ben bu adamla tanışalı
oluyor sanırım oluyor 27 yıl
suyun yüzüne bakıp barışınca
tanıyor sanırım tanıyor düşmanını
bile bile yürüyor aleve doğru
inadına yaşıyor 27 yıl
seveni yok sanıyor kısmen doğru
kendimden bilirim bu adamı
kaç kere bu ayları saydı
kimseler anlamayalı derdinden
ağladı hep gözleri yandı
uyanıyor yanıyor derdinden
ben bu adamla tanıştım tanışalı
duruyor içine kapanıp 27 yıl
toprağına sızıp dokununca
çürüyor kökleri çürüyor susuz kalıp
Can Kazaz'ın "Sürsün Bahar" adlı son albümünü dinliyorum bir süredir. 27 beni çok etkiledi. Daha yeni 27 yaşına girmişken, üstelik şarkı sanki beni anlatıyor gibiyken.
Ne güzel sözler.
30 Aralık 2018 Pazar
Un
Biraz şeker alırız bakkaldan biraz da un. Ben bir güzel kavururum da helva yaparım size. Arkadaşlarına da tatlı niyetine ikram ederiz çorbadan sonra, ha benim güzel kızım. Siz de oturup imtihanınıza çalışırsınız. İlk kez geliyorlar evimize. Şu duvarın da boyaları rutubetten hep döküldü ya, ayıp kaçacak. Ne yapsak ki? Bizim yatak odasındaki eski konsolu koyuveririz. Havalandırdım evi zaten. Ben Münire Hanımların evini temizlemekten gelince hemen bir mercimek çorbası kaynatırım. O vakit siz de gelmiş olursunuz.
Dur bak, aklıma ne geldi. Mualla teyzen geçenlerde bir yolluk aldıydı seremedim daha dediydi. Gidip istesek münasip olur mu ki? Şu kapı girişindeki kara betonun üzerine yayarız. Çok mu zor imtihanınız? Günlerdir çalışıyorsun, halin dermanın kalmadı. Kız arkadaşların bize yakın mı oturuyor? Onları akşam bırakmak lazım, giderken de ellerine birer gül lokumu veririz olur mu? Meraklanma, geçen gün Münire Hanım ikram ettiydi iki tane. Bir sana bir de bana, bölüştürüveririz hepinize ne olacak ki. Akşam da biz bırakıveririz evlerine yayan.
Ben de ananenin çeyizinden kalma al yazmayı bağlayıveririm başıma, sonra geçen yıl Sümerbank'tan aldığımız bluzu da giyerim. Temiz pak çıkarız karşılarına. Akşam da bir çay demleriz, bir ihtiyacınız olursa seslenirsiniz bana. Sabah çıkmadan senin de saçlarını bir güzel örelim ha benim güzel kızım. Peliklerin sımsıkı olsun, eteğini de akşamdan ütülerim ben. Yok, yorgun olmam merak etme. Münire Hanım sağ olsun çay, kahve molası verdiriyor evini temizlerken. O da olmasa kahve içemeyeceğiz ya. Yine de olsun derim ben, çayımızı marketten alıp demleyebiliyoruz şükür. Hem zaten çayın tadı bir başka.
Bulaşıkları yıkayayım da şöyle bir güzel oturup hasbıhal edelim seninle. Edebiyat dersinde ezber ettiğin o şiiri okursun bana yine, neydi şiirin adı benim güzel kızım?
A Message To Myself
Yeni yıla girmeden önce birkaç not bırakmak istedim kendime. Zaman hızla akıp gidiyor, üç yıl sonra yirmili yaşlarıma veda edeceğim. Alnım açılmaya başladı, saçlarımın yarısı zaten beyaz. Kendimdeki değişimleri fark edebiliyorum. Sessiz olan ben, daha da sessizleşiyorum zaman geçtikçe.
Bir hayalim, bir umudum ya da beklentim yok yaşadığım hayattan. Sıradan, herkes gibi bir insan olarak hayatıma devam ediyorum. İnsan olarak daha iyi olmaya çabalıyorum, bunun için kendimi eğitiyorum. Hayatımın her anında var olan okuma aşkıma minnettarım. Kendimi en iyi hissettiğim zamanlar okuduğum zamanlar.
Bir yolculuk bu. Sonu olan bir yolculuk.
İnsandan uzaklaştığım, kendi içime çekildiğim bir yolculuk.
Katı kurallarım, öyle olmaz böyle olur diyebileceğim hiçbir şey yok.
Hissettiklerim dışında hiçbir şeye inanmıyorum bu dünyada.
Soğuk bir kış gecesi sonsuza uzanan ormanlık bir alanda elleri ceplerinde yürüyen bir adamım.
Çocuk yaşım geçti. Artık daha az renk var. Daha sakin daha sade.
İlerlediğim yolda kendimi kaybetmeden devam etmek istiyorum.
Erken yaşta her şeyi çözmüş bir adam gibiyim.
Ya da yanılıyorum toptan, diğerleri çözmüş her şeyi. Bense bir köşede, bir kenarda kalmışım.
Kitaplar dolusu bir ev ve pek çok sevdiğim annem.
Dingin hayatım.
Sokakta beslediğim kediler.
Bir şeyler öğretmeye, anlatmaya çalıştığım yaramaz çocuklar.
Kapıda asılı yün hırkam, ayaklarımda geçen yıldan hediye patikler.
Önümde ince belli bardakta demli bir çay.
Önemli olan yeni yıl değil, maziden topladıklarım.
Bir hece, bir bilmecenin ardından gelen yeni bir gece.
Sonsuz siz, elleri ceplerinden hiç çıkmayan bir adam.
Öylece, kendi halinde.
Roo Panes-A Message To Myself.
Yeni yıl şarkımız olsun.
22 Aralık 2018 Cumartesi
Okul II
Önceki yazımda eğitim sistemi ve okullu toplum üzerine birkaç kelam etmiştim. Kaldığım yerden devam etmek istiyorum. Bir de madalyonun görünmeyen yüzüne bakalım birlikte.
Özel okullarda erken kayıt dönemi vardır. Aralık ayında başlar, bir sene sonrasının kayıtları alınmaya başlanır. Öğretmenleri, velileri aramaya zorlarlar bu süreçte. Öğretmenler tüm işlerini güçlerini bir kenara bırakıp velilerini okula davet ederler. Veliye akademik bilgi aktarımı yapılır sözde ama kocaman bir yalandır. Amaç veliyi okula çekmek ve erken kayıt için velinin aklına girmektir. Eğer sizin sınıfınızdan çok kayıt olmazsa durumunuz tehlikededir, müdür psikolojik baskı uygular. En çok kayıt alan öğretmenlere küçük altın takılır. Şaka değil! Herkesin içinde takılır. Eğitim öğretim ödeneğini ödemeyen ve cebe indiren okul sizi küçük altınla uyutur, yerseniz! Tüm işi akademik yetkinlik ve performans olan öğretmen veliye kayıt ve ücret bilgisi verirken yerin dibine girer, yüzü kızarır, kendini kampanyalı buzdolabı satar gibi hisseder. Tüm motivasyonunuz kırılır, şakşakçı öğretmenler kıyasıya birbiri ile rekabet eder. Amaçları en yüksek kayıt oranına sahip olmak ve seneye de sözleşme imzalamaktır. Küçük altınla kendilerini pek mutlu hissederler, akılları buna yeter. Evlenecektir ve ütü parası çıkmıştır, çok kayıt aldı diye mükemmel eğitimci olur bir anda. Yerseniz!
Müdür ikide bir toplantı yapar. Geç saatlerde çıkarır sizi toplantıdan, abuk subuk şeylerden bahseder ve size bağırıp durur. Yetersiz olduğunuzu, zayıf olduğunuzu söyler tüm öğretmenlerin içinde. Çünkü kendisi dünyanın en mühim insanıdır. Atomu parçalamış ve pi sayısı gününde kurabiye yapmıştır. Okulun rehber öğretmeni ise felsefe mezunudur, velilere psikolojik danışman diye yutturulur. Genelde hep yeni mezun öğretmen alınır fakat velilere en genç öğretmenin bile en az beş yıllık deneyimi olduğu söylenir. Öğretmen de bu yalanı söylemek zorunda kalır. İdareciler genelde İngilizce bilmez haliyle eğitim ile ilgili yabancı kaynaklara erişimleri yoktur ama sorsanız beş dil falan bilirler. Okula alınacak yabancı dil öğretmenleri ile mülakat yapamazlar.
Bir sürü proje, etkinlik yaparsınız ama kimse teşekkür etmez. En çok kayıt alan öğretmene ise her yerde teşekkür edilir, yanaklarına öpücükler kondurulur. Siz de ben burada ne arıyorum diye düşünüp durursunuz.
