Bir önceki yazımda, ben dünyaya gelir gelmez boşanmaya karar veren bir anne ve babanın çocuğu olmak ne demek ve bu durum yıllar içerisinde bende nasıl izler bıraktı biraz bunlardan bahsetmiştim. Bu yazım da, bir öncekinin devamı olsun istedim.
Çocukluk yıllarımın ilk yarısını ve ikinci yarısını iki farklı ilde geçirdim. Dokuz yaşıma kadar teyzemlerin apartmanında yaşadık, annemin çalıştığı dönemlerde benimle büyük teyzem ilgilendi. Annem evlenmeden önce babasını kaybetmiş, boşanmanın ardından iki yıl sonra da annesini. Henüz yirmi iki yaşında kucağında küçücük bir çocuk ile tek başına hayata tutunmaya çalışan bir kadın için o dönemde gerçekten her şey çok zor olsa gerek. Bu konuda annemi çok iyi anlıyorum, hiç bitmeyen bir mücadelenin içinde hiç yılmadan beni büyütmeye çalışmış. Ve bu anlamda ona her zaman minnettarım, beni babam gibi yalnız bırakmadığı için.
İlk çocukluk yıllarımda annem kendine çok özen gösteren bir kadındı. Çok bakımlıydı, dışarı çıktığımızda bütün gözlerin onun üzerinde olduğunu görürdüm. Çok sevilir ve sayılırdı yaşadığımız yerde, kendi keskin kurallarını ve çizgilerini oluşturmuş ve inandığı hayattan asla taviz vermeyen bir kadın imajı çizerdi. Sanırım o yıllar, benim de en mutlu olduğum yıllardı. Annemin hem çok güzel hem de çok bakımlı ve modern, aydın bir kadın olması ile övünürdüm hep. Çalıştığı atölyede epey yükselmişti, dur durak bilmeden, başarı istenci ile yoğun bir şekilde çalıştı. Hafta sonları beni şehir merkezine götürürdü ve akşama kadar her yeri gezerdik birlikte. Bana bir fotoğraf makinesi almıştı, elimde makine her gittiğimiz yeri çekerdik. O zamanlar şehir merkezinde yeni bir hamburgerci açılmıştı ve sürekli orada yemek yerdik. Beni paten kaymaya götürür, bisiklet binişimi izlerdi. İş yerinden izinli olduğu günlerde, sabah erkenden kalkar ve mahallemizde spor yapmaya çıkardık. Kendine ve bana çok güzel bir eşofman takımı dikmişti, koşuda birbirimizi yenmeye çalışırdık. Ne istesem alır, bir dediğimi eksik etmezdi. Okumayı çok severdim, her seferinde yeni bir öykü seti alırdık ve her gece yatmadan önce bana uzun uzun öyküler okurdu. Onun sayesinde ana okuluna başlamadan evvel okuma ve yazmayı öğrenmiştim.
Annemin iş yerinin kapanması ve büyük teyzem ile aralarında sorunların başlaması hemen hemen aynı zamana denk geldi. Teyzem ile annemin hayata bakışları çok farklıydı. Teyzem eğitimine devam etmemiş, evlenip çoluk çocuğa karışmış gelenekçi bir kadındı. Annem ise henüz yirmili yaşlarını bile tamamlamamış, oldukça modern, yeni bilgiler öğrenmeye meraklı bir kadındı. Beni en doğru şekilde büyütebilmek için yıllarca pedagoji okuduğunu biliyorum. İşten yorgun argın gelip, dinlenme vakitlerinde de memuriyet sınavlarına hazırlanırdı. Geçmişte yaşadıkları problemler ve o dönemde yaşadığımız tatsız olaylar bardağı taşıran son damlalar oldu, ve annem beni de alıp başka bir ile, ananem ve dedemden kalan eve yani memleketimize yerleşti. Bu bizim hayatımızda ciddi bir kırılma oldu. Annemin işleri biz taşındıktan sonra hiçbir zaman iyiye gitmedi. Kaygıları arttı, psikolojik sorunları su yüzüne çıkmaya başladı ve yıllar içinde iyice içine kapanan bir kadın haline geldi. Yaşadığımız o küçük kasabanın onu çok boğduğunu hissediyordum çünkü zaman zaman ben de bunu derinden hissediyordum. Hiç oraya ait değildik, hiç oraya ait olamadık. Üstelik babamın annesi ve babası de aynı kasabada, iki mahalle üstümüzde oturuyorlardı. Yani babaannem ve dedem. Beni yolda gördükleri zaman suratlarını çeviriyorlar, ve annemle benim hakkımda insanlara asılsız, hoş olmayan şeyler söylüyorlardı. Annem bu süreçte iyice yara aldı, kardeşleri ile haklı gerekçeler ile iletişimi kesti ve kendi içine kapandı. Bir önceki yazımda bahsettiğim zorlu süreçler bunlardı. Hayatımızın lale devrini geride bırakmış ve zorluklarla mücadele ettiğimiz bir döneme girmiştik.
Tam da benim kendimi keşfetmeye başladığım yani büyümeye başladığım yıllardı. Babamın bizi terk edişinin açtığı yaraları yeni yeni görmeye başlamış ve ben de giderek içime kapanmıştım. Bana yeni bir kapının, yeni bir hayatın ancak üniversite sınavlarını kazanmamla açılacağını fark etmiştim. Sürekli okuyor, çok çalışıyor ve kendime yeni hedefler koyuyordum. Tek isteğim, büyük bir şehre, iyi bir okula gitmek ve geleceğimi kazanmak üzere yol almaktı. Çünkü gerçekten başka bir seçeneğim yoktu.
Bu dönemlerde babama ihtiyaç duyduğumu hatırlıyorum, içten içe hep yanımda olmasını istiyordum. Annem ile babam belki yeniden evlenebilir ve biz de İstanbul'a babamın yanına gidebiliriz diye düşünüyordum. Zaman içinde bunun imkansız olduğunu anladım, babama karşı öfkem ve kırgınlığım arttı ve henüz ergenlik döneminde neyin ne olduğunu bile tam olarak kavrayamayan bir çocuğun sessiz çığlığına ve isyanına dönüştü. Yapayalnız ve çaresiz hissediyor, kendime bir rota çizmeye çalışıyordum. İçimde inanılmaz bir başarı isteği vardı, nitekim tüm istediklerimi gerçekleştirebildim. Şimdi geriye dönüp baktığımda, hayattaki en büyük başarıyı eğitim ve kariyer hayatımda yakalamış olmamın asla bir tesadüf olmadığını görüyorum.
Devamını bir sonraki yazıya bırakmak istiyorum. Su yüzüne yeniden çıkardığım bu anılar, itiraf etmem gerekirse yer yer beni zorluyor. Ama yine de yazacağım, yazacağım ki kendimi biraz daha sağaltabileyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder