Thomas Bernhard bir röportajında, "her şey acınası ve hiçbir yere çıkmıyor" diyor. Bu aralar kendisi ile epey ilgileniyorum. "Bitik Adam" adlı metnini okuyalı uzun zaman oldu. Kendisi hakkında yapılan belgeselden görüntülerini ve konuşmalarından bölümleri izliyorum. Özellikle 1970 yılında "Drei Tage" isimli belgeselde konuştuğu kısa bir bölüm var. Günlerdir başa sarıp tekrar izliyorum, dinliyorum. Kendisinde bir nevi karamsarlık var lakin bu haklı bir karamsarlık. Hayatı olduğu gibi kabul edip devam etmekten yana bir karamsarlık, belki de bir karamsarlık bile değil, üstü örtülü olmayan safi bir gerçeklik.
Kendi hayatım ile özdeşleştirdiğim metinlerden epey uzak kaldım, bunun sancılarını çekiyorum. Her şey yarım yamalak, bir o kadar da uzak. Evin içinde bir bayram tatili geçirdim. Bol bol izledim, çalıştım. Yarın orta okul grubunun hızlandırma çalışmaları başlıyor, konu tekrarı yaptım. Yeni öğrencilerin bazıları ile tanışacağım, her şey benim için nedense nötr.
Ne uzun uzadıya gelecek planları yapasım var ne de geçmişten bir nebze bir anıya tahammül edesim. Umut kelimesine inanmıyorum, mutlu olmak diye bir şey olabilir belki ancak. Belki o bile yoktur, sıradan hayatlar sıradan şekilde yok oluyorlar.
İçimde hep bir gitme isteği, İstanbul'dan tamamiyle uzaklaşmak istiyorum. Belki bir yerde bulaşıkçılık belki bir başka iş. Hiç şakam yok, cesaretimi toplama aşamasındayım. İdeallerime ulaştım, gelmek istediğim yerlere belki de çok erken geldim. Yaşadığım, bunların sancısı da olabilir. Bir insan pek çok güzellikle gencecik yaşta tanışmamalı belki de. Doğanın kanunlarını algılayamıyorum.
Bugüne kadar çoğunlukla hayata hep bir seyirci gözü ile baktım. Katılımcı olamadım, olmadım. İçimden gelmedi hiç, özüm seyirci olmak istiyor. Katılımcı olduğumda zihnim sinyaller gönderiyor. "Hadi eve dön, kitap oku, yaz ve kendi dünyana sığın."
Etrafta, özellikle İstanbul'da benim için çok fazla uyaran var. Bu uyaranların hepsi birden beni yoruyor. Dışarı çıktığım zamanlarda örneğin, işe giderken... Trafik, trafik lambaları, insan kalabalığı, insan sesleri, kornalar, uzayıp giden asfalt yollar, duraklardaki ve her yerdeki kuyruklar, hiç çıkmak istemiyorum. İşe giderken giymek zorunda olduğum resmi kıyafetlerden dahi hoşlanmıyorum, eğreti duruyorlar. Ruhum evdeki gibi rahat olmak istiyor, bir tişörtle mutlu mesut olmak istiyor. Her yerde adı sanı konulmamış, oturmamış saçma sapan kurallar. Uzayamayan sakallar ve aksine hep uzayıp giden, bitmek bilmeyen delice günler.
İçinden çıkanlar, hayata katılmayı başaranlar. Onları bir şeyler rahatsız etmiyor, her nerede olurlarsa olsunlar yaşama katılmayı beceriyorlar, yeni insanlar tanıyorlar ve dünya kendilerinden nasıl olmalarını isterse öyle olabiliyorlar. Yaşam için büyük meziyet, lakin kocaman boş bir eylem, farkında olmadan üstelik!
Bazı şeylerin farkında olmak iyi değil, belki bir son, küçük bir eylemin içinde sıkışıp kalmak, belki de bu ifade biçimi tamamen yaşamı yok saymak. İşte buralarda bir yerlerdeyim, sıkışmış, öfkeli, bıkkın ve yorgun. Halbuki biraz toprağa basabilsem, her yerde çiçekler yetiştirebilsem, bisiklet binebilsem, insan sesi duymasam, doğanın içinde bulsam kendimi. Lütfen bana bunları bahşet, yaşama dair başka hiçbir şey istemiyorum. Ufak bir hediye, bir iyi niyet.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder