30 Ağustos 2017 Çarşamba

Füruzan: Redife'ye Güzelleme

Redife'ye Güzelleme, Füruzan'ın "Kuşatma" adlı öykü kitabındaki öykülerden biri. Öyküyü, Kasım 1971 yılında kaleme almış Füruzan. 12 Eylül 1980 yılında ise bu öyküden yola çıkarak müzikli bir oyun yazmış. Oyun da Yapı Kredi Yayınları tarafından kitaplaştırılmış. Keyif alarak okudum, öykü de zihnimde olduğu için okumak çok daha keyifli hale geldi. Üstelik hemen hemen ilk kez bir oyun okudum diyebilirim. Güzel bir deneyimdi. 

"Nasılsın doğanın ak gülü; 
Gene türküler söylüyor musun sürüler dönerken?
Gene elinde danteller çardakların altında
Sevgiler, antlar, düşler işliyor musun?"

29 Ağustos 2017 Salı

Biriktirmeyin Bağışlayın

Mayıs ayında ciddi bir karar alıp kütüphanemdeki kitapların yarısını, oturduğum muhitteki bir anadolu lisesine bağışlamıştım. Bu kararı vermek benim için kolay olmadı. Çok okuyorum, iyi eserlerin peşinde koşuyorum ve onlarla dolu bir ev hayalim vardı. Bir gece oturup sabaha kadar düşündüm. Biriktirmenin ne kadar gereksiz olduğu ile ilgili düşünceler geçti zihnimden. Bir dolu kitap, hepsi okunmuş. Notlar alınmış üzerlerine, çok kıymetli. Lakin bende kaldığı sürece bir anlamı olmayacaktı. 

Bugün kitaplığımda kalan diğer kitapları da aynı okula bağışladım. Kendimi inanılmaz hafif ve güzel hissediyorum. İçinde yaşadığımız düzen sürekli kulaklarımıza tüketmemiz ve sahip olmamız gerektiğini fısıldıyor. Her şeyi ama her şeyi biriktiriyoruz, fazladan alıyoruz. 

Sosyal medya hesaplarımı da kapattığımdan beri kendimdeki gelişimi görebiliyorum. Kimseye bir şey kanıtlamak zorunda olmamak, başkalarının hayatlarına her gün maruz kalmamak. Oldukça güzel bir duygu, tarif etmem bile mümkün değil. 

Kitaplığımdan bazı kitapları seçerek üç tane arkadaşıma da bayram hediyesi olarak kargoladım. İçlerine minik notlar yazdım. Bu da çok mutlu etti beni. Özellikle paylaşamam dediklerinizi paylaşmaya gayret edin. Size kazandırdıkları karşısında şaşkınlık duyacaksınız inanın. Biriktirmeyin, hiçbir şey biriktirmeyin. 

18 Ağustos 2017 Cuma

Füruzan: Berlin'in Nar Çiçeği


füruzan berlin'in nar çiçeği ile ilgili görsel sonucu
"Dinle, ardıç kuşu ötüyor. Sen görmedin. Gölün kuğularını bir hafta önce ölmüş bulduk. Kanatları açık, suda ağır ağır kayıyorlardı. Meğer onlar ne kadar büyük kuşlarmış... Çevremizdeki her şey ölüyor. Bilmiyorum niçin. Mutluluk bizi terk etti."


Füruzan "Berlin'in Nar Çiçeği" adlı romanını 1986-1988 yılları arasında İstanbul Şişli'de kaleme almış. Hüzünlü bir roman. Yaşlı bir kadın olan Frau Lemmer ile Almanya'ya göç etmiş Türk ailesi Korkmazların dostluğu insanın içine hem huzur hem de hüzün bırakıyor. 
Dönem Almanyasını ve yaşanan sorunları da görebiliyorsunuz romanın içinde. En nihayetinde iki farklı milletten ve kültürden gelen insanların da ortak bir noktada buluşabileceği sonucu çıkıyor ortaya. 

Bir yanda sevgisizlik, çocuklarının sevgisini hissedemeyen sevgi dolu bir anne. Bir yanda büyüklere değer gösteren, birlikte yaşamanın gücüne inanan ve yabancı bir ülkede tutunmaya çalışan bir aile. Zıtlıklar ve gönüller bir araya geldiği zaman imkansızlıklar da aşılabiliyor sanırım. Tüm zıtlıklara rağmen. 

Berlin'in Nar Çiçeği akıllardan kolay kolay silinmeyecek bir roman, edebiyatımız için önemli bir eser. Bir kez daha Füruzan'ın kalemi karşısında saygı duruşuna geçiyorum. 

16 Ağustos 2017 Çarşamba

Başın Sonu

bazen yolun sonu gibi bazen de başı
bir şeyler bitmiş gibi ya da yeni başlıyor gibi
yaz gelmiş gibi kışın içindeyiz gibi
hem üşüyüp hem terlemek gibi
bazen diyorum niye bunca çaba
eziyet, göz yaşı, umut, keder, neşe
insan nasıl barındırıyor hepsini içinde
insan olmak bu demek mi
zor
geleceği görememek
geçmişte yaşamak
insanlardan, diğerlerinden arınmak
hep suda yüzmek
boğulmamak
bir yağmur yağsa çözer mi derdimizi
ya da ne bileyim kırmızı bir sardunya
delilik 
baş ile son arasında
tıkılıp kalmış insanoğlu.

TRT-Gecenin Öteki Yüzü


gecenin öteki yüzü trt ile ilgili görsel sonucu Bir önceki yazımda Füruzan'ın "Gecenin Öteki Yüzü" adlı öykü kitabından söz etmiştim. Özellikle kitaba ismini veren "Gecenin Öteki Yüzü" adlı öykü beni derinden etkiledi. Belki de sarstı desem daha doğru bir anlatım olacak. Kitap bittikten sonra araştırma yaparken öykünün 1987 yılında TRT tarafından dört bölümlük bir mini diziye uyarlandığını gördüm ve izledim. Dizinin senaryosu ile yönetimini Okan Uysaler üstlenmiş. 

Başrollerde Zuhal Olcay ve Haluk Bilginer var. İkisini bir arada görmek, üstelik her ikisini de hayatlarının gencecik yıllarında izlemek beni çok mutlu etti. Rollerine çok yakışmışlar. Dizinin başlangıcında Müşfik Kenter ve Zuhal Olcay arasında geçen etkileyici bir sahne var. Müşfik Kenter'in telaffuz ettiği şu tümce çok dokunaklı: 

"Madem ateşin var, ne duruyorsun karanlıkta?"

En az öykü kadar güzeldi dizi. Söz konusu Füruzan'ın eşsiz cümleleri olunca senaryonun kötü olmasına imkan yok. Diziyi izlemenizi tavsiye ederim. Geçmişe bir yolculuğa çıkacaksınız. İstanbul'un daha saf ve güzel olduğu yıllara, yeni hayatlara doğru. Lakin bununla yetinmeyip "Gecenin Öteki Yüzü" adlı öyküyü muhakkak okuyun derim. 

13 Ağustos 2017 Pazar

Füruzan: Gecenin Öteki Yüzü

"Genç kadın sedire oturdu. Kürk ceketini uzağa itti. 
Başının ardına düşen perdenin aklığı baskınlaşıyordu. 
Genç adam baktı; gözlerinden acılı bir şeylerin aktığını gördü genç kadın.
-Sizi üzmek istemezdim, dedi.
-Hayat üzüntülerden, sevinçlerden kaçarak yaşanmaz ki... Beni üzecekseniz üzün. Beni üzdüğünüzde, yakınım olacaksınız demektir."

1982, Şubat
İstanbul-Şişli

Gecenin Öteki Yüzü
Yukarıda alıntı yaptığım bölüm, kitaba ismini veren "Gecenin Öteki Yüzü" adlı öyküden. Uzun bir öykü, duygu dolu bir anlatım. Füruzan'ı her okuyuşta hissettiğim başkalık duygusu tarifini mümkün kılamıyor bazı şeylerin. Yazmanın içinin boşaldığı böyle bir dönemde, dönenip durup Füruzan okumak beni gerçek hislerle tanıştırıyor. Tanış olmadığım insanlar tanıyorum. Belki de gerçek hayatta olduğundan daha fazla dostum var edebiyatta. 

Usulca gideyim şimdi. Bilhassa kitapta yer alan bu son öykü olan "Gecenin Sonuna Yolculuk" adlı duygu selini içime sindireyim iyice. Sonra bu yaz gecesinde yatağıma çekilip derin bir uykuya dalayım herkesten gizlice. 

12 Ağustos 2017 Cumartesi

Kırık Bir Aşk Hikayesi

kırık bir aşk hikayesi ile ilgili görsel sonucu

Yekta Kopan'ın Jehan Barbur ile yaptığı bir sohbet videosuna denk geldim geçtiğimiz gün. Jehan Barbur "Kırık Bir Aşk Hikayesi" adlı şarkıyı anlatıyordu. Cahit Berkay'ın bestesi. Ne şarkıdan ne de filmden haberdardım. Bugün filmi izledim. 

Senaryosu Ömer Kavur ve Selim İleri'ye ait olan filmin yönetmeni de Ömer Kavur. Yıl 1981. Bir sahil kasabası. Aysel Öğretmen, kasabaya yeni gelen bir edebiyat öğretmeni. Bir de kasabanın yerlisi Fuat. Aralarındaki ilişki ise tamamen kırık bir aşk hikayesinden ibaret. 

Birbirini bunca seven iki insan, önlerindeki engeller. O kısacık zaman diliminde yaşanan büyük bir aşk. Aşkı gerçek yapan ayrılık, acı ve kalp kırıklıkları mıdır? Sanırım böyle. 

Aşk adına oldukça kötücül bir çağda yaşıyoruz. Günümüzün tüm bu hissiz ilişkileri belki de o zamanlardaki samimiyeti kaybetmemizden ileri geriyor. Peki sarı kanat? O da ölüyor ya. Son sahne oldukça içli. Kadir İnanır'ı ilk kez bu kadar çok beğeniyorum bir filmde. Otobüs garları? Nasıl bir hüzündür, insanın içinde yumru bırakan cinsten. Cidden dayanmıyor kalp. 

Çok etkileyici bir film. Jehan Barbur'un sözleri ve yorumu ile şarkı da epey güzel olmuş. 
Buruk bir tat bıraktı, içim sızladı bir yerinden. Birbirine bunca aşık iki insanın kavuşamaması ne de acı. Bir yandan ne de güzel ayrılanların sonsuza kadar devam eden aşkları. 


"geri dönsen aynı ev mi?
kuş çırpınır mı?
bizi bilir mi?
hatıramda faytondan yolculuklar
heyecandan susmuş sözler
hayata göğüs geren sen
rüzgarıyla kaybolmuş kırgın gönlüm
yol vermiş dargın deniz
boş vermiş zaman bizi
gel"

11 Ağustos 2017 Cuma

Gün İçinden İç Isıtan Bir Not

Bir şeyler karalıyordum ki telefonum çaldı demin. Bir öğrencim aradı. Okullar başlamadan aklına bir şey takılmış onu sormak istemiş. Cevapladım. Tam telefonu kapatacakken durdu ve hocam bir şey söyleyeceğim dedi: 

"Sizin sesinizi duydum ne de mutlu oldum. İçimi bir enerji kapladı. İyi ki konuştuk."

Çok mutlu oldum, bazen darmadağınık zamanlarınızda karşıdan gelen bir öğrencinizin sesi sizi böyle apansız mutlu edebiliyor. Yaşamak böyle bir şey sanırım. Bir kısmı tesadüfler dizisi bir kısmı ise sürprizler. Bir yerde zamansız bir mutluluk.

Ana Yurdu

ana yurdu film ile ilgili görsel sonucu

Ana Yurdu, Başka Sinema seçkisinde yer alan 2015 tarihli Senem Tüzen filmi. Ancak edinip izleme şansı buldum. 

Bir hesaplaşma filmi. Anne-kız ilişkisine çok aşina değilim. Anne, yaşayamadığı gençliği ile hesaplaşıyor film boyunca. Batıl inançlar, delirmenin sınır noktası ve üzerinde yürüdüğü ince bir çizgi. Kızı ise bir kitap yazıyor, köy yerinin pusunu içine sindirmeye çalışırken annesi ile yüzleşiyor. Bu tarz yüzleşmeler aile arasında her zaman bir kırılma noktası oluşturur. Çatışmalar hiç bitmeyecektir, ta ki biri bir gün isyan edene kadar. 

Nesrin'in annesinin filmde telaffuz ettiği bir cümle var. Basit, yalın ve bir o kadar etkileyici: 

"Benim hiç hikayem yok."

İlgili resimHikayesi olmayan kadınların filmi Ana Yurdu ya da kendine bir hikaye bulamamış kadınların. Annesi kızının hikayesinde yer almaya çalışırken tökezliyor, kızı ise kendi hikayesini yaratmaya çalışırken annesinden sıyrılmaya çalışıyor. 

Filmin son sahnesi ise oldukça çarpıcı. İnsanın en aciz zamanlarında dahi içgüdüleri ile hareket ediyor olması benim tüylerimi diken diken ediyor. Sanırım insan olmanın önündeki en büyük engel içgüdülerimiz. Hem masum hem de zehirli. 

Herkes kendi yaşamında bir hikaye yaratmaya çabalıyor. Kişisel hikayeler, bir birey tarihi belki de. Öznel. Fakat bu ülkede kadınların kendilerine ait bir hikaye yaratmaları oldukça zor. Bir yerde bir şeyler kırılıyor. Kendi anneniz, üstelik sizin cinsiyetinize sahip olan anneniz bile kırabiliyor sizi. Ki bunun etrafında taşra varsa ayakta kalmak sanırım daha da zor. O sessizlik, taşradaki zaman. Sanki hiç akmıyor. Fakat her ne olursa olsun herkes bir gün bir şekilde ana yurduna geri dönüyor.

10 Ağustos 2017 Perşembe

Füruzan: Kuşatma


füruzan kuşatma ile ilgili görsel sonucu
"Artık içgüdülerimizi zorlamanın yersizliğini öğrendik. Freud bizi uyardı. Batı'daki çıplaklığı, kendini gösterme eğilimini görmüyor musun? Yakında bakarak cinsel doygunluğun yolunu bulacak dünya. Kalabalıklar, geniş alanlarda, toplanıp pornografinin çoşturucu etselliğini tadacak. Eti çoğaltıp, eğriltip, çarpıtıp deneyeceğiz bitirinceye dek. Etler, beyinsiz, yaşamasız, anısız, bacak araları gergin, atıp duran etler, çoşkunun doruğundan düşüp düşüp yeniden tırmanacak."

Yine basık bir Ağustos gecesi. İstanbul insanı bunaltan bir ağırlıktan ibaret bu aralar. Aklımda dönenip duran endişeler, sonuna gelemediğim yol ayrımları. Muallak ve muğlak bir takım hadiseler derken elimde yine Füruzan. Bu kez "Kuşatma" isimli öykü kitabı ile. 

Yaz seçkim diye söyleyip duruyorum ama artık sayma işine bir son versem iyi olacak. Bir bakayım, sanıyorum on dördüncü kitabım olmuş. Hoş, iş saymak eyleminde değil ya önemli olan aldıklarım ve biriktirdiklerim. Duygular misal. 

Öykülerin hepsi 1971 tarihli. Toplamda da beş adet öykü yer alıyor bu kitapta. Füruzan uzun öyküler yazıyor genelde. 

"Tokat Bir Bağ İçinde" oldukça çarpıcı bir öyküydü. Esasen öykünün alt metinlerinde günümüz Türkiye'sini gördüm. Neredeyse bazı konularda hiç yol alamamışız gibi. Ürperdim. Bakınız yukarıdaki alıntı bu öyküden. 

Füruzan eserlerinde kadınları çok iyi işliyor. Erkek kahraman ile başlayan hikayelerinin içinden bile muhakkak bir kadın kahraman selam veriyor. Sonra kendinizi kadın kahramanın etrafında büyük bir duygu salınımı içinde buluveriyorsunuz. İşte bunu çok seviyorum. Bir de kız çocukları var tabii hemen öte yanda. Onların duyguları, hikayelerdeki yerleri de beni etkiliyor. Bu yüzden sanırım yazar olarak Füruzan ismi bende kadınları çağrıştırıyor. Kadın meselelerini aktarırken erkeği yermeyi kendine şiar edinmiyor Füruzan. Öyle bir anlatımı var ki, öyküye konuk olan ve kadını değersizleştirmeye çalışan erkek karakteri okur olarak şıp diye tespit edip yeri geldiği zaman yargılayabiliyorsunuz. Bu da muazzam bir anlatım biçimi demek bana kalırsa. Mesela "Redife'ye Güzelleme" adlı öyküsünde tam da bahsettiğim noktayı görebilmek mümkün. Karısını dövdüğü için İsmail Usta ile yüzleşen bir koca vardır, kocaman bir adam. Okurken siz ona kızacakken bir bakmışsınız o zaten kendini yargılamış ve kendi hükmünü vermiş. İçini boşaltmış. 

Saat epey geç oldu, sanırım benim için uyku vakti geliyor. Bir sonraki kitabım yine Füruzan'dan olacak, "Gecenin Öteki Yüzü" ile devam edeceğiz külliyata. Gecelerimizin yüzümüzü sakladığı bir başka zaman diliminde görüşmek üzere. 

8 Ağustos 2017 Salı

Bir Kings Of Leon Gecesi

kings of leon walls ile ilgili görsel sonucu

Ne çok not düştüm buraya bugün. Okumak ve yazmak olmasa bir çöle dönüşürdüm sanırım. On yıldır içimi buraya döküyorum. İnsanlara dert ve laf anlatmak külfet geliyor bana. İnsanların çoğuyla da barışamadım hiç, barışamıyorum. O yüzden burası benim saklanma yerim, hissettiğim yer. 

Lise yıllarımdan beri dinlediğim bir grup Kings Of Leon. En sevdiğim şarkıları da Pyro. Her seferinde bir şeyler veriyorlar bana. Tarif edemediğim. 

Bu gece Walls isimli parçaları bana iki tane öykü yazdırdı. Klibi izliyorum da bir yandan, aldığı yaşlara, yaşadıklarına ve açılan alnına rağmen Caleb Followill hala aynı benim için. Hem delişmen hem de o durgun, sakin adam hala. Müzikleri daim olsun, gecelerimize ilham vermeye devam etsinler. 

Füruzan: Benim Sinemalarım


füruzan benim sinemalarım ile ilgili görsel sonucu
"Ben yarın gittiğimde peki söylerim nine, öğretmene dedi. Bugün paramızın yettiğince palto gibi bir şey alalım? Giydiğimde ısıtmasa da herkes paltom var sansın. Yengem bana nasıl olsa yün yelek örecekmiş. Bu kış artık paltom var sansınlar istiyorum. Kara önlük de alalım. Ha nineceğim? Vallahi dediklerini diyeceğim bir bir öğretmene."

Yaz seçkimin on üçüncü kitabı Füruzan'ın "Benim Sinemalarım" aldı öykü kitabı oldu. Yukarıda alıntı yaptığım kısım ise yazarın "Temizlik Kolu" aldı öyküsünden. Yoksulluğu dile getirmek zordur, üstelik edebiyat söz konusu ise. Aleni ve basit bir yoksulluk tanımından öte duygu ile anlatmak gerekir diye düşünüyorum. Füruzan tam olarak bunu yapıyor. Toplumun bir kısmını anlatırken diğer kısmını yarıda bırakmıyor, geniş bir çemberi var ve buna mukabil geniş bir anlatım biçimi de. 

