Eğitim sistemimiz gereği meslek seçmek zorunda olduğumuz lise son sınıfın doğru bir dönem olduğunu düşünmüyorum o yaştaki gençler için. Maalesef üniversiteyi bitirdikten ve mesleğimize adım attıktan sonra anlayabiliyoruz bazı gerçekleri. İnsan yaş aldıkça kendini daha iyi tanıyor, sanıyorum ancak o zaman kendini gerçekten nelerin mutlu ettiğinin farkına varabiliyor. Hayatımız boyunca hep aynı mesleği yapacak olmak gerçeği beni hep çok korkutmuştur. Böyle diye diye mesleğimde onuncu yılımı tamamladım.
Geçenlerde arkadaşlarımla sohbet ederken mesleklerimiz üzerine konuştuk. Geçmişe geri dönme imkanım olsaydı eğitim fakültesi tercih edip bir öğretmen olmak istemezdim. Kendime çok soruyorum bu soruyu ve kendimden hep aynı cevabı alıyorum. Çocukken matematiksel işlemler ya da teknik işler yerine hep okumaya ve yazmaya meraklıydım. Bir köşeye çekilir, ne bulursam okurdum. Ansiklopediler, kitaplar, dergiler, gazeteler hatta takvim yaprakları bile. İlkokul, ortaokul ve lise hayatım çeşitli edebiyat yarışmalarında alınan derecelerle geçti. Hatta bir dönem öyle bir noktaya geldi ki, edebiyat öğretmenlerim şöyle bir yarışma var hadi bugün yaz bir şeyler hemen gönderelim diye isteklerde bulunurlardı. Aslında çocuk halimle ilgi alanlarıma dair çok fazla mesaj vermişim. Zaten çocukları yeterince gözlemlerseniz ilgi alanlarını ve istidatlarını hemen fark edersiniz. Sanat eserleri beni mest ederdi mesela; sinema filmleri, müzikler, tiyatro oyunları... Hiç unutmam; lise son sınıfta ilk önce dramaturji bölümünü tercih etmeye karar vermiştim. Yaşadığım o küçücük ilçede internet üzerinden çalışmalarını beğendiğim bir dramaturga mail atıp bilgi almıştım. O da bana çok güzel bir yanıt vermişti. Ardından gazeteci olmaya karar vermiştim. Kendi kendime masamda radyo programları hazırlayıp sunar aynı zamanda el gazeteleri hazırlardım. Tabi vakit geldiğinde, herkesin hayatını garanti altına alırsın dediği eğitim fakültesini tercih ettim. Üniversiteye başladığım ilk hafta hayal kırıklığına uğrayarak bu mesleğin ve gördüğüm derslerin hiç de benlik olmadığını anlamıştım.
Örneğin karşılaştırmalı edebiyat ya da çeviribilim gibi bir bölüm okuyabilirdim ya da direkt edebiyat bölümünü tercih edebilirdim. Editör olmayı çok isterdim örneğin. Kitaplar ile aram çok iyi, bir yayınevinde güzel seçkiler hazırlayabilirdim. Kim bilir belki edebiyat, kültür sanat programları yapabilirdim. Ya da güzel sanatlar ile ilgili bir alanda çalışabilirdim. Çünkü özgün bir şeyler tasarlamak, sanat ile iç içe olmak beni çok mutlu ediyor. Bazen kendimi bunların hayalini kurarken yakalıyorum.
Hiçbir zaman öğretmenlik yaptığım için mutsuz olmadım ya da çalıştığım okula ayaklarım geri geri gitmedi. Fakat insan kendini bilir, bu meslekte yeterince kendimi var edemediğimi düşünüyorum. Oysa içinde daha fazla var olabildiğim bir meslek seçmiş olsaydım potansiyelimi daha fazla açığa çıkarabilirdim diye düşünüyorum. Kısmet, olmadı ve yirmili yaşlar hızla bitti.
Geçenlerde, bu yıl okuttuğum beşinci sınıflardan bir öğrencim mail attı. Şöyle yazmış: "Merhaba öğretmenim, bu sene benim için harika geçti ve bunda sizin katkınız çok büyük çok teşekkür ederim. Hem branş hem sınıf öğretmenim olmanız bu seneki en büyük şansım oldu. Beni hep desteklediğiniz için çok teşekkür ederim. Okul başladığında gelip size sarılmayı sabırsızlıkla bekliyorum. Bu harika sene için teşekkür ederim. Şahane bir tatil diliyorum". Tabii ki sonuna kocaman kırmızı bir kalp koymuş.
Bir yaz günü evde hüzünlü hüzünlü oturuyorsunuz. Bir bildirim sesi ile telefonunuza bakıp bu tatlı mesajı görüyorsunuz. Sanırım bizim mesleğimizin güzelliği de burada, bir şekilde dokunduğunuz hayatlar sizi yeniden bulup sarmalıyor. Bu da beni ayakta tutmaya yetiyor sanırım.