17 Ağustos 2022 Çarşamba

Boşanmış Bir Anne Babanın Çocuğu Olmak-III

Önceki iki yazımda anne ve babamın boşanmış olmasının, doğduğum andan itibaren tüm büyüme evremde bana neler hissettirdiğinden bahsetmiştim. Bu son yazımda, yetişkin bir insan olarak bu durumun hayatıma nasıl etki ettiğinden bahsetmek ve seriyi tamamlamak istiyorum.

Ebeveynlerin hayata bakış açıları ve hayatla mücadele etme, hayatı algılama ve yaşama biçimleri çocukların hayatını da ciddi düzeyde etkiliyor. Örneğin kaygılı bir aile bireyi ile büyüyen bir çocukta, kaygı düzeyi yüksek olabiliyor. Küçükken, herhangi bir durum karşısında ebeveynlerinin verdiği tepkileri çok dikkatli bir şekilde gözlemler çocuklar. Ve ileride, kendi hayatlarında da başlarına gelen durumlar ile benzer tepkileri vererek baş etmeye çalışırlar. Babamı neredeyse hiç tanımamam ve bir çocuk olarak baba imgesine sahip olmamam bende derin izler bıraktı. Yalnızca annem ile büyüdüğüm için, annemin hayata bakışı beni epey etkiledi. Ne kadar ilginçtir ki, karşılaştığımız durumlara genelde annem ile benzer tepkileri veriyoruz. Onun kaygı seviyesi yüksek, benim de öyle. Depresif bir yapısı var, benim de öyle. Herhangi bir değişim ya da yenilik annemi olumsuz etkiler, beni de olumsuz etkiler. Kaygılı bir bağlanma stiline sahip olduğunu düşünüyorum, ben de kaygılı-kaçıngan bir bağlanma stiline sahibim. 

Bazen belki de boşanmaları daha iyi olmuş diye düşünüyorum. Sorunlu başlayan bir evlilikte zoraki birliktelikler de çocukları oldukça olumsuz etkiliyor. Fakat yine de, hayatlarını birleştiren bir kadın ve erkeğin, ne koşulda olursa olsun dünyaya getirdikleri çocuklarına imkanları dahilinde bakmakla yükümlü olduklarını düşünüyorum. Maddi açıdan zorlansalar bile, kendi evlatlarına sevgi vermek bu kadar zor olmamalı. 

30 yaşındayım ve uzun yıllardır kendi ayaklarım üzerinde duruyorum. Meslek hayatımda dokuzuncu yılım bitti ve bu yıl onuncu yılıma başlayacağım. Babamdan herhangi bir maddi destek görmedim. Çalışmaya başladığımdan beri kendi paramı kendim kazanıyor ve geçimimi kendim sağlıyorum. Başıma herhangi bir durum geldiğinde sığınacak bir kimsem yok. Ya da kiramı ödeyememe, işsiz kalma gibi bir durumum olduğunda bana bakmasını rica edeceğim, yanına sığınabileceğim bir kimse yok. Evim diyebileceğim, başıma ne gelirse gelsin yanlarına gidebileceğim bir aile evim yok. O yüzden işime ciddiyetle yaklaşıyor ve gerçekten çok çalışıyorum. Eğer güvenli bir limanım olsaydı, kendimi bu denli hırpalamazdım. İnsanlar neden bu kadar çok çalıştığıma anlam veremiyorlar, çalışmaktan arta kalan vaktimde de sürekli kendimi nasıl geliştirebilirim diye düşünüyorum. Neden bu kadar çok çalışıyorum, işime bu kadar sıkıca tutunuyorum? Çünkü gerçekten başka bir seçeneğim yok. 

Babasız büyümem ve annemin durumu, bende ciddi bir güven problemi oluşturdu. Şu an kendi ayakları üzerinde duran, belirli bir kariyere sahip bir insan olduğum halde hayata ve çevremdeki insanlara oldukça güvensiz yaklaşıyorum. Yeni bir adım atmak beni her zaman feci derecede korkutmuştur, hala bunu aşamadım. Yeni bir insanla tanışmak ve ona güven duymak benim için çok zor. Bağlanmam kolay olmuyor, bağlandığımda da ayrılmam çok zor oluyor. Yeni biri ile tanıştığım zaman, adım atmakta oldukça güçlük çekiyorum. İçimde tarifi imkansız bir kaygı oluşuyor, hemen geri adım atıyorum. Haliyle, karşımdaki insanlar da bu durumu anlamakta güçlük çekiyor. Herhangi bir karar alırken pek çok şeyi düşünmek zorunda kalıyorum. Ve ilk etaptaki düşüncem hep negatif oluyor. 

Annesi ve babası boşanmış çocuklar erken yaşta olgunlaşır diye toplumsal bir klişemiz var fakat tüm genellemeler gibi bunun da doğru olmadığını söyleyebilirim. Olgunlaşma dediğimiz şey, çocukların karakterleri ve yaşadıkları durumlar sırasında hissettiklerinin birikimi ile oluşur ve zaman alır. Küçücük bir çocuktan yaşından daha fazla olgun davranmasını bekleyemezsiniz. Bu sağlıklı da değil zaten. Yıllar içerisinde pek çok boşanmış ailenin çocuğunu okuttum. Hepsinin olgunluk düzeyi, karakter yapısı ve hayata bakışları doğal olarak farklıydı. Kimi, bu durumla daha iyi baş edebilirken kimi ise baş etmekte gerçek anlamda zorlanıyor. Yani bu durum, genellemelere hiçbir şekilde açık değil. 

Eğer eşiniz ile hayatınızı ayırmak durumunda kaldıysanız ki bence bu çok doğal ve normal, çocuğunuza karşı tüm yükümlülüklerinizi yerine getirmek zorundasınız. Eğer bunu yapamıyorsanız, o zaman evlilik kurumu içerisinde yer almamanız gerekir. Ya da dünyaya bir çocuk getirmemeniz gerekir. Önceki yazılarımda babamın tekrar evlendiğini, bir çocuk daha dünyaya getirdiğini ve yeniden boşandığını çok sonra, tesadüf eseri öğrendiğimden bahsetmiştim. Bir kere evlenmişsin ve çocuğunu terk etmişsin. İkinciye evlenip yine aynısını yapıyorsun ve boşanıyorsun. Bunu neden yapıyorsun? Zaten ortada acılar ile bıraktığın bir çocuk var, belli ki babalık sorumluluklarını yerine getiremeyen bir insansın. İşte bunu hiç anlamıyorum. Bir çocuk, hayatı boyunca annesi ve babasının kendi üzerinde oluşturduğu tahakkümü, acıyı, kaygıyı ve daha pek çok şeyi omuzlarında bir yük olarak taşımak zorunda değil. Anne ve babalar, çocuklarını bir birey olarak görmeli ve çocuklarının hayatlarını kolaylaştıran birer rehber olarak hareket etmeli. Çocuklar sizin mülkünüz değil, onları dünyaya getirmiş olmanız onların hayatlarını tahakküm altına alacağınız anlamına gelmez. Attığım her adımda, aldığım her kararda anne ve babamın üzerimde açmış oldukları yaraları sarmakla meşguldüm. 30 yaşındayım ve hala bu yaraları sarmak ile uğraşıyorum. Artık, yetişkin bir birey olarak pek çok şeyi açmış ve gerçekten geçmişimle barışmak adına elimden geleni yapmış olsam da, hala bu yaraların izlerini taşıyorum. 

Öğrendiğim tek şey, hiç niyetim olmasa da bir gün dünyaya bir çocuk getirmeye karar verirsem ne yapmayacağımı çok iyi biliyor olmam.. Bu yazı serisini okuduğunuz için çok teşekkür ederim, umarım bir ışık yakabilmişimdir. 

3 yorum:

Edischar dedi ki...

Beyaz ciklet. Öncelikle kendi ic dünyani ve duygularini bu kadar fark edebilmen muthis bir olgunluk. Aslinda zaten iyilesme , önce fark edebilmekle ve sonra üzerinde calisip iyilestirmekle devam ediyor. Bu duygulari ve bu deneyimleri yasayanin birtek biz olmadigimizi dusunmek bir nebze faydali olabiliyor. Ya da bir adim daha öteye gidip anne babamiza merhamet duymak. Biz bu yasimizda farkindalik seviyesi yuksek bireylerken, onlar bir yerlerde takili kalmis ve icinden de cikamiyorlar. Bizden daha mutlu degiller, bu gidisle de ömürlerini bu sekilde tüketicekler. Kendi yaralarimizi sarip, kendimize sevkat ve sevgi göstermek iyi gelebiliyor. Umarim hayatinda güvenecegin bir partnerle karsilasir ve cok mutlu olursun. Bazen de gecmisi birakip, yarina bakmak gerekiyor. Cünkü gecmis icinden cikilamaz halde de olabilir. Kendine iyi bak ve sevecek insanlar bul ^^

Manxcat / KuyruksuzKedi dedi ki...

Değişimin başı farkındalık ve kabullenme. İlk adımlar tamam :) Sıradaki adımlar negatif cümlelerden çıkıp pozitif cümleler kurabilmek. "Ben böyle böyleyim" cümleleri söylendi. Şimdi "Böyle, böyle biri olmak istiyorum." demeye çalışır mısın? Olabileceğine inanıyorum, sen de kendine inan. Aç kapıları, indir kalkanları :) Çok zor değil, yazarak ilk adımları atmışsın bile. :)

Yazı dili acımasız ve yanlış anlaşılmaya elverişli olduğu için açıklamak istiyorum. Amacım asla burnumu sokmak ya da ukalalık yapmak değil. Sadece içten içe değişmeye hazırsın gibi geldi bana :) Yorumlarımı okuduktan sonra silebilirsin dilersen :)

Beyaz Çiklet dedi ki...

Edischar,

Değerli yorumun için çok teşekkür ederim, ben de kendimde bir değişim ve dönüşüm başlattığımı düşünüyorum. Tabii, daha çok yolum var ama en azından bir iyileşme sürecine adım attım sanırım :)

Manxcat/ KuyruksuzKedi

Öncelikle değerli yorumların benim için gerçekten çok önemli, birkaç kez üst üste okudum ve üzerine düşündüm. Bir yolun başında gibiyim, kendimi iyileştirmek üzerine çıktığım bir yolun. Bunun için çaba harcayacağım gerçekten. Fark ettim, kabullendim ve şimdi senin de bahsettiğin adımlar üzerine çalışacağım :)