Kendime bir kahve yaptım ve balkona çıktım, daha önce hiç dinlemediğim şarkılardan oluşan bir liste hazırladım. Hazır aklımdan geçen bazı düşünceler varken bunları not almak istedim.
Yaz tatiline her girdiğimizde aklımda pek çok soru beliriyor, hayatın akışı ile ilgili daha doğrusu hayatın kendisi ve benim bu yolculuktaki varoluş biçimim ile ilgili. Her yaz istisnasız pek çok sorgulama içinde buluyorum kendimi, haliyle yaşamın içine dahil olmak yerine, yaşamı karşıdan bir sinema filmi imiş gibi izlemeyi tercih ediyorum büyük oranda. Bu düşünceler beni hırpaladıkça geceleri uykularım kaçıyor, müthiş bir bacak ağrısı çekiyorum.
Fakat okullar açıldıktan sonra yani çalışmaya başladığım zaman bu düşüncelerin büyük bir kısmı uçup gidiyor adeta. Her şey düzene giriyor. Yoğun bir temponun içinde sürekli yetiştirmem gereken işler olduğu için, varoluşumu sorgulayacak zaman bulamıyorum. Bazen iş yoğunluğundan şikayet etsem de, üstüme vazife olmayan işlerin sorumluluğunu bile üstleniyorum.
Bu yaz, ne istediğimi ve nasıl yol almak istediğimi sorgulayıp durdum. Gerçekçi çözümler ile romantik çözümler arasında gidip geliyorum. Kendimle ilgili sorulara yanıt bulamıyorum genelde, insanın kendisini tanıması ne kadar da güç. Bazen mesleğimi bırakmak istiyorum. İstanbul'dan ayrılıp küçük bir şehre taşınmak istiyorum. Hatta garsonluk, kasiyerlik vb. işleri yapabileceğim geçiyor aklımdan. Ciddi ciddi bunların planlarını yapıyorum. Çalıştığım okulda, mesleğime veda ediş konuşmam bile hazır. Uyumak için yatağa girdiğimde bunun provasını bile yapıyorum. İstanbul dışına çıkmam gerektiğinde ise bir şekilde bu şehri özlüyorum. Hemen, aklımdan türlü anılar geçmeye başlıyor. İnsanın gerçek evi, yurdu neresidir? Sanırım yaşadığım iç sıkıntısının nedenlerinden biri de bu, yıllar yıllar içinde kendimi hiç evimde hissedememiş olmam. Önce bağ kurmakta güçlük çekiyor, ardından kurduğum bağları koparamıyorum. Bir mekan, bir ev ve bir mahalle ile gerçek anlamda sağlıklı bağlar kurabilecek kadar yaşamadım hiç aynı yerde. Evler hep değişti, mahalleler değişti, komşular değişti, yollar değişti ve tabii ki insanlar da. Üstelik tüm bunlara kaygı seviyemin nispeten yüksek olması da eklenince, bazen beni rahatsız eden şeyin tam olarak ne olduğunu kavrayamıyorum.
Sanırım çalışmak ve üretmek iyi geliyor insana. Öbür türlüsü çok zor, zihnimdeki düşüncelerle baş etmekte zorlanıyorum. Kendimizi kandırmak pahasına da olsa, en sağlıklısı kendimize nihai hedefler belirlemek galiba. Bu hedeflerin sonlu hayatımıza hiçbir faydası olmayacak olsa bile, bazı hedefler peşinde süregiden bir hayat, kendi içinde bir anlama kavuşuyor gibi. Temel problemlerimden biri bu olabilir, hiç bir hedefim ve hayalim yok. Düşünüyorum, kendime sorular soruyorum, ne istiyorsun diyorum ve net bir yanıt alamıyorum. Hep bildiğimi okuyorum, kitaplarıma ve anneme sarılıyorum. Odamın içinde yazım-çizim işleri ile uğraşıyorum. Sahne arkasında, hep işin mutfağında. Belki bir gün o mutfaktan çıkmayı başarabilirim, belki bir gün sahnenin tam ortasında spot ışıklar altında, tüm gözler benim üzerimdeyken de iyi hissedebilmeyi başarabilirim. Belki de yalnızca izlerken solup gitmektir kaderim, belki de yalnızca izlerken solup gideceğim.
2 yorum:
Aklıma ne geldi sevgili Beyaz Çiklet. Her şey senin kafanda olmasın? Çünkü demişsin ya spot ışıklar altındayken de kendimi iyi hissedebilmek.. Hani sen şimdi iyi bir öğretmensin ya (öylesin öylesin, alçakgönüllülük yapma sakın, yazılarının satır arasından anladık biz bunu) o öğrenciler için tam olarak spot uşıklarının altındasın aslında! Üstelik rahatsın :) Böyle bakınca yani.. değil mi?
Bir de bence uğraşmak iyidir. Aynen bana da boş durmak hiç iyi gelmiyor, hemen düşünmeye ve düşündükçe kaybolmaya başlıyorum :) Sevgiler.
Sadece C.
Aslında çok haklısın, sınıf içerisinde de bir nevi sahnedeyiz gerçekten. Eskiden kendimi rahat hissedemezdim ama epey rahatım, sanırım deneyimin de etkisi var. Boş kalmamam gerektiğini bir yaz daha anlamış oldum :))
Yorum Gönder