Hep yalanlar anlatıldı, kuru soluk bir masal çağı. Cinler, periler, zaman kandırdı her birimizi daha ufacıkken. Küçük düşlerin yerini büyükleri aldı.
Umut eksildi birer birer, yaş arttıkça yaş aldı insan, gözlerinden yaşlar boşandı.
Nereden gelip nereye gittiğini bilmeden savrulup yaşadı.
Ya da olduğu yerde çakılıp kaldı, korkularından bir göz eve sığındı. Bir odada yitirdi hayatını.
Bir pencere kenarında sokak lambalarını izledi, karı izledi, güneş girmesin diye perdeleri kapattı. Güneşlikler diktirdi.
Bir hapis insanın hayatı, Faucault'nun görüşleri pratikte basit bir mana buldu insan hayatında. İnsan bunu hiç bilmedi.
Yüzyıllarca dillendirilen efsanelere sığındı, efsanelerle yoğruldu.
Bir mucize olarak görmek hayatı, bana hep gerçekleri yadsımak gibi geldi. Bir garip kendini kandırmaca. Eylemlerimiz, zihniyetimizin berraklığı, masumiyetimiz hepsi zamanla kayboldu.
Çünkü biz büyüdük, bir ceza gibi.
Canımız çıktı, sevmekten, sevmemekten, sevememekten tüm eş ve zıt fiillerin kelimelerin arasında kalmaktan.
Bunca çaba, bunca mücadele, enikonu bir sonu yok işte.
Yansın istedin, zaten yanıyor.
Olsun istedin, zaten oluyor.
Doğmak istedin, zaten ölüyor.
Ölü gözü.
Bir gün yitimi daha işte.
Kayıp bir zamanın yitimi.
Peşinde Marcel Proust.
Peşinde mezara onun için bırakılan küçük tatlı kurabiyeler.
Çocukların ağzında şekerler, bebek arabalarında iniltiler, her yer çocuk sesi.
Bisiklet binmeler, su içmeler, giyinmeler, banyo yapmalar, türlü basit eylemler.
Hepsi bir yük bana, sana da öyle ya, görmezden geldiğin sürece ala dünya.
Ha gayret dediler, yük dediler, ali ata bak dediler, birileri ılık sütünü içerken bizi hep kandırdılar, oyaladılar, ilmek ilmek söktüler, yeni baştan ördüler.
Ben, biz, sen; ah hep o çakılı dünya.
Zulüm içinde, merhamet içinde, görmeden, bilmeden, ölüm de içinde.
Enkidu'nun sesi kulaklarımızda.
Kar geliyor.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder