok daha az yıpratıcıdır. O gücünü insan başka yerlerde kullanmasını öğreniyor. Kahramanlığı da sevme, derim, o da pis bir şey. Kahramansız bir dünyada, (kahraman olmamağa dikkat ederek, demeli, kahramanları hala seven bir dünyada yaşandığına göre) yaşamağa çalışmalı."
Umudun Olduğu Yerde
Ankara, 1/2/68
14 Şubat 2018 Çarşamba
İş Yaşamı ve İnsanlarla Mücadele Üzerine
Çevrem, iş hayatında pek çok sıkıntı yaşayan hatta yaygın olarak yöneticileri ve çalışma arkadaşları tarafından mobinge uğrayan insanlarla dolu. Benim de yaşadığım bazı sıkıntılar var. Yaşanan sıkıntıların meslekten mesleğe çok da fark ettiğini düşünmüyorum. Öncelikle idarecilik görevini üstlenen insanlar ile aranızdaki mesafe, insani ilişkileri zorlaştırıyor. Koltuğu kaybetme derdi de idarecilerin başındaki en büyük bela sanıyorum ki. Şu ana kadar insani özelliklerini kaybetmemiş ve çalışanlarına tepeden bakmayan bir idareci ile tanışmadım. Onları iş dışında hiç ciddiye almıyorum, (işte de gerektiği kadar) iş dışında da onlarla bir arkadaşlık ilişkisi kurmuyorum.
Gelelim işin çalışma arkadaşları kısmına. Kurumsal şirketler ya da benzeri yerler, her seferinde kurum politikalarından bahsederler. Fakat aynı işi yapan personellere dönüp baktığınızda her birinin birbirinden çok farklı olduğunu görürsünüz. Bu durumda da işe alım sürecinde kurumsal bir politikadan bahsedemeyiz. Ciddi bir politika olsaydı benzer kişisel özelliklere sahip insanlar seçilip uyumlu bir çalışma ortamı yaratılırdı. Çalışma arkadaşlarınızın bir kısmı genelde idareciler ile çok iyi geçinirler. Aralarında muazzam bir çıkar ilişkisi vardır. Bu tarz çalışanlar iş dışında da idarecilerle münasebette bulunmak konusunda oldukça ustadırlar. Amaçları ya bulundukları konumu sağlama almak ya da daha üst bir konuma ulaşabilmektir. Çalışma saatleri dışında da idarecilerin yanlarından ayrılmazlar, idarecilerinin sevgisi onlar için hayatidir, itaat ederler onlara sorgusuzca. Abartmıyorum, birebir yaşıyorum bu durumu. Bu tarz çalışanlar ile hiçbir şekilde iletişim kurmamanızı tavsiye ederim. Sonuçları pek de iyi olmuyor. Öğle ve akşam yemeklerini dahi birlikte yememeyi tercih edin, çay ve kahve saatlerinde, aralarda etraflarında olmayın. Zaten onları pek bulamazsınız, ottan boktan sebepler ile daima idarecilerin yanındadırlar.
Bir diğer husus da whatsapp grupları. En nefret ettiğim uygulamaların başında geliyor, girdiğiniz iş yerinde bir sürü whatsapp grubuna dahil olmak zorunda kalıyorsunuz. İşten başka her şey dönüyor o gruplarda. Sevgili olanlar, çalışma arkadaşlarının ve idarecilerinin dedikodularını yapanlar, falanlar filanlar... Bu gruplarda sizi ilgilendiren konular dışında hiçbir şekilde yazmayın. Hatta yaptığınız iş buna müsaitse, mesainiz bittikten ve eve gittikten sonra telefonunuzu kapatın. Ben bir süredir böyle yapıyorum ve inanılmaz rahatım.
Ait hissetmediğiniz bir ortamda çalışıyor olabilirsiniz, maddi kaygılarla işinizi bırakamıyor olabilirsiniz, ben de böyleydim. Çok iyi anlıyorum. En azından bir kısım insandan kendinizi uzak tuttuğunuzda daha korunaklı ve daha huzurlu bir iş yeri ortamı yaratabilirsiniz. Sanıyorum ki hangi sektörde ve hangi pozisyonda çalışırsanız çalışın birileri sizden daha fazla el üstünde tutulacak, birileri sizden daha fazla hırslı olacak, henüz olgunlaşamamış kocaman adamlar ve kadınlar ile tanışacaksınız. Aldırmayın, kendi duruşunuzu koruduğunuz sürece onlar ne yapıyorlarsa yapsınlar. Kesinlikle itaat etmeyin, o işi bileğinizin emeği ile aldınız. Gerektiği yerde itiraz edin, onlarla aynı fikirde olmak zorunda değilsiniz. Özgürlük alanınızdan taviz vermeyin.
Velhasıl kelam iş yaşamı çok zor, hele ki şu öğretmen milleti daha da zor. Bazen çok bunalıyorum lakin öğrencilerimi düşündükçe biraz daha hafifliyorum. Umarım uzun süre mutlu olabileceğimiz işlerimiz olur, üretir üretir ve daha fazla üretir de daima huzurlu oluruz.
Gelelim işin çalışma arkadaşları kısmına. Kurumsal şirketler ya da benzeri yerler, her seferinde kurum politikalarından bahsederler. Fakat aynı işi yapan personellere dönüp baktığınızda her birinin birbirinden çok farklı olduğunu görürsünüz. Bu durumda da işe alım sürecinde kurumsal bir politikadan bahsedemeyiz. Ciddi bir politika olsaydı benzer kişisel özelliklere sahip insanlar seçilip uyumlu bir çalışma ortamı yaratılırdı. Çalışma arkadaşlarınızın bir kısmı genelde idareciler ile çok iyi geçinirler. Aralarında muazzam bir çıkar ilişkisi vardır. Bu tarz çalışanlar iş dışında da idarecilerle münasebette bulunmak konusunda oldukça ustadırlar. Amaçları ya bulundukları konumu sağlama almak ya da daha üst bir konuma ulaşabilmektir. Çalışma saatleri dışında da idarecilerin yanlarından ayrılmazlar, idarecilerinin sevgisi onlar için hayatidir, itaat ederler onlara sorgusuzca. Abartmıyorum, birebir yaşıyorum bu durumu. Bu tarz çalışanlar ile hiçbir şekilde iletişim kurmamanızı tavsiye ederim. Sonuçları pek de iyi olmuyor. Öğle ve akşam yemeklerini dahi birlikte yememeyi tercih edin, çay ve kahve saatlerinde, aralarda etraflarında olmayın. Zaten onları pek bulamazsınız, ottan boktan sebepler ile daima idarecilerin yanındadırlar.
Bir diğer husus da whatsapp grupları. En nefret ettiğim uygulamaların başında geliyor, girdiğiniz iş yerinde bir sürü whatsapp grubuna dahil olmak zorunda kalıyorsunuz. İşten başka her şey dönüyor o gruplarda. Sevgili olanlar, çalışma arkadaşlarının ve idarecilerinin dedikodularını yapanlar, falanlar filanlar... Bu gruplarda sizi ilgilendiren konular dışında hiçbir şekilde yazmayın. Hatta yaptığınız iş buna müsaitse, mesainiz bittikten ve eve gittikten sonra telefonunuzu kapatın. Ben bir süredir böyle yapıyorum ve inanılmaz rahatım.
Ait hissetmediğiniz bir ortamda çalışıyor olabilirsiniz, maddi kaygılarla işinizi bırakamıyor olabilirsiniz, ben de böyleydim. Çok iyi anlıyorum. En azından bir kısım insandan kendinizi uzak tuttuğunuzda daha korunaklı ve daha huzurlu bir iş yeri ortamı yaratabilirsiniz. Sanıyorum ki hangi sektörde ve hangi pozisyonda çalışırsanız çalışın birileri sizden daha fazla el üstünde tutulacak, birileri sizden daha fazla hırslı olacak, henüz olgunlaşamamış kocaman adamlar ve kadınlar ile tanışacaksınız. Aldırmayın, kendi duruşunuzu koruduğunuz sürece onlar ne yapıyorlarsa yapsınlar. Kesinlikle itaat etmeyin, o işi bileğinizin emeği ile aldınız. Gerektiği yerde itiraz edin, onlarla aynı fikirde olmak zorunda değilsiniz. Özgürlük alanınızdan taviz vermeyin.
Velhasıl kelam iş yaşamı çok zor, hele ki şu öğretmen milleti daha da zor. Bazen çok bunalıyorum lakin öğrencilerimi düşündükçe biraz daha hafifliyorum. Umarım uzun süre mutlu olabileceğimiz işlerimiz olur, üretir üretir ve daha fazla üretir de daima huzurlu oluruz.
Etiketler:
başlayanlar,
deneme,
insanlarla,
iş,
işe,
mobbing,
mücadele,
sıkıntılar,
tavsiye,
üzerine,
Ve,
yaşamı,
yazısı,
yeni,
yerlerindeki
9 Şubat 2018 Cuma
Yeni Bir Yol, Alıp Başımı Giderken
Değişik bir dönemdeyim, güneşin doğduğunu hissediyorum bir yandan da güneş batıyor ruhun başka bölgelerinde. Dün, çalıştığım kuruma sene sonunda ayrılacağımı bildirdim. Üçüncü yılın sonunda veda ediyor olacağım. Askere gitme zamanı geldi çattı, burası enteresan ve ben bundan bahsetmeyeceğim.
Bir öğretmen için öğrencilerinden ayrılmak üzücü, dün her biri yanıma geldi bir sürü güzel sözcükle yüzümü güldürdü, hüzünlendirdi. Benim hayata tutunma sebeplerim onlar, tüm çabam ve servetim onlar. Hayatlarına dokunuyor olmak, bildiklerimi paylaşıyor olmak, onlarla bir dünya paylaşıyor olmak beni çok mutlu ediyor. Sene sonunda ben gitmeden bana bir sürprizleri olacakmış, beklemekteyim heyecanla.
Tabii çalıştığımız yerlerde yaşanmışlıklar bırakıyoruz bir yandan. Mesela bina girişindeki kırmızı çiçekler, ağaçlar, bahçede dolaşan kediler, hepsi ayrı bir hikaye benim için.
Hayatta ideallerimize ulaşmak için ya da idealden ziyade hayallerimizi gerçekleştirmek için bazı riskler almamız gerekiyor. Garanti dediğimiz şeyler hayatlarımızı tekdüze hale getirmekten ve kişisel güvenceden başka bir işe yaramıyor. Neyin güvencesi var öyle değil mi? Bazen cesaretli olmak gerekiyor, ayrılmak, değişmek ve dönüşmek. Geri dönmemek.
Yaz boyunca güzelce dinleneceğim belki İstanbul'da kalmaya devam ederiz belki de başka bir şehirde yeni bir hayat bekliyordur bizi, o zaman gideriz. Annem ve ben, birlikte, iki can. Uzunca bir süre dinlenmek istiyorum. Haziran ayı itibari ile benim için yeni bir hayat başlıyor, yeni metinler okuyacağım, duyumsayacağım şeyler olacak, yoluma devam edeceğim.
Geçtiğimiz gün bir öğrencim birkaç kurumuş gül hediye etti bana. Bence kurumuş güller canlılarından daha güzeller, güçlüler. Onları dallarından kopardığımız için bize kızgın olsalar da güzelliklerinden asla vazgeçmiyorlar, kuruyken de güzeller. Yaşamaktan hiç vazgeçmiyorlar sanki. O gülleri bir vazoya koyup benim çalışma masama yerleştirdik. Pek hoş oldular doğrusu. Yeni bir hayat ve yeni deneyimlerle döneceğim birkaç zaman sonra. Yaşama cesaretimiz bizi kutsasın.
7 Şubat 2018 Çarşamba
Marş
Aynalı kahvenin önünden geçiyor, uzun bir etek topuklarına kadar. Kırmızı, mor, turuncu ve çeşitli çiçeklerin kumaş desenlere bürünmüş halleri ile kaplı bedeni. Ellerini saklayacağı bir cebi yok, permalı saçları yüzünün iki yanını da örtmüş. Kolunda bir çanta, güderi. Ayakkabıları biraz topuklu, eteğinin altında görünmez diye. Ali, onu Beyazlar lokantasında bekliyor, her zaman oturdukları yerde, cam kenarına bakmayan tek masada. Elleri üşüyor bugün Ali'nin, çehresi sert, söyleyeceklerini hesap ediyor. Dün gece odasında tekrar ettiği gibi, sanki dalgalı bir şiir ezberliyor. Balıkçı yaka kazağının altında iri fitilli bir kafide, kahverenginde.
Aynalı kahvenin önünde erkekler resmi geçitte. Kiminin ellerinde davul, kiminin borazan. Çocuk bayramını kutluyorlar, sakallı, yaşlı erkekler. Bir kırmızı kazağına bakıyor bir de kahvenin önüne dizilmiş erkeklere. Ani bir rüzgarla eteği havalanıveriyor, bando İzmir marşını çalmaya başlıyor.
Aynalı kahvenin önünde erkekler resmi geçitte. Kiminin ellerinde davul, kiminin borazan. Çocuk bayramını kutluyorlar, sakallı, yaşlı erkekler. Bir kırmızı kazağına bakıyor bir de kahvenin önüne dizilmiş erkeklere. Ani bir rüzgarla eteği havalanıveriyor, bando İzmir marşını çalmaya başlıyor.
Genç Werther'in Acıları
"Giyiminden yoksul kesimden biri olduğunu tahmin ettim, meşguliyetiyle ilgilenirsem incinmez diye düşünerek ne aradığını sordum.
Çiçek arıyorum diye yanıt verdi..."
Goethe
Çiçek arıyorum diye yanıt verdi..."
Goethe
5 Şubat 2018 Pazartesi
Çocukluğun İstanbul'a Dönüşümü ve Sancılar
Anaokuluna başlamadan önce annem bana Ayşegül isimli bir kitap serisi almıştı. Okula gitmeden önce öğrenmiştim okumayı, annem eğitime meraklı bir kadındı. Eğitim hayatımla yakından ilgilendi. Geceleri uykudan önce birlikte Ayşegül'ü okurduk. Oturduğumuz evin kocaman bir bahçesi vardı. Çeşitli çiçekler, sebzeler ve ağaçlar dikili. Tüm günümü orada geçirirdim, bazen annemle sabah koşularına çıkardık. Sonra gelir güzel bir kahvaltı yapardık, annem işe giderdi.
Büyürken çok fazla şey değişti. Zaman, insanlar, yaşanılan yerler, kaybedilen bahçeler ve yeni bir kimlik. Hayatımızı tümden kendimiz şekillendiremiyoruz, bazı koşullar insan hayatını derinden etkileyebiliyor.
Sonra büyüdüm, okudum, bir meslek edindim. Ne ara çalışmaya başladım, ne ara iş hayatında beşinci yılıma girdim inanın hiçbir fikrim yok. Uzun saatler boyunca sessizce düşünmeyi çok seviyorum, gece ana rahmindeki gibi uyurken bile aklımdan bir sürü düşünce geçiyor. Hatta gün içerisinde yorulup kendime artık "sus" diye tatlı tatlı kızdığım bile oluyor.
Yaşamayı çok fazla ciddiye aldığımızı düşünüyorum. Çalışmaya başladığımdan beri bir sürü insan tanıdım. İdealler, hayaller ve düşünceler o kadar sığ ki, eğitim bize ne yazık ki hayal kurmayı öğretemiyor. Bir ev, bir araba ve iyi bir maaştan başka şeyleri hayal etmiyoruz. Sürekli sahip olma ihtiyacı içerisinde kıvranıyoruz. Bazen mesleğimi ve işimi bırakıp bu genç yaşta köşeme çekilmek, sevdiğim şeyleri yapmak istiyorum. Ciddi ciddi bunu düşünüyorum.
İstanbul'da okumak ve yaşamak kimilerine göre vazgeçilmez olabilir. Lakin benim için artık bu böyle değil, bir zamanlar böyleydi. Bu şehir sizi fazlasıyla yoruyor, sarsıyor, sizden götürüyor. Kaybettiklerinizi bulamıyorsunuz. İnsan ilişkileri oldukça sığ ve samimiyetsiz. Günübirlik, havai arkadaşlıklar dışında sizi canı gönülden seven bir dost bulmanız bile pek mümkün değil. Herkes kendi hayatı için yontuyor, dışarıdaki hayatları kendimize dert edinmiyoruz. Çok kalabalık, insanlar kaba, geçim çok zor, gereksiz bir sürü harcama yapmanız gerekiyor. Bu maddeleri çoğaltabilirim fakat bundan bile yoruldum şu an.
Sanırım hayatın durduğu bazı noktalar var insan ömründe. Sorgulamalarınızın yoğunlaştığı, var oluşunuz üzerine kafa yorduğunuz belirli dönemler. Belki de yirmilerin ortası ilk sinyallerini veriyordur bende olduğu gibi. Bu şehre yaşamaya gelecek olanlar, hayallerinde İstanbul olanlar bir kez daha düşünsünler. Kendi topraklarındaki, memleketlerindeki insanların hiçbirini, samimiyeti burada bulamayacaklar. İnsan ebedi bir kaosun içinde nasıl yaşar umarsızca?
Çocukluğuma bakınca çok şanslı olduğumu görüyorum. Sokakta, toprağın içinde, anne sevgisi ile... Şimdi anne sevgisi dışında gerisi uzaklarda bir yerlerde.
Büyürken çok fazla şey değişti. Zaman, insanlar, yaşanılan yerler, kaybedilen bahçeler ve yeni bir kimlik. Hayatımızı tümden kendimiz şekillendiremiyoruz, bazı koşullar insan hayatını derinden etkileyebiliyor.
Sonra büyüdüm, okudum, bir meslek edindim. Ne ara çalışmaya başladım, ne ara iş hayatında beşinci yılıma girdim inanın hiçbir fikrim yok. Uzun saatler boyunca sessizce düşünmeyi çok seviyorum, gece ana rahmindeki gibi uyurken bile aklımdan bir sürü düşünce geçiyor. Hatta gün içerisinde yorulup kendime artık "sus" diye tatlı tatlı kızdığım bile oluyor.
Yaşamayı çok fazla ciddiye aldığımızı düşünüyorum. Çalışmaya başladığımdan beri bir sürü insan tanıdım. İdealler, hayaller ve düşünceler o kadar sığ ki, eğitim bize ne yazık ki hayal kurmayı öğretemiyor. Bir ev, bir araba ve iyi bir maaştan başka şeyleri hayal etmiyoruz. Sürekli sahip olma ihtiyacı içerisinde kıvranıyoruz. Bazen mesleğimi ve işimi bırakıp bu genç yaşta köşeme çekilmek, sevdiğim şeyleri yapmak istiyorum. Ciddi ciddi bunu düşünüyorum.
İstanbul'da okumak ve yaşamak kimilerine göre vazgeçilmez olabilir. Lakin benim için artık bu böyle değil, bir zamanlar böyleydi. Bu şehir sizi fazlasıyla yoruyor, sarsıyor, sizden götürüyor. Kaybettiklerinizi bulamıyorsunuz. İnsan ilişkileri oldukça sığ ve samimiyetsiz. Günübirlik, havai arkadaşlıklar dışında sizi canı gönülden seven bir dost bulmanız bile pek mümkün değil. Herkes kendi hayatı için yontuyor, dışarıdaki hayatları kendimize dert edinmiyoruz. Çok kalabalık, insanlar kaba, geçim çok zor, gereksiz bir sürü harcama yapmanız gerekiyor. Bu maddeleri çoğaltabilirim fakat bundan bile yoruldum şu an.
Sanırım hayatın durduğu bazı noktalar var insan ömründe. Sorgulamalarınızın yoğunlaştığı, var oluşunuz üzerine kafa yorduğunuz belirli dönemler. Belki de yirmilerin ortası ilk sinyallerini veriyordur bende olduğu gibi. Bu şehre yaşamaya gelecek olanlar, hayallerinde İstanbul olanlar bir kez daha düşünsünler. Kendi topraklarındaki, memleketlerindeki insanların hiçbirini, samimiyeti burada bulamayacaklar. İnsan ebedi bir kaosun içinde nasıl yaşar umarsızca?
Çocukluğuma bakınca çok şanslı olduğumu görüyorum. Sokakta, toprağın içinde, anne sevgisi ile... Şimdi anne sevgisi dışında gerisi uzaklarda bir yerlerde.
3 Şubat 2018 Cumartesi
Delirir miydim?
Ben dünyayı dört bucak dolaşmadım, sadede geliverdim hemen. Memleket isimlerini de ezberleyemedim. İlkokul üçte şiir okudum bayraklı bir tane. Bir paltom vardı sırtımda, Akakiyeviç sanırdım kendimi. Geceleri uzun olunca üşürdüm soğukta. Belki bir sıcak bulsaydım, biraz gezebilseydim güneşe yakın coğrafyalarda. Gezemedim.
Ben dün bir şeyler düşündüm, aklıma geldi mi bir şeyler, düşünürüm genelde. Bir süre geçti üzerinden, annemin kızlık danteline birkaç damla kahve döktüm. Utandım sonra, annemin soyadı neden değişmiş diye düşündüm. Halının kenarına parmaklarımla dokunup durdum, ellerimi pijamamın cebine soktum. Üstümde atlet yoktu beyazından, hayır. Peki ne vardı?
Ben sonra biraz daha düşündüm, bir yol bulamadım gidilecek. En iyisi oturduğum yerde oturayım dedim. Delirir miydim bazı şeylere, bu işlere? Kimilerine göre normaldim, çünkü sakallarım vardı ve erkektim. Sırf bu sebeple haklarım çok fazlaydı, vatandaş olarak yani. Ötekileri bilemem, müsait bir vakitte ötekiler hakkında da kafa yormam gerekir mi?
Biraz yoruldum, çeyizlik danteli makineye attım.
Ben dün bir şeyler düşündüm, aklıma geldi mi bir şeyler, düşünürüm genelde. Bir süre geçti üzerinden, annemin kızlık danteline birkaç damla kahve döktüm. Utandım sonra, annemin soyadı neden değişmiş diye düşündüm. Halının kenarına parmaklarımla dokunup durdum, ellerimi pijamamın cebine soktum. Üstümde atlet yoktu beyazından, hayır. Peki ne vardı?
Ben sonra biraz daha düşündüm, bir yol bulamadım gidilecek. En iyisi oturduğum yerde oturayım dedim. Delirir miydim bazı şeylere, bu işlere? Kimilerine göre normaldim, çünkü sakallarım vardı ve erkektim. Sırf bu sebeple haklarım çok fazlaydı, vatandaş olarak yani. Ötekileri bilemem, müsait bir vakitte ötekiler hakkında da kafa yormam gerekir mi?
Biraz yoruldum, çeyizlik danteli makineye attım.
2 Şubat 2018 Cuma
Şarapçı Remzi
İki gündür yüzümde dalgalı, naif bir tebessümle dinlediğim güzel bir şarkıdan bahsetmek istiyorum, Şarapçı Remzi. Güney Marlen'in, Kalan Müzik etiketi ile yayımlanan "Şişelere Mektuplar" isimli albümünde bulunan şarkısı.
Bir şarkı düşünün, Remzi amcayı anlatıyor. Sakallı, parkalı, tıp okumayı bırakmış, zengin babasından medet ummayı bırakmış, parkta yatıp kalkan, Adorno okuyup bilen, zamanımızın bir Robin Hood'u. Tutanamamış, izin vermemişler. Toplum kaideleri parkasının ceplerine bile sığmamış, çünkü kendi kalmış, kendisi olarak kalabilmek için pek çok şeye sırt çevirmiş. Hepimize bir cesaret örneği, güzel adam şarapçı Remzi amca.
Güney Marlen'e içten bir teşekkür borçluyum. Güzel müzik yapan güzel adamlar da var memlekette, bir yerlerde.
Bir şarkı düşünün, Remzi amcayı anlatıyor. Sakallı, parkalı, tıp okumayı bırakmış, zengin babasından medet ummayı bırakmış, parkta yatıp kalkan, Adorno okuyup bilen, zamanımızın bir Robin Hood'u. Tutanamamış, izin vermemişler. Toplum kaideleri parkasının ceplerine bile sığmamış, çünkü kendi kalmış, kendisi olarak kalabilmek için pek çok şeye sırt çevirmiş. Hepimize bir cesaret örneği, güzel adam şarapçı Remzi amca.
Güney Marlen'e içten bir teşekkür borçluyum. Güzel müzik yapan güzel adamlar da var memlekette, bir yerlerde.
1 Şubat 2018 Perşembe
Halil
Halil ceketinin cebine ellerini soktu. İstanbul'un soğuğunu ilk kez duyumsuyordu, rıhtımdan göğsüne doğru inen ağır rüzgarla dalgalandı. Gece olunca insanlar neden susuyordu? Yaşam gündüz akarken, gecenin içinden geçen insan sayısı niçin bu kadar azdı?
Karşıdan karşıya geçti Halil. Bir sigara yakacak oldu, sigarası yanmadı. Buğulu havanın ensesinden süzülüşüne kaptırdı kendi. Kaldırımın üstüne çıktı, gri çöp konteynerinin yanında durdu. Usulca seyretti boşalan şehri. Parmakları üşüdü, kazağının kollarını çekiştirdi.
Karşıdan karşıya geçti Halil. Bir sigara yakacak oldu, sigarası yanmadı. Buğulu havanın ensesinden süzülüşüne kaptırdı kendi. Kaldırımın üstüne çıktı, gri çöp konteynerinin yanında durdu. Usulca seyretti boşalan şehri. Parmakları üşüdü, kazağının kollarını çekiştirdi.
Gayretkeş Bir Okur Olmak Üzerine
İyi bir okur nedir, nasıl olmalıdır? Esasen böyle net niteliklerin olduğunu sanmıyorum. Okumak hayat boyu devam eden bir süreç. İlgi alanları çok önemli, dış dünyanız ve iç dünyanız ile kurduğunuz bağ çok önemli. Neler okuduğunuz, okuduklarınızı özümseyebilme durumunuz çok önemli. Pek çok değişkeni var bu durumum. Bu yazımda biraz bunlardan bahsetmek istiyorum.
Şule Gürbüz, Açık Radyo'daki konuşmasında gayretkeş okurlara olan ihtiyacımızından bahsetmişti. Çok doğru bir tanımlama, gayretkeş okurlar... Özellikle edebiyat üzerinden ilerlemek istiyorum; erken yaşta okumaya başlayan genç okurların kısa bir süre içerisinde nitelikli edebiyatın farkına varmaları mümkün olmuyor. İlk gençlik yıllarımda okuduğum metinler nitelikli değildi, iyi çevirilerin, iyi yayınevlerinin ve nitelikli metinlerin farkına varmak uzun zamana yayılmış olan bir gelişim süreci ile gerçekleşiyor.
İyi bir okur olmak demek her metni okumak demek de değil. Bilakis nitelikli olmayan metinler ile ne kadar az haşır neşir olursak o ölçüde sağlıklı olacaktır. Edebiyat ile ilgilenmeye başladığımdan beri çok fazla şey değişti, dönüştü.
Sanatsal üretimin ve sanata olan kişisel ilginin yalnızlık ile büyük bir bağının olduğunu düşünüyorum. Okumak meşakkatli bir süreç. Bunun için fedakarlıkta bulunmak gerekiyor. Vakit ayırdığınız eylem okumak olunca da, ister istemez kendinizi dış dünyaya belli ölçülerde ya da tamamen kapatmanız gerekiyor. Modern dünyanın yaşam biçiminden uzaklaşıyorsunuz, belki de hayatınız boyunca tanıyamayacağınız kadar insan tanıyorsunuz edebi metinler sayesinde.
Okumak benim için bir var oluş biçimi demiş olsam çok da büyük bir laf etmiş olmam diye düşünüyorum. Herkes yaşama tutunmak ve ölüm düşüncesini unutmak için kendine bir ya da birçok var oluş biçimi veya nesnesi ediniyor. Siz okumaktan haz alırken başkaları fiziksel aktivitelerden, sosyal medyadan, kozmetik ve moda sektöründen ya da farklı farklı şeylerden haz alabiliyor. Günümüz dünyasının yaşamsal kıldığı prototip de ne yazık ki, son saydığım maddelerden oluşan insan tipini kabul ediyor. Bu bir yıkım yaratır mı peki? Kendini dış dünyaya kapatıp edebiyat ile yaşayan insanları nasıl etkiler?
Bir ölçüde etkiliyor, kendinize mesele edindiğiniz şeyler ölçüsünde okuyorsunuz. Diğerleri bambaşka yaşarken, üstelik bir çoğunluğu oluşturuyorken siz azınlıkta kalıyorsunuz. Edebiyat sayesinde yarattığınız huzur, yalıtılmışlık, dinginlik ve sukunet diğerlerine normal gelmeyebiliyor. Ödün vermezseniz, bu durum sizin için asla sıkıntı yaratmıyor. Varsın dünya sizin dışınızda bir yerlerde dönmeye devam etsin.
İyi metinlere rastlamak kolay bir iş değil, özellikle son yıllarda iyi yazan yazar sayısının bir hayli az olduğu kanaatindeyim. Tavsiye mahiyetinde şunları söyleyebilirim; yayınevlerini, çevirmenleri, eski basımları sürekli takip edin. Edebiyat eleştirileri yayımlayan nitelikli dergileri, makaleleri bulup okuyun.
Okumak her haliyle çok güzel, bugün var oluşum üzerine yaptığım sorgulamalar, klasikler sayesinde tanıdığım karakterler, merak saldığım ülkeler, gitmek istediğim coğrafyalar, yazmaya çalıştığım öyküler, not aldığım, emek harcadığım ve bahşettiğim tüm anlar, dinginliğim, sözcüklerim ve ruhum edebiyata çok şey borçlu. Bunun kıymetini bilerek yaşamaya devam ediyorum, bir şekilde nefes alabiliyorsam ve bir şekilde var olmaya devam edebiliyorsam edebiyat sayesindedir.
Şule Gürbüz, Açık Radyo'daki konuşmasında gayretkeş okurlara olan ihtiyacımızından bahsetmişti. Çok doğru bir tanımlama, gayretkeş okurlar... Özellikle edebiyat üzerinden ilerlemek istiyorum; erken yaşta okumaya başlayan genç okurların kısa bir süre içerisinde nitelikli edebiyatın farkına varmaları mümkün olmuyor. İlk gençlik yıllarımda okuduğum metinler nitelikli değildi, iyi çevirilerin, iyi yayınevlerinin ve nitelikli metinlerin farkına varmak uzun zamana yayılmış olan bir gelişim süreci ile gerçekleşiyor.
İyi bir okur olmak demek her metni okumak demek de değil. Bilakis nitelikli olmayan metinler ile ne kadar az haşır neşir olursak o ölçüde sağlıklı olacaktır. Edebiyat ile ilgilenmeye başladığımdan beri çok fazla şey değişti, dönüştü.
Sanatsal üretimin ve sanata olan kişisel ilginin yalnızlık ile büyük bir bağının olduğunu düşünüyorum. Okumak meşakkatli bir süreç. Bunun için fedakarlıkta bulunmak gerekiyor. Vakit ayırdığınız eylem okumak olunca da, ister istemez kendinizi dış dünyaya belli ölçülerde ya da tamamen kapatmanız gerekiyor. Modern dünyanın yaşam biçiminden uzaklaşıyorsunuz, belki de hayatınız boyunca tanıyamayacağınız kadar insan tanıyorsunuz edebi metinler sayesinde.
Okumak benim için bir var oluş biçimi demiş olsam çok da büyük bir laf etmiş olmam diye düşünüyorum. Herkes yaşama tutunmak ve ölüm düşüncesini unutmak için kendine bir ya da birçok var oluş biçimi veya nesnesi ediniyor. Siz okumaktan haz alırken başkaları fiziksel aktivitelerden, sosyal medyadan, kozmetik ve moda sektöründen ya da farklı farklı şeylerden haz alabiliyor. Günümüz dünyasının yaşamsal kıldığı prototip de ne yazık ki, son saydığım maddelerden oluşan insan tipini kabul ediyor. Bu bir yıkım yaratır mı peki? Kendini dış dünyaya kapatıp edebiyat ile yaşayan insanları nasıl etkiler?
Bir ölçüde etkiliyor, kendinize mesele edindiğiniz şeyler ölçüsünde okuyorsunuz. Diğerleri bambaşka yaşarken, üstelik bir çoğunluğu oluşturuyorken siz azınlıkta kalıyorsunuz. Edebiyat sayesinde yarattığınız huzur, yalıtılmışlık, dinginlik ve sukunet diğerlerine normal gelmeyebiliyor. Ödün vermezseniz, bu durum sizin için asla sıkıntı yaratmıyor. Varsın dünya sizin dışınızda bir yerlerde dönmeye devam etsin.
İyi metinlere rastlamak kolay bir iş değil, özellikle son yıllarda iyi yazan yazar sayısının bir hayli az olduğu kanaatindeyim. Tavsiye mahiyetinde şunları söyleyebilirim; yayınevlerini, çevirmenleri, eski basımları sürekli takip edin. Edebiyat eleştirileri yayımlayan nitelikli dergileri, makaleleri bulup okuyun.
Okumak her haliyle çok güzel, bugün var oluşum üzerine yaptığım sorgulamalar, klasikler sayesinde tanıdığım karakterler, merak saldığım ülkeler, gitmek istediğim coğrafyalar, yazmaya çalıştığım öyküler, not aldığım, emek harcadığım ve bahşettiğim tüm anlar, dinginliğim, sözcüklerim ve ruhum edebiyata çok şey borçlu. Bunun kıymetini bilerek yaşamaya devam ediyorum, bir şekilde nefes alabiliyorsam ve bir şekilde var olmaya devam edebiliyorsam edebiyat sayesindedir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)