Kitaba ismini veren "Benim Sinemalarım" adlı öykü 1990 yılında Füruzan'ın ve Gülsün Karamustafa'nın yönetmenliğinde sinema filmine de çekilmiş. Eğer edinebilirsem filmi izlemeyi çok istiyorum. 

Ağustos ayını Füruzan külliyatına ayırdım. Bu aralar kendisinin röportajlarını da bulup okumaya çalışıyorum internet üzerinden. Çok farklı bir bağım var kendisiyle, yazınıyla. Kendimi yersiz yurtsuz hissettiğim zaman dilimlerinde sığındığım bir yazar. Öyle olmaya da devam edecek.  

Edirne Yolculuğum

Geçenlerde bahsetmiştim, çok sıkı bir öğretmen arkadaş grubum var. Eski okulumdan arkadaşlarım. Sene içerisinde sık sık bir araya geliyoruz ama yazları bir başka oluyor doğrusu. Eksikler vardı lakin tekrar bir araya gelmeyi başardık. Trakya'daki arkadaşımızın evine konuk olduk. Geçmişi yad ettik, çok güzel oldu. 

Bir günümüzü de Edirne'yi gezmeye ayırdık hep birlikte. Elbette ilk durağımız Selimiye Camii oldu. Zaten Edirne'ye girişte sizi tüm görkemi ile karşılıyor. Mimar Sinan'ı bir kez daha anmış olduk. Sonra Şükrü Paşa Anıtını ve Balkan Savaş Müzesini ziyaret ettik. Bazı yerleri kapalıydı ve açıkçası çok güzel dizayn edilememiş. Yine de gittiğinizde muhakkak görün derim. 

Ardından II. Bayezid Külliyesi ve Şifahanesini ziyaret ettik. Beni en çok etkileyen yapı oldu bu külliye. Çok donanımlı bir yer çok da iyi dizayn edilmiş. Tebrik etmemek elde değil. Yaklaşık bir saat boyunca meraklı gözlerle gezdim. Hem tıp öğrencilerinin eğitim aldığı hem de hastane olarak kullanılan bu merkez, dönemin en önemli yapıları arasında yer alıyor. O dönemde yapılan çeşitli ameliyatlarda kullanılan aletler ve teknikler hakkında ayrıntılı bilgiler de yer alıyor. Gezerken o döneme gitmemeniz elde değil. Bilhassa tıp öğrencileri ve çalışanları gelip ziyaret etmeli. 

Uğrak noktalarımızdan bir diğeri Edirne Büyük Sinagog'u oldu. Ziyarete açık, dileyenler girip ziyaret edebilirler. Güzel bir atmosferi var, girişte de Sinagog ve Edirne sinagogları ile ilgili tarihi bilgilerin olduğu bir afiş var. Onu da muhakkak okuyun derin. 

Gezimize Meriç Nehri ve Köprüsü ile devam ettik. Köprünün yanında güzel kafe ve restaurantlar var. Köprüyü seyrederek bir şeyler yeyip içebilirsiniz. Orada soluklandıktan sonra Karaağaç'a geçtik. Hem Lozan Anıtını hem de Karaağaç Tren İstasyonunu gezdik. Ben Karaağaç'ı çok sevdim. Evler, caddeler ve yapı olarak hem tarihi hem de çok güzel. Lakin Edirne'den çok daha sıcaktı, zor nefes aldık. 

Dönüşte Edirne'nin şehir merkezinde bir tur attık. Arkadaşlar ciğer yemeden dönmek istemediler, onlar ciğerlerini yerken ben de mercimek çorbamı içtim. Ardından eve geri döndük. 

Bu yaz hiç yerimde oturmadım desem yeri var. Sürekli gezdim, şimdi okullar açılana kadar biraz dinleneceğim. İstanbul da zaten bu aralar fazlasıyla sıcak. Biraz daha dinlence ardından yeni bir eğitim öğretim yılı açılışı daha. 

7 Ağustos 2017 Pazartesi

Füruzan: Sevda Dolu Bir Yaz


Sevda Dolu Bir Yaz

"Sevda Dolu Bir Yaz" adlı öyküden;

"Baban yok.

O da seni görmeyi beklemedi.
Büyükler niçin böyle yaparlar anlayamıyorum. 
Hem çocuk sahibi olabilecek kadar onları severler, hem de terk ederler."



Yaz seçkimin on ikinci kitabında Füruzan dostluk etti bana. Kendisini tanımam "Parasız Yatılı" adlı eseri ile olmuştu. Kitabımı bir öğretmen arkadaşıma vermiştim ne yazık ki geri gelmedi, uzun süre bekledim gelmesini. Okuduğum ilk Füruzan kitabıydı, güzel notlar almıştım içine. Verdiği kitapları da geri isteyebilen bir değilim. Bugün Füruzan'ın birkaç eserini daha almaya gittim ve yeni bir "Parasız Yatılı" daha aldım. Sanırım onu kimseye veremeyeceğim. 

"Sevda Dolu Bir Yaz" bir öykü kitabı. Okuduğum ikinci Füruzan eseri. Yeri doldurulamayacak bir yazar benim için. Kendisini tanımlamaya kalkıştığımda zorlanmakla birlikte "sıcacık" kelimesi çıkıyor dudaklarımın arasından. Anlattığı aile ve insan öyküleri öyle sıcak ki, yeri geliyor yoksulluğu hissediyorsunuz. Tüm o yoksulluk mücadelesi içinde yaşamlarını sürdüren lavanta kokulu kadınlar, badem bıyıklı erkekler, eski İstanbul ve annelerimizin çocukluğu... Hepsi bir arada, bir sürü duygunun içinde bir yerlerde saklı. 

Soba yanan evler, kagir binaların uğultusu, apartmanların çok katlı yalnızlıkları ve silinmeyen anılar. Hepsi Füruzan'ın yazınında bir araya geliyor. Sıcacık, dopdolu bir kitaptı. İstanbul'a uzanan uzun bir yolculukta bitti. 

2 Ağustos 2017 Çarşamba

Rota: Kırklareli ve Edirne

Sanıyorum bu sene leyleği havada gördüm, gezmediğim yer kalmadı. Normalde çok evcimenim ve sürekli seyahat eden bir insan değilim. Fotoğrafçılığa merak saldım ve her şey değişti, yeni yerler görüp fotoğraflama isteği beni adeta bir leyleğe dönüştürdü. İyi de oldu. Yavaş yavaş tüm Türkiye'yi dolaşmayı planlıyorum. 

İlk çalıştığım okulda çok sıkı bir arkadaş grubu oluşturmuştuk. Hala bağımız çok kuvvetlidir. Bazılarımız başka okullara geçtik ama o bağımız asla kopmadı. İki yıl önce birlikte yaz tatiline de çıkmıştık. Sarımsaklı, Ayvalık ve Cunda Adası turu yapmıştık. Bu sefer Kırklareli'de oturan arkadaşımız bizi davet etti. Yine eski ekip bir araya gelip küçük bir Trakya turu yapacağız. Öğretmen olmanın en sevdiğim yanlarından biri, öğretmen yoldaşlığı kurmak. 

Sanırım bu yazın son gezisi olacak bu. Ağustos sonunda çalışmaya başlıyorum zaten. Bir ara da memlekete gideceğiz lakin tam tarihi belli değil. Bu enerjinin etkisiyle güzel bir yıl olur umarım benim için. Ve de hepimiz için tabii ki. 

Fonda dinlediğim Melis Danişmend'in "Uçurumlarda" isimli şarkısı ile veda edeyim ve gidip çantamı hazırlayayım. Yarın yolculuk başlasın yeniden.