27 Haziran 2017 Salı

Heinrich Böll: Katharina Blum'un Çiğnenen Onuru


Yaklaşık iki aydır kitaplığımda olan ve okuma fırsatı bulamadığım "Katharina Blum'un Çiğnenen Onuru" adlı romanı okuyup bitirdim. Konu ve anlatım itibari ile akıcı, merak uyandırıcı bir eser. Ahmet Cemal'in çevirisi ve Can Yayınlarının basımı ile dilimize kazandırılmış. 

Heinrich Böll, 1917 Köln doğumlu. Kendisi İkinci Dünya Savaşının bizzat içerisinde yer aldığından ötürü, eserlerinde savaşın yıkımlarını görmek mümkün. 1972 yılında Nobel Edebiyat ödülüne de layık görülmüş Alman asıllı yazar. 

Katharina Blum kısa bir roman. Ortada bir cinayet, bir kaçak ve bir de soruşturma var. Buraya kadar her şey sıradan gelebilir lakin seyir böyle devam etmiyor. Böll, eserinde dönemin ahlak anlayışını da oldukça gerçekçi bir şekilde sorguluyor. Basının bir kadının hayatını nasıl mahvedebildiğini ve toplumun kadına, kadınlığa bakış açısını da çok iyi dile getiriyor. Aslında benzer durumlara ülke olarak ne yazık ki aşinayız. Günümüz ilişkileri, sosyal medya kullanımı ve basının insan onurunu çiğneyen karalama kampanyaları ile bir kadının hayatı mahvedilebiliyor. Çok tanıdık ve de çok üzücü. Böll eserini yıllar önce kaleme almış lakin günümüzde hiçbir değişme yok, bu açıdan bence oldukça güncel bir roman. 

Yargının, emniyet kuvvetlerinin insana bakış açısı, toplumsal düzen çatısı altında topluma sunulan birtakım onur kırıcı değerler, insanlık dışı muameleler. 

Eseri bir çırpıda okumanız çok mümkün, özellikle soruşturma süreci etkileyici. Katharina Blum tamamiyle dönem toplumuna tutulmuş bir ayna işlevi görüyor. Toplumsal kurumları da başarılı bir şekilde irdeliyor. İyi okumalar dilerim. 

26 Haziran 2017 Pazartesi

Maurice Blanchot: Karanlık Thomas


"Anne'ın hala sevdiği her şeyin -sessizliğin ve yalnızlığın- adı geceydi. Anne'ın nefret ettiği her şeyin -sessizliğin ve yalnızlığın- adı da geceydi. Birbiriyle çelişen terimlerin bulunmadığı, acı çekenlerin mutlu olduğu, beyazın siyahla ortak bir özde buluştuğu mutlak gece. Yine de bu gecede karmaşa yoktu, canavarlar yoktu; bu gecenin karşısında, her zaman göz kapaklarının kapanarak kendisi için meydana getirdikleri kişisel geceyi gözlerini yummadan buluyordu. Bilinci yerinde, zihni açık olarak, kendi gecesinin geceye eklendiğini hissediyordu." 
karanlık thomas ile ilgili görsel sonucu
Karanlık Thomas, Maurice Blanchot'nun 1941 yılında yayımlanan ilk kitabı. Bu aralar Metis Yayınlarından okumalar yapıyorum, daha önce de belirttiğim gibi Kadıköy Kitap Günleri kapsamında Metis standından birkaç kitap edinmiştim. Elimdeki son kitaptı Karanlık Thomas. 

Karanlık Thomas anlatı niteliğinde bir kitap. İçerik olarak Thomas'a odaklanılmış olsa da diğer bir karakter olan Anne ile ilgili kısımlar da bir hayli fazla ve Thomas kadar çarpıcı. Bir var oluş ve yok oluş soyutlamasının orta yerinde duruyor eser, Thomas'ın var oluşunu keşfi ve bunu hemen ölüm ile soyutlandırmasından ibaret aslında bu derin mevzu. Bahsettiğim üzere yer yer Anne giriyor sahneye, Thomas'a hem aynı hem de çok farklı bakıyor. Her ikisinin düşünceleri bir yerde birleşiyor ve buluşma bir nevi kendini yok ediyor. 

Eserin sonunda yazarın "Edebiyat ve Ölüm Hakkı" isimli bir yazısına da yer verilmiş. Aynı zamanda bir sonraki bölümde Jean Starobinski'nin "Karanlık Thomas'yı Okuma Denemesi" adlı yazısı yer alıyor. Bu bölümleri es geçmemenizi tavsiye ederim, zira eseri anlamanıza yardımcı olacaktır. 

20 Haziran 2017 Salı

Jacgues Ranciere: Cahil Hoca (Zihinsel Özgürleşme Üzerine Beş Ders)


cahil hoca ile ilgili görsel sonucu
Son dönemde okuduğum en iyi kitaptan bahsetmek istiyorum biraz. Yazar Jacgues Ranciere, Cezayir doğumlu bir filozof. Cahil Hoca ise eğitim felsefesinden siyaset felsefesine uzanan dopdolu bir kitap. Yayınevi ise Metis.

Eser, Fransız edebiyatı okutmanı Joseph Jacotot'un başından geçen bir zihinsel serüven ile başlıyor. Jacotot'un alışılmadık yöntemi ile -belki de yöntemsizliği demek daha doğru olur- öğrenciler Fransızca konuşmayı ve yazmayı kendisinin yardımı olmaksızın öğreniyorlar, üstelik ellerinde olan tek kitap ile: Fenelon'dan Telemak. Jacotot, bu süreçte öğrencileri Telemak ve öğrenme azimleri ile baş başa bırakıyor. 

"Olgu karşısında duruyordu işte: Açıklayan bir hoca olmaksızın, kendi başlarına öğrenmişlerdi. Bir kere olmuş olan her zaman için mümkündür." 

Ranciere, aslında toplumun temelindeki zeka eşitsizliği hiyerarşisini yerle bir ediyor. Zekaların eşitliğine inanıyor ve buradan yola çıkarak özgürleştiren hoca ve açıklayanın düzeni arasındaki farkı gözler önüne seriyor. Bir açıklayan yani bir öğretmen olmadan öğrenmek mümkün mü? Ranciere bu soruya evet cevabını veriyor ve felsefesini bunun üzerine temellendiriyor. Bir yandan da bu durumun toplumsal altyapılarını sorguluyor. 

Özellikle öğretmenlerin okuması gereken hatta eğitim felsefesi derslerinde kitap olarak okutulması gereken çok boyutlu bir eser. Bunun yanında çocuk yetiştiren ebeveynlerin de alıp okumasını tavsiye edebilirim. Kitapta "Eşitlerin Aklı" adlı bölümü okumakta ve anlamakta güçlük çekebilirsiniz, bu sizi yıldırmasın. Sakin sakin ve tekrar ede ede okuyabilirsiniz. Özellikle birinci bölüm olan "Zihinsel Bir Serüven"i okurken çok şaşıracaksınız. 

İlk bölümü okuduktan sonra kendime şu soruyu yönelttim: "Tıpkı Jacotot'un yaptığı gibi, sen de kendi kendine bir yabancı dil öğrenebilirsin hatta her şeyi öğrenebilirsin!" Bol özümsemeli okumalar diliyorum. 

18 Haziran 2017 Pazar

Bir Gregory Alan Isakov Sabahı

gregory alan ısakov ile ilgili görsel sonucu

İstanbul'da boğuk, puslu bir hava var. Sanki ertesi gün sıcaktan bunaltmayacakmış gibi, bir garip Haziran havası hakim. Üstelik okulları da kapattık, önümüzdeki cuma yaz tatiline çıkıyoruz. Kocaman bir sene daha geride kaldı, alıştığım pek çok şey oldu. İnsan giderek ardında bırakmayı öğreniyor daha doğrusu ardında bıraktıkları için yıpranmamayı, yoluna bir şekilde devam etmeyi öğreniyor. 

Edebiyat yoldaş oluyor, yollar yollarınızı açıyor ve ruhunuzu özgürleştiriyor. Bu yaz bir özgürleşme yılı olacak benim için. Çantamı ve fotoğraf makinemi alıp uzaklara gitmeyi planlıyorum. Uzun tren yolculukları, bir başıma güneşle birlikte bir garip yolculuk. Önce yapılması gereken birkaç işim var, malum jüriyi bekliyorum. Sonra katılacağım bir yaz kampı var, ardından planlara gönül rahatlığı ile başlayabilirim. 

Yeri gelmişken bugünü Gregory Alan Isakov günü yaptığımı söylemek isterim. Çok sevdiğim bir müzisyen bilhassa "Time Will Tell" isimli şarkısını evirip çevirip dinlerim. Biraz balkon huzuru, biraz da puslu havanın dinginliği için gelsin Isakov. Hep çalsın, hep ruhumuz dinlensin. 

14 Haziran 2017 Çarşamba

Carnivale

carnivale tv series ile ilgili görsel sonucu











Şimdi esasen neresinden başlasam bilemiyorum. Carnivale, öyle bir solukta anlatılabilecek, hakkında şöyledir böyledir denilebilecek bir dizi değil. Eğer özden uzak, sıradan cümleler ile anlatırsam gerçekten üzülürüm. Öncesinde şunu bir çırpıda belirtip yazının gelişme bölümüne geçmek istiyorum: hayatımda izlediğim en iyi kurgu kesinlikle ve tabii en iyi dizi. Algılarımda bomba etkisi yarattı.

Bir karnaval düşünün, gezici bir karnaval. Aklınıza gelebilecek tüm sıra dışı insanlar bu karnavalın içinde, daha doğrusu garip bir müziğin içinde. Kurulan çadırlar, hayal güçlerini zorlayan gösteriler, karnaval insanlarının ilişkileri ve esrarengiz bir genç, Hawkins. 

Diziyi ilk izlemeye başlayanlar dizinin durağan havasından bunalıp izlemeyi bırakabilirler, sakın ola böyle korkunç bir girişimde bulunmayın zira dizi tarihinin en iyi dizilerinden biri karşınızda. Öyle kolay kolay çözüp işin içinden çıkabileceğiniz bir dizi değil Carnivale, aynı zamanda bir çırpıda bitireyim de hemen başka bir diziye ışınlanayım diyebileceğiniz bir dizi de değil. Her bölümün ardından çeşitli boyutlarda bir algı karşaması yaşadığınız için, beyninize yolculuk yapma ihtiyacı duyacaksınız sık sık, ki algıları belirli bir düzleme oturtabilin. Oturuyor mu peki? Eh, orası size bağlı. 

En güzelinden iki ay geçirdim dizi ile. İki sezonda bitirilmiş ve çok büyük bir hata edilmiş. Daniel Knauf gerçekten enfes bir kurgu yaratmış, hayal dünyasından öpülesi! 

Sanırım bir süre Karnaval insanları ile yaşamaya devam edeceğim, ta ki gerçek dünyaya dönmem gerekene kadar. Pek döneceğimi sanmıyorum, nihayetinde "Her elçi kendi evinde" öyle değil mi? 

12 Haziran 2017 Pazartesi

Vanessa Baird: Cinsel Çeşitlilik (Yönelimler, Politikalar ve İhlaller)

vanessa baird cinsel çeşitlilik ile ilgili görsel sonucuGeçtiğimiz hafta Kadıköy Kitap Günlerinde idim. Alışverişimi Metis Yayınları standından yaptım. Ne zamandır okumak istediğim birkaç kitap vardı. Bunlardan biri de Vanessa Baird'in "Cinsel Yönelimler" adlı kitabıydı. 

Kitabın ilk baskısı Metis Yayınları tarafından 2004 yılında yapılmış, okuduğum ikinci baskı ise Ocak 2017 tarihli. 

Cinsel çeşitlilik ile ilgili tüm bilgilerin kısa ve öz olarak toparlandığı ve cinsel çeşitliliğe dair temel bilgiler oluşturabileceğiniz incelikli bir kitap. Cinsel çeşitlilik tüm biyolojik ve toplumsal etkinler ışığında incelenmiş. Temelde ise etkileyici olan hak ihlalleri boyutu ve toplumsal kabul sorunsalı. Kitabın bilhassa güzel bölümlerinden biri de cinsel çeşitliliğin tarihi ile ilgili olan üçüncü bölüm. Tarihten ve pek çok toplumdan örneklerle aktarılmaya çalışılmış bu bölüm. 

Kitabın aktivistler için de bir el kitabı niteliği taşıdığını düşünüyorum. Muhakkak edinip okuyun derim. Heteroseksüel bireylerin yanında cinsel çeşitliliğe sahip bireylerin de okumaları gerektiğini düşünüyorum. Bilgi azlığı ve önyargılar kesinlikle yalnızca heteroseksüel bireylerde değil. Okumaktan ve "ötekileştirdiğiniz" bireyleri anlamaktan imtina etmeyin lütfen. 

8 Haziran 2017 Perşembe

Yüksek Lisansta Mezuniyete Doğru!

2013 yılında üniversiteden öğretmen olarak mezun olduğumda hiç ara vermeden yüksek lisans yapmak niyetindeydim. O dönemde devlette çalışmayı düşünmediğim ve kamu personeli seçme sınavına da hazırlanmadığım için atanmak gibi bir durum benim için söz konusu değildi. İstanbul'da bir sürü özel okula başvuru yapıp epey yorucu bir maceranın içine girdim. Nihayet dünya kadar özel okulun içinden biri ile anlaştım. O dönemde istediğim yüksek lisans bölümleri açılmamıştı. Üniversiteyi okuduğum okulda devam etmek istiyordum, nihayet ertesi yıl istediğim bölüm açıldı ve girdim. 

Kendi branşıma yakın lakin farklı bir branştan yüksek lisans yaptığım için ilk bir yıl ders aşamasında zorlandım. Yoğun çalıştığım için de derslerin hepsini takip edemedim. Bir de başvuru yaptığım tarihten iki ay evvel annem çok ağır bir rahatsızlığa yakalandı. Onun tekrar hayata dönmesi, hem çalışıp hem okuduğum dönemde beni birkaç parçaya böldü. Serde biraz inatçılık var pes etmedik, hem annemi hayata döndürdük hem de öğretmenlik yapmaya devam ettim ve de yüksek lisansa. 

Ders aşamasından sonra iki yıl tez aşamam sürdü. Geçtiğimiz gün nihayet tezimi tamamladım. Jüri hocalarımı belirledik ve tezimi enstitüye teslim ettik. Şimdi büyük bir heyecan ile jüri tarihi bekliyorum efendim. Değişik bir sevinç, gurur verici bir süreç. Şöyle dönüp baktığımda hiç de fena bir tez olmadı sanıyorum ki, daha önce çalışılmamış bir konu olması beni ilk etapta sudan çıkmış balığa döndürse de nihayete erdiriyoruz süreci. Öyle ahım şahım bir tez olmadı farkındayım ama benim içime sindi. 

Bakalım bundan sonra bendenizi neler bekliyor, yaşayıp göreceğiz, biraz sevinip biraz da irkilip yolumuza devam edeceğiz. 

Marguerite Yourcenar: Alexis Ya Da Beyhude Mücadelenin Kitabı


alexis ya da beyhude mücadelenin kitabı ile ilgili görsel sonucu
"En şiddetli heyecanların ne kadar kısa sürdüğünü iyi biliyorum; ölümlü, her yönden ölüme bağımlı varlıkların yakınlaşmasından, ölümsüz olma iddiasındaki bir duygu çıkarmayı istemeyecek kadar. Başka birinde bizi heyecanlandıran şey, neticede ona hayat tarafından ödünç verilmiştir. Ruhun da beden gibi yaşlandığını; en iyilerde bile, tıpkı gençlik gibi bir mevsimlik çiçek açmadan, geçici bir mucizeden başka bir şey olmadığını fazlasıyla biliyorum. Öyleyse dostum, geçip gidene yaslanmak neye yarar?"

Yazımı 1928'de tamamlanan bir eser, içerisinde barındırdığı hislerin ise yaşı yok, epey sonsuza uzanıyorlar. Kitap, Alexis'in eşi Monique'e yazdığı uzun bir mektuptan ibaret. Nihayetinde bir açıklama ya da bir nevi itiraf mektubu da denebilir buna. Oldukça cesurca hem de, hiçbir duygunun üzerini örtmeden, naif bir dille dökülen kelimeler. 

Eser hakkında birkaç okuma yapmasaydım, Alexis'in eşcinsel olduğunu anlamayabilirdim. Karısına bunu anlatmaya çalışıyor, dil ile değil de yalnızca hisler ile. Hatta mektubunun bir yerinde şöyle diyor Alexis: "Birbirimize kitaplar ödünç veriyorduk. Onları birlikte okuyorduk, ama yüksek sesle değil, sözlerin daima bir şeyler kırdığını gayet iyi biliyorduk." 

Eser literatürde nasıl değerlendiriliyor vakıf değilim lakin bir mektup kitap olmasının yanında aslında bir aforizmalar kitabı özelliğini de taşıyor kanaatimce. Yazarın var oluş mücadelesi ve yaşama kaygısı ile ilgili sarf etmiş olduğu cümlelere hayran kalmamak elde değil.

Alexis'in mücadelesini beyhude olarak değerlendirmek istemiyorum, sistematik bir davranışlar bütününün kitabı, boşa giden hayallerin toplamı değil bu eser. Alexis öyle naif anlatıyor ki yaşama uğraşını; okur, içinde devinip duruyor adeta yazılanların. Eserin son cümleleri ise oldukça çarpıcı, belki de hayatım boyunca okuduğum en güzel finallerden biri. Şöyle diyor Alexis eşine: 

"Sıradan ahlaka göre yaşamayı beceremediğimden, hiç değilse kendiminkiyle uyum içinde olmaya gayret ediyorum: tam da bütün ilkeleri reddettiğimiz anda kendimizi vicdani kaygılarla donatmak gerekir. Size karşı, hayatın itiraz edeceği tedbirsiz taahhütlerde bulundum: sizden olabildiğince alçakgönüllülükle af diliyorum, sizi terk ettiğim için değil, bu kadar uzun süre kaldığım için."

4 Haziran 2017 Pazar

Douwe Draaisma: Düş Dokumacısı


douwe draaisma düş dokumacısı ile ilgili görsel sonucu
Düşler istisnasız hepimizin ilgisini çeker. Düşlerimizi etrafımızdaki insanlara anlatır ve kendimizce düşlerimizden anlamlar çıkarmaya çalışırız. Bunlar kimi zaman uçma düşleri, kehanet düşleri, çıplaklık düşleri ve berrak düşler olabilir. Peki nedir bu düşler, neden görülür, beynin düşlerimiz üzerindeki işlevi nedir?

Douwe Draaisma, uzmanlık alanı psikoloji ve felsefe olan, Hollanda'daki Groningen Üniversitesinde öğretim üyeliği yapan bir bilim insanı. Metis Bilim serisinden çıkan Düş Dokumacısı oldukça ilgi çekici bir dille kaleme alınmış. Yazarın akıcı bir anlatımı var, alan dışından okuyucular da kitabı rahatlıkla okuyabilirler. Aslında eser düşler üzerine bir bilim tarihi niteliği de taşıyor. 

Düş Dokumacısı bir yandan düşler ve psikanaliz bağlantısı ekseninde ilerlerken bir yandan da tarihimizde süregelen düş araştırmacılarının ve çalışmalarının peşine düşüyor. Kimi zaman kendi düşlerimi düşünerek okudum, kimi zaman da yazarın vermiş olduğu örneklerle kendimce çözümlemeler yaptım. Yazarın Metis Yayınlarından çıkan diğer eserlerine de göz atabilirsiniz. Draaisma özellikle bellek ve otobiyografik bellek üzerine çalışmalar yapıyor. Düşler, beyin ve bellek ile ilgili bir şeyler okumak istiyorsanız eserleri tam size göre. Keyifli okumalar dilerim. 

1 Haziran 2017 Perşembe

Acı Çikolata: İçinde Yemek Tarifleri, Aşk Öyküleri ve Kocakarı İlaçları Bulunan Roman

"Gördüğünüz gibi, hepimizin vücudunda fosfor elde edecek elementler mevcuttur. Hiç kimseye söylemediğim bir şeyi size söylememe izin verin. Büyükannemin ilginç bir teorisi vardı: Hepimiz içimizde bir kutu kibritle doğarız. Ama tek başımıza bunu yakamayız. Deneyde görüldüğü gibi oksijene ve mum alevine ihtiyacımız vardır. Örneğin, oksijen, sevdiğimiz insanın nefesinden gelebilir. Mum aleviyse güzel bir yemek, müzik, okşamalar ya da güzel sözlerdir. Bunlardan biri parlamaya neden olur ve içimizdeki kibritlerden birini yakar. Bir an yoğun bir heyecan hissederiz. İçimize çok hoş bir sıcaklık yayılır. Bu sıcaklık zamanla yavaş yavaş yok olur. Sonra yeni bir parlama olur ve içimizde bir kibrit yanar. Bu duyguyu yaşayan herkes, kendi içindeki patlayıcıları keşfetmek zorundadır. Bunlar yanarak ruhumuzun beslenmesine yardımcı olur. Yani başka türlü söylersek, bu yanma ruhumuza enerji verir. Bir kişi eğer kendi tutuşturucularını zaman içinde keşfedemezse, içindeki kibritler nemlenir, hiçbir şekilde yanmaz olur. 

acı çikolata ile ilgili görsel sonucuO zaman ruhumuz bedenimizi terk eder. Karanlıkların içinde el yordamıyla boş yere kendisine besin arar. Ona besin sağlayacak tek kaynağın terk ettiği, soğuktan titreyen o vücutta olduğunu bilmez." 

Meksika'ya uzanan garip ve bir o kadar da ilgi çekici bir hikaye. 
Tita'nın birbirinden leziz yemekleri.
Yemekler kadar güzel ve tutkulu bir aşk hikayesi. 
Aile gelenekleri, çiftlik hayatı, afrodizyaklar, kocakarılar. 
Yazarın oldukça değişik, bir o kadar da keyifli bir üslubu var. 
Pek çok kişinin severek okuduğu romanı ben de severek okudum.
Okuduktan sonra da yakında mezun olacak olan çok sevdiğim bir öğrencime hediye ettim.
Bir yandan leziz yemekler yaparken bir yandan da yemeklerin kıvılcımlarında harmanlanan bir aşk hikayesi okumak istiyorsanız eser tam da size göre. Sizi asla sıradan bir aşk hikayesi beklemiyor bunu da belirtmek isterim. Tita'nın ve Pedro'nun olağanüstü aşkı yemeklerinizi lezzetlendirsin.