Yaptığınız her bir etkinlikte sürekli çocukların videolarını ve fotoğraflarını çekmenizi isterler. Bunları sosyal medyada paylaşmaya zorlarlar sizi. Patronların hesaplarını da ekleyip yağ çekmenizi ve reklam yapmanızı dikte ederler (Hiçbir şekilde sosyal medya kullanmıyorum, kullanmayacağım da). Öyle hale gelirsiniz ki ders esnasında yaptığınız etkinliğin keyfine varamazsınız fotoğraf ve video çekmekten.
Sizinle asla "siz" diye konuşmazlar. İsminizi dahi söylemezler ve sen diye hitap ederler. Veli olumsuz bir geri bildirim verirse yalan yanlış, direkt sizi azarlarlar. Çünkü siz önemli değilsinizdir, öğretmenin biri gider bir gelir. Ama veli kocaman bir velinimettir, müşteridir. Para kapısıdır. Patronlarınız çıkıp habire "biz ticari bir okul değiliz" deyip durur. Ama her sene başka şube açarlar, neredeyse öğretmeni asgari ücretle çalıştırırlar. Ticaret paçalarından akar. Yerseniz!
Etrafınızdaki tüm öğretmenlerin sisteme ayak uydurduğunu ve korktuğunu görürsünüz. Sizi de etkilemeye çalışırlar, enerjiniz tamamen düşer. Her gün bu işi bırakmaktan bahsederler lakin müdür toplantı yaptığında onu yerlere göklere sığdıramazlar. Ulan, zaten aldığınız maaş ülkede az çok herkesin alabildiği bir maaş, bari karakterli olun deyip durursunuz içinizden. Aptal aptal gülümsersiniz her toplantı günü.
Sizi sürekli sistemin dışına itmeye çalışırlar. Deneyimleriniz, mezun olduğunuz okullar, kariyeriniz idarecilerden daha iyidir lakin onların baskısı altında ezilirsiniz. Çünkü sizin oralara gelmeniz mümkün değildir, çünkü emeğiniz beş para etmez. Ancak tanıdıklarınız paranıza değer katar. Bir cacık anlamazsınız, en sonunda duyarsızlaşırsınız. Kendinizi en çok ders anlatırken, sınıf içerisinde mutlu hissedersiniz. Bir oraya karışamazlar, sizin sınıf içerisinde ne yaptığınızı bilmezler bilmek de istemezler.
Çocuklara gün içerisinde dağıtılan beslenmelerden size vermezler. Ama siz sınıfınızın başında oturur ve çocukların beslenmelerini bitirmelerini beklersiniz. Çocuklar, "öğretmenim siz neden yemiyorsunuz" diye sorarlar haliyle, kızarıp cevap veremezsiniz.
Ülke böyle arkadaşlar, özel okul sistemi aha da iki yazıda anlattığım gibi. Nereye gidip ne yapacaksınız! Nasıl bir ülke olduğumuzun analizini şu iki yazı ile çok rahat yapabilirsiniz. Sonra bu çocuklar büyüyor ve bu çocuklar hiçbir şey öğrenemiyor. Hiçbir şey öğrenmeden yaşamaya ve mesleklerini icra etmeye başlıyorlar. Eğitimli kitlenin de hali ortada.
Sonra iyi kötü çalış, bu ülke için bir şey üreteme hep tüket. Evlen, ev ve araba al, çocuk yap sonra sigortalarını, primlerini bilmem neyini tamamla sonra da emekli ol. Ölmeden yiyebilirsen!
19 Aralık 2018 Çarşamba
Okul
Okullu bir toplum yapısına sahibiz. Okulla birlikte kapitalizmi içselleştiren ve bunun sonucunda eğitimi ve bilgiyi meta haline getiren bir toplumuz. Eğitimin kalitesi ve niteliği bu coğrafyada hiç düzelmedi, düzelmeyecek de. Bunu bir öğretmen olarak söylüyorum.
Bazı sabahlar ayaklarım geri geri gidiyor, işime gitmek istemiyorum. Bunun moral ya da motivasyonla veyahut tembellikle hiçbir alakası yok. Bilakis, sorumluluk sahibi ve çalışkan, üretken bir öğretmen olduğumu düşünüyorum. Peki bunun anlamı ne?
Öğrenciler günümüz okullarında hiçbir şey kazanamıyor. Bunun sebebi ise klasik okullu toplumların günümüz çocuklarının çağını yakalayamaması. Okullu topluma inancımı tümden yitirdim. Beton binalarda, toprağı, ağacı olmayan yığınların içlerinde çocuklar günde dokuz ders saati geçiriyor. Anne ve babalar sabah işlerine gidip para kazanacaklar. Peki çocuklarına ne olacak? Bebek diyebileceğimiz çocuklar anne ve babalarının işe gittikleri saatlerde okula gidecek, çünkü okulda onlara bakan bu arada onlara bir şeyler de öğreten birileri var (öğretimin içi çok boş) aynı zamanda okul güvenli. Ders saatleri anne ve babaların işten çıkış saatlerine kadar uzatılmalı, çocuk saatlerce o tahta sıralarda oturmalı. Sonra anne ve baba çocuğunu almalı. Bu sistem çok net böyle işliyor. Veli özel okula para veriyor, personel ve öğretmen o para ile kazancını sağlıyor. Sonra bu personel ve öğretmen evlenip çocuk sahibi olunca çocuğunu bu okullara gönderiyor. Yani kazan kazan sistemi, kapitalist bir döngü. Üzülerek söylüyorum ki bugün çocuklarınızı gönderip milyarlarca para döktüğünüz özel okulların hepsi ticari. Sizin çocuğunuzu düşünen kimse yok, düşük ücretlerle çalışan öğretmenler kendilerini zor düşünüyorlar. İş kaygısı, devlete atanmak için verilen mücadele, aileyi geçindirme zorunluluğu derken sizin çocuğunuzu düşünecek vakti ve hali kalmıyor öğretmenin.
Bir diğeri ise öğretmen değer görmüyor, özel okullar hangi öğretmen en düşük maaşla çalışacaksa o öğretmeni işe alıyor. Yaptığınız yüksek lisansın ya da deneyimin birkaç üst düzey okul hariç hiçbir önemi yok. İsterseniz uzaya çıkmış bir öğretmen olun. Öğretmenlerin sosyal hakları yok (özel okulların çoğu eğitim öğretim ödeneğini bile ödemiyor) dinlenme süreleri çok kısıtlı ve haftanın altı günü çalışıyorlar. Kalan vaktinde öğretmenin kendini geliştirebileceği, bilgi ve kültür birikimini artırabileceği imkanlar yok. Haftada bir sabah uykusu uyuyabilen öğretmen, üzerine maddi imkansızlıklar eklendikçe kitaba bile verecek parayı ve zamanı zor buluyor. Kendini geliştiremeyen ve güncel tutamayan öğretmen çocuklarınıza hiçbir şey öğretemez.
Thomas Bernhard, dünyadaki en aşağılık mesleklerden birinin öğretmenlik olduğunu söyler. Her gün çocukların hayallerini çalan, onlara başarılı olamazlar ve diploma alamazlarsa bir hiç olduklarını hatırlatan bir sistemin ürünü olarak bakar öğretmenlere. Haksız da sayılmaz, çünkü çocuğun başarısı çok görecelidir. Akademik başarısı olmayan çocuk aptal değildir, siz gönderdiğiniz özel okullarda çocuklarınıza bireysel öğretim yapıldığını ve onlarla özel olarak ilgilenildiğini düşünürsünüz ama durum hiç de öyle değildir. İçi boş ve niteliksiz bir eğitim veriliyor, eğitimi baştan ayağa formal değil informal olarak görüyorum. Her kafadan bir ses çıkıyor, niteliksiz idareciler tanıdık vasıtasıyla öğretmen ve idareci alımı yapıyor. Bir bakmışsınız özel okul patronunun tanıdığı bilmem kim iki üç yıllık deneyimle başınıza müdür yardımcısı olmuş. Eğitimin patronu mu olur? Akademik süreçten daha ziyade öğretmen evrak işi yapar, hiç bitmeyen saçma sapan prosedür ile uğraşırken öğretmen yeni öğretim metotları geliştiremez ve uygulayamaz. Haftanın iki üç günü nöbet tutar, tüm gününü ayakta geçirmekten hiçbir iş yapamaz hale gelir.
Bir çocuğum olsa asla özel okula göndermezdim. Bazen bu işi bırakmayı düşünüyorum çünkü hiçbir şekilde değer görmüyorum. Sıradan, düz herhangi bir iş yapsam da benzer bir maaş alacağım. O zaman niçin bu kadar mücadele ediyorum diyorum. Fakat başkaca bildiğim bir iş yok, haliyle işsiz kalmaktan korkuyorum. Nihayetinde yaşıyorum ve ne yazık ki yaşamak için çalışmak zorundayım.
Bir diğer sorun ise ülkede herkesin rahatlıkla öğretmen olabilmesi. Açık öğretim fakültesinde edebiyat ve tarih okuyup üzerine de paranızla formasyon alırsanız çok rahat öğretmen olabilirsiniz. Peki açık öğretim bitiren ve öğretmen olan bir kişinin niteliğini kim sorguluyor? Bu öğretmenler çocuğunuza ne kadar nitelikli bir eğitim verebilir? Öğretmenlerin çok büyük bir kısmı üstün yeteneklere ve üstün bir zekaya, bilgi birikimine sahip değil. Formasyon dediğimiz pedagojik bilginin adı bile geçmiyor okullarda. Ülkenin parlak zihinleri öğretmenliği meslek olarak tercih etmiyor ki. Şimdiki aklım olsa ben de tercih etmezdim, bir de üzerine marifet gibi yüksek lisans yaptım bu alanda.
Daha söylenecek o kadar çok şey var ki, başka bir yazıda da eğitimin felsefi boyutunu ele almak ve tartışmak istiyorum. Ve son olarak şunu söylemek istiyorum ki kendimi bu meslekten emekli olmuş bir şekilde hayal edemiyorum. Her geçen gün yorgunluk her geçen gün bıkkınlık ve umutsuzluk.
16 Aralık 2018 Pazar
Evinin Bekçisi
Suzan diyo ki fıtratında var, adamın eve geldiği yok. Varsa yoksa para, bizim Cumali'ye tebelleş olmuş son zamanlar. Kasa taşıyomuş hamal bozması, elinde işi gücü var, dükkanı var yetmiyo adama. Ben de istiyom şöyle evin içinde kurum kurum otursun, akşam çay demleyeyim, bisküvi açayım yanına. Sonra televizyondaki programlara bakalım. Hatta yetmesin televizyonun anteni bozulsun da çatının tepesine çıksın şöyle heybetli heybetli. Yok abla, valla bu adam bir tuhaf. Kır dizini otur evinde, adam çalışıyo işte diyon da öyle demekle olmuyo.
Sabiha'nın kocası geceleri hep evinde. Karısının, çocuklarının başında, koluna giriyo akşamları parka çıkıyolar. Geçen de Kazım'ın aile çay bahçesine çıkıp çekirdek çıtlamışlar. Valla özeniyom, haset de ediyom işte. Yoksa başka karılarla mı geziyo abla he, valla Hüsnü yapmaz öyle işler diyon ama adam kısmı belli mi olur. Vallahi bu adam beni aldatıyosa bir dakka durmam bu evde aha buraya da yazıyom. Nereye mi gidecem? Doğru ya nereye gidecem, üzül üzül bu damın altında otururum anca. Menkıbe'nin kocası için de öyle böyle diyolar zaten, karı üzüntüsünden verem olacak yakında. Duymuş, Hasibe kulağına çıtlatmış geçen ayki günde. Dur abla, çayını tazeleyeyim de şu bizim programı açalım. Vallahi ne varsa gene bu televizyonda var. İnsan kederini unutuyo.
Sabiha'nın kocası geceleri hep evinde. Karısının, çocuklarının başında, koluna giriyo akşamları parka çıkıyolar. Geçen de Kazım'ın aile çay bahçesine çıkıp çekirdek çıtlamışlar. Valla özeniyom, haset de ediyom işte. Yoksa başka karılarla mı geziyo abla he, valla Hüsnü yapmaz öyle işler diyon ama adam kısmı belli mi olur. Vallahi bu adam beni aldatıyosa bir dakka durmam bu evde aha buraya da yazıyom. Nereye mi gidecem? Doğru ya nereye gidecem, üzül üzül bu damın altında otururum anca. Menkıbe'nin kocası için de öyle böyle diyolar zaten, karı üzüntüsünden verem olacak yakında. Duymuş, Hasibe kulağına çıtlatmış geçen ayki günde. Dur abla, çayını tazeleyeyim de şu bizim programı açalım. Vallahi ne varsa gene bu televizyonda var. İnsan kederini unutuyo.
14 Aralık 2018 Cuma
Bir Yıldız
İki hafta olmuş yazmayalı, arayı epey açtım. Çünkü çok yoğun iki hafta geçirdik. Aralık ayı etkinlik görevleri bizim bölümdeydi, bin parçaya bölündüm. İhtiyaç sahipleri ile dayanışma adına bir kermes düzenledik. İnsan Hakları ve Demokrasi haftası için de ben bir tiyatro oyunu yazdım, öğretmenlerimiz ile birlikte bugün sahneledik. Uzun zamandır prova yapıyoruz, ilk kez bir oyun metni kaleme alıyorum. Dekor, sahne, kostüm derken gerçekten çok yorulduk. Fakat çok güzel bir hadise yaşadık.
Drama öğretmenimiz değerli Yıldız Kenter ve Müşfik Kenter'in öğrencisiymiş. Yıldız Kenter ile birbirlerini çok severler, her pazar onun evinde sohbet ederlermiş. Drama öğretmenimiz benim metnimi Yıldız Kenter'e okutmuş ve kendisi çok beğendiğini ifade etmiş. Telefondan bize sürekli destek oldu. Provalar boyunca gözlerim yaşardı, bizim için çok büyük bir gurur oldu.
Neyse ki bu hafta sonu iki gün tatilim var. Bol bol okuyup dinleneceğim. Güzel bir hafta sonu olsun hepimiz için.
Drama öğretmenimiz değerli Yıldız Kenter ve Müşfik Kenter'in öğrencisiymiş. Yıldız Kenter ile birbirlerini çok severler, her pazar onun evinde sohbet ederlermiş. Drama öğretmenimiz benim metnimi Yıldız Kenter'e okutmuş ve kendisi çok beğendiğini ifade etmiş. Telefondan bize sürekli destek oldu. Provalar boyunca gözlerim yaşardı, bizim için çok büyük bir gurur oldu.
Neyse ki bu hafta sonu iki gün tatilim var. Bol bol okuyup dinleneceğim. Güzel bir hafta sonu olsun hepimiz için.
1 Aralık 2018 Cumartesi
Kış Gecesi Notları
Bu hafta sonu iki gün tatil yapma şansı yakaladım, bunu da bir güzel evin tadını çıkararak değerlendiriyorum. Öğlene kadar uyudum, bolca okudum ve kahvemi yudumladım. Hepsi çok iyi geldi. İstanbul'da soğuklar kendini hissettirmeye başladı, bunu ancak evin içerisinde ayaklarım üşümeye başlayınca anlıyorum. Anneme, bir hastane arkadaşı tarafından hediye edilen patikleri giydim, sıcacık uzandım koltukta. Kış battaniyemi de çıkardım, kitap okurken dizlerime örtüyorum. Sanırım yaşlandığımda da bu tablo hiç değişmeyecek.
Bugün annem ile çayımızı demleyip klasiklerden bir yeşilçam filmi izledik. Eski İstanbul, vapurlar, trenler, mütevazı yaşamlar, her izleyişimde hayran kalıyorum.
İki haftadır Tolstoy okuyorum, Rus edebiyatına olan merakım beni sarıp sarmalıyor. Bir iki gündür Ahmet Hamdi Tanpınar'a bir özlem var içimde. Sanırım Dostoyevski'ye geçmeden uzun süren bir Tanpınar yolculuğuna çıkacağım yine. Hazır İstanbul yapraklarını dökmüşken ve ruhum şu sıralar oldukça sakinken...
Saat neredeyse sabah üçe gelecek, uyku da bastırdı. Yeni bir sabaha uyanacağım yeni bir uykuya yatma vakti geldi, bir başka kış gecesinde görüşmek üzere o halde.
Bugün annem ile çayımızı demleyip klasiklerden bir yeşilçam filmi izledik. Eski İstanbul, vapurlar, trenler, mütevazı yaşamlar, her izleyişimde hayran kalıyorum.
İki haftadır Tolstoy okuyorum, Rus edebiyatına olan merakım beni sarıp sarmalıyor. Bir iki gündür Ahmet Hamdi Tanpınar'a bir özlem var içimde. Sanırım Dostoyevski'ye geçmeden uzun süren bir Tanpınar yolculuğuna çıkacağım yine. Hazır İstanbul yapraklarını dökmüşken ve ruhum şu sıralar oldukça sakinken...
Saat neredeyse sabah üçe gelecek, uyku da bastırdı. Yeni bir sabaha uyanacağım yeni bir uykuya yatma vakti geldi, bir başka kış gecesinde görüşmek üzere o halde.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)