Daha önce bu konuda bir yazı kaleme almamıştım, senelerdir satır aralarında bahsederim ama tam anlamı ile bu konuya değinmediğimi fark ettim. Sistematik bir yazı gibi değil de, boşanmış bir anne babanın çocuğu olmak benim için ne demek biraz bundan bahsetmek istedim, bir nevi iç dökmek gibi.
Annem ve babam sorunlu ve problemli bir şekilde evlenip ben doğduğum gibi boşanmışlar. Görücü usulü bir evlilik, aile zoru ile evlenen bir kadın ve arada on beş yaş fark. Boşanma davası açıldıktan sonra mahkeme velayetimi anneme vermiş, ben de annemin yanında büyüdüm. Şu an 30 yaşındayım ve babamı hayatım boyunca yalnızca birkaç kez gördüm, çoğu tesadüf eseri idi. Maddi, manevi ve hukuki olarak hiçbir babalık yükümlülüğünü yerine getirmedi. Sokakta görsem dahi tanıyamam büyük ihtimal. Aramızdaki tek bağ; kanım ve onun soyadını taşıyor olmam. Bunlar dışında aramızda hiçbir şekilde bir bağ yok.
Babamı hiç tanımadığım için çocukken onun yokluğunu ciddi bir şekilde hissettiğimi hatırlamıyorum. Mutlu bir çocuktum, zorlansa da ayakları üzerinde duran güçlü bir annem vardı. Fakat annemdeki hüznü, acıyı ve mutsuzluğu görebiliyordum. Büyüme evremde uzun yıllar depresyon, kaygı bozukluğu ve panik atak gibi nedenlerle ilaçlı tedaviler gördü. Bu ilaçların yan etkileri nedeni ile uzun süreler boyunca uyuduğunu, ayakta olduğu vakitler de uykulu olduğunu hatırlıyorum. Bir dönem onun ruh hali nedeni ile günler boyunca aynı evin içinde hiç konuşmadığımızı dahi hatırlıyorum. Yaşadığı acılar sonucu hiçbir zaman toparlanamamış bir kadındı annem. Ortaokul yıllarım bitene kadar anne ve babamın neden boşanmış olduğunu ciddi bir şekilde sorgulamadım. Fakat liseye geçtiğimde geçmişteki hikayeleri duymaya başladım, anneme sordum, etrafımdaki insanlara sordum. Evde bulunan o sayfalar dolusu mahkeme kağıtlarını okudum. Ve pek çok nedenle içime kapanmaya başladım. Oysa liseye başlayana kadar dünyanın en mutlu çocuklarından biriydim. Bir anda içimde bir şeyler devinmeye ve ters dönmeye başladı.
Üniversite yerleştirmeleri için nüfus kayıt örneği almamız gerektiğinde babamın başka bir evlilik daha yaptığını, bu evlilikten bir oğlu daha olduğunu öğrendim. Ben de onun evladıydım ama bana bakmayı tercih etmemişti. Etraftan duyduklarım beni daha da sarstı. Yeni oğlu ile gayet yakından ilgilendiğini, onunla mutlu olduğunu öğrendim. Evliliğini yürütememiş, yeniden boşanmış fakat bu sefer oğlunu yalnız bırakmamış.
Zaman zaman arkadaşlarımın babamın nerede olduğunu sorduklarını ve bu konu ile bir şekilde alay edenlerin olduğunu hatırlıyorum. Yalnızca babamın yaşadığını, İstanbul'da olduğunu ama görüşmediğimizi söylemekle yetiniyordum. Çünkü onu gerçekten tanımıyordum. O anlarda aralarından ayrılmak, tıpkı anne rahmi gibi beni hiç kimsenin göremeyeceği kuytu köşe, güvenli bir yere saklanmak istiyordum.
Bu durum daha sonra bende büyük bir başarı isteği oluşturdu. Buna sanırım bir çeşit yüksek işlev diyorlar. Öğrencilik hayatım boyunca hep başarılı oldum. Bunun temel nedeni hem anneme maddi bir yük oluşturmamak hem de babama bu kadar başarılı bir evladı kaybettiğini göstermekti. İçten içe hep bunu düşünürdüm, benim başarılarımı duysun da kendi içinde pişman olsun isterdim.
Aradan yıllar yıllar geçti, babamın yaşadığı şehre geldim, eğitimimi tamamladım ve çalışmaya başladım. Eskiden bu kadar derinden hissetmediğim şeyleri derinden hissetmeye başladım. Hatalı bir evlilik, daha küçücük yaşta omuzlarında bir sürü yük ile yaşamaya çalışan bir çocuk.
Ne başarımda, ne mezuniyetimde ne de hüznümde yoktu yanımda. Annem mezuniyetimde vardı, üstelik fakülteyi birinci olarak tamamlamıştım. Tüm konuşmamı ona adamış ve beni tek başına yetiştirdiği için kürsüde herkesin içinde ona teşekkür etmiş, büyük bir alkış almıştım. Çok mutlu olduğunu biliyorum ama tören bittikten sonra ne bana sıcak bir şekilde sarılmış ne de beni içten bir şekilde tebrik etmişti. Aradan 22 sene geçmiş olmasına rağmen, hala geçmişin acılarını üzerinden atamamıştı ve ilaçların etkisi ile ayakta durabiliyordu. Hala, bu koca şehirde kendi ayaklarım üzerinde durmaya ve annemin bakımını üstlenmeye çalışıyorum. İçimden onlara çok kızıyorum, beni bunca yük ile yalnız bırakmış olmalarından dolayı. Şimdi yeni yeni anlıyorum, bunca içe dönmemin, yaşıtlarım gibi mutlu olamamamın, kaygılarımın ve yorgunluğumun sebebi büyük ölçüde bu durum. Oysa ben de çok isterdim mutlu bir ailenin çocuğu olabilmeyi. Maddi ve manevi bir sıkıntım olduğunda yanımda olabileceklerini bilmeyi. Ama küçük yaşlarımdan itibaren öyle çok sorumluluk üstlendim ki, sürekli bir kaygı içerisindeyim. Ya başıma tekrar kötü bir şey gelirse, ya gelecekte yapayalnız kalırsam, ya annem yeniden hastalanırsa ya ben ağır bir rahatsızlık geçirirsem yaşamaya nasıl devam edeceğiz gibi bir sürü kaygı duyuyorum her an.
İnsanlara güvenemiyorum, yıllardır hayatıma birini alamıyorum ve bir savunma mekanizması olarak insanları kendimden uzaklaştırıyorum. Bunların hiçbirini isteyerek yapmıyorum. 30 yaşımdan baktığımda hayatımda açtıkları yaralar öyle büyük ki, artık bu yaraların bir tanesini onaracak gücüm bile yok. Bazen de nasıl ayakta kalabildiğime bile şaşırıyorum. İkisi arasında yıllardır bitmeyen bu meselede en masum olan ben olduğum halde, en ağır yükleri taşımakla cezalandırılmış olan da benim. Ve ne yazık ki, geçmişte ailenizin açtığı yaraları yetişkinlik döneminizde daha derinden hissediyorsunuz. Oysa çocukken çok masumsunuz, bunları düşünmek aklınızın ucundan bile geçmiyor. Ama sonra yetişkinlik döneminizde anlıyorsunuz, hayatınızı nasıl da olumsuz bir şekilde etkilediklerini.
Aslında bu konuda anlatacak çok şeyim var, bir sonraki yazıda devam edeceğim. İçimi dökmek, en azından burada olsa bile bana iyi geliyor. Bu ilk yazı ve ilk duygulanım olarak burada kalsın isterim.
6 yorum:
Bir şeyler yazmak istedim ama boğazımda takılı kaldı, sadece çok güzel ifade etmişsiniz duygularınızı ve bu konu üzerinde ne çok düşündüğünüz belli oluyor, umarım bundan sonrası aksine çok güzel geçer demek istiyorum.
Ben hayatında “o kişi”yi arayanlara şunu söylemek isterim hep, o kişi”ler”i bul, yani dostlar, arkadaşlar, sana iyi gelen tanışıklar.. Tek kişi çünkü hem olanaksız gibi her açıdan mükemmel olması veya hep öyle kalması, hem de ne bileyim, orta direk üç keyifli arkadaş bir şahane sevgiliye beş basar bence :) Annenizin böyle destekleri olsaymış hayatta, birkaç teyze, abi.. Ne farklı olabilirmiş.. Olmamış. Ama belki siz bunu onarabilirsiniz kendi yaşamınızda. Güvenmek çok zor, güvenmeyin de bu devirde. Ama birkaç kişi çıkar mutlaka, ufak ayrıntılar; hastayken bir arar sorar, sıkıntılı anınızda bir güldürür, sürpriz bir buluşmada çok güzel bir gün geçirtir ;) bunları unutmamalı.. Hayatta inanın sadece bunlar önemli…
İstanbul'dan da hep kaçmak istediğini yazıyordun. Bir yandan da ayakların seni bu şehre getirmiş. İstanbul babanı mı temsil ediyor diye düşündüm birden. Benim de çok zor çocukluk, ergenlik dönemlerim oldu. Çocukluktan kalma kaygılar, şartlanmalar, çarpıtmalar...vs. bunlarla yaşamak çok zor. Ben terapiyle önemli ölçüde bu iç içe geçmiş iplikleri çözüp, düzenleyip rafa kaldırdım. Aslında bunu sen de deneyebilirsin. Arkeoloji gibi bir deneyim oluyor. Derinlerde yatan ne varsa kazıyarak çıkarıyor ve derin anlamlara kavuşuyor insan. Eğlenceli de bir deneyim. Bunu tavsiye edebilirim.
Sadece C.,
Yazarken yer yer ben de zorlandım, hatta tekrar hatırlamak ve tüm hayatımı üzerine düşünerek geçirdiğim bu anıları gündeme getirmek ağır da geldi. Bir yandan da bunları kaleme almak istedim, beni en çok rahatlatan yöntemlerden biri bu. Birkaç yıl önce yapabildiğim bir şey değildi fakat artık daha olgun değerlendirebiliyorum tüm geçmişi. Onlara içimde bir yerde hala çok kızgınım ama en azından kendime kızmamayı öğreniyorum gibi. Bunu tam anlamı ile başardığımda daha da güzel olacak sanki her şey :)
Kim Bilir,
İnan hiç bu açıdan bakmamıştım yani İstanbul'un babamı temsil etmesi durumuna. İlk geldiğim zaman İstanbul benim için aşk, sevgili, arkadaşlar, yeni heyecanlar ve sonsuz bir macera demekti. Yıllar içinde şartlar ve hislerim değişti. Belki de hiçbiri bir tesadüf değildir. Yıllar evvel psikoterapi almak için adım attım ama kendimde devam edebilecek gücü bulamadım ya da cesareti belki. Neden bilmiyorum ama hala kendimi uzak tuttuğum bir durum bu. Fakat bir gün içimde o istencin oluşacağına eminim. Belki de gerçekten henüz hazır değilim.
Hayat hikayemizde benzeyen o kadar çok şey var ki... Benim anne-babam da ayrıydı, ben de ilk kazıklarımı babamdan yedim hayatta. Tüm bunların üstüne annem tanısı konmuş bir şizofreni hastasıydı ve 41 yaşında öldüğü güne kadar bu hastalıkla boğuştu. Öldüğünde ben 20, kardeşim 8 yaşındaydı. Dilersen benim hikayemi şu linkten okuyabilirsin:
https://nurruyakara.blogspot.com/2019/08/geriye-donup-baknca.html
Geçmişe bakmayı bir noktada bitirmek gerekiyor. Bizi biz yapan o geçmiş ama bu saatten sonra kim olacağımızı o geçmiş belirlemiyor. Biz belirliyoruz. Seni sevmeye, sana ilaç olmaya çalışan insanlara fırsat vermelisin. Bir kez doğru kişilere şans verince ne kadar iyi geldiğine inanamayacaksın :)
Şans verince seni tüm benliği ile sarıp sarmalayacak(lar) ve seni olduğun gibi sevecek(ler). Ve bu sana çok iyi gelecek :) Şöyle düşün, en kötü birkaç kazık daha yeriz ama ona da alışığız zaten.
Okuduktan sonra bu yorumu silersen çok sevinirim. Yalnız olmadığını unutma :) Sevgiler :)
Manxcat/ KuyruksuzKedi,
İnsanın yalnız olmadığını bilmesi çok kıymetli gerçekten. Etrafıma baktığımda hikayesi ve geçmişi benim kadar ağır olan birini görmüyorum. En kötü durumda bile aile bütünlüklerini korumayı bir şekilde başarmış, ne kadar travmatik olursa olsun çocuklarının yanlarında olan ebeveynler görüyorum genelde. İster istemez bu da diğer insanlar ile arama bir mesafe koymama neden oluyor. Beni yeterince anladıklarını, hissettiklerini düşünmüyorum. Belki de yanlış yapıyorum fakat bu yorumunu okumak bana çok iyi geldi. Yorumun burada kalsın isterim, benim için çok kıymetli. Ama yine de istersen silebilirim :) Şimdi senin de hikayeni okumaya geçiyorum. Tekrar çok teşekkür ederim :)
Kalabilir tabi :)
Yorum Gönder