Hatta itiraf ediyorum ki gözlerim dolu dolu izledim. Kızdığım, öfkelendiğim anlar oldu. Dizi, duygu geçişlerini ve duygu yoğunluklarını epey güzel yansıtıyor. Dönemin aristokrasisi, Fransa ve Rusya savaşı eşiğindeki insanlar, savaşın getirdikleri ve götürdükleri, biten, tazelenen ve parçalanan aşklar, sosyal tabakalaşma, dönemin tüm ekonomik ve siyasal yaşantısı, epik dramayı oldukça kaliteli hale getiriyor.
Beni en çok sarsan sahnelerden biri Natalia ve Andrei Bolkonsky aşkı oldu. Natalia'ın Andrei'in yokluğunda bir anlık gaflete kapılıp ona ihanet etmesini hiçbir şekilde affedemedim. Andrey son nefesinde Natalia'yı affettiğini söylese de, benim yüreğimden bir şeyler koptu. Üzüldüm.
En çok etkilendiğim karakter ise Andrei Bolkonsky oldu kesinlikle. Ben gerçek hayatta da sinemada da güçlü ve mağrur duruşlu insanları çok seviyorum. Çok etkileyici geliyorlar bana. Andrei, oldukça güçlü bir adam. Kendi doğruları var ve buna uygun yaşıyor. Soğuk duruşunun altında sıcacık bir adam saklı. James Norton ise Andrei Bolkonsky için çok doğru bir tercih olmuş, kusursuz bir performans.
Andrei, ölüm döşeğinde Natalia'ya şu etkileyici sözcükleri söylüyor:
"Aslında her şey çok basit. Dünya, dünya kendisini sevmemizi istiyor. Bu zor değil çok kolay. Fısıldayan hafif bir ses duydum. Hafif fısıltılı bir müzik gibi. Odadaki bir sinek olduğunu fark ettim. Onu sevmemi istiyordu. Ben de onu sevdim. İnsanın her şeyi sevebileceğini anladım."
Gerçekten, ne yaşamış olursak olalım, karşımızdaki insanları affedebilmeli miyiz? Her şeyi ve herkesi koşulsuzca sevebilir miyiz? Henüz cevap veremiyorum buna.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder