Bir süredir yoktum, çantamı alıp köşe bucak Batı Karadeniz turuna çıktım. Şimdiye kadar çıkmadığım içinse hayıflandım.
İlk durak noktamız Bolu Abant Gölü oldu. Oldukça kar vardı ve gerçekten çok soğuktu, göl de donmuş durumdaydı. Çok zor şartlar altında olsa da birkaç güzel fotoğraf yakalayabildim. Hemen girişte de minik bir tabiat müzesi var, ücretsiz gezilebilmekte. Karın içinde mis gibi semaver çayımızı içtikten sonra Safranbolu'ya doğru yola çıktık. İlk durağımız Hıdırlık Tepesi oldu, şehre çok hakim bir yer. Oradan da güzel fotoğraflar yakaladım. Ardından Eski Safranbolu'yu gezdik. Yemeniciler Arastası'nı çok beğendim. Yine Hükümet Konağı ve Leyla Hanım Konağı gezilebilecek yerler arasında. Safranbolu'nun meşhur lokumlarından tattık ve sıcacık bir safran çayı içtik. Ardından ben kendimi Safranbolu sokaklarına ve eski evler arasına attım. Cinci Hamamı da dahil güzel fotoğraf kareleri yakaladım. Hava koşullarından dolayı Cam Terası ziyaret edemedik, artık başka bir geziye diyelim.
Safranbolu'da Kardelen Konaklarında kaldım. Eski bir konak, tamamen aslına uygun olarak dizayn edilmiş. İçeri girdiğiniz andan itibaren Osmanlı Konaklarının havasını soluyorsunuz. Otel içinde ayakkabı ile gezilmiyor, kapıda çıkarıyorsunuz. Odalar da çok güzel, sedirler, eski beyaz dantela perdeler, kandillikler. Her şey çok ince ve çok güzel düşünülmüş.
Ertesi gün Yörük Köyü'ne doğru yol aldık. Köyün eski çamaşırhanesini ziyaret ettik. Meşhur Filiz Teyzemiz bize espriler eşliğinde köyün tarihini anlattı. Aynı zamanda Leyla Gencer'in ailesinin yaşadığı konağı da ziyaret ettik. Konağın önünde kendisinin bir büstü de yer alıyor. Sipahioğlu Konağını dolaştık, eskiye ait ne varsa görebileceğiniz çok hoş bir konak.
Yine burada da bir sürü fotoğraf çektim. Özellikle kedileri ve köpekleri insan dostu bu güzel köyün.
Yolculuğumuza Amasra ile devam ettik. Sormagir Kalesini gördük, yemeklerimizi yedik ve bu deniz kenarı küçük beldeye gerçekten hayran kaldık. Barış Akarsu'yu da şarkıları eşliğinde yad ettik.
Ve son durağımız Devrek oldu. Bastoncular çarşısında, baston yapımına tanık olduk. Meşhur Devrek simitlerimizi de yedikten sonra İstanbul'a döndük.
Çok güzel dostluklar edindiğim, muazzam bir turdu. Sömestr tatilini böyle güzel değerlendirebildiğim için çok şanslıyım. Bundan sonra tatillerimde asla evde oturmayacağım. Gezilip, fotoğraflanacak, biriktirilecek anılar var. Gezebileceğimiz nice tatillere.
30 Ocak 2017 Pazartesi
22 Ocak 2017 Pazar
Lale Müldür: Kuzey Defterleri
Kuzey Defterleri'nın ilk baskısı, 1992 yılında Metis Yayınları tarafından yapılmış. Yapı Kredi Yayınlarının bu ay kitabın yeni baskısını yaptığını görünce aldım. Uzun bir metro yolculuğunda okudum, oldukça derin satırlar, Lale Müldür'ü tanımak beni çok mutlu etti.
Yüreğime dokunan bazı dizeler oldu. Bunlardan birkaçını paylaşmak istiyorum. Belki de satırlar arasında en çok kendimi bulduğum cümleler bunlar, kuzeyde bir yerde eprimiş bir koltuğun üzerinde okuyormuş gibi okudum. Perde aralık, kuzey denizinin esintisi pencereyi yokluyor gibi, sarı bir masa lambası kitabı belli belirsiz aydınlatıyor gibi...
"Kişinin kendisinin dışında inanabileceği bir şey yoktur çünkü."
"Ertesi gün ve ondan sonraki bütün günler. buradayım. hava açıyor. mutluluk. romanlardaki gibi. sessizlik. mavi menekşe civası. geçen eylülden beri. onun yerinde olsam söylerdim. yatakta kıpırdayan bir gövde. yatakta kıpırdayan bir gövdenin aniden döndüğünde hatırladığı bir şey. gece dönüşlerinde yaşamak. cam buğulandı. ertesi gün ve ondan sonraki bütün günler. hiçbir şey demedim. unutmak kendini. etrafa bakmak... var olan eskidendir ve olacak olan eskiden olmuştur, ve insan geçmiş olanı yine arıyor."
"çocukluğun saydam derisini üzerinden atamayanlar som bir metalin damarlarını takip ederek belki bedeli oldukça ağır bir güzelliği taşımak zorunda kalıyorlar."
Yüreğime dokunan bazı dizeler oldu. Bunlardan birkaçını paylaşmak istiyorum. Belki de satırlar arasında en çok kendimi bulduğum cümleler bunlar, kuzeyde bir yerde eprimiş bir koltuğun üzerinde okuyormuş gibi okudum. Perde aralık, kuzey denizinin esintisi pencereyi yokluyor gibi, sarı bir masa lambası kitabı belli belirsiz aydınlatıyor gibi...
"Kişinin kendisinin dışında inanabileceği bir şey yoktur çünkü."
"Ertesi gün ve ondan sonraki bütün günler. buradayım. hava açıyor. mutluluk. romanlardaki gibi. sessizlik. mavi menekşe civası. geçen eylülden beri. onun yerinde olsam söylerdim. yatakta kıpırdayan bir gövde. yatakta kıpırdayan bir gövdenin aniden döndüğünde hatırladığı bir şey. gece dönüşlerinde yaşamak. cam buğulandı. ertesi gün ve ondan sonraki bütün günler. hiçbir şey demedim. unutmak kendini. etrafa bakmak... var olan eskidendir ve olacak olan eskiden olmuştur, ve insan geçmiş olanı yine arıyor."
"çocukluğun saydam derisini üzerinden atamayanlar som bir metalin damarlarını takip ederek belki bedeli oldukça ağır bir güzelliği taşımak zorunda kalıyorlar."
19 Ocak 2017 Perşembe
Yarıyıl Tatili Planları
Avantajlı bir şekilde bir gün erken yarıyıl tatiline girmiş bulunmaktayım, yarın bildiğimiz üzere karne günü, güzel bir tatil bizi bekliyor. Öğretmenler de yoruldu, öğrenciler de. Ben de bugünü plan yapmak üzere değerlendireceğim, yarından itibaren planlarımı gerçekleştirmek üzere yollara düşeceğim.
Aslında bu yarıyıl tatilinde Kars yolculuğu yapmak niyetindeydim, aklımın bir köşesinde bu düşünce hala bana yeşil ışık yakıyor. Lakin Kars'ın havasını da göz önünde bulundurduğumda bahar tatilinde bu yolculuğu ve geziyi yapmak daha doğru geldi bana. Hal böyle olunca kısa bir Batı Karadeniz turu cazip gelmeye başladı gözüme. Sanırım haftaya bir Batı Karadeniz turu yapacağım. Hazır fotoğraf makinemi de yeni almışken benim için güzel bir deneyim olacak. Karadeniz'i hiç görmedim, artık tüm tatillerimi ülkenin çeşitli bölgelerini gezip fotoğraflayarak geçireceğim.
Bir de İstanbul'da ziyaret etmediğim çok fazla tarihi yapı ve müze olduğunu fark ettim. Hepsine hakim olmak mümkün değil belki lakin olası. Güzel bir liste çıkardım, müze listem epey kabarık olsa da, gezebildiğim kadarını gezmeyi ve fotoğraflamayı düşünüyorum.
Elbette edebiyatsız ve tarihsiz asla olmaz. Batı Roma İmparatorluğu ve Hıristiyanlık okumalarımı bitirdim. Tatilde biraz Bizans'a yoğunlaşmak istiyorum. Bunun yanında aklımda güzel iki roman var, umarım onları da tatile sığdırabilirim.
Bu tatil dinlenmek ve gezip görmek için çok büyük fırsat, ikinci dönem tezime yoğunlaşmak zorundayım. Çünkü Haziran ayına kadar bitsin istiyorum. Yaza büyük bir zihin rahatlığı ile girmek çok iyi olacak benim için, zira tezim iki yıldır aklımı epey meşgul ediyor.
Şimdilik program böyle, genel çerçeveye bakınca güzel görünüyor umarım tembellik etmeyip hepsini iki haftaya sığdırabilirim. Tüm öğrencilere ve öğretmenlere ve tabii ki velilere güzel tatiller dilerim.
16 Ocak 2017 Pazartesi
Tarih Okumaya Başlayacaklar İçin Kaynak Seçimi/Tavsiyeler
Bir Sosyal Bilgiler Öğretmeniyim. Yeri geldiği zaman söylüyorum, belki edebiyat merakımdan dolayı edebiyat eğitimi aldığımı düşünebilirsiniz lakin öyle değil. Yüksek lisans eğitimimi de Tarih Öğretmenliği bölümünde sürdürüyorum. Umuyorum ki Haziran ayına kadar tezimi bitirip teslim edeceğim, artık üç yılı dolduruyorum. Dört yıl lisans üzerine üç yıl yüksek lisans eğitimi gerçekten ciddi bir emek demek.
Tezime yoğunlaştığım bu dönemde, kendimi tarihi bilgi açısından eksik hissettiğimi fark ettim. Aslında tarihi bilgi açısından, bir tarihçinin bile kendini tamamlayabildiğini düşünmüyorum. Tarih çok geniş ve derin bir disiplin, çok sıkı tekrarlar yapmalısınız ki bilgileriniz taze kalsın. Bu açığı kendi çapımda kapatmak üzere Mezopotamya Uygarlıklarından başlayan bir okuma listesi çıkardım. Çok yorucu olmayan, temel bilgiler edinebileceğim ve unuttuğum zaman kitaplığımdan çıkarıp göz gezdirebileceğim eserler olmasına dikkat ettim. Bu listeyi burada paylaşmak istiyorum. Hem Sosyal Bilgiler Öğretmenleri hem de Tarih Öğretmenleri için faydalı olacaktır aynı zamanda bu bölümlerde yüksek lisans yapan öğrenciler için de faydalı olacağını düşünüyorum. Tarihe kişisel merakı olan farklı meslek gruplarından insanlar için de geçerli bir liste olabilir lakin siyasi tarih kısımlarında sıkılmanız çok mümkün. Genel olarak tarihe merakı olan ve nereden başlayacağını bilemeyen arkadaşlarıma toplumsal tarih başlığı altındaki kitapları ve yayınları tavsiye ediyorum. Bir uygarlığın kültürel tarihini her zaman için siyasi tarihinden daha ilgi çekici buluyorum. Ya da dünya tarihini derli toplu, görseller eşliğinde anlatan kitapları öneriyorum. Mesela Ntv Yayınlarından çıkan "Dünya Tarihi" adlı eser hem boyutları itibari ile kolay taşıyabileceğiniz hem de bitirdiğinizde genel kültür düzeyinizi epey artıracak bir niteliğe sahip. Şimdi geçelim benim listeme:
Kemalettin Köroğlu / Eski Mezopotamya Tarihi / İletişim Yayınları
Samuel Noah Kramer / Tarih Sümer'de Başlar / Kabalcı Yayınları
Marc Desti / Anadolu Uygarlıkları /Dost Yayınları
Sophie Desplancques / Antik Mısır / Dost Yayınları
Oğuz Tekin / Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş / İletişim Yayınları
Linda Woodhead / Hıristiyanlık / Dost Yayınları
Ben kişisel olarak böyle bir sıra izledim. Bu sıranın ardından; Maya, Aztek, İnka ve Vikingler ile ilgili okumalar yapıp Eski Türk Tarihinden Osmanlı'ya oradan da günümüze gelmeyi düşünüyorum. Bizans'a da fazlasıyla yer vereceğim bu sıralamada. Tabii bu çok uzun bir zaman dilimini kapsayacak. Aldığım kaynakları not alarak ve önemli kısımların altını çizerek okuyorum. Geriye dönüp baktığımda kitabın hepsini okumak yerine, önemli kısımlar ile bilgilerimi tazeleyebilirim diye düşündüm. Eserleri okuduktan sonra çeşitli belgeseller ve videolar ile de destekleyebilirsiniz. Ya da tarihin çeşitli dönemlerine odaklanan güzel yabancı diziler var. Mesela Roma okurken Rome'u izleyebilirsiniz ya da Vikingler'i okurken Vikings'i izleyebilirsiniz. Böylece öğrendiğiniz bilgileri daha keyifli hale getirebilirsiniz. Meraklılarına keyifli okumalar dilerim.
Tezime yoğunlaştığım bu dönemde, kendimi tarihi bilgi açısından eksik hissettiğimi fark ettim. Aslında tarihi bilgi açısından, bir tarihçinin bile kendini tamamlayabildiğini düşünmüyorum. Tarih çok geniş ve derin bir disiplin, çok sıkı tekrarlar yapmalısınız ki bilgileriniz taze kalsın. Bu açığı kendi çapımda kapatmak üzere Mezopotamya Uygarlıklarından başlayan bir okuma listesi çıkardım. Çok yorucu olmayan, temel bilgiler edinebileceğim ve unuttuğum zaman kitaplığımdan çıkarıp göz gezdirebileceğim eserler olmasına dikkat ettim. Bu listeyi burada paylaşmak istiyorum. Hem Sosyal Bilgiler Öğretmenleri hem de Tarih Öğretmenleri için faydalı olacaktır aynı zamanda bu bölümlerde yüksek lisans yapan öğrenciler için de faydalı olacağını düşünüyorum. Tarihe kişisel merakı olan farklı meslek gruplarından insanlar için de geçerli bir liste olabilir lakin siyasi tarih kısımlarında sıkılmanız çok mümkün. Genel olarak tarihe merakı olan ve nereden başlayacağını bilemeyen arkadaşlarıma toplumsal tarih başlığı altındaki kitapları ve yayınları tavsiye ediyorum. Bir uygarlığın kültürel tarihini her zaman için siyasi tarihinden daha ilgi çekici buluyorum. Ya da dünya tarihini derli toplu, görseller eşliğinde anlatan kitapları öneriyorum. Mesela Ntv Yayınlarından çıkan "Dünya Tarihi" adlı eser hem boyutları itibari ile kolay taşıyabileceğiniz hem de bitirdiğinizde genel kültür düzeyinizi epey artıracak bir niteliğe sahip. Şimdi geçelim benim listeme:
Kemalettin Köroğlu / Eski Mezopotamya Tarihi / İletişim Yayınları
Samuel Noah Kramer / Tarih Sümer'de Başlar / Kabalcı Yayınları
Marc Desti / Anadolu Uygarlıkları /Dost Yayınları
Sophie Desplancques / Antik Mısır / Dost Yayınları
Oğuz Tekin / Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş / İletişim Yayınları
Linda Woodhead / Hıristiyanlık / Dost Yayınları
Ben kişisel olarak böyle bir sıra izledim. Bu sıranın ardından; Maya, Aztek, İnka ve Vikingler ile ilgili okumalar yapıp Eski Türk Tarihinden Osmanlı'ya oradan da günümüze gelmeyi düşünüyorum. Bizans'a da fazlasıyla yer vereceğim bu sıralamada. Tabii bu çok uzun bir zaman dilimini kapsayacak. Aldığım kaynakları not alarak ve önemli kısımların altını çizerek okuyorum. Geriye dönüp baktığımda kitabın hepsini okumak yerine, önemli kısımlar ile bilgilerimi tazeleyebilirim diye düşündüm. Eserleri okuduktan sonra çeşitli belgeseller ve videolar ile de destekleyebilirsiniz. Ya da tarihin çeşitli dönemlerine odaklanan güzel yabancı diziler var. Mesela Roma okurken Rome'u izleyebilirsiniz ya da Vikingler'i okurken Vikings'i izleyebilirsiniz. Böylece öğrendiğiniz bilgileri daha keyifli hale getirebilirsiniz. Meraklılarına keyifli okumalar dilerim.
9 Ocak 2017 Pazartesi
Robert Pinget: Mösyö Songe
"Bir çıkmazdan kurtulmak için bir başkasına girmek gerekir."
Robert Pinget, 1920 Cenevre doğumlu bir yazar. Hukuk öğrenimi görmüş, 1951 yılında ise ilk öykü derlemesi yayımlanmış.
Yazılarımda sıklıkla bahsettiğim üzere Kadıköy'ü her ziyaret edişimde Yapı Kredi Kitabevine uğruyorum. Bir iki hafta önce okumak üzere alıp kitaplığıma koyduğum kısa romanlardan biriydi "Mösyö Songe." Kar sebebiyle okullar kapanınca ve kapımıza dayanan kardan dolayı günlerdir evden dışarı çıkamazken "Mösyö Songe"yi tanımak üzere kitaplığımdan çıkardım.
Mösyö Songe varlıklı, denize nazır bir evde hizmetçisi Sosie ile birlikte yaşayan yalnız bir adam. Bir yeğeni var, sık sık olmasa da dayısını ziyaret eden, kimi vakitler onu yermekten geri kalmayan kimi vakitlerde ise Sosie'nın leziz yemekleri eşliğinde dayısı ile hasbıhal etmeyi kendine amaç edinen bir genç.
Mösyö Songe kurallara, nezakete ve görgüye sıkı sıkıya bağlı bir adam, denemeler yazıyor, bir de yeğenine sürekli mektup yazıyor. Mektupların hemen hepsinde kendi benliğini dışa vuruyor, kafasında dönenip duran deli sorunlara, delişmen sorulara cevaplar arıyor, bazen de o kadar net ve katı bir adam oluyor ki, adeta bedenini duyguların delip geçmesini önleyen bir kalkana dönüştürüyor.
Karlı bir Ocak ayında bana sıcacık battaniyemin içinde kısa bir izlek sunan sevgili Mösyö Songe ile tanıştığıma memnunum. Umarım bir yerlerde o haşin görüntünün altındaki sevecenliği dışarı çıkarmayı başarabilmişsindir; ya da sen böyle güzelsin Mösyö Songe. Umarım hiç değişmemişsindir.
"Mösyö Songe kötü bir gün öngörürken yanılmıyordu. Sıkıntıları belirginlik kazanıyor. Aklına getirmek istemediği hatıralar üzerine çullanıyor.
Ama işin özüne gelelim, hatıralarım diye nelere diyorum ben? diye soruyor kendine.
Bir düşünme denemesinden sonra, hatıralarım dediği şeylerin yalnızca duygularından ibaret olduğunu söylüyor kendine. Çünkü şu anda bile verdikleri acıyı yeniden yaşayabiliyor. Geriye kalanları, geçmişten çıkagelseler bile, acılarını yeniden hissedemediklerini, hatıralarım diye adlandırmayacak."
Hatıralar üzerine mükemmel bir tanım, ideal bir açıklama değil mi? Selam olsun sana Mösyö Songe ve tabii ki seni yaratan sevgili Robert Pinget.
Robert Pinget, 1920 Cenevre doğumlu bir yazar. Hukuk öğrenimi görmüş, 1951 yılında ise ilk öykü derlemesi yayımlanmış.
Yazılarımda sıklıkla bahsettiğim üzere Kadıköy'ü her ziyaret edişimde Yapı Kredi Kitabevine uğruyorum. Bir iki hafta önce okumak üzere alıp kitaplığıma koyduğum kısa romanlardan biriydi "Mösyö Songe." Kar sebebiyle okullar kapanınca ve kapımıza dayanan kardan dolayı günlerdir evden dışarı çıkamazken "Mösyö Songe"yi tanımak üzere kitaplığımdan çıkardım.
Mösyö Songe varlıklı, denize nazır bir evde hizmetçisi Sosie ile birlikte yaşayan yalnız bir adam. Bir yeğeni var, sık sık olmasa da dayısını ziyaret eden, kimi vakitler onu yermekten geri kalmayan kimi vakitlerde ise Sosie'nın leziz yemekleri eşliğinde dayısı ile hasbıhal etmeyi kendine amaç edinen bir genç.
Mösyö Songe kurallara, nezakete ve görgüye sıkı sıkıya bağlı bir adam, denemeler yazıyor, bir de yeğenine sürekli mektup yazıyor. Mektupların hemen hepsinde kendi benliğini dışa vuruyor, kafasında dönenip duran deli sorunlara, delişmen sorulara cevaplar arıyor, bazen de o kadar net ve katı bir adam oluyor ki, adeta bedenini duyguların delip geçmesini önleyen bir kalkana dönüştürüyor.
Karlı bir Ocak ayında bana sıcacık battaniyemin içinde kısa bir izlek sunan sevgili Mösyö Songe ile tanıştığıma memnunum. Umarım bir yerlerde o haşin görüntünün altındaki sevecenliği dışarı çıkarmayı başarabilmişsindir; ya da sen böyle güzelsin Mösyö Songe. Umarım hiç değişmemişsindir.
"Mösyö Songe kötü bir gün öngörürken yanılmıyordu. Sıkıntıları belirginlik kazanıyor. Aklına getirmek istemediği hatıralar üzerine çullanıyor.
Ama işin özüne gelelim, hatıralarım diye nelere diyorum ben? diye soruyor kendine.
Bir düşünme denemesinden sonra, hatıralarım dediği şeylerin yalnızca duygularından ibaret olduğunu söylüyor kendine. Çünkü şu anda bile verdikleri acıyı yeniden yaşayabiliyor. Geriye kalanları, geçmişten çıkagelseler bile, acılarını yeniden hissedemediklerini, hatıralarım diye adlandırmayacak."
Hatıralar üzerine mükemmel bir tanım, ideal bir açıklama değil mi? Selam olsun sana Mösyö Songe ve tabii ki seni yaratan sevgili Robert Pinget.
8 Ocak 2017 Pazar
Vüs'at O. Bener: Mızıkalı Yürüyüş/Kara Tren
Vüs'at O. Bener okumaya yakın zamanda "Kapan" adlı öykü derlemesi ile başlamıştım. Birkaç gün önce "Mızıkalı Yürüyüş/Kara Tren" adlı öykü kitabını okudum. Yazını bana çok iyi geliyor; ifade etmek istediklerim, yazamadıklarım hep onun satırları ile özdeş. Bakışı, kelimeleri diziş biçimi, kendinden öylesine rahat ve aynı zamanda gerçekçi bahsetmesi, hissettiklerinden de öyle, saklamadan, bir yerlere kaçmadan. Beni gerçekten etkiliyor.
Şu an dışarıda epey kar var, onca yolu aşıp Yky'ye gitmem mümkün değil, sanırım bir kaç gün daha bekleyeceğim, karlar erir erimez "Dost Yaşamasız" ve "Siyah Beyaz" kucağımda döneceğim eve.
"Mızıkalı Yürüyüş/ Kara Tren"den sevdiğim bir bölüm paylaşmak istiyorum, sonra da hemen kar tanelerini izlemeye gideceğim:
"Geçen pazar, 22 Ağustos 1993. Günleri somutlaştırmak gereksemesini neden duyuyorum acep? Yaşandığına inandırmak için mi kendimi? Nice gün'ler geçip gitti, gidecek, bir gün GÜN bile olmaktan çıkacak, öyleyse bu çabanın anlamı ne? Yok anlamı. Gökyüzü, denizler, uzay, yıldızlar, ,insanlar dışında her şey bilinçsizliklerince durup duracak. Moleküle dönüşeceğiz herhalde. Asimov'a bakılırsa hepi topu sekiz milyar yıl kalmış, ömrümüzü sıfırlamaya. Peki, tüm bilgilerden, değer yargılarından kurtulmuş, kendi ekseninde dönenen, kurduğu tuhaf dünyasında bir süre canlılığını koruyan, ilgilerden kopuk, yadırgı yaşamayı sürdürmek mi yeğlenmeli? Ben bu korku filmini ne çok yönettim."
Şu an dışarıda epey kar var, onca yolu aşıp Yky'ye gitmem mümkün değil, sanırım bir kaç gün daha bekleyeceğim, karlar erir erimez "Dost Yaşamasız" ve "Siyah Beyaz" kucağımda döneceğim eve.
"Mızıkalı Yürüyüş/ Kara Tren"den sevdiğim bir bölüm paylaşmak istiyorum, sonra da hemen kar tanelerini izlemeye gideceğim:
"Geçen pazar, 22 Ağustos 1993. Günleri somutlaştırmak gereksemesini neden duyuyorum acep? Yaşandığına inandırmak için mi kendimi? Nice gün'ler geçip gitti, gidecek, bir gün GÜN bile olmaktan çıkacak, öyleyse bu çabanın anlamı ne? Yok anlamı. Gökyüzü, denizler, uzay, yıldızlar, ,insanlar dışında her şey bilinçsizliklerince durup duracak. Moleküle dönüşeceğiz herhalde. Asimov'a bakılırsa hepi topu sekiz milyar yıl kalmış, ömrümüzü sıfırlamaya. Peki, tüm bilgilerden, değer yargılarından kurtulmuş, kendi ekseninde dönenen, kurduğu tuhaf dünyasında bir süre canlılığını koruyan, ilgilerden kopuk, yadırgı yaşamayı sürdürmek mi yeğlenmeli? Ben bu korku filmini ne çok yönettim."
6 Ocak 2017 Cuma
İnan Çetin: Bin Yapraklı Lotus
"Denir ki: Seni ayıplayanlar çıkacaktır kuşkusuz, ama bil ki, hiçlik varoluşun temelidir. Büyük ideallerin varsa eğer ve bu idealler insanlığın köküne kibrit suyu döküyorsa, peşinden gelenler suçludur. Sen tek başınasın unutma, kendine ihanet etmiyorsun. Tutkuna yaşamayı öğren; arada bir fırtınaya dönüşse de rüzgar, korunmasını bil. Ama her şeyin saf olduğuna kanma sakın. Sana söylediklerim de saf değil, aldanma."
***
"İnsan çürümüşlüğünü göz ardı edemezdi böyle durumlarda; sonra, sesler duyup sıyrıldığında bu çürümüşlükten, dört gözle bakmak isterdi dünyaya. Öyle ki, düşü gören yataktan çıkamazdı, çivilenip kalırdı geçmişe."
***
"Ne kadar da acınacak duruma düşüyor insan. Umarsız kalınca sığınacak bir şeylere nasıl da gereksinim duyuyor."
Islak Perşembe/ Tereddüt
Dün sabah izin günümdü, yağmur çamur demeden yola çıktım Eminönü'ne doğru. Uzun süredir profesyonel bir fotoğraf makinesi almak niyetindeydim. Güzel kareler yakaladığımı düşünüyorum, bu işi bir hobi haline getirmeye karar verdim, yeter miktar parayı da denkleştirince gidip istediğim makineyi aldım. Yağmurun artacağından haberim yoktu, yanıma şemsiye de almamıştım, nihayetinde çoraplarıma kadar ıslandım lakin yılmadım. Soluklanmak için sokak arasındaki kenar kahvelerinden birine oturup türk kahvemi içtim, ardından tekrar yağmura savaş açarak Kadıköy'e döndüm.
Tüm bu ıslaklığa ve hasta olma riskine rağmen planlarımdan vazgeçmedim, Yeşim Ustaoğlu'nun filmi Tereddüt'ü izlemek istiyordum nicedir, Rexx sinemasından bir bilet alıp film saatine kadar yanındaki kafeye oturdum. Hem biraz kurudum hem de Akmar'dan aldığım kitapları karıştırdım.
Tereddüt'ü çok beğendiğimi itiraf etmeliyim, bizim sinemamızda genellikle kadın hikayeleri bu kadar cesur anlatılmıyor, yine kadın hisleri, kadın cinselliği es geçilen konular arasında. Yakın zamanda Mustang ile bu geleneği kırmak için adım atmıştık, Tereddüt'ü bu açıdan çok başarılı buldum. Ecem Uzun'un Elmas karakterine vermiş olduğu can, beni çok etkiledi, başarılı bir performans sergilemiş bunu da belirtmek isterim.
Ardından ıslak ayakkabılarım ve çoraplarım ile birlikte eve döndüm. Kurundum, makinemi kurcaladım lakin sanırım ona alışmam ve teknik terimleri öğrenmem epey zaman alacak, neyse ki acelemiz yok. Dolu ve ıslak bir perşembeden geriye bunlar kaldı; biraz yağmur biraz da tereddüt.
3 Ocak 2017 Salı
Blogger'da 9. Yılım
Tam dokuz yıl önce başlamış blog yazma maceram. 2008 yılında. O zaman henüz 16 yaşında, lise ikinci sınıf öğrencisiydim. Annem o dönemde fabrikada çalışıyordu, bana bilgisayar alabilmek için aylarca para biriktirdiğini anımsıyorum, çok sevinmiştim. Memleketteki evimizin üst katındaki odama kurmuştuk, hatta o gün okuldan erken ayrılmıştım, bilgisayarımı ve internetimi kurmaya gelecekler diye. Sonra annem yine para biriktirip bir genç odası takımı almıştı bana.
Bilgisayar kurulur kurulmaz yaptığım ilk şeyin elektronik bir günlük tutmak olduğunu hatırlıyorum yani yine bana heyecan veren en önemli hadiselerden biri yazmakmış o dönemde de.
İlk yazılarıma dönüp baktığımda yaşımın vermiş olduğu özellikler neticesinde epey ergen, farklı olma çabaları içerisinde, yaşından büyük kitaplar okuyan, iddialı cümleler kuran ve rocktan heavy metale kadar çeşitli müzikler dinleyen tam bir liseli görüyorum. Neyse ki bu dönemler gelip geçti, okuduk, öğrendik, yaşadık ve yaş oldu 25.
Şimdi geriye dönüp baktığımda tebessüm ederek anımsıyorum o günleri. Küçük bir kasaba, kendi dünyasında, kendinden başka dünyaları tanımaya çalışan, her şeyden önce kendini tanımaya çalışan genç bir erkek.
Dokuz yıldır aralıksız yazıyor olmam çok mutlu ediyor beni, hala bilgisayarımın karşısına geçtiğimde heyecan duyuyorum, yazacağım şeyleri önceden planlıyor ve bununla ilgili ufak notlar tutuyorum kenara. Bu arada ilk yazmaya başladığım masaüstü bilgisayarım hala memleketteki evimizde, üstelik aynı yerde duruyor, artık çalışmıyor olsa da.
Peki neden "beyaz çiklet?" Pek çok şeyi anımsıyorum, ne yazık ki bu konu hakkında net bir şeyler hatırlayamıyorum. Sanırım o dönemde "beyaz çiklet" adında ya da içinde "beyaz çiklet" geçen bir şiir yazmıştım. Çok sonraları öğrendim "beyaz çiklet"in bir balık türü olduğunu. Ne tesadüf, ben de pek alık, balık gibi bir insanımdır ya!
Yazma serüvenim benim dışımda gelişen bir aksilik olmazsa devam edecek. Bir ergenden genç bir yetişkine doğru dönüştüğüm, değiştiğim süre boyunca yazı kültürüm de değişiklik gösterdi. Artık daha sade, kültür sanat ağırlıklı yazar oldum, özel hayatıma dair paylaşımlarım ise oldukça sınırlı hale geldi. Bu çizgiyi seviyorum, böyle devam etmesini temenni ediyorum.
En uzun yaşayan "beyaz çiklet" olma yolunda ilerliyorum sanırım, aman zeval gelmesin. Tahtalara vuralım.
Bilgisayar kurulur kurulmaz yaptığım ilk şeyin elektronik bir günlük tutmak olduğunu hatırlıyorum yani yine bana heyecan veren en önemli hadiselerden biri yazmakmış o dönemde de.
İlk yazılarıma dönüp baktığımda yaşımın vermiş olduğu özellikler neticesinde epey ergen, farklı olma çabaları içerisinde, yaşından büyük kitaplar okuyan, iddialı cümleler kuran ve rocktan heavy metale kadar çeşitli müzikler dinleyen tam bir liseli görüyorum. Neyse ki bu dönemler gelip geçti, okuduk, öğrendik, yaşadık ve yaş oldu 25.
Şimdi geriye dönüp baktığımda tebessüm ederek anımsıyorum o günleri. Küçük bir kasaba, kendi dünyasında, kendinden başka dünyaları tanımaya çalışan, her şeyden önce kendini tanımaya çalışan genç bir erkek.
Dokuz yıldır aralıksız yazıyor olmam çok mutlu ediyor beni, hala bilgisayarımın karşısına geçtiğimde heyecan duyuyorum, yazacağım şeyleri önceden planlıyor ve bununla ilgili ufak notlar tutuyorum kenara. Bu arada ilk yazmaya başladığım masaüstü bilgisayarım hala memleketteki evimizde, üstelik aynı yerde duruyor, artık çalışmıyor olsa da.
Peki neden "beyaz çiklet?" Pek çok şeyi anımsıyorum, ne yazık ki bu konu hakkında net bir şeyler hatırlayamıyorum. Sanırım o dönemde "beyaz çiklet" adında ya da içinde "beyaz çiklet" geçen bir şiir yazmıştım. Çok sonraları öğrendim "beyaz çiklet"in bir balık türü olduğunu. Ne tesadüf, ben de pek alık, balık gibi bir insanımdır ya!
Yazma serüvenim benim dışımda gelişen bir aksilik olmazsa devam edecek. Bir ergenden genç bir yetişkine doğru dönüştüğüm, değiştiğim süre boyunca yazı kültürüm de değişiklik gösterdi. Artık daha sade, kültür sanat ağırlıklı yazar oldum, özel hayatıma dair paylaşımlarım ise oldukça sınırlı hale geldi. Bu çizgiyi seviyorum, böyle devam etmesini temenni ediyorum.
En uzun yaşayan "beyaz çiklet" olma yolunda ilerliyorum sanırım, aman zeval gelmesin. Tahtalara vuralım.
Thomas Bernhard: Bitik Adam
Yılbaşına Thomas Bernhard okuyarak girdiğimi itiraf etmeliyim yazımın başında. Yılbaşından birkaç gün önce Kadıköy'deki Yapı Kredi Kitabevine girip yeni yıl tatili için Vüs'at O. Bener'in bir öykü kitabını almıştım. Thomas Bernhard okumak aklımda yoktu şu sıralar lakin rafta karşıma çıkınca "Bitik Adam"ı alıp okumak istedim. Böylelikle yeni yıla da kendisi ile girmiş oldum, bir de yanında acı bir kahve ile tabii.
Bernhard hakkında konuşmak, muhasebe yapmak için eserlerinin hemen hepsini okumak ve iyi bir edebi birikime sahip olmak gerektiğini düşünüyorum. Bu yetilere sahip değilim lakin "Bitik Adam"dan yola çıkarak birkaç kelam edebilirim sanırım.
Bir çürüme olgusu sunuyor Bernhard önünüze, bitip tükenmeyen upuzun bir olgu, yol gibi, tamamiyle çürümek üzerine. Yaşamak üzerine yazdıkları ise umuttan yoksun, yaşamı bir çürüme olarak algılıyor gibi, hayatta kalmak ile bir takım sorunları var, bunları çok güzel açıklıyor, yer yer tekrar ediyor gibi görünse de tekrar ediyor gibi olduğu her bölümde farklı kelime ve cümle dizileri ile anlatıyor derdini. Okuması kolay bir yazar olduğu izlenimi bırakmadı bende, çok kolay okunmuyor; bu yüzden yavaş yavaş ve yer yer not olarak ilerledim ben. Ve kimi yerlerde Cioran geldi aklıma, çürümeden bahsedince.
Birkaç kitabını daha okuyacağım muhakkak ki Bernhard'ın, enteresan dili, anlattıkları, "diye düşündüm"lü cümleleri beni etkiledi. "Bitik Adam"ın beni etkileyen bölümlerinden birkaç cümle paylaşmak istiyorum:
"Uyandığımda iğrenerek düşünüyorum kendimi ve başıma geleceklerin hepsi tüylerimi diken diken ediyor. Yattığımda ölmekten, bir daha uyanmamaktan başka bir isteğim olmuyor, ama sonra gene uyanıyorum ve bu korkunç süreç yineleniyor, yineleniyor..."
***
"Bir dostumuz olduğunu sanıyoruz, ama zamanla dostumuz olmadığını görüyoruz, çünkü kesinlikle hiç kimsemiz yok, gerçek bu, dedi."
***
"Durmadan kendi kabuğumuzun dışına çıkma deneyi yapıyor, ama bu deneyde başarısız oluyoruz, hep tepetaklak yuvarlanıyoruz, çünkü kendi kabuğumuzun dışına ölüm dışında çıkamayacağımızı anlamak istemiyoruz."
Bernhard hakkında konuşmak, muhasebe yapmak için eserlerinin hemen hepsini okumak ve iyi bir edebi birikime sahip olmak gerektiğini düşünüyorum. Bu yetilere sahip değilim lakin "Bitik Adam"dan yola çıkarak birkaç kelam edebilirim sanırım.
Bir çürüme olgusu sunuyor Bernhard önünüze, bitip tükenmeyen upuzun bir olgu, yol gibi, tamamiyle çürümek üzerine. Yaşamak üzerine yazdıkları ise umuttan yoksun, yaşamı bir çürüme olarak algılıyor gibi, hayatta kalmak ile bir takım sorunları var, bunları çok güzel açıklıyor, yer yer tekrar ediyor gibi görünse de tekrar ediyor gibi olduğu her bölümde farklı kelime ve cümle dizileri ile anlatıyor derdini. Okuması kolay bir yazar olduğu izlenimi bırakmadı bende, çok kolay okunmuyor; bu yüzden yavaş yavaş ve yer yer not olarak ilerledim ben. Ve kimi yerlerde Cioran geldi aklıma, çürümeden bahsedince.
Birkaç kitabını daha okuyacağım muhakkak ki Bernhard'ın, enteresan dili, anlattıkları, "diye düşündüm"lü cümleleri beni etkiledi. "Bitik Adam"ın beni etkileyen bölümlerinden birkaç cümle paylaşmak istiyorum:
"Uyandığımda iğrenerek düşünüyorum kendimi ve başıma geleceklerin hepsi tüylerimi diken diken ediyor. Yattığımda ölmekten, bir daha uyanmamaktan başka bir isteğim olmuyor, ama sonra gene uyanıyorum ve bu korkunç süreç yineleniyor, yineleniyor..."
***
"Bir dostumuz olduğunu sanıyoruz, ama zamanla dostumuz olmadığını görüyoruz, çünkü kesinlikle hiç kimsemiz yok, gerçek bu, dedi."
***
"Durmadan kendi kabuğumuzun dışına çıkma deneyi yapıyor, ama bu deneyde başarısız oluyoruz, hep tepetaklak yuvarlanıyoruz, çünkü kendi kabuğumuzun dışına ölüm dışında çıkamayacağımızı anlamak istemiyoruz."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)