Sylvia Plath, uzun zamandır tanışmak istediğim yazarlardan biriydi. Kendisinin çok bilindik bir hikayesi var. 1932 yılında ABD'de doğan Plath, tek romanı Sırça Fanus'u yazdıktan bir süre sonra 1963 yılında yaşamına kendi eliyle son veriyor. Bu yüzden benim için oldukça önemli bir yazar.
Hayatına son veren ve genç yaşta hayatını kaybeden sanatçılara karşı özel bir ilgim var; özellikle hayatına kendi eliyle son verenlere karşı... Peki neden? Ben bunun çok cesurca bir eylem olduğunu düşünüyorum. Sylvia Plath gibi yazarlar, sanatçılar çok daha duyarlı ve naif insanlar, hayatın bunca kabalığını kaldıramayacak kadar duyarlı, çevresini ve kendisini çok iyi duyumsayan insanlar. Bir yerde bir problemleri var hayat ile, dünya ile. Sürekli bir sorgulama halindeler, başta varlık nedenleri olmak üzere. Bunun çok kutsal ve çok samimi olduğunu düşünüyorum.Onların; hayata farklı gözle bakabilen, yaşamın anlamı üzerine kafan yoran nadir insanlardan olduğunu düşünüyorum.
Sırça Fanus'u çok beğendim. Gecenin sabaha varışında bir çırpıda bitti. Sırça Fanus, Sylvia Plath'ın duygularını da içinde barındıran bir roman. Etkiledi beni. Şöyle bir bölüm var kitabın içinde; sanırım en sevdiğim kısım bu oldu:
"Dünyadaki en güzel şey gölge olmalıydı, gölgenin milyonlarca kımıldayan şekli ve çıkmaz sokakları. Büro çekmecelerinde, dolaplarda, bavullarda hep gölge vardı, evlerin, ağaçların, taşların altında ve insanların gözlerinin, gülümsemelerinin ardında gölge vardı ve dünyanın gece tarafında kilometrelerce boyunca gölge vardı."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder