Dışarıda öyle güzel bir lodos var ki, bir müddet oturup geceyi izledim. Evlerden yansıyan sarı ışıklar, günün yorgunluğu ve gecenin belirsizliği ile evlerine sığınmış yorgun insanlar. Elimde yine Marquerite Yourcenar'ın Alexis Ya da Beyhude Mücadelenin Kitabı adlı metni var. Diyor ki bir yerinde; "kelimeleri o kadar çok kişi kullanıyor ki Monique, artık kimseye uygun düşmüyorlar". Dünyanın en dokunaklı vedasına sahiptir nazarımda bu metin. Uzun bir mektup olmasına rağmen; Alexis'in naif itirafları sarıp sarmalar her seferinde beni. İtiraf etmeliyim ki, tarifsiz bir hüzün de verir. İnsanın açmazları ne kadar acı, bir o kadar da kıymetli.
Hayatım boyunca taraf seçmekten çekindim, ille de bir tarafta yer almak gerektiğinde hep kendi tarafımda yer almayı seçtim. Benliğime ulaşmaya çalışırken aslında beyhude bir çabanın içinde olduğumun farkında değildim. Belki de hala farkında değilim tam olarak; kendimi eğitmem gereken konular ile kendimi serbest bırakmam gereken konular arasında bocalayıp duruyorum. Kendimize dair ne kadar az şey biliyoruz; oysa her konuşmamızda ne kadar çok şey bildiğimize dair tasarrufsuz sözcükler kullanıyoruz. Dilin, çoğu zaman hisleri aktarmakta yetersiz olduğunu düşünürdüm; Yourcenar da öyle düşünüyormuş. Bir şeyleri yazıya dökmek ile yazıdan anlam çıkarmak arasındaki mücadelem, sanırım tam olarak beni yansıtıyor. Başlığın altında yer alan henüz yirmisine bile girmemiş gencin söylediği "ne orada ne de burada" ifadesinden anladığım ise; zaman içinde pek de değişmediğim.
Zamanı çizgisel olarak değil de sarmal olarak algılamaya başladığımdan beri; dönüp dolaşıp aynı yere geldiğimiz kanaatindeyim. Olmaya çalışmak yerine var olmak sanırım benim için en doğrusu. Bir türlü gerçekleştiremediğim şey de buyken üstelik. Belki de tamamen bırakmak, kendimden vazgeçmeden zamanın beni alıp götürmesini istemekteyim, ama sürüklenmeden.