"O zaman anlamış bütün gerçeği; ne yürüyormuş, ne duruyor. Yürüyorum dediği, durmanın ta kendisiymiş. Düş gibi bir şey yani... Koşarsın koşarsın da varamazsın hani; içindeki umut, varamadığın kadar büyür. Sen bakarsın ışıltıyla. İleriye uzanırsın (uzanmak istiyorsun yalnızca), uzandıkça da kolların uzar babam uzar... Gene de boşluğu avuçlarsın hep; düşünü düş yapan boşluğu..."
***
"Düşünce insanın içine düşünce, yolun yarısı tamam. Yani varılır bir yere, önceki noktada değilsindir artık ve dönemezsin. Dönsen de, eksik."
***
"Belki de iki yüzlü bir pencereydi benim gördüğüm; ondan geçen bakışın hangi taraftan geldiği hem görenin hem de görülenin yaşadığı duygulara bağlıydı. Üstelik ona ille içeriden ya da dışarıdan bakılacak diye kesin bir kural da yoktu, göz yetiyorsa aynı anda iki taraftan da bakılabilirdi. Hiç kuşkusuz bu durumda kendisiyle karşılaşırdı insan; görse gör, bir pencereden eğilip bakan kendisini görürdü düş kadar yakın bir uzaklıktan... Ola ki şaşırırdı önce; bir yanıyla, yüz yüze geldiği insanın kendisi olduğuna inanmak istemezdi. Peki, ya pencerenin karşı tarafındaki; o inanır mıydı aslında kendisinin öteki olduğuna!"
Yok, Hasan Ali Toptaş kesinlikle çok ama çok farklı bir kalem, kitabı sıcağı sıcağına bitirmişken, içinden ayıkladığım kısımlardan bazılarını paylaşmak istedim. Epey sarsıldım, kelimelerle tarif etmem mümkün değil. Hasan Ali Toptaş, kurgusu ve zihin gücü çok sağlam bir yazar. Üzerine konuşacak çok şey var kesinlikle; varlık ve yokluk kavramları, aynı zaman diliminde farklı yerlerde olabilme durumu, varlık ve yokluğun yanında, taşradaki varlık ve yokluk mefhumu. Biraz kendime geleyim, belki üzerinde daha detaylı bir şeyler yazmak gerekecek. Var ol Hasan Ali Toptaş.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder