29 Ocak 2019 Salı

Dostoyevski: Yeraltından Notlar

Yeraltından bir adam, adı sanı yok. Kadının adı yok diye biliriz ya, bu sefer adamın adı yok. Bir tuhaf adam, yıllarca içinde tuttuklarını bir anda dışarı salıvermek derdinde. Böylece dertlerine bir yenisini daha eklemiş oluyor aslında, bunun da elbette farkında. 

Hem bir sistem eleştirisi hem de bir insan eleştirisi. Hem de ne insanlar, subaylara omuz atmalar, bir takım tumturaklı düşler, bir hayat kadını ile gece yarısı sohbetleri. Bir sinir, bir öfke durumundan daha derin; içinde olup bitenin oldukça farkında, esasen olduğu gibi ortalık yerde işte. Duymak ister misiniz? Sanmam. Ama çok şey kaybedersiniz! 

"Yaşadığım sürece isteklerim de ölmemişse, kurduğunuz yapıya tek tuğla koyarsam ellerim kırılsın!"

25 Ocak 2019 Cuma

Dostoyevski: Delikanlı

Dostoyevski'nin Delikanlı adlı metnini bitirmek üzereyim. Eser ile ilgili uzun bir inceleme yazısı kaleme alacağım lakin bunun öncesinde çok sevdiğim bir bölümü size alıntılamak istedim. Sanki ilk gençlik yıllarımda benim kalemimden çıkmış gibiler: 

"Sanırım, on iki yaşımdan, yani içimde bilincin doğmaya başladığı günden beri insanları sevmemeye başladım. Buna sevmemek de diyemeyeceğim. Ağır geliyorlardı bana. Bazen durup dururken en yakınlarıma bile içimi dökemediğime, yani isteseydim de dökemeyeceğime, bunu asla istemediğime, nedense kendimi hep geri çektiğime, kuşkucu, tasalı, insanlardan kaçar olduğuma üzülüyordum. Bunun yanında, eskiden beri, belki çocukluğumdan bu yana hep başkalarını suçladığımı, buna pek yatkın olduğumu biliyordum. Ama bu yatkınlığımın peşinden çoğunlukla benim için oldukça ağır bir düşünce geliyordu: 'Asıl suçlu ben değil miyim acaba?' Böylelikle sık sık kendimi suçlamış oluyordum. Bu çeşit sorular aklımı kurcalamasın diye yalnızlık istiyordum. Üstelik, bütün aramalarıma karşın insanların arasında bir şey bulamamıştım. Şaşırdınız değil mi? Aradığımı sanmıyordunuz. Yaşıtlarımın, arkadaşlarımın tümünü düşünce bakımından benden çok gerilerde görüyordum. Benden geri olmayanını anımsamıyorum. 

Evet, içime kapanığımdır. İnsanlardan kaçarım. Sık sık toplumdan uzaklaşmayı isterim. Belki insanlara birtakım iyilikler ederdim bile, ama çoğunlukla onlara iyilik etmemi gerektirecek bir nedenin olmadığını görürüm. Hem insanlar sevilmeye değecek kadar iyi değildirler..."

24 Ocak 2019 Perşembe

Günaydın Anne

Günaydın anne, 

Bazen tepemde dönen ışıklardan gözlerim kamaşıyor. Bazen de kendimi hiç iyi hissetmiyorum, başım dönecek gibi oluyor. Yaşamak için bir sebep bulmaya çalışıyorum biliyorsun, aklımda her gün onca soru ile devam ediyorum yoluma. Sol göz kapağım iyileşti, birkaç ay önce düşüvermişti öylece gözümün üzerine. Tıpkı yaşamın verdiği ağırlık gibi, yaşlı bir kadın gibi yığılıvermişti eşiğe. 

Dünya henüz tam anlamıyla keşfedemediğim bir yer, yer yer geliyorlar farklı yerlerden üzerime. Bir yığın telaş içinde yoruluyorum, nefes alamıyorum okulun soğuk koridorlarında. Bir de onca çocuk gürültüsü, hep mi neşeli olurlar? Her şeyi çabucak unuturlar? İnsan büyüdükçe çabuk unutamıyor anne, elinde olmadan takılıp kalıyorsun, kızıyorsun dertlere. 

Bazen bir ormanda yalın ayak yürüdüğümü düşlüyorum, bazen de orman denize açılıyor ansızın. Hatırlıyor musun? İki sene önce yazın seninle Antalya'ya tatile gitmiştik. Sen otelde güzel güzel dinlenirken ben bir sabah antik kente atmıştım kendimi. Kimsecikler yoktu, yarım saatlik korkusuz bir orman yürüyüşünün ardından denize varmıştım. Sahilde henüz kimse yoktu, çırılçıplak soyunup denize girmiştim. Saatlerce yüzmüş, antik kapının eşiğinden maviliğe açılmıştım. Sanırım hayatımın en güzel günlerinden biriydi. Sonra ellerinden tutup seni gezdirmiştim. Birlikte bir sürü kahveler içmiş, havlumuzu yerlere serip güneşlenmiştik. 

Bazen dünya kalbimde mi yoksa başımın tepesinde mi dönüyor bilemiyorum. Yükselirken alçalmak, uçarken düşüvermek gibi bazen. Yolu yarıda bırakasım geliyor çoğu kez, çoğu kez seni düşünüyorum. Sonra kitaplarımı, yazdığım sayfalar dolusu satırları, güneşi, bazen de sokaktaki kedileri. Bizim durakta demlenen tombul kediyi kim besleyecek değil mi? Yoksa biz bir şeylerden kaçıyor muyuz anne? Hayat hep bir koşmaca, tümden ayrık bir yarış mı dersin? 

Sonra söz veriyorum kendime, dışarıdan tam görünsem de yarım yamalak içimle devam edeceğime. Bir yerde tıkanıp kalacağım bir gün, biliyorum. Eh, insan yirmi yedisine gelmişse az çok tanır kendini. Tanıttım sana kendimi yıllarca, kahveyi severim sadesinden bilirsin. Sonra pek evden çıkmam, kitap ve ekmek almaya anca işte. İnsanlarla pek iyi anlaşamam, anlaşır gibi görünür, gülümserim. Sonra çok susarım, az konuşasım gelir hemen her zaman. Toplum içinde bir işe yaramaz gibi görünür, evde dört dönerim oysa. Elimden de çok bir iş gelmez, ama evde sana çok çok yardım ederim. Sonra elinden tutarım bazen seni gezmeye çıkarırım. 

Daha ne kadar yaşayacağız anne? Bu rüya hep böyle devam mı edecek? Yaşayacağız işte anne, söylemesi zor ama bu manasız dünyada birlikte yaşayacağız. 

Birazdan yatıp uyuyalım olur mu, yarın sana bir kahve yaparım. 

İyi geceler anne. 

Get Well Soon, Your Endless Dream

19 Ocak 2019 Cumartesi

Vefa

Bugün kendime çok güzel bir program yaptım. Hava da güzeldi, sıcacık bir kış günüydü. Sirkeci Garı'ndan Beyazıt'a kadar yürüdüm. Caferağa Medresesi'nde sade türk kahvemi içtikten sonra yolculuğuma devam ettim. İlk durağım İletişim Yayınları oldu, Dostoyevski külliyatını tamamlamaya karar verdim ve Delikanlı'yı aldım. Ardından Cağaloğlu'ndaki Ana Kitabevini gezdim, en sevdiğim yerlerden biri. 

Yürüyerek Vefa'ya indim ve bir boza içtim. Hemen ardından da çam kokulu tarihi Medrese gazozundan aldım. Gazozumu içerek Süleymaniye'ye doğru yol aldım. Oradan da yürüyerek sahile indim ve Kadıköy'e geçtim. Yemek yedim ve güzel bir filtre kahve içerek eve geri döndüm. 

Bir dönem boyunca en keyif aldığım gündü diyebilirim, ilk kez yapılacak hiçbir işi düşünmeden zihin rahatlığı ile gezdim, sokaklardaki kediler ile oynadım. Derin derin nefesler çektim içime, güneşe doğru. Pek iyi geldi bana bu gezi, yarın da notlarımı düzenlemeye başlayıp kitabımı okurum. 

Güzel bir kış gününden selamlar olsun. 

18 Ocak 2019 Cuma

Kış Tatili

Bugün karneleri dağıttık, eski heyecanlar olmasa da çocuklar karne aldıkları için yine de mutlulardı. Serbest kıyafet giymek de pek hoşlarına gidiyor. Koşturup durdular tüm gün. Hepimiz kısa ama güzel bir tatili hak ettik. 

Yarından itibaren kendime güzel bir plan yaptım. Önümüzdeki hafta okulda olacağız ama yarım gün çalışacağız. Bu hafta sonu ise hiçbir iş yapmadan kendime plan yaptım. Yarın sevdiğim bir arkadaşımla birlikte tarihi yarımadada olacağız. Uzun süredir ihmal ediyorum gitmeyi, biraz kitapçılarda dolaşıp sohbet edeceğiz. Kendime bir okuma planı yapıyorum. Bu tatil sıkı bir okuma içerisine gireyim diyorum. 

Biraz kırtasiye alışverişi yapmam gerekiyor. Onun dışında annemle dışarıda vakit geçireceğiz. Düzenlemem gereken notlar var, eski defterlerimdeki önemli notları yenilerine geçirip elimden çıkarmam gerekiyor. Onlarla uğraşacağım, nihayet koca dönem sonunda kendime biraz vakit ayırma vakti geldi. Pek mesudum. 

O zaman yarın güzel bir güne uyanmak dileğiyle, iyi geceler.

15 Ocak 2019 Salı

Ocak

Birinci dönemin sonuna geliyoruz, okul epey yoğun geçiyor. Bir sürü evrak, karne işi. Yapacak işler hiç bitmiyor. Hayat nasıl böyle geçecek bilmiyorum, çok korkutucu. Kaygı duyuyorum giderek, insan bu dünyadan nasıl emekli olur? Ne zaman istediklerimizi yapabileceğiz? 

Hiç bitmeyen bir yoğunluk. Günümüz çocukları çok kötü bir durumda, ne saygıları var ne de sevgileri. Gelecek için de hiç ümitli değilim. 

Yine bir yılgınlık hali. Bazen hiçbir şey yapasım gelmiyor. Okumak istediğim şeyler var ve yorgunluktan hiçbir şey yapamıyorum. Sömestr tatili yaklaşıyor ama bize iki hafta yerine yalnızca bir hafta. Sistem devamlı çalışmanızı istiyor, emeklerinizin karşılığını bir türlü alamıyorsunuz. 

İçimdeki çelişki öyle çok büyüyor ki, bir yerde işi bırakıp gidecekmişim gibi hissediyorum. O zaman hafifleyecek, adeta uçacakmışım gibi. Tıpkı bir ateş böceği gibi. İçimdeki tüm ateşi salıp uçup rahatlayacakmışım gibi.

7 Ocak 2019 Pazartesi

Gece Vakti

Gece yarısı olmak üzere, yine yorgunlukla geçen sıradan bir gün. Sanki yapmak istediklerimi yapacak gücüm kalmamış gibi yine. Yorulmuşum bunca yıl. 

Genel koordinatörümden övgü dolu bir telefon aldım bugün eve gelince. Benimle uzun yıllar çalışmak istediğini, azmimi ve çalışkanlığımı takdir ettiğini söyledi. Mutlu etti bu telefon beni, nazik davrandı. Kafam da iyice karıştı. Okulda bazı olaylar oldu, her zamanki gibi dışarıdan izledim. 

Bizim uzun zamandır Eskişehir'e yerleşme planımız var. Gitmek istiyoruz buradan, kutu gibi bir ev alıp yerleşmek istiyoruz. Bu sene gidecektik, olmadı. Aklımızda hep Eskişehir. Annem hastalandığında iki sene orada yaşadık, hastanelerde. Ben de yazları kaldım annemin yanında, bir yurt odası tutup. Eskişehir'i çok seviyoruz, sakinliğini. Tren garında iner inmez hayat buluyoruz sanki. Bir cesaret gerekiyor belki, daha fazla yıpratma diyorum kendini. İyi kötü bir iş bulursun kendine, öğretmenlik olmazsa başka bir şeyler. Yeter ki yerin yurdum olsun, kiradan kurtulalım. Evimizi istediğimiz gibi döşeyelim. Belki sınavlara hazırlanır atanırım. Bir kedi beslerim. 

İstanbul'da bunların hiçbirini yapamıyorum. Akşam eve geldim mi çok yorgun oluyorum, biraz okuyup biraz da çalışıp uyuyorum. Göbeğim çıkmaya başladı, sırtım falan her yanım ağrıyor. İyice paspal bir insan oldum, üşengeçlikten berbere dahi gitmiyorum. Tam bir Oblomov! Ya da bunun İstanbul'da yaşamakla bir ilgisi yok belki de, bilemiyorum. Ama sanki gidersek bu şehirden, huzur bulacakmışız gibi. Birkaç saksı, bir sürü kitap. Bir sene çalışmasam, sadece kitap okusam. Kendime vakit ayırsam çok mu şey? 

Paramore, The Only Exception ile geceye veda edeyim bari. Bir de koyu bir türk kahvesi ile